Tüm Etkinlikler
Bu akış otomatik olarak yenilenir
- Bugün
-
Witchescarrot foruma kayıt oldu
- Dün
-
Alperarslan foruma kayıt oldu
-
Mustafa duman foruma kayıt oldu
-
davidlt foruma kayıt oldu
- Geçen hafta
-
isa ruhullah foruma kayıt oldu
-
dogon, Xian'u takip ediyor
-
dogon, Atamertes'u takip ediyor
-
dogon, alisa perne'u takip ediyor
-
dogon, buzii_tazy'u takip ediyor
-
dogon, velvetwamp'u takip ediyor
-
dogon, fotonkedi'u takip ediyor
-
dogon, indigo55'u takip ediyor
-
dogon, CREMATORY'u takip ediyor
-
dogon, AurorA'u takip ediyor
-
egemen47 foruma kayıt oldu
-
minelevi foruma kayıt oldu
-
Şu An Nasılsın? Ne Düşünüyor, Ne Hissediyorsun?
Novaedex, Deaths_Expulsion'ın konusunu yanıtladı. Kategori: Forum Oyunları
21 yılın sonunda ilk defa kendi istediklerime önem vermeye çalışıyorum ve depresyonla boğuşuyorum. bu durumdan kurtulur kurtulmaz bağıra bağıra çığlık atacağım -
dftrffgg foruma kayıt oldu
- Daha öncesi
-
alaricrob foruma kayıt oldu
-
StarryHead foruma kayıt oldu
-
Mutatio profil fotoğrafını değiştirdi
-
KARAGÖZ İLE HACİVAT: MANDA Hacivat: " Karagözüm, sana bir bilmece sorayım da bil. " Karagöz: " Sor bakalım ama kolay olsun. " Hacivat: " Canı kaymak isteyen, neyi yanında taşır? " Karagöz: " Parayı yanında taşır. " Hacivat: " Olmaz. " Karagöz: " Parasız kaymak nasıl alacak? " Hacivat: " Bilmeceyi sulandırma. Olmaz dedim. " Karagöz: " Süthaneyi yanında taşır. " Hacivat: " Olmaz. " Karagöz: " Mandırayı yanında taşır. " Hacivat: " Olmaz Karagözüm, olmaz. Bu şey bir hayvan. " Karagöz: " Hayvan mı? " Hacivat: " Evet, büyükbaş bir hayvan. " Karagöz: " Buldum. Fil. " Hacivat: " Fil değil. " Karagöz: " Filin de sütü var. Sütünden kaymak olmaz mı? " Hacivat: " Karıştırma şimdi fili. Bu bir ahır hayvanı. Çamura yatmayı çok sever. " Karagöz: " Çamur hayvanı. " Hacivat: " ... " Karagöz: " Hayvan çamuru. " Hacivat: " ... " Karagöz: " Tamam buldum. Öküz. " Hacivat: " Öküzün sütü nerede? " Karagöz: " O zaman inek. " Hacivat: " İnek benzeri, manda gibi. " Karagöz: " Şimdi aklıma geldi: Manda. " Hacivat: " Doğru Karagözüm, bildin. " Karagöz: " Bilirim tabi. Benim adım Karagöz. Her sorunun cevabını şıp diye bilirim. " SON Yazan: Serdar Yıldırım
-
KARAGÖZ İLE HACİVAT: İNEGÖL'E ON İŞÇİ Hacivat: " Haydi, son bir kişi araba kalkıyor. Vay Karagözüm, hoş geldin. Araba kalkıyor. " Karagöz: " Hı. " Hacivat: " At arabası kalkıyor. İşçi gideceksin. İnegöl'e patates toplamaya. " Karagöz: " Dişim ağrımıyor ki, İnegöl'e dişçiye niye gideyim? " Hacivat: " Dişçiye değil, işçi gideceksin. " Karagöz: " Piştide çok iyiyimdir. Geçen gün nasıl seni kahvede yenmiştim. Herkesin içinde ağlamıştın. " Hacivat: " Ah Karagözüm, benim ağlamam yenildim diye değil. " Karagöz: " O zaman neden ağladın? " Hacivat: " Benim aldığım sayıları kendine yazmışsın. Senin zavallı haline acıdım da ağladım. " Karagöz: " Doğru, yenilince zavallı durumuna düşmüştün. Bak ısrar etme yine ağlatırım seni. " Bir işçi gelir, araba dolar ve gider. İkinci bir at arabası gelir, kenara yanaşır. Hacivat: " Haydi, İnegöl'e on işçi. Günübirlik iş. Gündelik iki akçe. " Karagöz: " Az önce kalkan araba nereye gitti, Hacivat? " Hacivat: " İnegöl'e gitti. Patatese. Gündelik iki akçe. Çalışan kazanır. " Karagöz: " Yazıklar olsun sana Hacivat. Bana neden söylemedin? O paraya ihtiyacım vardı. " Hacivat: " Aha? Söyledim ya. Son bir kişi dedim. İnegöl'e patates toplamaya dedim. İşçi gideceksin dedim. " Karagöz: " Öyle söylemedin. Dişçiyle, piştiyle kandırdın beni. " Hacivat: " Dur Karagözüm, bu arabaya bin. Aynı yer, aynı iş. Atları biraz kırbaçlarsınız, onlardan önce varırsınız. " " Demek beni adamlara kırbaçlatacaksın? Bir daha seninle konuşursam iki olsun, " diye yürüyüp giden Karagöz'ün arkasından Hacivat bakakalır. ------------------------------------------------------------------------ EN AKILLI KARAGÖZ Karagöz ile Hacivat yolda karşılaşır. Hacivat: " Karagözüm, bal almak ister misin? " Karagöz: " Hı.. " Hacivat: " Şu köşede bal satıyorlar. Kilosu dört akçe. Al istersen. " Karagöz: " Zaten eskiden beri benim hayalim. " Hacivat: " Hayalin mi? Ne hayali? " Karagöz: " Sal satıyorlar dedin ya. Bir sal alıp dünya turuna çıkmak. " Hacivat: " Sal değil, bal satıyorlar. Hey koca kafalı, sağır kulaklı. " Karagöz: " Doldururdum çoluk çocuğu sala, kürek çeker, okyanusa ulaşırdım. " Hacivat: " Okyanusu bırak, herkes bal alıyor. " Karagöz: " Herkes fal bakar ama kimse benim gibi fal bakamaz. " Hacivat: " ... " Karagöz: " Geçen gün kahve falıma baktım. İyi yerdeydim. " Hacivat: " Nasıl yani? " Karagöz: " Çıkmışım kavağın ucuna, yukarıdan akıl dağıtıyorlar. Ben yüksekteyim ya en çok aklı ben aldım. " Hacivat: " Sorması ayıp olmasın, ne yaptın o akılları? " Karagöz: " Kaybolmasın diye beynime doldurdum. " Hacivat: " Senin beynin akıl dolu da, sen çok akıllısın da ben mi fark edemedim? " Karagöz: " Boşuna akıllıyım deme Hacivat, akıl dağıtılırken sen orada yoktun. " SON Yazan: Serdar Yıldırım Psikoeğitim Programı - Milli Eğitim Bakanlığı - 2024 - Sayfa: 125 - 126
