Jump to content

Tüm Etkinlikler

Bu akış otomatik olarak yenilenir

  1. Bugün
  2. Dün
  3. Geçen hafta
  4. Serdar Yıldırım

    Yazını Paylaş

    KARAGÖZ İLE HACİVAT: MATİZ Hacivat'ı gece uyku tutmaz. Sabah erkenden kalkar, giyinip dışarı çıkar. Karagöz'ün evinin kapısını çalar. Bir daha çalar. Karagöz uykulu gözlerle pencereye çıkar. Bakar kapıyı çalan Hacivat'tır: " Hacivat, sabahın seher vakti neden kapıyı çalarsın? " diye sorar. Hacivat: " İn aşağı Karagözüm, yarenlik edelim. Ben söyleyeyim, sen dinle. Sen söyle ben dinleyeyim. " Karagöz: " De git Hacivat, başka işin yok mu senin? Alırım ayağımın altına. " Hacivat: " Gel aşağı Karagözüm, gece uyku tutmadı. " Karagöz: " Seni uyku tutmadı ama benim uykumu kaçırdın. " Hacivat: " Uykunu mu kaçırdım? Uykun nereye kaçtı? " " Uykum sana kaçtı, " diyen Karagöz, pencereden Hacivat'ın üstüne atlar. Boğuşmaya başlarlar. Karagöz'ün elinden kurtulan Hacivat: " Dur Karagözüm, sana bir hesap sorusu sorayım, bilirsen hemen giderim. " der. Karagöz: " Sor bakayım, benim hesabım kuvvetlidir. " Hacivat: " İki iki daha kaç eder? " Karagöz: " Hı.. " Hacivat: " Yani ikiyle ikiyi toplasan kaç olur? " Karagöz: " Kaç mı olur? İkiyle ikiyi toplasan kaç olur? " Hacivat: " Tamam işte Karagözüm, ben sana soruyorum. İkiyle ikiyi topla kaç buldun? " Karagöz: " İki iki daha şey eder. Ya Hacivat, bu soru kolay, daha zorunu sor. " Hacivat: " Sen bunu bil, daha zorunu sorarım. " Karagöz düşünürken, aradan zaman geçer. Sağa sola bakınıp bir kurtarıcı ararken, Tuzsuz Deli Bekir çıkagelir. Hacivat'tan çok Karagöz'le haşır neşirliği vardır: " Vay Karagöz, arpacık kumrusu gibi ne düşünürsün? Karadeniz'de gemilerin batamaz, kayığın olsa Marmara'da batardı. Bilmem anladın mı? " Karagöz bu matizden oldum olası hoşlanmamıştır. Onun olduğu ortamda dut yemiş bülbüle döner. Matize korkuyla karışık saygı duyar. Her zaman, matizin belindeki bıçak olmasa ben bilirim yapacağımı, der. Ama ufaktan da olsa racon kesmeden duramaz: " Ya matiz, Hacivat beni gece rüyasında görmüş. Sabah erkenden kapıma üşüştü. Soru soracağım, dedi. Şimdi sen söyle: İki iki daha kaç eder, ben bilemem mi? " Matiz: " Bilemezsin. Bilirsen seni sokak sokak sırtımda gezdiririm. " Der ve belinden bıçağını çıkarır, aha bak şuraya yazıyorum, diyerek çömelip toprağı eşeler. Bunun üzerine Karagöz sadece küçük değil, büyük dilini de yutar. Sus pus olur ve gözlerini aşağı indirir. İçinden, matiz geldi, beni Hacivat'ın elinden kurtardı ama rezil etmese bari, diye düşünür. Karagöz'ün süngüsünün düştüğünü gören matiz Hacivat'a döner: "Bak Hacivat, ben ilk mektebin birinci sınıfına giderken, sınıfın en tembeliydim. Arap hoca bize dua öğretirdi. Evde kitaptan iyice çalışın, ezberleyin, gelin. İşte şu, şu duaları okutucam, derdi. Ben evde tastamam duaları ezberlerdim ama Arap hoca karşıma dikilince duaları unuturdum.. Bana kızardı, bağırırdı. Senenin ortasına doğru bu Karagöz bizim sınıfa geldi. Arap hoca beni bıraktı, buna yöneldi. Karagöz araptan çok azar işitti. Üçe gitmedi. Daha sonra başka mahalleye taşındılar, bu da araptan kurtuldu. Arap hoca tekrar bana döndü. Bir sene sonra ben de araptan kurtuldum, dörde gitmedim. " Matiz derin bir iç geçirir, hal ve gidiş böyle Hacivat kardeş. Haydi, kalın sağlıcakla, der ve yürüyüp gider. Karagöz ile Hacivat ise, az sonra selamlaşıp dostça ayrışırlar. SON Yazan: Serdar Yıldırım
  5. Serdar Yıldırım

