Jump to content

Liderlik Tablosu

Popüler İçerikler

26-02-2009 tarihinde, tüm alanlarda en yüksek itibara sahip içerik gösteriliyor

  1. İlerde size teknikleri anlatacağım ama günümüzün sorunlarını inceleyelim. Sıkılmayacaksınız. Avatar gibi çizgi dizilerin çıkmasından sonra, bazı psişiklerin(!) coşmasından sonra bir delilik sardı etrafı. Şarlatanlık. Neler neler gördüm. Artık bir bakışta anlıyorum. Bu duruma üzülüyorum. Birşey yapmak istiyorum. İnsanların gerçekten öğrenmeye niyeti varsa buyursun, yardımcı olmaya çalışırım ama ben böyle büküyücüyüm, böyle masterim olmuyor. Evet başlayalım. Bu örneklere. 1. Evdeydim, korkuyordum(guduuğ). Her taraf karanlıktı. O anda içimden enerji geçti. (wow koçum) sonra birden bir yaratık çıktı (ee) içimdeki enerji patladı ve yaratık yok oldu (kangırcileyşıns) Birinici örneklerimizden biri budur. Eğer birisi cümleye "çok korktum" diye başlıyorsa (önemli olan sonraki söylenenler) ve akabinde su veya toprak büktüğünü ya da enerji patlattığını söylüyorsa yalandır. Kimse enerji ne bilmeden bunu yapamaz. Eğer tanrı vergisi bir yeteneği yoksa. Eğitimsiz güç, güçten sayılmaz. Kontrol edemezsin. Yönlendiremezsin. Kılıcı keskin yapan eğitimdir. Yoksa kılıç basit bir nesnedir. Devam edelim. 2. Başlayalı çok olmadı. Biraz su bükebiliyorum ama tam değil(şeker şey), zaman zaman toprak ta büktüğüm oluyor(oy abisinin gülü). Sinirlenince coşuyor bu yeteneklerim.( 548832 34834 34834 ara beni yakışıklı) Sonra mı ? Lala Lala... Bu arkadaşlarımızın çoğu sahtekar malesef. Örnek birincideki gibi parapsikoji sitelerinin klişelerinden. Giriş cümleleridir bunlar, aslında bu arkadaşlar gerçekten istekli ama girişim etkileyici olsun, kızlar da beni sevsin. Olmaz yavrum. Sitede bunları söylersin evde psi-whell çeviremiyorum diye kendini yersin. Neyse örneğe gelelim. Başlayalım çok olmamış ama az toprak ev su bükebildiğini idda ediyor. Enerji arttırım ve kontrolu uzun süreçler gerektirir. Statik enerji miktarı 2v den 40v a çıkacak. Öyle kısa süreli çalışmalar la mümkün değil. 38v artacak (nası yapılacağını göstereceğim) örnek 3. Evdeydim etrafta ruhlar gezdi, beni de kendinlerine davet ettiler, anannemin kuranını buldum, elimi üstüne koydum sonra melekler geldi. Bu arkadşalar fantastik kurgucular. Amaçları biri beni övsün, helal desin. Ya da önemli olduğunu kanıtlama ihtiyacı. Bulaşmıyoruz. Örnek çok ama genel olanlar bunlar. Bizim sitemizde bu arkadaşların yeri olmamalı. Burası FRP sitesi değil. Asgari bilgi ile Azami sonuça ulaşmaya çalışıyoruz. Net üzerinden edinilen bilgilerin niteliği her zaman tam değil. Şimdi Biraz Telekineziye girelim. Asıl bilgi başlıyor. Telekinezi Telekinezi uzaktan eller veya gözlerle maddeyi harekete geçirme sanatı olarak ilk defa Mayalar, İnkalar ve Astekler zamanında keşfedilmiş; Mayalar demiri, İnkalar bakırı, Astekler ise tahtaları uzaktan manyetik enerji akımları ile hareket ettirmişlerdir. Telekinetik yeteneğin ilk başlangıç noktası manyetizmadır. Manyetizma ilk defa Franz Anton Mesmer tarafından insan fizyolojisine yönelik hastalıkların tedavisinde kullanılmış daha sonra da manyetizma alanı genişleyerek parapsikoloji sahasında insanları etkileme sanatı olaraktan kaşık-çatal bükme şekliyle kendini göstermiştir. Parapsikoloji literatürüne bakıldığında telekinezi televizyonlarda veya sihirbaz ortamlarında göründüğü gibi kaşık-çatal bükme olayı değildir. Kaşık-çatal bükme olayları sadece şov niteliğinde olup, bu tip şov sihirbazlığı telekinezi olarak kaideye alınamaz. Telekinezi; insan vücudunda var olan statik enerji akımının, transendental (taşkın) konumu yani 2 volt ile 40 volt elektrik akımına ulaşarak, herhangi bir madde ile sürtünme kuvvetiyle(manyetizma) hareket ettirme veya beyin gücü aracılığıyla bir madde de transformasyon (bozulma-değişme) oluşturarak hal değiştirme