-
KARAGÖZ İLE HACİVAT: ÜZÜM ÜZÜME BAKAR Karagöz: " Sana bir atasözü söyleyeyim, Hacivat. " Hacivat: " Söyle bakalım Karagözüm. " Karagöz: " Üzüm üzüme baka baka conki. " Hacivat: " Bu ne biçim atasözü? " Karagöz: " Yanlış mı söyledim. " Hacivat: " Tabi yanlış söyledin. " Karagöz: " Üzüm üzüme baka baka Karagöz. " Hacivat: " Yine yanlış. " Karagöz: " Neresi yanlış. " Hacivat: " Sonu yanlış. Atasözünde adının işi ne? " Karagöz: " Karalı bir şey vardı sonunda. " Hacivat: " Doğru. Üzüm üzüme baka baka kara.. " Karagöz: " Buldum. Kara kara. " Hacivat: " Hayır. " Karagöz: " Karabiber. " Hacivat: " Olmaz. " Karagöz: " Belki şöyle olur. Ben kendi aklıma göre söylesem. " Hacivat: " Söyle bakalım. " Karagöz: " Hacivat Karagöz'e baka baka Karagöz. " Hacivat: " Hayda? Bu ne demek? " Karagöz: " Yani sen bana baka baka Karagöz oldun. " Hacivat: " Ben Karagöz olduysam sen de bana bakarak Hacivat oldun. " Karagöz: " O zaman gel yer değiştirelim. Ben oraya sen buraya. " Hacivat: " Şimdi ne oldu? " Karagöz: " Ben Hacivat oldum, sen Karagöz. " Hacivat: " Öyle olsun. Senin sohbetine doyulmaz. Bir yere uğramam gerek. Sonra görüşürüz. " Kendini Hacivat zanneden Karagöz Hacivat'ın evine gider. Kapıyı çalar. Kapıyı açan Hacivat'ın hanımına ben Hacivat oldum der ve içeri girmeye kalkar. Hacivat'ın hanımı, seni kendini bilmez, diye bağırır ve mutfaktan kaptığı oklavayla Karagöz'ün kafasına vurur. Aklı başına gelen Karagöz kaçıp gider. Akşamüstü eve gelen Hacivat'a hanımı olanları anlatır. Hacivat ise, bugün Karagöz'le konuştuklarını nakleder. Karagöz'ün ikisi arasındaki konuşmaların etkisinde kaldığını söyler. Böylelikle Karagöz evleri şaşırıp bizim eve gelmiş, der. Hacivat'ın Hanımı: " Şu senin gözü kara başka birinin daha evine girmeye kalkmasın? " Hacivat: " Yok daha neler? Dersini almış. Karagöz aynı yanlışa iki kere düşmez. " SON Yazan: Serdar Yıldırım Misket Dergisi 1. Sayı - Şubat 2021 - Sayfa: 4
-
KARAGÖZ İLE HACİVAT: BİR KÜP ALTIN Karagöz kuyu açmak için, bahçeyi kazarken bir küp altın bulur. Çok sevinir. Bir saat sonra Bursa'da Karagöz'ün altın bulduğunu duymayan kalmaz. Halk, kapının önünde uzun kuyruklar oluşturur. Karagöz sıradan gelene on altın verir. Altınlar giderek azalmaya başlar. Hacivat Karagöz'ün altın bulduğunu ama bu altınları dağıttığını duyunca soluğu Karagöz'ün yanında alır. Hacivat: " Aman Karagözüm, altın bulmuşsun, iyi, güzel de bulduğun altınları neden dağıtıyorsun? " Karagöz: " Altınların yarısı bana yeter. Diğer yarısı fakir fukaranın. Onlar da sevinsin. " Hacivat: " Karagözüm, sen ne kadar altın buldun? " Karagöz: " Bir küp altın. Küp benim boyumdan daha uzun. " Hacivat: " Fakir fukaranın diyorsun da kalabalık arasında servet sahibi çok zengin gördüm. Bunların içinde sabahtan beri üç dört defa kuyruğa girenler varmış. Elbise değiştirip tekrar kuyruğa girerlermiş. " Karagöz: " Vay köftehorlar? Boşuna değil şapkasını gözlerinin üstüne kadar indirip bakışlarını kaçıranlar vardı. " Hacivat: " Bu zenginler daha zengin olursa halkı çok fazla ezer. Zenginleri şımartma. Dağıtımı kes. Kalan altınları sayalım. Kendine yetecek kadarını ayır gerisini yarın ben senin yanında gerçek ihtiyaç sahiplerine veririm. " Karagöz: " Tamam Hacivat, dediğin olsun. " Karagöz halktan yana dönerek, bugünlük dağıtım bitti. Yarın altınları Hacivat dağıtacak deyince homurtular artar, kalabalık dağılır. Hacivat Karagöz ile birlikte bahçeye çıkar. Karagöz küpte kalan iki avuç altını Hacivat'a verir ve başka altın kalmadığını söyler. Hacivat düşer, bayılır. Daha sonra ayılan Hacivat, bu altınları da dağıtır korkusuyla Karagöz'ün verdiği altınlarla birlikte evinin yolunu tutar. Ertesi sabah küpteki altınların sıfırlandığını duyanlar, Karagöz'ün evinin önünden uzaklaşır. Karagöz bakkala peynir, ekmek almak için gider ama borç bini aştı, dün neden ödemedin borcunu diyen bakkal veresiyeyi kestiğini söyler. Karagöz başı önde evine döner. Daha ertesi sabah Hacivat eve gelir. Karagöz üzgündür. Keşke altınları dağıtmasaydım, seni çağırsaydım. Böyle aç- susuz kalmazdım, der. Hacivat: " Yani artık akıllandın. " Karagöz: " Akıllandım ama gitti altınlar, tükendi. " Hacivat, Karagöz'ün verdiği altınları çıkarır. Altınlar tükenmedi Karagözüm, bunlar bana verdiğin altınlar. Al, hepsi senin der ve altınları verir. Karagöz altınları alır ve gözlerinden iki damla yaş akar. Hacivat'a sıkıca sarılır. İşte gerçek dost böyle olur, der. Hacivat: " Bir küp altın daha bulsan yine dağıtır mısın? " diye sorar. Bunun üzerine Karagöz: " Bir daha yanlışa düşmem. Kimseye haber vermem. Altınları bozdurur harcarım. " der. SON