    Yazını Paylaş

    KARAGÖZ İLE HACİVAT: KOCA KAFALI BİR KELEŞ Hacivat: " Gökyüzünde yıldız var, ay var. " Karagöz: " Yeryüzünde baldızımın yaptığı çay var. " Hacivat: " Gökyüzünde bulut var, güneş var. " Karagöz: " Yeryüzünde unutma keleş var. " Hacivat: " Karagözüm, keleş mi var? " Karagöz: " Var tabi, koca kafalı bir keleş var. " Hacivat: " Acaba kim bu keleş? " Karagöz: " Kim olacak tabi ki sen. " Hacivat: " Aman Karagözüm, kafan benimkinden büyüktür. " Karagöz: " Çaresiz kaldığın için, şu attığın çığlıktır. " Hacivat: " Senin denizin bitmiş, çırpındığın sığlıktır. " Karagöz: " Sığır sana derler, benden fışkıran sağlıktır. " Hacivat: " Sığır bana mı derler? Ben sığır falan değilim. " Karagöz: " Sağır değilsin ama sığır olduğun muhakkak. " Bana nasıl sığır dersin diyen Hacivat, Karagöz'ün yüzüne sert bir tokat vurur. Karagöz yere yuvarlanır, ayağa kalkar. Sol eli sol yanağının üstündedir. Karagöz: " Aman Hacivat, bana vurdun. " Hacivat: " Sen de dayak istedin durdun. " Karagöz: " Zalim Hacivat, bana vurma. " Hacivat: " Senin uçarken gördüğün telli turna. " Karagöz: " Hamama gittim, yoktu boş kurna. " Hacivat: " Ben seni bilirim, çalar durursun zurna. " Karagöz: " De git Hacivat, alırım seni ayağımın altına. " Hacivat: " O biraz zor, bugün üzüm şerbeti içtim. " Karagöz: " Tarlada buğday, başak mı biçtin? " Hacivat: " Karagözüm, bugün çok saçmaladın. " Karagöz: " Hacivatım, seçmeyi bilemedin. " Hacivat: " Yanlışta olan ben değilim, sensin Karagözüm. " Karagöz: " Tepeni delerim, budur son sözüm. " Hacivat: " Karagözüm, barış yapalım, sun bana bir salkım üzüm. " Karagöz: " İki karış uzakta dur, bir bardak zıkkım çözüm. " Hacivat: " Nasıl olur, bir bardak zıkkım çözüm? " Karagöz: " İç zıkkımın kökünü, titrerken gör çözümü. " Hacivat: " Aman Karagözüm, zıkkım zehir olmasın? " Karagöz: " Zehir, tehir olmasın, bardağa dolsun. " Hacivat: " Dur Karagözüm, zehir bardağa dolmasın. " Karagöz: " O zaman Hacivat sessiz kalsın. " Hacivat: " Ağzıma fermuarı çektim, işte bak sustum. " SON
  6. Serdar Yıldırım