olgusuna telekinezi denir. Manyetik-hipnotizmanın kurucusu olan Mesmer insan vücudunun en önemli manyetik alanı olan burun altı ve ellere mıknatıs çubuklar vurarak statik enerji yapısının yarı iletken durumunu telekinetik formulasyona çevirmeyi başarmıştır. Telekinezinin çıkış noktası insan vücudunda biriken statik elektrik enerjisinin yarı iletken olmasıyla, herhangi bir iletken maddeye doğru akışını sağlayarak madde üzerinde voltajı yükseltmesi ve voltajın yükselmesiyle beraber ısı enerjisiyle herhangi bir maddeyi bükme veya eğme olguyla hareket(ivme) kazandırmasıdır. Telekinezi doğuştan gelen bir yetenek değildir. Telekinezi yeteneği sonradan kazanılan bir yetenek olup belirli çalışma sistemleriyle insan vücudunda yer alan statik enerji akımını 40 volta çevirdiğimizde, enerji noktası olan eller aracılığıyla madde üzerinde manyetik akım oluşturarak istediğiniz maddeyi kolaylıkla bükebilirsiniz. Çatal-bıçak ve madeni paralar 40 voltluk bir statik enerji akımıyla eğilir. İnsan vücudunun yarı iletken olduğu ve statik elektrik ile donatıldığı tüm fizikçiler veya biyologlar tarafından zaten bilinmektedir. Fakat telekinetik olgunun var olması ancak normal mevcudiyette bulunan 2 voltluk statik enerjinin 40 voltta kadar yükseliş şekli olarak manyetik akımla açığa çıkmaktadır. Yada televizyonlara çıkıp çatal-kaşık veya madeni paralar büken şovmenler insanları etkiliye dursun. Televizyonlarda yayınlanan çatal-kaşık bükme olayı sanki doğaüstü bir olaymış gibi ekranlarda lanse edilmesi ve Üri Geller gibi kendi kendisini kandıran şahısların ve o tip programlarla insanlara doğaüstü gibi gözüken aslında hepsinin sihirbazlık ve ilizyon olduğu gerçeğidir. Metafizik gibi hassas ve sistematik aksiyonu bilmeyen Halk yığınlarını kandırmak şov olarak ta olsa kolaydır. Fenomen programında doğaüstü gösteriler yaptığını sanan bazı şovmenlerin ise telepati dedikleri aslında telepati uygulaması değildir.Havas-ezoterizim-kabala ve üç harfliler ile yapılan sihirler metafizik ve parapsikolojiyle alakası yoktur. Telekinezi tarihsel olgular içerisinde Dinsel olgular içerisinde de yer alır. Kuran-ı kerim de El-keyf süresinde yer alan H.z Zülkarneyn'in( Kendisine Zülkarneyn denilmesi, başının iki yanında iki boynuza benzer çıkıntıların bulunması, dünyanın şark ve garbını dolaşması, başının iki yanının bakırdan olması.)ye'cüc ve me'cüc kavimlerini iki dağ arasında sıkıştırarak, iki dağın arasını demir kütleleriyle kapatması ve üzerine de erimiş bakırı dökerek tunçtan engel koyması olayı da Telekinezi olayıdır. Demir madeninin eğilmesi ve kütlelerinin kaldırılıp iki dağ arasına dökülmesi olayı telekinetik bir olgudur. Parapsikoloji metafiziğin bir konusudur. Parapsikoloji literatüründeki telekinezi olgusu çatal ve kaşık gibi basit fizik kurallarıyla açıklanan olgular gibi maddeleri hareket ettirme olayı değildir. Parapsikolojik yetenekler doğuştan olup ruhsal(spiritüalist) donanımlıdır. Telekineziyi uygulamadan önce vücuttaki statik elektrik akımını 2 volttan 40 volta yükseltmek gerekir.40 voltluk statik (durağan) elektrik akım gücü, herhangi bir maddeyi hareket ettirmeye yeterlidir. Parapsikolojik aksiyomda statik(durağan) enerjinin, kinetik (hareketli) enerjiye çevrilmesi olasıdır. Fizik kurallarına göre ise; iletken veya yarım iletken bir statik enerjiyi ancak başka bir statik enerji harekete geçirerek kinetik enerjiye dönüştürür. Ya da statik enerji ile kinetik enerji karşılaştığında ortaya çıkacak enerji tekrar kinetik enerjidir. Parapsikoloji, metafizik sistemin pratik aksiyonudur. Metafizik kurallar diyalektiğinde teorik dizilim ve açılımlarla parapsikolojik ilkelerin hareket alanını belirler. Metafizik sistematiği olmadan, parapsikoloji kendi pratiğini ve uygulamalarını açıklamaktan acizdir. Parapsikoloji eylem stratejisini, metafizik disiplinden ve