Liderlik Tablosu
Popüler İçerikler
11-11-2009 tarihinde, tüm alanlarda en yüksek itibara sahip içerik gösteriliyor
-
http://monsterscifishow.files.wordpress.com/2009/08/wolfman-2009.jpg Yönetmen Joe Johnston Senaryo Andrew Kevin Walker, David Self Müzik Danny Elfman Görüntü yönetmeni Shelly Johnson Lawrence Talbot, kardeşinin ortadan kaybolmasının ardından aile evine geri dönüş yapar. Burada kendisine uzak duran babası John Talbot ile birlikte erkek kardeşini bulmaya karar verir. Yaptıkları araştırma boyunca Lawrence kendisi ve ailesi hakkındaki korkunç gerçeği öğrenecektir. http://www.sinema.com/images/cache/95196_700.jpg Fragman Alıntıdır.1 puan
-
Kansas (band) http://classicrock.50webs.com/images/kansas.jpg -------------------- http://3.bp.blogspot.com/_AYTdAhDAIUo/SqaldUlZtWI/AAAAAAAAFKk/kkxx2Au9XXk/s400/triband.jpg Triumph1 puan
-
Konu daha evvel açıldı mı bilmiyorum. İnternette rastladığım bir şiiri sizinle paylaşmak istedim. Ey milletim, Ben, Mustafa Kemal'im... Çağın gerisinde kaldıysa düşüncelerim, Hala en hakiki mürşit, değilse ilim, Kurusun damağım, dilim. Özür dilerim... Unutun tüm dediklerimi. Yıkın, diktiğiniz heykellerimi... Özgürlük hala, En yüce değer Değilse eğer... Prangalı kalsın diyorsanız, köleler... Unutun tüm dediklerimi. Yıkın, diktiğiniz heykellerimi... Yoksa, çağdaş medeniyetin bir anlamı, Ortaçağa taşımak istiyorsanız zamanı, Baş tacı edebiliyorsanız Sanatın içine tüküren adamı... Unutun tüm dediklerimi. Yıkın, diktiğiniz heykellerimi... Yetmediyse acısı, şiddetin, savaşın. Anlamı kalmadıysa Yurtta sulh, dünyada barışın. Eğer varsa ödülü, silahlanmayla yarışın. Unutun tüm dediklerimi. Yıkın, diktiğiniz heykellerimi... Özlediyseniz fesi, peçeyi. Aydınlığa yeğliyorsanız, kara geceyi. Hala medet umuyorsanız Şıhtan, şeyhten, dervişten. Şifa buluyorsanız, Muskadan, üfürükçüden... Unutun tüm dediklerimi. Yıkın, diktiğiniz heykellerimi... Eşit olmasın diyorsanız, kadınla erkek... Kara çarşafa girsin diyorsanız, Yobazın gazabından ürkerek... Diyorsanız ki, okumasın Kadınımız, kızımız; Budur bizim alın yazımız... Unutun tüm dediklerimi. Yıkın, diktiğiniz heykellerimi... Fazla geldiyse size, Hürriyet, Cumhuriyet... Özlemini çekiyorsanız, Saltanatın, sultanın... Hala önemini anlayamadıysanız, Millet olmanın... Kul olun, ümmet kalın, Fetvasını bekleyin, Şeyhülislamın... Unutun tüm dediklerimi. Yıkın, diktiğiniz heykellerimi. RAHAT BIRAKIN BENİ... S. APAYDIN1 puan
-
NEFSİN HAKİKATİNİ BULMAK Nefsin hakikatını anlamaya yönelik hükümler;varlığın hakikatıyla özdeşleşmek değildir!.. Yani,bütün bu âlemde mevcut olan ilâhi kuvvetler,birtakım tabii kuvvetler , benim varlığımı meydana getiren kuvvetlerdir;öyleyse benim aslım ve hakikatım ve kâinatın aslı ve hakikatıyla aynıdır;gibisinden bir biliş , belli bir felsefi araştırma sonunda oluşur ama bu oluşma hiçbir zaman nefsin hakikatını bulma değildir!..