    Yazını Paylaş

    KARAGÖZ İLE HACİVAT: AYAKLI KÜTÜPHANE Karagöz ile Hacivat yolda karşılaşır. Karagöz: "Hacivat, evi taşımışsın? " Hacivat: " Doğru taşıdım. " Karagöz: " Nereye taşıdın? " Hacivat: " Şu kilisenin beş ev yukarısına. " Karagöz: " Kilis'e mi taşındın? " Hacivat: " Kilis demedim Karagözüm. Kilise dedim. " Karagöz: " Kilis'e taşındığına göre Konya'yı görmüşsündür. " Hacivat: " Konya da nereden çıktı? " Karagöz: " Kilis'e giderken kervan Konya'dan geçer. " Hacivat: " Ne Konya'sı, ne kervanı? " Karagöz: " Mervan dayım Konya'da otururdu. Çocukken gitmiştik. " Hacivat: " Dayının adı Mervan mıydı? " Karagöz: " Van daha ileride Acem sınırında. " Hacivat: " Eee? " Karagöz: " Orada bir göl varmış. Deniz kadar büyükmüş. " Hacivat: " Göl deniz kadar büyük olur mu? Deniz gölden büyüktür. " Karagöz: " Marmara Denizi, Ege Denizi. " Hacivat: " .... " Karagöz: " Karadeniz, Akdeniz. " Hacivat: " Bunları niye sayıyorsun? " Karagöz: " Saymayı bilirim, bir, iki, üç. " Hacivat: " Sonra. " Karagöz: " Üç, iki, bir. " Hacivat: " Sonrası yok mu? Sen kaça kadar okudun? " Karagöz: " Üçe kadar. Matematikte birinciydim. " Hacivat: " Belli, sondan birinci. " Karagöz: " Okumam da iyidir. " Hacivat: " Şu dükkanın levhasını oku bakalım. " Karagöz: " Kem küm. " Hacivat: " Sonra. " Karagöz: " Ham hum. " Hacivat: " Senin neden üçe gidemediğin belli. " Karagöz: " Üçe gidecektim ama evden göndermediler. " Hacivat: " Neden? " Karagöz: " Çok şey öğrenmiştim, beynim dolmuştu. " Hacivat: " Yapma ya? " Karagöz: " Bana ayaklı kütüphane diyorlardı. " Hacivat: " Ayaklı kütüphane ha? " Karagöz: " Sen de bir şey bilmiyorsun Hacivat? Sen kaça kadar okudun? " Hacivat: " Beşi bitirdim. " Karagöz: " Beşi mi? Ben senden çok okumuşum. " Hacivat: " Vay vay! Üç mü büyük, beş mi? " Karagöz: " Sen de amma cahilsin be Hacivat. Tabi ki üç büyük. " SON
  7. Daha öncesi
  8. Ra_3_

    Karabasan deneyimi

    Merhaba! Arkadaşlar halk dilinde karabasan tıp dilinde uyku felci denilen olayı nasıl değerlendirebiliriz.? Bir fiil hergün yaşıyorum pişişik olarakta değerlendirmek mantıklı mı .?
  9. Simülasyonda yaşasan bile buna dair kanıt bulunmasının mümkün olduğunu düşünmüyorum.
  10. LORAS

    Millet acil bakabilirseniz çakrayla ilgili acil sorun var

    @nevermore
  11. LORAS

    Temel koruma

    Şuanda rün kullan ve imajinasyonla koruma küreleri hayal et.
  12. Birkaç kişi akşamları belli saatlerde çakralarımı tıkamaya çalışıyorlar ve algılarım köreldi baya, mekanı astral olarak mühürleyip çakralarımıda müdahaleden nasıl kurtarırırım?
  13. LORAS

    Çakra ve boyutsal metafizik varlıklar

    Halledebildinizmi değilse korunma önereyim
  14. ışıklı

    Grimoire

    Tahmini on farklı siteden bu konuya bakınıyordum ve yine aydınlatma konusunda son noktayı koyan gnoxis gerçekten bu site bir efsane ve benim yaşımdan eski yazılar var kim kurduysa bu grubu tanrı onu korusun
  15. ışıklı

    Obsedör varlık nasıl öldürülür

    Benim bildiğim bir yol yok öldürmek için ama işin ehli bir medyumdan veya bu konularda uzman birinden yardım isteyebilirsin çevrende öyle birileri varsa ama benim gördüğüm kadarıyla bu işi yapan insanlar bir ücret alacakları zaman çok cüzzi rakamlar istiyor 25 kuruş vb gibi çok para tuzağı olan insanlarda var dikkat et çok bir bilgim olmadığı için elimden bunları söylemek gelir sadece belki sevgili adminlerimiz yardımcı olabilir
  16. LORAS

    Aerokinezi tekniğimde bir yanlış mı var?

    Toplu birşekilde enerji verdiğinden katlanarak bunu yapman kolaylaşır, tek isen baştan başla küçük nesnelerle
  17. ANOS-VOLDİGOAD

    Obsedör varlık nasıl öldürülür

    Bir sürü kaynağı incelememe rağmen bunun bir yolunu bulamadım, manyetik rezonanstan falan bahsediliyor. Arkadaşım çok dertli artık halletmek istiyorum bu konuyu kız kardeşide çok korkuyor, bu konularda bilgim olduğundanda yardım etmek istiyorum gnoxis ailesinden bilenler yardım edebilirse saygılarımla...
  18. mahfuz