bilimin agnostik bilinemezciliğinden alır. Metafizik uzmanlığı olarak parapsikolojinin önünü ve çalışma sahasını modern ve klasik bilime uygun gelmese de açmıştır. Parapsikolojinin hareket alanı bilim ve teknoloji dünyasında dar'dır. Metafizik uzmanlığı olarak parapsikolojinin yansımaları ve deneysel kanıtları tüm bilimsel ortamlarda açıklanmaktan ve savunmaktan çekinmez. Akademik ve teknik anlamda bilimsel platformlarda ve üniversite konsorsiyumlarında yeni ontoloji boyutunda, çağın geldiği metafizik boyutu tüm felsefi sistemler dâhilinde; dünyanın tüm belli başlı üniversitelerinde okutulmaya başlanacaktır. Modern-klasik bilimin aciz kaldığı ve açıklayamadığı tüm agnostik(bilime göre açıklanamayan olgular) Metafizik uzmanlığı tarafından terminolojik ve metodolojik temellenmeleri yapılarak yeni bir sistem olarak, bilimin ve bilimle uğraşanların ayaklarına getirilmektedir. Metafizikten uzak kalmış bir bilim örgüsü kuşkularını yok sayar. Çağın gelişen metafizik boyutu artık kütüphanelerin tozlu raflarından çıkartılarak yeniden şekillenerek, çağımıza uyarlanacaktır.2013 yılına giriş artık dünya üzerinde metafizik çağı olarak, tüm dünyadaki akademik ve teknik anlamda profesyonel metafizikçiler tarafından metafizik çağı olarak nitelendirilmekte ve kabul edilmektedir. Türkiye de ve tüm Avrupa ülkeleri 2013 metafizik çağına girerken özeüniversitelerinde ve akademilerinde metafizik ve parapsikoloji dersleri vermeye başlayacaktır. Bilimin son dayandığı yerde; metafizik teoremler ortaya çıkar. Metafizik teoremler, yeni gelişen bilimin yönünü belirler. Metafizik çağına 2013 ten itibaren girerken yeni doğmuş çocuklarda duyu görü, telepati, telekinezi, psikokinezi ve parapsikolojik yetenekler görülecektir. Metafizik çağla beraber ilahi kitaplarda ve sahih hadislerde açıklanan Deccal olayı ortaya çıkacak. Deccal doğaüstü yetenekleriyle insanları etkileyerek kendi saltanatını kuracak ve bu çağın sonunda H.z Mehdinin ve ordusunun ortaya çıkmasıyla dünyada oluşacak kargaşa ve kaos ortamı, Deccalın öldürülmesiyle son bulacaktır. Kaderi dondurulmuş olan H.z İsa (a.s) gelişi de metafizik çağla başlar. H.z İsa gökyüzüne çekilmeden önce doğaüstü yetenekleriyle donatılmış olduğu unutulmamalıdır. Körlerin gözlerini açması, cansız varlıkları Allahın izniyle canlandırması vb doğaüstü mucizeler. Metafizik çağda tüm geçmiş zamanda doğaüstü yetenekler ile donatılmış tüm varlıklar metafizik çağla beraber görülmeye başlanacaktır. Metafizik çağın doğuşu, geçmiş zamanın doğaüstü yetenekler ülkesi olarak bilinen maya takviminde de rastlanmaktadır. TELEKİNEZİ İÇİN STATİK ELEKTİRİK ARTIRIM YÖNTEMLERİ: 1.Vücudun statik elektrik gücünü 2 volt elektrikten 40 volt elektrik akımına çıkarmak için; 1 kiloluk demir kütlesini yarım litre suyun içine koyarak 20 dakika bekletilir. Sonra demir yüklü olan su içilir. 2.Demir oranı yüksek sebze veya meyveler ile vücudunuzun elektrik oranını yükseltin. 3.Elektromanyetik oranların fazla olduğu ortamlar veya alanlarda bulunarak vücudunuzun elektriklenmesini sağlayın. 4.Bakır tel ile demir teli birbirine bağlayın ve bu telleri sağ ve sol elinize 20 dakika tutun. 5.Demir ve bakıra devamlı elinizle temas edin. 6.Demir ve bakır metallere devamlı ellerinizle dokunarak, sürtün elleriniz alışsın. 7.İki elinizle mıknatıs tutun ve devamlı tuttuğunuz mıknatısa ellerinizi sürtün. TELEKİNEZİ UYGULA ÇALIŞMALARI 1.Sağ ve sol ellerinizi birbirine 300 defa hızlı bir şekilde sürtün, ellerinizdeki elektriklenmeyi sağlar. 2.Sağ ve sol ellerinizi birbirine 300 defa sürttükten sonra ellerinizi demir veya bakır metallerine sürterek elinizdeki ısı enerjisinin açığa çıkmasını ve hissetmesini sağlayarak hissedin. 3.Önce kâğıttan başlayarak, kâğıdı elinizde biriken statik elektrik enerjisiyle hareket ettirmeyi deneyin. 