Çünkü bu türden bir bulma , ef’al mertebesinde nefsin hakikatını bulmadır!.. Kâinat içindeki kendini buluş , kâinatla kendini özdeşleştiriş , evren bilinciyle kendini özdeşleştiriş , nefsin hakikatını ef’al mertebesinden buluştur!.. Halbuki nefsin hakikatını , sıfat mertebesinden bulmak gerekir... Bu da ancak ve ancak gene İlâhi Din olan , İslam’ın hükümleriyle bilinebilir-bulunabilir ve yaşanabilir.. YARADILMIŞLIK KALKAR MI? Senin yaratılmışlığın hiç bir zaman kalkmaz!..Yaratılmışlık hükmün, hiç bir zaman kalkmaz!..Çünkü,efal âleminin dışına fiil düzeyinde çıkabilmen mümkün değildir...Bugün nasıl efal âlemindeysen, bundan bir milyon sene sonra da yine efal âleminde olacaksın!.. Beş milyar sene sonra da yine efal âleminde olacaksın!..Ef’al âlemi, bugün madde dediğimiz terkible devam eder; yarın bir tür hologramik ışınsal beden dediğimiz yapıyla devam eder; ama neticede gene ef’al âlemidir!.. Ancak; kendi varlığında mevcut olan mânâların, Hak’ka aidiyeti yönüyle, yaratılmış değilsindir!..Ef’al boyutu itibariyle,yaratılmışsın!.. NEFSİNİN HAKKINI EDÂ ETMEK Geniş mânâda anlattığımız varlıktaki tüm mânâlar , işaret edilen vasıflar , boyutlar , sende mevcut!.. Demek ki , senin ilmin veya senin şuuurun , anlayışına göre,bu boyutların herbirine ulaşıp , her birinin hakkını ayrı ayrı vermediğin sürece , sen “ nefsine zulmedenlerden” olursun!.. Sende mevcut olan her boyutun hakkını ayrı ayrı verirsen, o zaman da “nefsinin hakkını edâ” edenlerden olursun. “NEFSİ KÜLL” Cenâb-ı Hak, kendi esmâsını yani özelliklerini seyretmeyi dilediğinde, kendi Zât`ındaki mânâları seyretmeyi dilediğinde, "Zâtı`ndan Zâtı`na tecelli etti" denen bir biçimde, kendi ilminde kendi esmâsını-özelliklerini seyretti!... Bu, "kendi esmâsının seyri" dediğimiz ilmî seyr neticesi olarak, bu esmânın toplu bulunduğu mânâlar "Ruhu A`zâm" adlı meleği meydana getirdi.. "Ruh-u A`zâm" denilen bu Ruha, sahip olduğu bilinç ve ilim itibariyle "Akl-ı Evvel" adı verilir. Esasen "RUH" kelimesi kullanım yeri ve işaret ettiği anlam itibariyle çok farklı yapılara isim olmuştur.. Evet, "Akl-ı Evvel", varlığında mevcut olan kudret itibariyle "Nefs-i Küll" adını alır. Hayatiyeti, canlılığı itibariyle, "Ruh-u Azam, Ruh", adını alır. Sahip olduğu mânâlar, Esmâ-i ilâhiyye itibariyle de, "Hakikat-ı Muhammediye" adını alır... "Nefs", öz`ü itibariyle, yani varlığının hakikatı itibariyle, Allah`ın bütün isimlerinin mânâlarını câmidir... "Nefs"in aslı "Nefs-i Küll"dür. "Nefs-i Küll", esmânın toplu olarak bulunduğu "Ruh-u Âzam"ın varlığıyladır; kudretinin açığa çıkmasıyladır; yansımasıdır, aynasıdır!. "Nefs-i Küll"ün zâhiri ve varlığı, bu kâinatı oluşturan cevher olan, "enerji" dediğimiz şeydir.. Eni boyu, derinliği, ağırlığı, sınırı falan yoktur. Sınırsız, sonsuz kudrettir... Bir diğer ifade ile "enerji", Cenâb-ı Hakk`ın "Kudret" sıfatının açığa çıkmasından başka bir şey değildir... Var olan her şey, bundan meydana gelmiştir!... "Nefs-i Küll" de mevcut olan bilinç, ilâhi isimlerin mânâlarını yansıtan bilinçtir, ki kendindeki mânâları ortaya koymayı diler. "Yef`alü ma yurid" = "İrade ettiğini = dilediğini yapar"!.. (22-14) İşte "MÜRîD" oluşu, yani