    Kalıpları Aşalım

    Öz Suret Dünyadaki binlerce öğretinin her biri insan zihnini açıklığa kavuşturduğu gibi bu açıklıkla giderek güncel gelişimin kısıtlandığı bir köprüde takılıp kalmaya başlamıştır. Bu tökezlemede Camus’la karşılaşmak elbette tesadüf değildir. Öncelikle cevabının bulunması gerek şey “ben neyim?” sorusudur. Soru akla uygun cevaplandığında “ben neredeyim?” sorusu sorulur. Kimsiniz ve neredesiniz? Her sarmal fikirlerin bir makro kozmosu akabinde mikro kozmosu vardır. Öğretiler sarmal fikirlerden oluşur. Sarmal fikirlerse, benzer düşüncelerin bir terimde toplanmasıdır. Terimler insan hayatına hem olumlu hem olumsuz iki figür katar. İnsan ilk düşünebildiği an da aklına bir takım sarmal fikirler daha sonrasında pek çok düşüncelere kendini bırakır. Sübjektif nitelikte bakıldığında bu düşünceleri koyun güder gibi kırpıp belirli terimler içine alır. Olumlu tarafı; düşüncelerinizde yalnız olmadığınız ve merakla bilinmeyene ulaşmaya çalıştığınız size her şeyi açıklayan öğretiler imdada yetişir. Olumsuz tarafı; düşüncelerinizi o terimlerle yontar halde olmanızdır. Bu fikirlerle en güzel desteği Camus vermiştir. Camus; öğretilerin yükümüzü hafiflettiğini ancak özel kalabilme yetisini kaybettirdiği tezini savunmuştur. “Terimlere sığma, taş!” diyerek Camus’un haykırdığı düşünülebilir. Bireysel yükü hafifletirken aslında kalıbına girilen terimin yükünü yüklenir hale gelinir. Halbuki yalnız, yalın ve özgür düşünülebilinse ortadaki sorunlar yok olacaktır. Benzeri düşüncelere sahip olan bir diğer düşünürse Max Planck’tir. Max Planck, öğretilerin her daim varlığın düşüncelerini kapatmaması tezini öne sürer. Anarşistlerse direkt antitezler, öğretileri reddeder. Dünyanın bin bir türlü kalıpları vardır. İnsanların belirli kalıplarla sınırlı bırakmak, kısır döngüye giren ve gelişimini tamamlayamayan deri parçaları haline getirir. Ezoterik, doğa, mistik, teolojik, realistik gibi merak edileni ve bilinmeyeni açıklamak üstüne birçok öğreti meydana çıkmıştır. 3 olgu, öğretileri belirlemede kullanılır. Bunlar; karakteristik, teolojik ve ideolojik yönelimlerdir. Teolojik olarak; Müslüman birey kiliseye gitse toplum tarafından yadırganabilir. Hristiyan bir kadın camiye başı açık gitse farklı tepkiler alabilir. İdeolojik olarak; hümanist felsefeye sahip bireyler ferdiyetçi bireyler aynı noktada hem fikir olsalar da kendi görüşleri doğrultusunda fikirlerinden feragat ederler. Karakteristik olarak; spiritüalizm ile meşgul olan birinin materyalist bir bireyle ortak noktaları var olduğunda materyal fikirler kapılarını soyutluğa kapatır. Bunlar terimlerin insan üstünde gösterdiği reaksiyonlardır. Bir düşünce akla geldiği an aktlaşmaya başlar. Akıl önce bilgiyi alır, düşünür, algılar, anlar ve bunu açıklar. Aklı “-izm” felsefeleriyle sınırlandırmamak gerekir. Düşünceler objektifliğini ancak bu şekilde korur. Evrende var olmuş tüm “şeyler” bir insan aklından çıkmıştır. Yazılan tüm kitaplar, söylenen sözler hep insan elinden gelmiştir. Öyleyse kaynak edinilmesi gereken şey kitaplar veya kalıplar değil direkt olarak insandır. Eğer objektifliğini koruyamaz ve olgulara yanlı bakılırsa kaynak insanın tini değil başka bir insanın yarattığı deforme yargılar olur. Her şeyi açıklayarak insana bilgiler sunan öğretilerin bir subjesi olduğunu unutmamak gerekir. Elbette bilgi ufkunu arttırabilir ve tutarlılık kapsamında bireysel/öz fikirlerle münazara ettirilebilir. Fakat öz fikirler, insanın insanı olmak için şekillenirse ortaya farklı bir insan değil hep aynı insan çıkar. Sonuç olarak; öz bilişsel bilgileri bilince aktarmalı ve yontulmamalıdır. Bilinç irade dışına çıkmamalı, düşünebilme yetisi yalnız başına karara varmalıdır. Her birey adıyla anılmalı, başkasının suretine varmamalıdır… (Bana her şeyi açıklayan öğretilerin aynı zamanda beni zayıflatmalarının nedenini şimdi anlıyorum. Kendi yaşamının ağırlığından kurtarıyorlar beni; oysa onu yalnız başıma taşımam gerek. Albert CAMUS)
  19. mahfuz