4.Sessiz ve sakin bir ortamda konsantrasyon ve motivasyon çalışması için; 1 su bardağına su koyun ve bu su dolu bardağa bakarak hiçbir şey düşünmeden 10 dakika bakma çalışması yapın. 5.Konsantrasyonunuza güveniyorsanız adaptasyon için bir metal kaşık ve çatal elinize alın. 6.Elinize iyice aldığınız çatal ve kaşığı iyice inceleyip en hassas ve en denge noktasını zihninizle belirleyin. 7.Elinize aldığınız düz ve sürtünmesi kolay kaşık veya çatalı sağ ve sol elinizle 10 dakika hafif sürtün. 8.Sol elinizle kaşığı ters olarak tutun. Kaşığın tam denge noktasına sol elle tutarken başparmağınızı kaşığın denge noktasının bir altına yerleştirin. Sonra sağ elin başparmağıyla da kaşığın denge noktasının tam üstünü 300 defa başparmağınızla sürtün. 9.Kaşığın sürtünmeden dolayı ısındığını ve elinizin ısındığını hissedeceksiniz. 10.Ellerinizin ve parmağınızın ısı enerjisiyle yavaş yavaş kaşığın denge noktasından eğildiğini hissedecek ve göreceksiniz. 11.Kaşığın denge noktasındaki sürtünme çalışmalarını devamlı yaparsanız ellerinizin metallere alıştığını göreceksiniz. 12.Daha çok pratik yaparak metal eğmede yada hareket ettirmede pratiğinizin artığını hissettikçe moraliteniz daha çok yükselecektir. 13.Telekinezi çalışmalarından asla yılmayın boş zamanlarınızda bol bol alıştırma yapın. 14. Telekinezi çalışması yoğunlaşma ve sabır işidir. 15.Telekinezi çalışmalarınızda eller ile yaptığınız çalışmalar artıkça beyin gücünüzü de kullanmayı geliştireceksiniz. 16.Bir süre sonra vücudunuzun statik elektrik voltajı artıkça, beyin gücüyle de telekinezik açıdan kontrol edebileceğini göreceksiniz. 17.Unutmayın telekinezi doğuştan gelen bir yetenek değildir.Telekinezi yapabilen insanlar bu işlere yıllarını vermişlerdir. Teknik çalışmalarından ötürü Gökhan Hani'ye teşekkürler. Metafizik Uzmanı olan. Yarı Alıntı yarı kendimdendir.
    1 puan
  2. Uykusuz'un ne kadar oldu versiyonunu cesurca gnoxis'e uyarlamak istiyorum. Burada her hafta gnoxis içi söylemlerin bazılarını ve üzerlerinden ne kadar zaman geçtiğini yazıcam. Şahsi yani. Yorumda bulunabilirsiniz. * Ensiferum13 isimli yöneticinin, üslup ve nezaket konusuna, "biz müşteri hizmetleri temsilcisi değiliz" lafıyla tepkisini bildireli ve "biz" ile bütün yöneticileri katalı. yaklaşık 2 ay. * Bloody_Marry, heavy metal'i kastederek, "ben mesela satanist müziği dinlerim ama satanist değilim" deyip, heavy metal i satanist müziği yapalı yaklaşık 3.5 ay. * İntihar etmek istediğini söyleyip, bunu foruma yansıtan Sulee isimli üyenin, pişman olup sonradan konuyu silmek istemesine yardım etmeyip 20'den fazla öğüt mesajı atılalı yaklaşık 4 ay. * Aoidos tarafından, maymunların deney sonucu fahişelik yaptıkları konusuna, "onların değer yargıları farklı olabilir" denileli yaklaşık 7 ay olmuş.
    1 puan
  3. Uluslararası cerrahlar konferansi bittikten sonra bir Amerikali, bir Ingiliz bir de Türk cerrah beraber bir seyler icmeye giderler. Ingiliz baslar anlatmaya:- 'Gecen gün bir is kazasi gecirmis birini getirdiler.Adam presin içine sikismis. Sadece sol kücük parmagi vardi. Bizim elemanlarimiz öyle iyi calistilar ki, önce parmaga bir el, sonra kol, sonra da vücut yaptilar. Adam taburcu olunca o kadar verimli bir isci oldu ki onun yüzünden 5 isci issiz kaldi' Amerikali söz alir:-'Bana ise gecen gün bir sac getirdiler. Adam nükleer reaktörün icinde kalmis. Sadece saci vardi. Oldukca iyi bir calisma ile önce saca bir bas, sonra vücut vs. yaptik. Adam taburcu oldugunda o kadar verimli oldu ki onun yüzünden 20 kisi issiz kaldi' Türk söz alir :-'Yillar once, bir gu n yolda gidiyordum. Bir osuruk kokusu aldim. Hemen osurugu bir cantaya doldurdum. Laboratuara gidip o osuruga uygun bir G*t deligi yaptik. Sonra delige uygun bir G*t yaptik. En sonunda G*te uygun bir vücud yaptik. Ortaya bir adam cikti. Başbakan oldu bütün ülke simdi onun yüzünden issiz !'
