Jump to content

Bugün Sizi Hangi Şiir Anlatıyor?


schizophrana

Önerilen Mesajlar

iki gövde yüzyüze

bazen iki dalgadır

ve gece bir okyanustur.

 

iki gövde yüzyüze

bazen iki taştır

ve gece bir çöldür.

 

iki gövde yüzyüze

bazen iki köktür

geceyle sarmalanmış.

 

iki gövde yüzyüze

bazen iki bıçaktır

ve gece bir anlık parıltı.

 

iki gövde yüzyüze

düşen iki yıldızdır

boş ve yalnız bir gökte

 

Octavio Paz

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bütün Bildiğim

Bütün Bildiğim

 

bütün bildiğim şu: kuzgunlar ağzımı öpüyorlar,

damarlar arapsaçına dönmüş burada,

denizse kan denizi.

 

bütün bildiğim şu: eller uzanıyor,

gözlerim kapalı, kulaklarım kapalı,

çığlığımı geri çeviriyor gökyüzü.

 

bütün bildiğim şu: burun deliklerimden hayaller damlıyor

bize tur bindiriyor tazılar, deliler gülmekten katılıyor,

tıkırdayarak ayırıyor saat ölenleri.

 

bütün bildiğim şu: ayaklarım kederdir burada,

zambaklar kadar etmiyor sözcüklerim, pıhtılaşıyor şimdi:

kuzgunlar ağzımı öpüyorlar.

Charles Bukowski

 

 

 

 

--------------------

Etki Ve Tepki

En iyilerimizin sonu genellikle kendi ellerinden olur

sırf uzaklaşmak için,

ve geride kalanlar

birinin onlardan

uzaklaşmayı neden isteyebileceğini

bir türlü tam olarak anlayamazlar.

Charles Bukowski

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Yaşamın bir anlamı olmalı

Senden başka benden başka

Bana görünmeli sende olmalı

Sevginin bir anlamı olmalı

Söylenen sözlerden bambaşka

Bana görünmeli sende olmalı

Hüznümün bir anlamı olmalı

Yaşanan şeylerden bambaşka

Sana görünmeli bende olmalı

Sevgi çaresizlikten doğmaz

Adı o zaman sevgi olmaz

Kişi kendine biraz dışardan bakmalı

Beni aldatma

Beni söyletme

Yalanları düşündürür gözlerin

Böyle şeyler hep olmaz ki

Fırtınalar

Hava sakinken kopmalı

Olmalı olmalı

Yaşamın bir anlamı olmalı

i.şeşen

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Ne kadar üzüntülü geçiyor günler

Artık ne ateşler ısıtır beni,

Ne güneşler yüzüme gülümser,

Boş, dünyadaki bütün şeyler,

Bütün şeyler soğuk, insafsız şimdi.

Ve sevdiğim pırıltılı yıldızlar benim

Tesellisiz bakar durur halime.

Ta sevginin ölebileceğini sezdiğim

Zamandan beri kalbimde.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Herşey bir süre

Bir süreyim ben

Bir süreyiz hepimiz

Bir süreyiz biz

Çiçek bir süre açar

Aşk bir süre büyür

Bir süredir muhtacım sana

Gel bir süre değiş bir süre

Seviş benimle bir süre sonra git

Gel bir süre değiş bir süre

Seviş benimle bir süre daha kal

Herşey bir süre gider

Bir süre sonra biter

Bir süredir muhtacım sana

Bir süre bir süre herşey bir süre gider

Bir süre bir süre bir süre sonra biter

 

Bir süre bir süre bir süredir muhtacım sana

Affet bir süre

Muhabbet bir süre

Herşeyi hesapsız yaşamak bir süre

Bir süredir aşığım bir süredir yanarım

Bir süredir isyanım sana

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bir kere ihanete ugradın mı,

 

Anılar sana bataklık olur.

 

Hatrladıkça çekerler seni içeri.

 

Hatırladıkça affetmek istersin.

 

Çünkü affetmek unutmak demek.

 

Öncesini hatırladıkça,

 

Sonrasını unutmak istersin.

 

Çırpınma boşuna.

O HANÇER BİR KERE SAPLANINCA SIRTINA,

ÇIKARMAYA KALKTIKÇA İYİCE KALBİNE GÖMERSİN!!

Artık çok geç

Bu kadar geçe kaldın mı,

Artık istesen de gidemezsin.

Çaresiz icinde bitmeyen bir umut, yaşayacaksın aynı gunü en baştan.

Belki bu sefer korurlar seni.

Belki bu sefer yalan soylemezler sana.

Bu sefer çağırdıklarında seni yanlarına,

Bu sefer...

Belki yine sokmazlar sırtına o hançeri.

Geçmise dönmek başka, geçmişi silmek başka.