    Bilmek ve İnanmak Arasındaki Bağlantı

    Bilmek ve inanmak iki yolcunun çıktığı piramit misalidir. İnanmak bilinci uyarır, bilmek ise uyarılan bilinci metafiziğinden ayırır. Varlığından şüphe ettiğimiz veyahut inanmadığımız olgular sorgu dünyamızdan yargı masasına intikal eder. Sorgu; inanmak istediğimiz olguların objektif nitelikte doğruluğudur. Yargıysa şüphe barındıran olguların varlıkta kusurudur. Varlık var olan doğrudur. Öyleyse evrenin entropisi/antientropisi bu dört noktaya dayanır. Zira inanmak olmadan bilmek, bilmek olmadan sorgu ve yargı olmaz. “İnanmak görmediğine inanmaktır, mükafatı ise inandığını görmektir.” Sözü inancın tanımını Aziz Avrelius’un fikirlerine bırakmıştır. Uçsuz, fırtınalı deryada insan sandaldaki balıkçı gibi feneri arayandır. Fener bir kurtuluş yoludur. Halbuki “Arayanlar bulamaz, bulanlarsa arayanlardır” yitirilen obje insanın tiniyse yitirilir bulunamaz; bulunur aranılamaz. Dışarıdan hiçbir aranılan obje arayan tarafından bulunamaz çünkü ancak ve ancak kendi tininden bu aranılana ulaşılabilir ve bunun adına “inanç” diyebilir. Bilmek; her şeyden önce tine erişimle sağlanır. Bilinebilecek bütün bilgiler insan varlığından çıkar. Var oluş varsa bilgi vardır. Karıştırılmamalıdır ki bilgi ve var oluş da tek bir tepeden meydana çıkar. Tüm doğular ve tüm kendi ekseninde doğrular yani dinler hakikat piramidinde vardır. Şayet tümsellikle sağlanan gerçeklik işte bu felsefeyle can bulur. Bir piramidin tek bir tepe noktası vardır bu tepe noktasına inancı arayan herkes canla başla tırmanır. Pes etmeksizin piramidin ucuna varan kişi tinini ya da tanrısını bulacaktır. Her kim olursa olsun aranan işte bu tepe noktadır. Tüm hakikat burada yatmaktadır. Bir obje aranmaktaysa organizmanın derinine inmek gerekir. Bir varlığın tümüyle ele alacaksak onu önce demonte etmek lazımdır. Sorgu dünyasında yargı masasına intikal eden obje bu safhayı geçemezse izole etmek gerekir. Daha sonra tutarlılık kapsamında ya yok etmek, ya varlığını somutlaştıracak zamanı beklemek gerekir. Bilmek, bilerek yapılan bir iştir. İnanmak hem bilerek hem farkında olmadan oluşturulan bir enerjiye dönüşümdür. Zira inanmanın arkesi enerjidir. İnsanoğlu her an bir inanca sahiptir. İnanç, teolojinin temeli olsa da sadece dinsel düşünce değil tüm varlığıyla var oluş dayanağıdır. Mesela farkında olmadan yerçekimine olan inanç sayesinde yuvarlak bir gezegende rahatça yürüyebiliriz. Mesela oturduğumuz sandalyelerin bizi taşıyabileceğine inanarak oturabiliriz. Bakmak ve görmek diyalektiliği gibi bilmek ve inanmakta birbirine benzerdir. Nasıl ki her bakılan billince ulaşmıyor ama odaklanılınca görülerek bilince tam bir erişim sağlanıyor. Her inanılan da farkına varılarak bilmeyi getiriyor ama farkındalık yoksa bilmeyi bir ötede saf dışı bırakıyor. Bilmek ve inanmak birbirine bağlı ama farklı kavramlardır. Kişi önce neyi bilmesi gerektiğini bilmeli ama neye inanması gerektiğini kendini bilerek belirlemelidir. Her tinin bir öz enerjisi vardır. Buna aura denir. Bu enerjiyi inanç oluşturur. Hayatı da enerjisini kullanabilenler yaşar. Hayatın sekiz ve dokuz formu vardır. Dokuz formunda iki obje bir nesnede zıt fikirler iddia eder. Biri aynı nesneye dokuz derken biri altı olduğunu söyler. Halbuki ikisi de biliyordur ve ikisi de doğruluğuna inanıyordur. Bir başka objemizse enerjisinin farkındadır ve olaya sekiz formundan bakmaya başlar. Farkındalığı olmayan objeler gibi kesin kalacağına epopeye çevirir ve bir manevrayla hakikata erişir. Biz de buna sonsuzluk deriz. Öz enerjideki sekiz formu sayesinde hakikat piramidine tırmanırız. Bilmek ve inanmanın ne olduğunu ve nasıl yola koyulduklarını anlarız. Gerçekliğin ışığını, doğruluğun yansıması aldatmamalıdır. Bilmek kucağında yaşadığı inanmanın üvey evladıdır.