-
KARAGÖZ İLE HACİVAT: KABAK PİŞTİ, TABAĞA DÜŞTÜ Karagöz ile Hacivat yolda karşılaşır. Hacivat: " Aman Karagözüm, ben de seni arıyordum. " Karagöz: " Buldun işte ne olacak? " Hacivat: " Hanım evde kabak pişirdi, bir tabak kap da gel. " Karagöz: " Senin hanım tabak mı pişirdi? " Hacivat: " Tabak değil, kabak pişirdi. " Karagöz: " Tamam gelirim. " Hacivat geri dönüp giderken, Karagöz arkasından söylenir: " Hanımı evde tabak pişirmiş. Ben evden kabak getirecekmişim. Pişmiş tabağı kabağın içine koyacakmışım. Şu Hacivat hekime bir uğrasa iyi olacak. " -------------------------------------------------------------------- KARAGÖZ İLE HACİVAT: DOST ACI SÖYLER Karagöz: " Hacivat, biz eski dostuz, değil mi? " Hacivat: " Aman Karagözüm, tabi ki eski dostuz. " Karagöz: " Mesela ne kadar eski? " Hacivat: " Çok eski. Yılları üst üste toplamak zaman alır. " Karagöz: " Dost acı söylermiş, doğru mu? " Hacivat: " Doğrudur. Yanlışta olan dostuna acı söylersin. Onu uyarırsın. " Karagöz: " Gel o zaman şu kebapçıya girelim. Bana acı söyle. " Hacivat: " Karagözüm, neden acı söyleyeyim? Yanlışa düşmedin ki. Acı konuşamam. " Karagöz: " Bre Hacivat, acılı Adana söyle. " Hacivat: " Ha şu mesele. Olur söylerim. Benim dostumsan sen de bana bir acılı söylersin. " Karagöz: " Söyledim gitti ama hesabı ödemen şartıyla. " Hacivat: " Olur Karagözüm, hesabı ben öderim. " ---------------------------------------------------------------- KARAGÖZ İLE HACİVAT: HERKÜL Hacivat kurbanlık koyun seçmektedir: " Karagözüm gel, şu koyunu kucakla. Bakalım elli okka çeker mi? " Karagöz koyunu kaldıramaz. Etrafına toplananların bakışlarından etkilenir ve başını öne eğer. Hacivat böyle bir fırsatı kaçırmaz: " Yazık sana Karagözüm, bir koyunu kaldıramadın. Oysa bu alanda bir tosunu kaldırdığına ben şahidim. " Karagöz başını kaldırır, derin bir iç geçirir: " Doğru o zaman yirmi beş yaşındaydım. Herkes bana herkül demişti. " Hacivat: " Şimdi yaşın elli oldu. Herkülün heri gitmiş, külü kalmış. Bir yirmi beş yıl sonra külün de kalmaz. " Seyredenlerden gülenler olunca Karagöz Hacivat'ın alay ettiğini anlar. Hacivat'ın üstüne hamle yapar. Yakasından yakalar. Hacivat gömleğini çıkarıp, Karagöz'ün elinden kurtulur ve kaçmaya başlar. Karagöz Hacivat'ı kovalar ancak yakalayamaz. ------------------------------------------------------------------ KARAGÖZ İLE HACİVAT: DEVE ÇORBASI Hacivat: " Karagözüm, yanında torba var mı? " Karagöz: " Hı.. " Hacivat: " Torba, torba. Şuradan biraz ot yolalım. " Karagöz: " Sabah içtiğim mercimek çorbası. " Hacivat: " Çorba değil, torba dedim. " Karagöz: " İşkembe çorbası, yayla çorbası. " Hacivat: " ? " Karagöz: " Tavuk çorbası, deve çorbası. " Hacivat: " Ötekiler neyse de deve çorbası ne alaka? " Karagöz: " Deveyi yatırırsın falakaya. " Hacivat: " Hani deve nerede? " İşte diyen Karagöz hamle yapınca Hacivat kaçar. Arkasından koşan Karagöz, dur kaçma, elli sopa hediyem olsun, diye bağırır.
-
KARAGÖZ İLE HACİVAT: İŞKEMBE ÇORBASI Hacivat evden çıkar, bir koşu gidip Karagöz'ün evinin kapısını çalar. Karagöz kapıyı açar. Hacivat: " Karagözüm, koş, hanım işkembe çorbası pişirdi. " Karagöz: " Hanım işkence çorbası mı pişirdi? " Hacivat: " İşkencenin çorbası mı olurmuş? İşkembe çorbası: Bol sirkeli, sarımsaklı. " Karagöz: " Beni evine götürüp işkence mi yapacaksın? " Hacivat: " Aman Karagözüm, ne işkencesi? Seni çorba içmeye çağırdım. " Karagöz: " Demek bana işkence yapmaya kararlısın? Seni kolculara söyleyeyim de falakaya yatırsınlar. " Hacivat: " Aman Karagözüm, etme eyleme. Beni kolculara teslim etme. " Karagöz: " Sakın buradan ayrılma. Tabanlarına on sopa ye de aklın başına gelsin. " Karagöz gidince Hacivat evine döner ve samanlığa saklanır. Karagöz ile kolcular, biraz aradıktan sonra, Hacivat'ı samanlıkta bulur. 