irade edişi - dilemesi, "Rubûbiyet"in kuvveden fiile dönüştüğü mertebedir... Ve O, "Rubûbiyetin gereği olarak, dilediğini halk eder"!. "Yef`âlullahe ma yeşâ`".. (14-27) "NEFS" MERTEBELERİ (Klasik anlatımla) Kişinin, kendinden arınması çalışmalarında belli mertebeler tesbit edilmiş. Yani, kişinin idrak kendini hissediş seviyesi belli "nefs" mertebeleri şeklinde adlandırılmış. Bunlar; "Levvame nefs", "Mülhime nefs", Mutmainne nefs", Radiye nefs", "Mardiye nefs", "Safiye nefs" diye târif olunmuş... Baştaki "Emmare nefs"i hiç söylemiyorum;i o tamamiyle hayvansal bir yaşamdır... Bedenin istek ve arzularına dönük bir yaşamdır. Not: Nefs Mertebeleri ile ilgili geniş açıklama için ilgili bölümlere bakınız. NEFSİN MERTEBELERİ NEREDE? Yedi isimle birbirinden ayrıymış gibi anlatılan bilinç, hakikat itibariyle tek bir bütündür. Bunun yanı sıra, kuvveden fiîle çıkış itibariyle, Emmareden başlayıp, Safiyeye doğru yedi mertebe gibi saydıysak da, bu tümel yapıyı; gerçekte olay, işleyişi itibariyle tam tersinedir!. Dikkat buyurula!. Varlığınızda tüm olup bitenler ve olacaklar daima safiye noktasından başlayıp; bilince doğru olarak açığa çıkmakta; buna göre çalışmaktadır!. Yani kişi, hangi nefs-bilinç mertebesinde olursa olsun, kendisinde ve kendisinden açığa çıkan her şey, kendi safiye boyutundan, bulunduğu nefs mertebesine doğru akarak o bilinçte açığa çıkmaktadır her an!. NEFS MÜCAHEDESİ Nefs mücahedesi denen şey, Nefsi, şartlanmalardan arındırma ve tabiata tabi kılmama mücadelesidir!. Öyleyse bizim, özellikle bilincimizi, şartlanmaların getirdiği değer yargılarından korurken; saf bilincimizin sınırsız mânâlarını değerlendirme idrakına yükselirken, en önemli olarak üzerinde duracağımız husus, bedenin tabiatına, biokimyasal özelliklerine elden geldiğince tâbi olmamak hususudur.. Bu, öyle bir mücadele, öyle bir savaştır ki bütün yaşamın boyunca devam edecektir. İşte, Rasulullah Aleyhisselâm’ın yanındakilere, "Biz küçük cihaddan, büyük cihada dönüyoruz" Cümlesi, bu mânâya işaret eder.. Burada da farkedilmesi gerekli olan nokta şudur.. Rasûlullah Aleyhisselâm’ın yukarıdaki açıklamasında kullanılan kelime "cihad"dır.. Bunu bildiğimiz "harb-savaş" diye anlamak yanlıştır. Buradaki anlamı "mücahededir".. Yani, kazanmaya azmederek o konuda mücadele vermek, cihaddır.. Bunu yapan kişiye de mücahid denilir. Harb-savaş anlamı ise arapçada "kıtal" kelimesiyle ifade edilir. Bildiğim bir çok kişi, Teklik esaslarını öğrendikten sonra, kendilerini o Teklik şuuru içinde salıvermişlerdir.. Yani, kendilerine Mehdî`leri geldikten sonra Deccal`larına tâbi olmuşlar; bedenin istek ve arzuları doğrultusunda yaşayıp, Teklik dünyasında yaşadıklarını vehmetmişlerdir!. Aynen bir salyangozun, uyanıkken tâ direğin tepesine çıktıktan sonra gece uyuduğunda kayarak direğin en altına inip, kendini hâlâ çıktığı o en yüksek noktada zannederek yaşaması gibi bir olaydır. Eğer bu gerçekleri farkedebiliyorsak, çevremizdeki kişilerin bizi dünyada bırakıp gideceğimiz şeylere dönük