  20. 2014 yılında Müslüman iken yazmış olduğum yazıdır. Dünya denilen gezegen henüz adını almamıştı. O zamanlar adı Mavi Küreydi. Mikail telaşta melekler etrafta yaratılacak varlık için Mavi Küreyi hazırlıyordu. Ve ilk cin Mavi Küreye adımını atıyor.. MARİC.. O farklıydı ateş ve havadandı o farklıydı ateşi yakmaz, havası uçmazdı. Maric, Adem'in Havva'ya olan ihtiyacı gibi arzulanmış, dolayısıyla eşi MARİCE yaratılmıştı Maric ve Marice aşkla birbirlerine bağlıyken ilk çocukları Tarnüs meydana gelir. Gün olur Maric ve Marice'nin ömrü dolar. Kabilelerin adı Can'dır. Can kabilesinin başına en büyük çocukları Tarnüs geçer Tarnüs güzel bir biçimde kabileyi yönetmekteydi lakin kafasını kurcalayan sorularda vardı. ''Babam Maric annem Marice yaratmış olabilirmi bu kainatı, gökte uçan yerde sürünen bu varlıkları bir Yaratan yok mudur'' gibi sorular kafasını kuşatmışken; Yaratıcı, Tarnüs'e Ruhul Kuds (cibril,cebrail) vahiy meleğini gönderir. Ruhul Kuds ''Ey Tarnüs sence tüm bunları Baban Maric yaratmış olabilir mi?'' diye başlayan konuşmasının sonunda Tarnüs iman edip cinlerin ilk elçisi oluverir. Tam 4020 yıl tebliğ yapar. 4020 Yıl sonunda Demnis adında meraklı bir genç ''Cenneti'' bulma umuduyla yasaklı olan bölgeye; göklere yükselir. Yükseldikçe yükselir. Tarnüs onlara hep ''GÖK HALKI (melekler) kardeşlerimizdir'' demiştir. Zamanın kaybolduğu bu mekanda kim bilir ne vakittir gezen Demnis ufak bir ışık görür ve heyecanlanır. Işığa doğru ilerler ışık da Demnis'e doğru. İyice yaklaştıktan sonra fark eder ki kendisine doğru gelen ateş topudur. Hemen geriye döner ve kaçmaya başlar. Tarnüs'ün yanına gider. Gök halkının cenneti istila edip ellerinden aldıklarını, orayı bulmak için gittiklerinde Gök Halkının onu ateş toplarıyla kovduğunu söyler (Kur'an-ı Kerim'de Cin Suresi 8,9'da geçer) Tarnüs ona hakikati anlatsa da Demnis inanmamakta diretir. En sonunda Tarnüs ''Size burada bir melek olduğunu ve o meleğin inananları cennete götüreceğini söylesem inanır mıydınız?'' eh çevresinde isyan fitillenmişti. Bir defa pek ses gelmeyince bu defa Tarnüs ''Peki burada bir melek olduğunu ve o meleğin inanmayanları cehenneme götüreceğini söylesem inanır mıydınız?'' herkes korkuyla inanırız dese de; Demnis, ben inanmam, der. Bunun üstüne Melek görünür ve Demnis'in boğazına yapışır. Tarnüs engel olmasa belki Demnis ölecektir. Sonrasında Demnis oradan çıkıp gider ve halkı örgütlemeye başlar. Gençleri yanına katarak Siccin Ovası'na götürür ve günden güne artan sayılarıyla Gök Halkıyla savaşma arzusu taşımaya başlarlar. Gök Halkı ile savaşamayacağını güçlerinin yetmeyeceğini tüm inananlar bilir ve Tarnüs'ten medet umarlar. Tarnüs, kurtarma arzusuyla tek başına Siccin Ovası'na gider. Demnis'e bırakmasını, af dilemesini söyler lakin Demnis kabul etmez. Gökler gürler, yıldırımlar düşer, Tarnüs haykırır: "Görmez misin? Gök Halkı sizin haddinizi bildirmek için zor duruyor. Elimi indirsem savaşamadan ölürsünüz, gel tövbe et." Lakin Demnis yolundan dönmez ve içlerinden bir cin, Tarnüs'e saldırmak ister. O an da Gök Halkı iner ve savaşırlar. Savaş sonlarında Tarnüs yaralanır ve elini semaya kaldırır. Demnis bunu görüp onun kolunu bedeninden ayırır. Olaya şahit olan Tarnüs'e yardımcı olmak için gelen Hülyanis, Demnis'e ok atar ve yanındaki cine isabet eder. Demnis bu savaşta sağ bırakılır. Daha sonralarda Demnis kendi efsanesini yazarak isyanına devam eder. Tarnüs'ün öldürülmesi üzerine Demnis'e ok atan ve aynı zamanda Demnis'in kardeşi olan Hülyanis, Tarnüs'ün yerini alır ve yeni elçi seçilir.
  21. ANOS-VOLDİGOAD