    1 puan
  4. Mrs_Echelon, 1 2 aydır sitede dolaşan ... isimli üyenin aslında ...olduğunu anlayalı 2 gün oldu xD SCARRED Mrs_Echelon'un ispiyoncu olduğunu anlayalı birkaç dakika oldu.
    1 puan
  5. Evet canlı performansı koymak istedim ama sanırım beceremedim:D
    1 puan
  6. Rica ederim Malcom (: Sanıyorum sen Erdoğan'ın sahnede seslendrdiği videoyu koymaya çalışmışsın. Aslında o daha güzeldi ben bulamadım.
    1 puan
  7. Senin için yazmamış olduğum bütün aşkları, yeniden, baştan, yazmayı istedim. Sana.. hepsi senin olacaktı... Suçunu kimseye yükleyemem bir aşk sabahı yoluna çıkışımı. Gözyaşları ardına süzülen dünyaların kırık titrekliği ile eriyordun ışıkta. Işıklaşıyordu kapkara saçların. Başın önüne eğikti ve daha seni bilemeden, yüzünün yeniliğinde susmağa başladım. Üç defa ışıktan çalmak istedim seni.. bir kolun, bir koltuğun, bir elin kavrayışında. Üçüncüde ben kasıldım. Sense denizle ışığın boğuştuğu yerdeydin. Kış henüz geriniyordu; ötende nisanlaştı. Mevsimler uzunluğunca peşinden geldim. Susuyordum hep. Ama, yanına gelip, durduğumu, durup durup daldığımı, senin için söylediğim sözleri yanındakilere dönerek söylediğimi fark etmişsindir. Bir deniz kenarında, bir gün köprü üstünde, bir de kof bir lodosun çalkantısındaki güvertede, bakıp gülmüştün. Susuyor, anlıyor ve gene susuyorsun sanmıştım. Bir gün bir çocukluk resmini çıkardın bir kitabının içinden; kokulu, kırışmış. Aldım.. konuştuk. O zaman, nihayet çözülebilen iplerini gerisinde sürüyerek açılan bir sal gibi, arzuyu attığımı duydum. Gecesi, bir elektrik feneri altında, gözüne kaçan bir kirpikle uğraştım. Başını, öylece durgun ve boş, önüme uzatan ikinci çocuk oluyordun. Kirpiği çıkardıktan sonra bir an bakmıştım kapalı gözlerine. Başlarımızın arasından rüzgâr güç süzülecek oldu. Nefeslerimiz, nefesimiz ondan kuvvetli idi. Açılan gözlerinde iki yumuşak fener gördüm. Karanlıkta güneş titredi; deniz, sayısız hayvan yıllarının sesiyle uğuldadı... Uzaklaştın. Ayrıldık. Yürüdün ışığın altından. Ardında asfalt, ışıkla beraber eriyordu adımlarının içinden, sessizlikte. İşte o zaman seni, aşılmak istenmeyenin, kendi kendince diretilenin en büyük aşkında, vermemeğe mahkûm ettim. Saçlarının rüzgârı, derinin yıldızlılığı dindi, söndü. Denizlerin, una çevirdikleri kayalıkların anısında, gidip gelen elemini duydum. Zira denize, bu kumsaldan ancak çekilmek kalır. Sense, bu çekilmenin öldürücü sarılışında başkalarını hatırlayarak ağlıyordun. Gözyaşını silemedim: Deniz kurutamaz; tuzu ise yıldızlardan da yakıcı diyorlar. Ağlıyordun. Sana sarılıp, içinde, bir sıraya girmemi istediğinden. Sen karaya, sağlam toprağa doğru geriliyordun. Bense... Bir kedicesine gelip yanıma oturduğun temmuz gecesi, aramızda karanlıkla olgun bir dal yükü vardı: Aşılacak bir şey kalmamışlığın yemişi. Oturduğumuz tahta sıranın her bir çubuğu sert ve serin, çok serindi. Deniz sakin, ağaç sancılı... Kendimizi tekrarlamayalım, demiştim. Kanıyordum hep, sense emiyordun, bereketli toprakların bencilliği ile. Boyuna kanıyordum. Doymamış olacak, dedim, “Bir daha...” dediğinde. “Son bir kere; ama bir daha.” Aralık kapıların ayrılığında kanıyordum. Uykumda kanadım gene ve kan, bitmek bilmez sevinci ile, akıyordu hep, karanlık analıklara doğru. Ertesi gün, tesadüf bilmezliğin akışı ile anlattılar seni: “El tutmanın on yedi şeklini okutur,” dediler. Ben hâlâ cömertliğimde, kanıyordum. Işığın damlasına bile lâyık göremedikleri hayatını, başkalarına ait dünyanı söylediler. Pıhtılaşan kanlarımı arzu parçaladı. Kirli suyu sızdı kanın, bu parçalar