şartlandırmalarına kapılmayarak; onların, bedensel dürtülere, bedenin tabiatına dönük bizi yönlendirmelerine aldanmayarak, ölüm ötesi yaşama dönük veya Öz Bilincimize ermeye yönelik zihinsel veya bedensel çalışmalar içinde olmaya mecburuz. Aksi takdirde, yitirilecek bu ömürden sonra elimize geçecek ikinci bir yaşam şansı mevcut değildir... "Dünyada a`mâ olarak ölen, Âhirette ebedî olarak a`mâdır" Hükmü, asla ve asla hatırımızdan çıkmamalıdır... Şu anda tek bir şansımız var... O da sağlıklı olarak dünyada bulunduğumuz bu günleri çok iyi değerlendirebilmektir!. Eğer biz bu günleri ilim istikametinde değerlendiremiyorsak; bilincimizi ilmin icaplarına göre arındıramıyorsak, geliştiremiyorsak; şartlanmalara tâbi olarak yaşıyorsak; ömrümüzü tabiatımız, yani bedensel dürtülerimiz istikametinde harcıyorsak, bunun getireceği manevî azap hiç bir maddi azapla kıyaslanamayacak kadar büyük olacaktır!. Çünkü siz, saflaşmış bilincinizin sahip olacağı ilâhi özelliklerden mahrum kalacaksınız, bu yaptığınız hatanın neticesinde!. Allah, bütün esmâsı, yani isimlerinin mânâlarıyla sizin varlığınızda, beyninizde, bilincinizde mevcut olduğu halde; siz, şartlanmalara ve bedeninizin tabiatına bağımlı ve onların yönettiği bir biçimde yaşadığınız için, bu özellikleri ortaya çıkarmaktan mahrum olarak bu dünyadan çekip gideceksiniz. Yarın yanınızda ne anneniz ne babanız ne karınız veya kocanız ne de çocuğunuz olacak. Tek başınıza gideceğiniz önünüzdeki bu alemde kendi gerçek değerlerinizi ortaya çıkaramadıysanız çok büyük bir azap sizi bekliyor demektir. Ben şu yaşa kadar yaşayayım, ondan sonra yapayım, demek en büyük aldanıştır!. Zira bir trafik kazasında, rahmetli Ayhan 44 yaşında gitti berzah âlemine. Yanında eşi vardı, 38 yaşında ona eşlik etti... Yanında oğlu vardı, 16 yaşında ölümü tattı!. Erdinç genç yaşında matkapla duvarı delerken, duvardaki elektrik kablosuna isabet ederek bir anda elektrik çarpmasıyla geçti gitti aramızdan!.işte bunlar gibi hergün gazetelerde, televizyon kanallarında sayısız kazaları görüyorsunuz.. Bunlardan biri bizim başımıza geldiği anda, bütün bunları bilerek üstelik, acaba ne yapacağız. Kim bizi kurtarabilecek?. Hiç kimse!. Bilin ki her birimiz kafamızın içinde bir saatli bomba taşıyoruz; ve saat kaça kurulu olduğunu da bilmiyoruz!.. Ancak kesin gerçek şu ki, muhtemelen hiç ummadığımız bir anda bu saatli bomba patlıyacak; dünyadaki yaşamımız son bulacak!. Kimin hangi yaşta, hangi zamanda ve şartlar içindeyken bu dünyadan ayrılacağı bilinmiyor, meçhul. Peki hazır mıyız bu yeni yaşam boyutuna ve şartlarına?. Elinizi vicdanınıza koyunuz ve kimsenin duymayacağı bir şekilde kendinize gerçeği itiraf ediniz... Hazır mısınız ölümötesi yaşama?... Kesinlikle bilin ki, oraya geçtikten sonra artık hiç bir şey yapamıyacaksınız!. Çünkü Kur`ân ‘da bir çok defa tekrar edilen şu âyetler çok açık: Ölümü tattığın anda, veya Mahşer yerinde, veya Sırat köprüsünde, veya Cehennemde; yani her bir safhada yaşanılan gerçekleri gören kişilerin şu sözleri söyledikleri bize