    Baştan Çıkarma İksiri

    Elementi ateş olanlar ne yapabilir
  22. mahfuz

    Kısaca Aura ve Çakralar

    Gözle görülür, elle tutulur, kulakla duyulur olmazsa inanmayan bazı gönül gözleri kapalı bireylerin bi'haber oldukları konudur enerji. Üç yüz yıl öncesinden şimdiye bir düşünce aktı ile nesillere aktarılabilen, milyarlarca yıl öncesinden bir gezegen ile bugünlere taşınılabilen ve asla yok olmayan yegâne mirasımızdır. Pikapta çalan "çok yorgunum, beni bekleme kaptan" diyen ses tonunun ruhumuza dokunmasıdır belkide... Hadi en başından şu pek çetrefilli olan enerji mevhumunu ele alalım. İnsan, ana rahmine düştüğünde var oluşu meydana gelir. O ufacık parça minicik bir enerji yuvası taşır. Büyür fetüsleşir ve doğum gerçekleşir. Minik bebeğin etrafını âdeta ona eş değer görünmeyen bir kalkan sarıverir. İşte bu öz enerji (aura)'dir. Renk renk olur bazen renksiz. Capcanlı olabilir bazen soluk. İnsan vücudunda 7 ana ve birçok ara çakra mevcuttur. Bu çakraların yerlerine bakıldığında sürekli salgılama bezlerinin üstünde olduğunun farkına varabilirsiniz. Çakralar, enerji çıkış noktalarıdır. Duygular ve düşüncelerin yarattığı enerji burada meydana gelir. Enerji salınımı yapıldıktan sonra enerjiyi tekrar gözlemlediğimizde türlü renkler ve şekillerde görebileceğimizi anlayabiliriz. İnsanın enerji yayılımı bu şekildedir. Cisimlerin enerji yayılımı için örneğin elinizde bir kalem var. Bu kalemle pek çok lirik şiirler ele aldınız. Sizin auranız lirik şiirler yazarken ki hissiyatınızdan ötürü duygusal bir şekilde enerji yayıyor. Elinizde kalem var ve bu kalemi aracı kılıyorsunuz. Artık bu kalem enerjiden nötr halde değil sizin enerjinizin izlerini taşır halde. Bazı cisimlerin kendilerine has öz enerjisi de olabilir. Örneğin masanızda bir söğüt dalı mevcut. Birincisi doğanın bir parçası olduğu için, ikincisi söğüt ağacına has bir yapı ve nasıl ki kokusu diğer ağaçlardan farklıysa enerjisi de farklı olduğu için siz bu dal ile ritüel yaptığınızda uyumlamalarınız daha pozitif geçecektir. Enerji dengeleyicisi olarak da kullanabilirsiniz. Aynı şekilde bir şarkıyı dinlerken, aynı şarkıyı söyleyenlerin bir kısmı bize derin bir kısmı ise boş gelir. Çünkü bazısı içten ve hissederek o ruhu (enerjiyi) bize aktarır bazısı yapmak için yapılan bir işten ötesine gidemez. Aynı örnek şiirler, romanlar için de verilebilir. Enerji frekansı yoğunluğu rezonans oluşturur. Ses frekanslarının oluşturduğu rezonans bir bardağı kırabilirse ruhun enerjisi neler yapamaz? Ben bilim insanı değilim. Enerjinin bilimle ilgili olan kısmını pek tabii açıklamam yanlış olur. İlim ile ilgilendiğim için ilmî yönünü veya felsefesini sunabilirim. Bilimsel olarak bakacak olursanız Kuantum Fiziğine yönlenebilir ve metafiziğin sağlamasını yapmaya çalışabilirsiniz.
      • 1
      • Beğeni
  23. aQUANTUS