1. kolcu Karagöz'e sorar: " Bu sana ne yaptı? " Karagöz: " Beni evine çağırdı. İşkence yapacakmış. Sonra da pişirip çorbamı içecekmiş. On sopa vurun da akıllansın. " 2. kolcu: " Yüz sopa vuralım " 1. kolcu: " O kadarı fazla. Elli sopa yeter. " Çaresiz kalan Hacivat, Karagöz'ün boynuna sarılır: "Aman Karagözüm, sen büyüksün. Suçum azdır. On sopa yeter. " Karagöz'ün demesiyle kolcular on sopa vurup gider. Karagöz Hacivat'ı ayağa kaldırır, sırtına biner, çevrede dolaştırır. Böyle yapmasının sebebi, Hacivat'ın tabanlarının şişmesini önlemektir. Yoksa Hacivat yürüyemez hale gelirdi. Karagöz'den ayrıldıktan sonra Hacivat ağır aksak evine doğru giderken, düşüncelere dalar: " Söylediklerimi yanlış anlayan Karagöz'e mi kızsam, beni dinlemek zahmetine katlanmayan kolculara mı kızsam bilemedim. Belki her üçüne kızmak daha doğru. Bu dünyada niye böyle haksızlıklar, adaletsizlikler olur, onu da çözemedim. Gel de isyan etme. "
-
KARAGÖZ'ÜN KARGASI Karagöz: " Hacivat, bak karga aldım. " Hacivat: " Ne? Karga mı? Ne kargası? " Karagöz: " Karga kargası. Nasıl şaşırdın ama? " Hacivat: " Çok şaşırdım! Aman Karagözüm, nereden aldın bunu? " Karagöz: " Pazardan. " Hacivat: " Pazardan mı? Kaça aldın? " Karagöz: " Dört akçeye. " Hacivat: " Nee? Dört akçe mi? " Karagöz: " Evet, dört akçe. " Hacivat: " Sen ne yaptın Karagözüm? Hiç bu karga dört akçe eder mi? " Karagöz: " Etmez mi? Ya kaç akçe eder? " Hacivat: " Bırak dördü, üçü, ikiyi, bir akçe etmez. " Karga söze karışır: " Bir akçe etmez miyim? Karagöz kim bu ya? " Karagöz: " Hacivat, çok iyi arkadaşımdır. " Karga, Karagöz'ün kolundadır. Hacivat'tan yana döner. Sesi tok, duruşu ciddidir. Sert bakar. Hacivat bir adım geriler. Karga: " Senin adın Hacivat mı? " Hacivat: " Evet Hacivat. " Karga: " Nerelisin? " Hacivat: " Buralı." Karga: " Burası neresi? " Hacivat: " Şey, yani Bursa. " Karga: " Bursa'nın adı ne zamandan beri şey yani Bursa oldu? " Hacivat söyleyecek söz bulamaz. Renkten renge girer. Başını hafifçe öne eğer. Gözlerini kısar. Karagöz'den yana döner. Bakışları, imdat, beni bu kargadan kurtar, Karagöz, der gibidir. Karagöz durumu hemen kavrar. Hacivat'ın süngüsü düşmüştür. Bu bulunmaz fırsatı değerlendirir: " Hacivat korktu. Karga, parçala onu. " diye bağırır. Karga: " Sen sus Karagöz, " der. Karagöz susar. Gözlerini kapatır. Bir imparatorluğun çöküşünü dinlemek için, kulaklarını on altı açar. Karga, Hacivat'a döner: " Seni kanatsız, tüysüz yaratık seni. Kendini ne sanıyorsun? Beni dört akçeye Karagöz aldı. Sen kendini pazarda sat bakalım. Bırak akçeyi kuruş veren olmaz. Yolarım sakallarını sonra sokağa çıkamazsın. " Bunun üzerine Hacivat bir kaçış kaçar ki sormayın. Aradan günler geçer. Karagöz ile Hacivat yolda karşılaşır. Hacivat sorar: " Vay Karagöz, karga yok mu? " Karagöz: " Yok. Sattım kargayı kurtuldum. Ne belaymış be. " Hacivat: " Aman Karagözüm, bela dedin. Sana ne yaptı bu karga? " Karagöz: " Ne yapmadı kİ? Geçen gece sabaha kadar uyutmadı. Hayatını anlattı. 200 yaşındaymış. Dünyanın pek çok yerini gezmiş, dolaşmış. Saraylarda yaşamış. Krallarla, prenslerle dost olmuş. Gençliğinde göklerin hakimiymiş. Kartallar, bundan korkarmış. Daha neler, neler.. Sabah olunca yarı uykuluyum ya, sus da biraz uyuyayım, dedim. Sen misin bunu bana diyen. Bana bir daldı. Yere yıktı. Kanatlarıyla vurdu, gagaladı. Ama elinden kurtuldum. Pencereden atlayıp kaçtım. Sokaklarda uzun süre dolaştım. Ağaçlık bir alan gördüm. Oraya girip saklandım. Kendimce hafiften söyleniyordum. Karagöz, ne vızırdayıp duruyorsun, diyen bir ses duydum. Kafamı kaldırıp baktım. Ağacın dalında karga? Ağzım açık bakakaldım. Karga, beni pazara götür, on akçeye sat, dedi. Onu pazarda on akçeye sattım. Bu işten epey karlı çıktım. " Hacivat: " Desene bu kargadan ben ucuz kurtulmuşum.. Kargayı kim aldı? " Karagöz: " Kilimci Ahmet. Beni yerlerde sürükleyen karga kilimciyi ne yapar? " Hacivat: " Halı gibi dokur. Dörde böler, on ikiyle çarpar. " Karagöz: " Hal ve gidiş böyle. Bana güle güle " der. Böylelikle iki arkadaş evlerine gitmek üzere birbirinden ayrılırlar. Serdar Yıldırım
-