naklediliyor: "Keşke dünyaya geri dönsek de, yapamadıklarımızı yapsak; derler... Fakat, bu kesinlikle mümkün değildir"!. (23-100) Ölümü tattığımız andan itibaren, yani şu bedenin kullanım dışı kalması anından başlayarak büyük bir pişmanlık söz konusu olacak, eğer gereken hazırlığı yapmamış isek!... Çünkü geriye dönüş imkansız!. Öyle ise kendimizi böyle bir riske atmak ne dereceye kadar akıllı iş olur?. Zekî insan, gününü en güzel şekilde değerlendirmek için yaşar!. Ne var ki günlük zevkler bir sonraki günde hayâl olur!. Öte yandan yaşadığımız günler ebedi olan geleceğe dönük bir biçimde değerlendirildiği takdirde, bu çalışmalar başımıza gelecek olan azaptan bizi sonsuz dek korur. NEFSİ TANIMAK Kendi hakikatını bilmiş kişiye düşen iş artık kendi hakikatını detayları ile tanımak ve kendisindeki özellikleri ortaya koyabilmektir... Bu da sadece dünya hayatında bitirilebilecek bir iş olmayıp, ölümötesi sonsuz yaşamı kapsayan bir konudur!.. Nakşibendi sisteminin yolunun gereği de; keşif, kerâmet gibi bir takım olağanüstülükler değil, ilim yollu "NEFS"i tanımak, "ALLAH`ı bilmek", ve de "ermek"tir! NEFSİN KENDİNİ TANIMA AŞAMALARI 1-Aklı CÜZ 2-Aklı KÜL 3-Aklı EVVEL 4-Hak’ka bağlanan İLİM SIFATI şeklindedir Külli akıl denen, tek akıl, O`nun ilim sıfatının tafsilinden başka şey değildir. "Nefs", kendini tanıma düzeyine geldiği zaman ilim sıfatına bürünmüş demektir. "Nefs", kendini tanımaya başlayınca yavaş yavaş değişik kademelerde kendini tanır. En alt düzeyde tanıyışı akl-ı cüz, daha sonraki tanıyışı akl-ı küll, daha üst düzeyde tanıyışı ise akl-ı evvel`dir. Eğer "nefs", kendini, kendi aslı ve orijinali, hakikatı ile tanırsa, kendini ilim sıfatı yönünden, ilim sıfatı ile tanımış olur... Akl-ı evvel sözü biter orada!... Hak`ka bağlanan "ilim sıfatı" sözü edilir. O ve O`ndan meydana gelmiş bir alem müşahadesi kalkmamış olan, Nur perdelerinin meydana getirdiği bir müşahade içindedir, hala!.. Tek tek, her nesnenin, "Allah" dediğini duymak, kesrette-çoklukta olana aittir ve bu hali, henüz Tek`liğe ulaşamadığının, perdeli olduğunun ifadesidir!. Gerçekte âlem, "küll"dür ve Tek varlık söz konusudur!. NEFSİN TEZKİYESİ “Nefs”, eğer kendini örtme hükmü ile gelmişse; şartlanmalara, duygulara, huylara yönelik fiiller ortaya koyarsa, onların neticesi meydana gelir.. “Nefs”, kendini bunlardan arındırıp, paklarsa, tezkiye ederse, onun neticesi oluşur.. Ne diyor âyette: “Nefs`ini arındıran kurtuldu.” “Nefs”in ne yaparsa ne olacağını da âyette anlatıyor. “Nefs”ini tezkiye eden kurtuldu”. Yani, “nefs”in kendini tanıması halini sağlayan; “nefs”in şuurunu-ilmini” örten beden, şartlanmalar ve huylar gibi üç kabuktan kendini arındırıp, paklandıran; orijinal haliyle “nefs”ini tanıyan kurtuluşa erdi!... Bunun dışındakiler?... “Nefs”ini tanıyamamanın getireceği azaplara kendilerini, kendi elleriyle attılar. Çünkü, “Nefs” için orijini itibariyle ne azap ne üzüntü, ne sıkıntı, ne nimet vardır!.. İyi anlayın!.. “nefs”in orijinal hali için bunların hiç biri bahis mevzuu