arasından. Gece, karanlıkta, kanımı tabanlarında vıcıklaştıra vıcıklaştıra yaklaştın. Boğan, dirilten, zemberekçesine toplayan bir arzu ile yeniden kanadım. Nihayet sarılmamı umarak gelmiştin. Ondan sonrası kolay gözükmüştü herhalde. Başlamıştım ama... Kanımın ötesinde, ayrıldık. Gittin, son olarak. Yalnızım şimdi. Karanlık, kansız. Kimseler gelmesin yanıma. İçten sevinç taklidi ile selâmlaşmaya mecbur olmayalım. Yürüyeyim... İçime, birden öyle geldi ki, hayatım, sonuna kadar, bir yolun, bir şehir yolunun taş kenarında önüne dizilen bir sonsuz sıra eş ve kuru, tok adım sesinden ibaret olacak... Sonra uzaklardan, şehrin dalgalarca koparılan ışıkları... Her şeyin ölüme doğuşu, yeniden ölümle... (Kitaptan, Seçilmiş Hikâyeler, sayı 12, Ocak 1953)
    1 puan
  8. Yirmi yıldır hücremdeyim, yirmi yıldır iklimsizim ve yirmi yıldır yalnızım... Gözlerimin sürekli parlak asfaltlı yollara bakan şoförler gibi donuk baktığına aldırmayın. Boyumdan kısa hücremin yirmi yıldır hep gri boyalı duvarlarına hapsolmasındandır, benim gibi. Şu duvarlar olmasa aslında umutlarım gibi çok parlaktır onlar da. Yirmi yıldır aynı yeri geziyorum. Bir geliyorum bir gidiyorum, bir gülüyorum bir ağlıyorum, bir seviyorum bir nefret ediyorum. Her şeyin karşıtı var bende; bir susuyorum bir susuyorum sonra yine susuyorum, yirmi yıldır hep susuyorum. Sadece susmanın karşıtı yok bende. Sizin gibi geniş bir dünyam yoktur benim. Altında oturup çay içeceğim ya da sevgilimi düşleyeceğim kavak ağaçlarım yok mesela. Onun için hiçbir zaman yel esmez başımın üzerinden. Tablolarım olmadı hiç, bakıp da: 'Ne adammış ulan' diyebileceğim. Ayağım takılıp hiç düşmedim ben; çünkü hiç acele işim olmadı, olsa bile hemen yetiştim iki buçuk metre kare öteye. Sevincimden hiç havalara uçamadım, buna beynimin ortasına yediğim tavan duvarları sürekli engel oldu. Hayal dünyamı canlandıracak çok az şeyim var: Ranzam, çaydanlığım, sigara paketim, ikisi bir arada tuvalet - banyom ve tespihim... Islak falakalardan sonra yaşadığım korku nöbetlerinde kıvrılıp titreyerek yattığım ranzam hücremin hemen giriş demirlerinin solunda. Ama ranzamda her zaman kötü günler geçirmem; bazen yatmaya yakın zamanlarda ellerimi başımın altına koyup seveceğim kızları hayal ederim. Kahrımdan ölen annemin beni tekrardan emzireceği günü düşlerim bazen de; çünkü buradan çıkan insan yeniden doğmuş gibidir. Böyle diyor çıkan arkadaşların mektupları. Çaydanlığımı artık ranzamın altına koyuyorum; çünkü gardiyanların, içeri girdikten sonra tekmeledikleri ikinci şey çaydanlığım oluyor. Yerini değiştirdiğim için bana kızmış. Ranzam söyledi. Olsun dedim ranza bir denizim olsaydı bu iyiliği denize atardım ama gözlerimde dahi bir deniz parıltısı olmadığı için onu da içime atıyorum. Kızdığı için çayları artık acı ikram ediyor ve arası şimdi ranzamla daha iyi. Ama ben çok üzülmüyorum; çünkü daha uzun yıllar beraberiz elbet bir gün o da yumuşar ve barışırız. Sigara paketim sürekli dayak yeme korkusuyla atan kalbimin üzerindeki cebimde. Böyle olunca ulaşması daha kolay oluyor. Onunla ayrılmaya hiç niyetim yok. Tespihimi genellikle tuvalette çekiyorum. Köyden kadim bir dostum getirdi. Hakiki Erzurum malıymış, öyle dedi. Oltu taşından yapıldığı için çekerken 'çık çık' diye ses geliyor ve gardiyanlar: 'Tünel mi kazıyorsun lan?' bahanesiyle dövüyorlar. Çaydanlığım ranzamla nasıl iyi dost olduysa ben de tuvaletle iyi dost oldum. Aslında çok çıkamıyorum tuvalete; çünkü haksız yere yediğim dayaklara karşı koyamadığım için kronik hazımsızlık çekiyorum. Geçenlerde annemle konuştum