KARAGÖZ İLE HACİVAT: MATİZ Hacivat'ı gece uyku tutmaz. Sabah erkenden kalkar, giyinip dışarı çıkar. Karagöz'ün evinin kapısını çalar. Bir daha çalar. Karagöz uykulu gözlerle pencereye çıkar. Bakar kapıyı çalan Hacivat'tır: " Hacivat, sabahın seher vakti neden kapıyı çalarsın? " diye sorar. Hacivat: " İn aşağı Karagözüm, yarenlik edelim. Ben söyleyeyim, sen dinle. Sen söyle ben dinleyeyim. " Karagöz: " De git Hacivat, başka işin yok mu senin? Alırım ayağımın altına. " Hacivat: " Gel aşağı Karagözüm, gece uyku tutmadı. " Karagöz: " Seni uyku tutmadı ama benim uykumu kaçırdın. " Hacivat: " Uykunu mu kaçırdım? Uykun nereye kaçtı? " " Uykum sana kaçtı, " diyen Karagöz, pencereden Hacivat'ın üstüne atlar. Boğuşmaya başlarlar. Karagöz'ün elinden kurtulan Hacivat: " Dur Karagözüm, sana bir hesap sorusu sorayım, bilirsen hemen giderim. " der. Karagöz: " Sor bakayım, benim hesabım kuvvetlidir. " Hacivat: " İki iki daha kaç eder? " Karagöz: " Hı.. " Hacivat: " Yani ikiyle ikiyi toplasan kaç olur? " Karagöz: " Kaç mı olur? İkiyle ikiyi toplasan kaç olur? " Hacivat: " Tamam işte Karagözüm, ben sana soruyorum. İkiyle ikiyi topla kaç buldun? " Karagöz: " İki iki daha şey eder. Ya Hacivat, bu soru kolay, daha zorunu sor. " Hacivat: " Sen bunu bil, daha zorunu sorarım. " Karagöz düşünürken, aradan zaman geçer. Sağa sola bakınıp bir kurtarıcı ararken, Tuzsuz Deli Bekir çıkagelir. Hacivat'tan çok Karagöz'le haşır neşirliği vardır: " Vay Karagöz, arpacık kumrusu gibi ne düşünürsün? Karadeniz'de gemilerin batamaz, kayığın olsa Marmara'da batardı. Bilmem anladın mı? " Karagöz bu matizden oldum olası hoşlanmamıştır. Onun olduğu ortamda dut yemiş bülbüle döner. Matize korkuyla karışık saygı duyar. Her zaman, matizin belindeki bıçak olmasa ben bilirim yapacağımı, der. Ama ufaktan da olsa racon kesmeden duramaz: " Ya matiz, Hacivat beni gece rüyasında görmüş. Sabah erkenden kapıma üşüştü. Soru soracağım, dedi. Şimdi sen söyle: İki iki daha kaç eder, ben bilemem mi? " Matiz: " Bilemezsin. Bilirsen seni sokak sokak sırtımda gezdiririm. " Der ve belinden bıçağını çıkarır, aha bak şuraya yazıyorum, diyerek çömelip toprağı eşeler. Bunun üzerine Karagöz sadece küçük değil, büyük dilini de yutar. Sus pus olur ve gözlerini aşağı indirir. İçinden, matiz geldi, beni Hacivat'ın elinden kurtardı ama rezil etmese bari, diye düşünür. Karagöz'ün süngüsünün düştüğünü gören matiz Hacivat'a döner: "Bak Hacivat, ben ilk mektebin birinci sınıfına giderken, sınıfın en tembeliydim. Arap hoca bize dua öğretirdi. Evde kitaptan iyice çalışın, ezberleyin, gelin. İşte şu, şu duaları okutucam, derdi. Ben evde tastamam duaları ezberlerdim ama Arap hoca karşıma dikilince duaları unuturdum.. Bana kızardı, bağırırdı. Senenin ortasına doğru bu Karagöz bizim sınıfa geldi. Arap hoca beni bıraktı, buna yöneldi. Karagöz araptan çok azar işitti. Üçe gitmedi. Daha sonra başka mahalleye taşındılar, bu da araptan kurtuldu. Arap hoca tekrar bana döndü. Bir sene sonra ben de araptan kurtuldum, dörde gitmedim. " Matiz derin bir iç geçirir, hal ve gidiş böyle Hacivat kardeş. Haydi, kalın sağlıcakla, der ve yürüyüp gider. Karagöz ile Hacivat ise, az sonra selamlaşıp dostça ayrışırlar. SON Yazan: Serdar Yıldırım
-
KARAGÖZ İLE HACİVAT: KOCA KAFALI BİR KELEŞ Hacivat: " Gökyüzünde yıldız var, ay var. " Karagöz: " Yeryüzünde baldızımın yaptığı çay var. " Hacivat: " Gökyüzünde bulut var, güneş var. " Karagöz: " Yeryüzünde unutma keleş var. " Hacivat: " Karagözüm, keleş mi var? " Karagöz: " Var tabi, koca kafalı bir keleş var. " Hacivat: " Acaba kim bu keleş? " Karagöz: " Kim olacak tabi ki sen. " Hacivat: " Aman Karagözüm, kafan benimkinden büyüktür. " Karagöz: " Çaresiz kaldığın için, şu attığın çığlıktır. " Hacivat: " Senin denizin bitmiş, çırpındığın sığlıktır. " Karagöz: " Sığır sana derler, benden fışkıran sağlıktır. " Hacivat: " Sığır bana mı derler? Ben sığır falan değilim. " Karagöz: " Sağır değilsin ama sığır olduğun muhakkak. " Bana nasıl sığır dersin diyen Hacivat, Karagöz'ün yüzüne sert bir tokat vurur. Karagöz yere yuvarlanır, ayağa kalkar. Sol eli sol yanağının üstündedir. Karagöz: " Aman Hacivat, bana vurdun. " Hacivat: " Sen de dayak istedin durdun. " Karagöz: " Zalim Hacivat, bana vurma. " Hacivat: " Senin uçarken gördüğün telli turna. " Karagöz: " Hamama gittim, yoktu boş kurna. " Hacivat: " Ben seni bilirim, çalar durursun zurna. " Karagöz: " De git Hacivat, alırım seni ayağımın altına. " Hacivat: " O biraz zor, bugün üzüm şerbeti içtim. " Karagöz: " Tarlada buğday, başak mı biçtin? " Hacivat: " Karagözüm, bugün çok saçmaladın. " Karagöz: " Hacivatım, seçmeyi bilemedin. " Hacivat: " Yanlışta olan ben değilim, sensin Karagözüm. " Karagöz: " Tepeni delerim, budur son sözüm. " Hacivat: " Karagözüm, barış yapalım, sun bana bir salkım üzüm. " Karagöz: " İki karış uzakta dur, bir bardak zıkkım çözüm. " Hacivat: " Nasıl olur, bir bardak zıkkım çözüm? " Karagöz: " İç zıkkımın kökünü, titrerken gör çözümü. " Hacivat: " Aman Karagözüm, zıkkım zehir olmasın? " Karagöz: " Zehir, tehir olmasın, bardağa dolsun. " Hacivat: " Dur Karagözüm, zehir bardağa dolmasın. " Karagöz: " O zaman Hacivat sessiz kalsın. " Hacivat: " Ağzıma fermuarı çektim, işte bak sustum. " SON