değildir!... Yaşamın ne zevk- nimet yanı “nefs” için sözkonusu, ne de azap - sıkıntı yanı mevcut!. Fakat “nefs”, bu perdeli halle yaşarsa, bu şekilde yaşadığı beden, varlık azap çekecektir; veya aksine zevki yaşayacaktır Nefsini tezkiye etmeye çalış... işe buradan başla!. “ONU TEZKİYE EDEN KİŞİ MUTLAKA UMDUĞUNA ERMİŞTİR” (91-9) Bak eğer bu işe girişebilecek meyli hissedebiliyorsan gönlünde, -ki niyetin gerçek manâsı gönlün bir işe olan meylidir-; bil ki; yaradalışından takdir gereği bu yol sana kolaylaşdırılmıştır. Artık sakın; değerli zamanını yarın pişman olacağın işe harcama!.. “SADECE O’NA YÖNEL.” (73-8) Çünkü O,”KENDİNE YÖNELENLERİ HİDAYETLENDİRİR.” (42-13) Bu hâl üzere, çok çalış. Çalış ki aslına yönelişinde güçlü olup, tekâmülün de hız kazanasın. Zira sen, gerçek yol üzeresin. Çünkü yönelişin sonunda sana hidâyet verildi. Sana yardım elleri içinden ve dışından uzanır; okumadın mı Kitabı; “BİZİM UĞRUMUZDA MÜCAHEDE EDENİ BİZ DE GERÇEĞE ERDİRİRİZ.” (29-69) Böylece yönelişin sonunda hidâyet verilmiş, yani anlayış kapıların açılmış, gerçek yolu bulmuş olursun. “ALLAH KİME HİDÂYET VERİRSE, O, GERÇEK YOLU BULMUŞ OLUR.” (7-178) NEFSE ZULMETMEK “Nefse zulmetme”nin mânâsı, nefsinin hakikatı olan Rubûbiyet kemâlini, Ulûhiyet kemâline genişletmemendir. Bu noktaya işaret eden Hz. Rasûlullah, bunun için: "Allah ahlâkıyla ahlâklanın" demiştir. Adem`le Havva`nın Cennette, Cennet yaşamı içinde iken, kendilerini beden kabul etmeye yol açacak böyle bir fiille kayıtlanmaları, haliyle bazı özelliklerinin perdelenmesine yol açmıştır... Bu hâl, Adem`de belli bir idrâkı doğurmuş, ve bu perdelenme hali, "Rabimiz biz nefislerimize zulmettik" (7-23) demelerini getirmiştir... Adem rabbi olan esmâ terkibinin genişliği içinde hareket edemiyerek, beşerî kayıtlarla kayıtlanmak suretiyle hakikatına isyan etme durumuna düştü; ve sonra da bunun farkına vararak Nefsinin hakikatını yaşayamadığı için nefsine zulmetmekte olduğunu farketti ve bunun üzüntüsünü yaşadı... "Biz nefislerimize zulmettik" ifadesi çok anlamlı bir ifadedir. Buradaki "Nefs`e zulmetme"nin mânâsı, konuyu derinlemesine bilmeyenlerin anladığı gibi; "Ben, Nefsime yani bedenime zulmettim" demek değil!... "Nefsinize zulmetmeyin"in anlamı da "oruç tutup, aç kalıp bedeninize eziyet etmeyin" de değil!.. "Nefs"in hakikatı, "İlâhi isimlerin işaret ettiği anlamlar ve bu ilâhi isimlerin hakikatı olan "Zâtî" Hakikat"tır!. Gerçekte, kişinin, "kendi hakikatını tanıyamaması, bilememesi, bunun hakkını yerine getirememesi", Din dilinde, tasavvufta "Nefs’e zulmetmek” olarak târif edilir... İşte Adem`in, "Biz nefislerimize zulmettik" demesi: "Kendimizi bedensel varlık olarak kabul etmek sûretiyle yaptığımız bu fiîl, bizim hakikatımızın gereğini yaşamamıza engel olmuş, böylece hakiki benliğimizin gereğini yerine getirmekten perdelenmişiz. Eğer bu durumumuzdan geri dönmezsek, ebediyyen bundan perdelenmiş olarak azap duyarız" anlamındadır. *ahmed hulusi'den kavramlar...1 puan
-
1 puan
This leaderboard is set to Istanbul/GMT+03:00