rüyamda. Biraz özlemlerimi anlattım ona. O da kendisini söyleyeceğimi düşünerek en çok oğlum en çok neyi özledin? Özlemlerim de çok büyülü değil anne dedim? Tek isteğim bir papatya. Evet, saçları sarı teni bembeyaz bir papatya. Ülkemin baharından kopup gelmiş bir papatya. Anne ben bir papatya koklamayı çok özledim. Sonra dudağımın kıvrımları yüzünden kesintiye uğrayan gözyaşlarımın tuzunu hissettim dilimde. Uyandım sonra. Burada her şey düş gibidir. En olmaz şeylerle dost olurum en olmaz şeylerle düşman. Ama hepsi geçicidir. Kin duymam hiç; çünkü dışarıyı özlerim ve özgürkenki gibi davranma lüksüm yoktur. Eğer kin duyarsam beni buraya getiren gerekçelerimi hatırlarım ve sürekli, hiç dışarı çıkamayacağım yani hiç özgür olamayacağım o kahrolası günü düşlemeye koyulurum. Buradaysam ve bu benim gerçekliğimse olmayacak şeyler için hayal etmemem gerektiğini bilirim. Çünkü bunun yıpratıcı etkisini ilk on yılımda fazlasıyla yaşadım. Savaşırım burada her duygumla. En güzel şeyleri bile niye düşünüyorsun diye kızarım kendime. Ne yapacaktım yani? Akşam eve geldiğinde elleri şeker kokan babamın o şefkat dolu kucağına mı atlayacaktım? Ya da anneme, yatağıma getirdiği süte şeker atmadığı için itiraz mı edecektim? Ben çocuk değilim çocuklar. Hiç çocuk olmadım ben. Çocukluğumu, köyümüze mayın eken sert bakışlı çiftçiler çaldı. Tıpkı bana süt getirecek annemin kadınlığını çaldıkları gibi. Yoksa sizin gibi mi yapmalıydım? Akşam hazırladığım sıcak çorbaya eşlik edecek yavrularımın eve dönmesini mi beklemeliydim ya da eşimin evlilik yıldönümümüz dolayısıyla getirdiği çikolatalı yaş pastaya üniversiteden yeni mezun olan kızımın yerleştirdiği mumları mı söndürmeliydim? Ben anne değilim anneler. Hiç anne olamadım ben. Bir gün Meryem gibi kendi kendine çocuk sahibi olma umuduyla bir rahibenin, kapatıldığı kilisede yaşadığı o ilahi acıyı ben de kapatıldığım hücremde, acımasızca kısırlaştırıldığımın farkına varmadan, ömrümün sonuna dek yaşayacağım. Acaba sizin gibi mi yapsam? Yaşadığı anı nasıl geçirdiğini sorgulamadan, hiçbir gelecek kurgusu olmadan, hiçbir zaman bir çöpçünün soğuk bir kış gününde çöp toplarken ellerinin nasıl buz kestiğine aldırmadan sevgilisinin göğsünde sıcak nöbetler tutan bir aşığı mı oynasam. Açlıktan ölmeye yüz tutmuş ve yağmurdan dolayı tüyleri diken diken olmuş sıska bir köpek gibi titreyen sokak dilencisine aldırmadan kafede sandviç yiyen bir insanı mı oynasam? Ben insan değilim insanlar. Hiç insan olmadım ben. Hep bir tutsaktım. İnsanlığımı bu gri duvarlar arasında çürüttüler. Sırf sevdiğim için kendim dışındaki insanları. Titreyen sokak dilencilerini, öldürülen çocukları... Duyun beni ey insanlar. Sizin yaşamınız için size daha güzel bir yaşam sunmak için kendi yaşamını iki buçuk metrekarelik bir hücrede çürütme cesaretiyle insanlığı size sunan bir tutsağın isteğidir bunlar. Farzedin ki bir Nazım, bir Yılmaz'ın isteğidir bunlar. Söyleyecek çok şeyim yoktur benim. Çok aramayın beni. Ben sizin hiç bulamayacağınız vicdanınızın içindeyim. Ben oradayım, nereye bakarsanız beni görürsünüz. Hücremin her karesinde ben varım: Havasında, suyunda, ranzasında, çaydanlıkta, sigara paketimde, ciğerlerimin süzdüğü buz mavisi dumanda, tespihimin taşlarında, bazen gardiyan sopalarında... Her yerde ben varım, beni görürsünüz vicdanınızı yakan özgürlük ateşinde. Sizden çok şey istemiyorum, iki buçuk metrekarelik bakış açısıyla bakmak yeterli olacak beni görmeniz, hiç olmazsa hissetmeniz için. Şaka yaptım size. Hüzünlü bir şaka... Siz de hemen düştünüz işte. Gözleriniz doldu ister istemez, insani duygular sebebiyle. İsterseniz hiç duymayın. Hiç hissetmeyin beni. Ben hep özgürdüm ve benim için özgürlüğün hiçbir zaman mekanı olmadı. Bana göre dağ özgürdür, taş özgür. Deniz özgürdür, 'ADA' özgür. Her yer özgürdür, her şey özgür. Unutmayın ki bir özgür hiçbir zaman bir tutsaktan özgürlük istemez yine unutmayın ki özgürlük insani hislerle dökülmüş en masum gözyaşından daha masum ve insanidir ve son olarak unutmayın ki özgürlük değerlidir. Salih BARAN