-
KARAGÖZ İLE HACİVAT: AYAKLI KÜTÜPHANE Karagöz ile Hacivat yolda karşılaşır. Karagöz: "Hacivat, evi taşımışsın? " Hacivat: " Doğru taşıdım. " Karagöz: " Nereye taşıdın? " Hacivat: " Şu kilisenin beş ev yukarısına. " Karagöz: " Kilis'e mi taşındın? " Hacivat: " Kilis demedim Karagözüm. Kilise dedim. " Karagöz: " Kilis'e taşındığına göre Konya'yı görmüşsündür. " Hacivat: " Konya da nereden çıktı? " Karagöz: " Kilis'e giderken kervan Konya'dan geçer. " Hacivat: " Ne Konya'sı, ne kervanı? " Karagöz: " Mervan dayım Konya'da otururdu. Çocukken gitmiştik. " Hacivat: " Dayının adı Mervan mıydı? " Karagöz: " Van daha ileride Acem sınırında. " Hacivat: " Eee? " Karagöz: " Orada bir göl varmış. Deniz kadar büyükmüş. " Hacivat: " Göl deniz kadar büyük olur mu? Deniz gölden büyüktür. " Karagöz: " Marmara Denizi, Ege Denizi. " Hacivat: " .... " Karagöz: " Karadeniz, Akdeniz. " Hacivat: " Bunları niye sayıyorsun? " Karagöz: " Saymayı bilirim, bir, iki, üç. " Hacivat: " Sonra. " Karagöz: " Üç, iki, bir. " Hacivat: " Sonrası yok mu? Sen kaça kadar okudun? " Karagöz: " Üçe kadar. Matematikte birinciydim. " Hacivat: " Belli, sondan birinci. " Karagöz: " Okumam da iyidir. " Hacivat: " Şu dükkanın levhasını oku bakalım. " Karagöz: " Kem küm. " Hacivat: " Sonra. " Karagöz: " Ham hum. " Hacivat: " Senin neden üçe gidemediğin belli. " Karagöz: " Üçe gidecektim ama evden göndermediler. " Hacivat: " Neden? " Karagöz: " Çok şey öğrenmiştim, beynim dolmuştu. " Hacivat: " Yapma ya? " Karagöz: " Bana ayaklı kütüphane diyorlardı. " Hacivat: " Ayaklı kütüphane ha? " Karagöz: " Sen de bir şey bilmiyorsun Hacivat? Sen kaça kadar okudun? " Hacivat: " Beşi bitirdim. " Karagöz: " Beşi mi? Ben senden çok okumuşum. " Hacivat: " Vay vay! Üç mü büyük, beş mi? " Karagöz: " Sen de amma cahilsin be Hacivat. Tabi ki üç büyük. " SON
-
nadia profil fotoğrafını değiştirdi
-
darksuicide profil fotoğrafını değiştirdi
-
Merhaba! Arkadaşlar halk dilinde karabasan tıp dilinde uyku felci denilen olayı nasıl değerlendirebiliriz.? Bir fiil hergün yaşıyorum pişişik olarakta değerlendirmek mantıklı mı .?
-
BİR SİMİLASYONDA YAŞIYORSAK KANITLARI NELERDİR?
dinamik, altidat'ın konusunu yanıtladı. Kategori: Yaşadığınız Paranormal Deneyimler
Simülasyonda yaşasan bile buna dair kanıt bulunmasının mümkün olduğunu düşünmüyorum. -
Millet acil bakabilirseniz çakrayla ilgili acil sorun var
LORAS, LORAS'ın konusunu yanıtladı. Kategori: Aura&Çakralar
@nevermore -
Şuanda rün kullan ve imajinasyonla koruma küreleri hayal et.
-
Millet acil bakabilirseniz çakrayla ilgili acil sorun var
LORAS Bir konu gönderdi. Kategori: Aura&Çakralar
Birkaç kişi akşamları belli saatlerde çakralarımı tıkamaya çalışıyorlar ve algılarım köreldi baya, mekanı astral olarak mühürleyip çakralarımıda müdahaleden nasıl kurtarırırım? -
Çakra ve boyutsal metafizik varlıklar
LORAS, Frekanss'ın konusunu yanıtladı. Kategori: Aura&Çakralar
Halledebildinizmi değilse korunma önereyim -
Tahmini on farklı siteden bu konuya bakınıyordum ve yine aydınlatma konusunda son noktayı koyan gnoxis gerçekten bu site bir efsane ve benim yaşımdan eski yazılar var kim kurduysa bu grubu tanrı onu korusun
-
Obsedör varlık nasıl öldürülür
ışıklı, ANOS-VOLDİGOAD'ın konusunu yanıtladı. Kategori: Paranormal Varlıklar
Benim bildiğim bir yol yok öldürmek için ama işin ehli bir medyumdan veya bu konularda uzman birinden yardım isteyebilirsin çevrende öyle birileri varsa ama benim gördüğüm kadarıyla bu işi yapan insanlar bir ücret alacakları zaman çok cüzzi rakamlar istiyor 25 kuruş vb gibi çok para tuzağı olan insanlarda var dikkat et çok bir bilgim olmadığı için elimden bunları söylemek gelir sadece belki sevgili adminlerimiz yardımcı olabilir -
Aerokinezi tekniğimde bir yanlış mı var?
LORAS, Kawazaki'ın konusunu yanıtladı. Kategori: Telekinezi
Toplu birşekilde enerji verdiğinden katlanarak bunu yapman kolaylaşır, tek isen baştan başla küçük nesnelerle -
Bir sürü kaynağı incelememe rağmen bunun bir yolunu bulamadım, manyetik rezonanstan falan bahsediliyor. Arkadaşım çok dertli artık halletmek istiyorum bu konuyu kız kardeşide çok korkuyor, bu konularda bilgim olduğundanda yardım etmek istiyorum gnoxis ailesinden bilenler yardım edebilirse saygılarımla...