    Durugörü Çalışma Grubu

    Merhaba. Çok küçük yaştan beri doğaüstü şeyleri hep heyecan verici bulmuşumdur ve bu heyecanım yıllar geçse de hiç azalmadı. Ancak bazı haberci rüyalar dışında bu tip şeyler hakkında deneyim sahibi olduğumu söyleyemem. Ta ki yakın zamanda youtube 'da durugörü ile ilgili bir video izlerken aslında doğal olrak bu yeteneğe sahip olduğumu anlayıncaya kadar. Her şey çok hızlı oldu ve nerede ise hiç bir özel çalışma yapmadan uzaktan algılama konusunda mükemmel denebilecek sonuçlar almaya başladım. Bu yeteneğe kesinlikle sahibim, ona şüphem yok. Ancak bir süredir benim gibi olan kişilerle daha yakın temas halinde olmam gerektiğini de düşünmeye başladım. Kafa yapısı gereği sistematik ve bilimsel düşünme eğilimi olan bir kişiyim. Düşünüyorum da ülke içinde ve hatta dışında gönüllü katılımcıların internet üzerinde bir araya geleceği ve birlikte tesbit edilecek ortak hedefler /(targets ) üzerinde bağımsız olarak elde ettiğimiz uzak görü verilerini bir sinerji oluşturacak şekilde birleştirebileceğimiz bir yerel yada küresel ağ oluşturabiliriz. İnsanlık için son derece heyecan verici bilgiler toplayıp faydalı işlere imza atabiliriz. Yeteneğinden tamamen emin kişiler olarak bir şekilde bir araya gelmemiz ve gücümüzü birleştirmemiz kaçınılmaz bir ihtiyaç. Umarım çağrım doğru kişilere ulaşabilir. Şimdilik sağlıcakla kalın.
  24. Yine mi matrix-ve türevleri- özentisi? Neden herkes Neo ya da Peygamber olmanın derdinde? -Tanrı olmaya çabalasanız daha iyi değil mi?- Sizin seçkinliğiniz kime? Alt tarafı, "Boşlukta hacmi olan "varlık" sınıfına ait bir mahluksun." gerisi hayal gücü, fizik kuralları. Ne yazık ki 6. seviye beceriler bu sistemde -şimdilik- geliştirilemiyor.
  25. Doğruluk İzcisi

    Kitaplardan Beğendiğimiz Bölümler

    "Tanrı beni unutmayacaksa, bütün dünya unutsa ne çıkar? Dünyayı kazanıp da Tanrı'nın lütfunu ve merhametini kaybetsem, bu eşi benzeri görülmedik bir kayıp olmaz mıydı?" -Robinson Crouse
  26. Tamara666

    Aşk için kan büyüsü

    კი არსებობს ასეთი შელოცვა, სისხლის შელოცვის დღეებია ახალი მთვარის მერე პირველი პარასკევი,და სავსე მთვარემდე ბოლო შაბათი,სისხლი უნდა აიღოთ დღის ორი საათის მერე,ორ საათამდე დამანგრეველი ნეგატიური ძალა აქვს,მენსტრუალურ სისხლს ნუ გარისკავ ხშირად საპირისპირო ეფექტი დგება,აიღე სისხლი მარცხენა ხელის ბეჭდის თითიდან
  27. merhaba. evet bu teori bayağıdır var ancak daha çok modern olduğunu düşünüyordum. Yunan mitolojisinde nasıl anlatılmış? yazılımın, 0'ların ve 1'lerin doğadaki olaylara ve canlıların durumlarına (genetik kodlar, hücrelerin çalışma şekli, örüntüler vb.) benzetilmesinden ve gün gittikçe teknolojiye maruz kaldığımızdan yaratılışımızı da bunu yoranların olmasını olağan karşılasam da benim çok yakın hissetmediğim bir olay.
  28. 777

    E-Mail Destek Talebi

    hala bir destek sağlanmadı mı?
  29. Tanrı varsa, tanrının simülasyonunun içinde yaşıyoruz. Tanrı yoksa, doğanın veya bilmemnelerin simülasyonu içinde yaşıyoruz. Biz bir bilgisayar programı isek, kodların simülasyonu içinde yaşıyoruz. Bunlardan herhangi birinin gerçekliğinin kanıtlanması hayatımızda neyi değiştirecek ki?
  1. Daha fazla etkinlik yükle
×
×
  • Yeni Oluştur...