    1 puan
  9. Her insan aslında iki kişidir. Kafamızın içinde bir değil, iki kafadar vardır. Biri olduğumuz kişidir diğeri ise olmayı hayal ettiğimiz kişi.. Olduğumuz kişi, olamadığımız kişinin en büyük hayranıdır. Odası, onun posterleriyle doludur. Onun gibi giyinmeye, onun gibi yaşamaya çalışır. Bu iki kafadarın birleşip aynı kişi olması, en büyük rüyamızdır. Yaşam ağır bir yüktür ve bu yükün altına girecek gücü de aslında bize bu rüya vermektedir. Değişmek... Olmayı hayal ettiğimiz kişiye giden tek yol budur. Farklı biri hem en çok istediğimiz hem de en korktuğumuzdur. Eski tanıdıktır, yeni gizemdir. Yeni olan, yabancı olandır. Yabancılara karşı temkinli oluşumuzun tarihçesi, oynamak üzere sokağa ilk çıkmamızın hemen öncesine uzanır. "Ayakkabının önce sağ tekini giy,sonra da sol...Bir de yabancılarla konuşma!" Kendimizle ilgili kurduğumuz "yeni" hayallere karşı duyduğumuz bu korkuyu göğüsleyebilmek için desteğe ihtiyaç duyarız. Birileri bizi teşvik etmelidir. Arkamızda olmalıdır. Çünkü,yeniye kavuşmak için eskiyi bırakmak gereklidir. İşte o arkamızda olacak birileri bizi doldurmalı ve bizi harekete geçirmelidir. Beklenen o destek asla gelmeyecektir... Yeni biri olmak isteyen biri gerçekte yapayalnızdır. Sevdikleri, beklediği o tılsımı kulağına belki de hiçbir zaman fısıldamayacaktır. Bunun nedeni sevginin kendi kodlarında gizlidir. Sevgi, aynı zamanda bağlılık demektir. Sevdiklerimizin bize olan bağlılığı, bir gün değişmemiz fikrine temkinli yaklaşmaları sonucunu getirecektir. Birgün başka biri olmamız, bizden daha çok, sevenlerimizin korkusudur. Tanınan, bilinen ve sevilen "sen" gidecek, yerini meçhul bir yabancı alacaktır. Bu son derece insani bir reflekstir. Aynı zamanda zalim bir refleks... Senden, doğduğun kişi olarak ölmenin beklenmesi... Bu beklentinin olduğu yerde, sevginin varlığından bahsedilemez. Sevilmek bir ilaçsa, bağlı kalmak da onun yan etkisidir... Hayat durgun bir göl değil, haldır haldır akan bir akarsudur. Uzakta görünse de, aslında kişisel cennet bize bir adım uzaklıktadır. Sende o adımı atacak cesaret varsa, suda seni taşıyacak güç vardır. Cesaretin yoksa bu konfordan asla yararlanamazsın. Aslında biz, kıyısına kadar gelip de bir türlü giremediğimiz o denize, bir sevdiğimizin bizi itmesini bekleriz. İtilmemek ise en zorudur... Sonunda iş başa düşer, çünkü kendi kendini sulara bırakmaktan başka çare kalmamıştır. "Denize bileklerine kadar girip, su soğuk mu diye sorup durma sendromu" biz suya atıldığımız anda biter. Yeni evimiz, denizdir artık. Uçsuz bucaksız sular, her ne hikmetse biz içine girince bir anda ısınıvermiştir. Aslına bakarsanız deniz, sadece bileklerine kadar girenler için soğuktur. 5 dakika önce gizemli bir yabancı olan deniz, sen kendini ona bıraktığında senden biri olur. Artık zor olan, ondan ayrılma fikridir. İşte kıyısında durduğumuz o deniz, olmak isteyip bir türlü olmaya karar veremediğimiz halimizdir. -- -- -- Burak ÖZDEMİR'in "Tanrı'nın Doğum Günü" adlı kitabından alıntıdır...
    1 puan
This leaderboard is set to Istanbul/GMT+03:00
×
×
  • Yeni Oluştur...