-
Öz Suret Dünyadaki binlerce öğretinin her biri insan zihnini açıklığa kavuşturduğu gibi bu açıklıkla giderek güncel gelişimin kısıtlandığı bir köprüde takılıp kalmaya başlamıştır. Bu tökezlemede Camus’la karşılaşmak elbette tesadüf değildir. Öncelikle cevabının bulunması gerek şey “ben neyim?” sorusudur. Soru akla uygun cevaplandığında “ben neredeyim?” sorusu sorulur. Kimsiniz ve neredesiniz? Her sarmal fikirlerin bir makro kozmosu akabinde mikro kozmosu vardır. Öğretiler sarmal fikirlerden oluşur. Sarmal fikirlerse, benzer düşüncelerin bir terimde toplanmasıdır. Terimler insan hayatına hem olumlu hem olumsuz iki figür katar. İnsan ilk düşünebildiği an da aklına bir takım sarmal fikirler daha sonrasında pek çok düşüncelere kendini bırakır. Sübjektif nitelikte bakıldığında bu düşünceleri koyun güder gibi kırpıp belirli terimler içine alır. Olumlu tarafı; düşüncelerinizde yalnız olmadığınız ve merakla bilinmeyene ulaşmaya çalıştığınız size her şeyi açıklayan öğretiler imdada yetişir. Olumsuz tarafı; düşüncelerinizi o terimlerle yontar halde olmanızdır. Bu fikirlerle en güzel desteği Camus vermiştir. Camus; öğretilerin yükümüzü hafiflettiğini ancak özel kalabilme yetisini kaybettirdiği tezini savunmuştur. “Terimlere sığma, taş!” diyerek Camus’un haykırdığı düşünülebilir. Bireysel yükü hafifletirken aslında kalıbına girilen terimin yükünü yüklenir hale gelinir. Halbuki yalnız, yalın ve özgür düşünülebilinse ortadaki sorunlar yok olacaktır. Benzeri düşüncelere sahip olan bir diğer düşünürse Max Planck’tir. Max Planck, öğretilerin her daim varlığın düşüncelerini kapatmaması tezini öne sürer. Anarşistlerse direkt antitezler, öğretileri reddeder. Dünyanın bin bir türlü kalıpları vardır. İnsanların belirli kalıplarla sınırlı bırakmak, kısır döngüye giren ve gelişimini tamamlayamayan deri parçaları haline getirir. Ezoterik, doğa, mistik, teolojik, realistik gibi merak edileni ve bilinmeyeni açıklamak üstüne birçok öğreti meydana çıkmıştır. 3 olgu, öğretileri belirlemede kullanılır. Bunlar; karakteristik, teolojik ve ideolojik yönelimlerdir. Teolojik olarak; Müslüman birey kiliseye gitse toplum tarafından yadırganabilir. Hristiyan bir kadın camiye başı açık gitse farklı tepkiler alabilir. İdeolojik olarak; hümanist felsefeye sahip bireyler ferdiyetçi bireyler aynı noktada hem fikir olsalar da kendi görüşleri doğrultusunda fikirlerinden feragat ederler. Karakteristik olarak; spiritüalizm ile meşgul olan birinin materyalist bir bireyle ortak noktaları var olduğunda materyal fikirler kapılarını soyutluğa kapatır. Bunlar terimlerin insan üstünde gösterdiği reaksiyonlardır. Bir düşünce akla geldiği an aktlaşmaya başlar. Akıl önce bilgiyi alır, düşünür, algılar, anlar ve bunu açıklar. Aklı “-izm” felsefeleriyle sınırlandırmamak gerekir. Düşünceler objektifliğini ancak bu şekilde korur. Evrende var olmuş tüm “şeyler” bir insan aklından çıkmıştır. Yazılan tüm kitaplar, söylenen sözler hep insan elinden gelmiştir. Öyleyse kaynak edinilmesi gereken şey kitaplar veya kalıplar değil direkt olarak insandır. Eğer objektifliğini koruyamaz ve olgulara yanlı bakılırsa kaynak insanın tini değil başka bir insanın yarattığı deforme yargılar olur. Her şeyi açıklayarak insana bilgiler sunan öğretilerin bir subjesi olduğunu unutmamak gerekir. Elbette bilgi ufkunu arttırabilir ve tutarlılık kapsamında bireysel/öz fikirlerle münazara ettirilebilir. Fakat öz fikirler, insanın insanı olmak için şekillenirse ortaya farklı bir insan değil hep aynı insan çıkar. Sonuç olarak; öz bilişsel bilgileri bilince aktarmalı ve yontulmamalıdır. Bilinç irade dışına çıkmamalı, düşünebilme yetisi yalnız başına karara varmalıdır. Her birey adıyla anılmalı, başkasının suretine varmamalıdır… (Bana her şeyi açıklayan öğretilerin aynı zamanda beni zayıflatmalarının nedenini şimdi anlıyorum. Kendi yaşamının ağırlığından kurtarıyorlar beni; oysa onu yalnız başıma taşımam gerek. Albert CAMUS)
-
Bilmek ve inanmak iki yolcunun çıktığı piramit misalidir. İnanmak bilinci uyarır, bilmek ise uyarılan bilinci metafiziğinden ayırır. Varlığından şüphe ettiğimiz veyahut inanmadığımız olgular sorgu dünyamızdan yargı masasına intikal eder. Sorgu; inanmak istediğimiz olguların objektif nitelikte doğruluğudur. Yargıysa şüphe barındıran olguların varlıkta kusurudur. Varlık var olan doğrudur. Öyleyse evrenin entropisi/antientropisi bu dört noktaya dayanır. Zira inanmak olmadan bilmek, bilmek olmadan sorgu ve yargı olmaz. “İnanmak görmediğine inanmaktır, mükafatı ise inandığını görmektir.” Sözü inancın tanımını Aziz Avrelius’un fikirlerine bırakmıştır. Uçsuz, fırtınalı deryada insan sandaldaki balıkçı gibi feneri arayandır. Fener bir kurtuluş yoludur. Halbuki “Arayanlar bulamaz, bulanlarsa arayanlardır” yitirilen obje insanın tiniyse yitirilir bulunamaz; bulunur aranılamaz. Dışarıdan hiçbir aranılan obje arayan tarafından bulunamaz çünkü ancak ve ancak kendi tininden bu aranılana ulaşılabilir ve bunun adına “inanç” diyebilir. Bilmek; her şeyden önce tine erişimle sağlanır. Bilinebilecek bütün bilgiler insan varlığından çıkar. Var oluş varsa bilgi vardır. Karıştırılmamalıdır ki bilgi ve var oluş da tek bir tepeden meydana çıkar. Tüm doğular ve tüm kendi ekseninde doğrular yani dinler hakikat piramidinde vardır. Şayet tümsellikle sağlanan gerçeklik işte bu felsefeyle can bulur. Bir piramidin tek bir tepe noktası vardır bu tepe noktasına inancı arayan herkes canla başla tırmanır. Pes etmeksizin piramidin ucuna varan kişi tinini ya da tanrısını bulacaktır. Her kim olursa olsun aranan işte bu tepe noktadır. Tüm hakikat burada yatmaktadır. Bir obje aranmaktaysa organizmanın derinine inmek gerekir. Bir varlığın tümüyle ele alacaksak onu önce demonte etmek lazımdır. Sorgu dünyasında yargı masasına intikal eden obje bu safhayı geçemezse izole etmek gerekir. Daha sonra tutarlılık kapsamında ya yok etmek, ya varlığını somutlaştıracak zamanı beklemek gerekir. Bilmek, bilerek yapılan bir iştir. İnanmak hem bilerek hem farkında olmadan oluşturulan bir enerjiye dönüşümdür. Zira inanmanın arkesi enerjidir. İnsanoğlu her an bir inanca sahiptir. İnanç, teolojinin temeli olsa da sadece dinsel düşünce değil tüm varlığıyla var oluş dayanağıdır. Mesela farkında olmadan yerçekimine olan inanç sayesinde yuvarlak bir gezegende rahatça yürüyebiliriz. Mesela oturduğumuz sandalyelerin bizi taşıyabileceğine inanarak oturabiliriz. Bakmak ve görmek diyalektiliği gibi bilmek ve inanmakta birbirine benzerdir. Nasıl ki her bakılan billince ulaşmıyor ama odaklanılınca görülerek bilince tam bir erişim sağlanıyor. Her inanılan da farkına varılarak bilmeyi getiriyor ama farkındalık yoksa bilmeyi bir ötede saf dışı bırakıyor. Bilmek ve inanmak birbirine bağlı ama farklı kavramlardır. Kişi önce neyi bilmesi gerektiğini bilmeli ama neye inanması gerektiğini kendini bilerek belirlemelidir. Her tinin bir öz enerjisi vardır. Buna aura denir. Bu enerjiyi inanç oluşturur. Hayatı da enerjisini kullanabilenler yaşar. Hayatın sekiz ve dokuz formu vardır. Dokuz formunda iki obje bir nesnede zıt fikirler iddia eder. Biri aynı nesneye dokuz derken biri altı olduğunu söyler. Halbuki ikisi de biliyordur ve ikisi de doğruluğuna inanıyordur. Bir başka objemizse enerjisinin farkındadır ve olaya sekiz formundan bakmaya başlar. Farkındalığı olmayan objeler gibi kesin kalacağına epopeye çevirir ve bir manevrayla hakikata erişir. Biz de buna sonsuzluk deriz. Öz enerjideki sekiz formu sayesinde hakikat piramidine tırmanırız. Bilmek ve inanmanın ne olduğunu ve nasıl yola koyulduklarını anlarız. Gerçekliğin ışığını, doğruluğun yansıması aldatmamalıdır. Bilmek kucağında yaşadığı inanmanın üvey evladıdır.
-
2014 yılında Müslüman iken yazmış olduğum yazıdır. Dünya denilen gezegen henüz adını almamıştı. O zamanlar adı Mavi Küreydi. Mikail telaşta melekler etrafta yaratılacak varlık için Mavi Küreyi hazırlıyordu. Ve ilk cin Mavi Küreye adımını atıyor.. MARİC.. O farklıydı ateş ve havadandı o farklıydı ateşi yakmaz, havası uçmazdı. Maric, Adem'in Havva'ya olan ihtiyacı gibi arzulanmış, dolayısıyla eşi MARİCE yaratılmıştı Maric ve Marice aşkla birbirlerine bağlıyken ilk çocukları Tarnüs meydana gelir. Gün olur Maric ve Marice'nin ömrü dolar. Kabilelerin adı Can'dır. Can kabilesinin başına en büyük çocukları Tarnüs geçer Tarnüs güzel bir biçimde kabileyi yönetmekteydi lakin kafasını kurcalayan sorularda vardı. ''Babam Maric annem Marice yaratmış olabilirmi bu kainatı, gökte uçan yerde sürünen bu varlıkları bir Yaratan yok mudur'' gibi sorular kafasını kuşatmışken; Yaratıcı, Tarnüs'e Ruhul Kuds (cibril,cebrail) vahiy meleğini gönderir. Ruhul Kuds ''Ey Tarnüs sence tüm bunları Baban Maric yaratmış olabilir mi?'' diye başlayan konuşmasının sonunda Tarnüs iman edip cinlerin ilk elçisi oluverir. Tam 4020 yıl tebliğ yapar. 4020 Yıl sonunda Demnis adında meraklı bir genç ''Cenneti'' bulma umuduyla yasaklı olan bölgeye; göklere yükselir. Yükseldikçe yükselir. Tarnüs onlara hep ''GÖK HALKI (melekler) kardeşlerimizdir'' demiştir. Zamanın kaybolduğu bu mekanda kim bilir ne vakittir gezen Demnis ufak bir ışık görür ve heyecanlanır. Işığa doğru ilerler ışık da Demnis'e doğru. İyice yaklaştıktan sonra fark eder ki kendisine doğru gelen ateş topudur. Hemen geriye döner ve kaçmaya başlar. Tarnüs'ün yanına gider. Gök halkının cenneti istila edip ellerinden aldıklarını, orayı bulmak için gittiklerinde Gök Halkının onu ateş toplarıyla kovduğunu söyler (Kur'an-ı Kerim'de Cin Suresi 8,9'da geçer) Tarnüs ona hakikati anlatsa da Demnis inanmamakta diretir. En sonunda Tarnüs ''Size burada bir melek olduğunu ve o meleğin inananları cennete götüreceğini söylesem inanır mıydınız?'' eh çevresinde isyan fitillenmişti. Bir defa pek ses gelmeyince bu defa Tarnüs ''Peki burada bir melek olduğunu ve o meleğin inanmayanları cehenneme götüreceğini söylesem inanır mıydınız?'' herkes korkuyla inanırız dese de; Demnis, ben inanmam, der. Bunun üstüne Melek görünür ve Demnis'in boğazına yapışır. Tarnüs engel olmasa belki Demnis ölecektir. Sonrasında Demnis oradan çıkıp gider ve halkı örgütlemeye başlar. Gençleri yanına katarak Siccin Ovası'na götürür ve günden güne artan sayılarıyla Gök Halkıyla savaşma arzusu taşımaya başlarlar. Gök Halkı ile savaşamayacağını güçlerinin yetmeyeceğini tüm inananlar bilir ve Tarnüs'ten medet umarlar. Tarnüs, kurtarma arzusuyla tek başına Siccin Ovası'na gider. Demnis'e bırakmasını, af dilemesini söyler lakin Demnis kabul etmez. Gökler gürler, yıldırımlar düşer, Tarnüs haykırır: "Görmez misin? Gök Halkı sizin haddinizi bildirmek için zor duruyor. Elimi indirsem savaşamadan ölürsünüz, gel tövbe et." Lakin Demnis yolundan dönmez ve içlerinden bir cin, Tarnüs'e saldırmak ister. O an da Gök Halkı iner ve savaşırlar. Savaş sonlarında Tarnüs yaralanır ve elini semaya kaldırır. Demnis bunu görüp onun kolunu bedeninden ayırır. Olaya şahit olan Tarnüs'e yardımcı olmak için gelen Hülyanis, Demnis'e ok atar ve yanındaki cine isabet eder. Demnis bu savaşta sağ bırakılır. Daha sonralarda Demnis kendi efsanesini yazarak isyanına devam eder. Tarnüs'ün öldürülmesi üzerine Demnis'e ok atan ve aynı zamanda Demnis'in kardeşi olan Hülyanis, Tarnüs'ün yerini alır ve yeni elçi seçilir.