Bir kere aktı mı zamanın içinden,

Suyun yolu degişmez,

Unutma!

BİN KERE DÖNSEN O GÜNE,

BİN KERE İHANET EDECEKLER SANA.

Herkes doğasının gereğini yapar.

BİN KERE İHANET ETSELER SANA,

ÇARESİ YOK,

BİN KERE GİDERSİN YANLARINA...

Ezel isimli dizide Tuncel Kurtiz'in sesiyle bambaşka bir hâl alan , mükemmel Shakespeare şiiri...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bir kış göğü gibi o saat alçalır ölüm,

Yalnız işitme duyusu kalır ortada.

Asya kentleri yürür dururlar,

Höyükler burnumda hızma.

 

Uzakta dev bir damla:Pırıl pırıl Pencap!

Tabanlarından kayıp duran sütunlar

Yitmiş bir geleceğin işaret parmakları:

Horasan uykusuna havlayan köpekler, Buhara.

 

Uzaklara bir bakışın vardı kafeteryada

Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.

 

BİR KIŞ/Cemal SÜREYYA

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

aklım, haklıyım, et firarını!

 

ovdun ve okşadın beni

çıktı içimdeki cin;

ondan ölümümü diledin.

 

mayıstı.

 

seni o yüzden bağışladım!

ben en çok mayısta su içerim

derinim balık kaynar derinim kanımı kaynar

ben en çok mayısta öne eğerim başımı

içimden felçli bir göçebe gökyüzüne bakar.

 

avuçlarımda yaralı kelebek taşımayı

mayısta öğrenmiştim;

ve teraslarda bach dinlemek en çok mayısa yakışırdı

ve kim bilir

mayıs artık en çok senin tanrılarına yakışır

tiril tiril bembeyaz bir giysiyle

rüzgarda ayakların çıplak

öyle başın öne eğik yıllarca o boş terasta durmak

 

kartpostallardan tanıdığın bir şehri düşünmek gibi

bir yaraya kabuk olmayı kabullenmek gibi

eksik, yarım, farkına varmaktan kaçınılan

tam

tam yaza girecekken

yazın omzuna yüzünü dayayacakken

çekip giden

ayaklarının altından o son sığınak terası da

acılarının veliahtı bach'ı da çekip

gitmiştir işte, yalnızca gitmiştir

yani.. anlıyor musun.. mayıstı..

 

seni o yüzden bağışladım!

 

bir sesim vardı gölgenden ikmale kalan

biliyorum, büyük çocukluktu birbirimizi sevmemiz

cesaret işiydi, delikanlıcaydı,

bu korkunç sevgide

yanlışlarımızı yeniden keşfedişimiz

el deymemiş yalnızlıklara kalkışmamız

yalnızlıklarımızı değiş tokuş etmemiz

 

bu evcilik oyununda bile duldum

hatırla

sana dizlerimi

sana tabi bileklerimi ve topuklarımı sundum;

çevirdikçe ruhunun radyo dalgalarında

cazdı, bluesdu, klasik kemandı, klasik aşktı

boktu püsürdü

hatırla, senin gözlerin çokulusluydu

senin gözlerin ham kadınsızdı

çamurdandı

ağzımda getirdiğim karsuyunu

kalbine kaçırdım! ovdun ve okşadın beni

çıktı içimdeki cin

yatağa döküldü

yatağıma döküldün

yatağına döküldüm

ve bu sonsuz savruluşta

o gece

bütün eski sevgililerimden ince ince söküldüm!

 

senin oldum!

 

ihanetinle pislenen küçük dolaşımımdaki kanla

karalar çekerek ölümsüz kirpikdiplerine senin

senin mahşer atlısı dudaklarına

en çok da dudaklarına sokuldum!

üşüyordum,

üstüme doğru çekip o kedi dudaklarını

bir tay sığınırcasına anasına

bana ölünle uyudum! anlıyor musun.. işitiyor musun..

cesedine yeni baştan hayat verebilmek için

ihtiyarladım.. ihtiyarladım..

ben zaten kendimi aşklarda

hep kalkışılınmış müthiş intiharlarla yaraladım!

koştum sürekli

bir hüzünden bir tersliğe dokunarak koştum

 

bazı sevdalarda hafızasını kaybeder ya insan

telaşlanır, ağlar

babasını sorar çevresindekilere

öldüğünü bildiği halde

adını unutur, yolunu kaybeder oturduğu evin

bir titreme gelir yerleşir ya ortasına mayısın

bir dikilir bir çöker ya

kalbine secde eden intikam

tam

tam yaza girecekken

yaza bir ekmek bıçağı tutuşturacakken

sapı plastik kötü bir ekmek bıçağı

-geri döner.. döner değil mi.. diye

birkaç kırık sözcük.. buruşuk..

-öldürürüm o zaman, kurtulurum.. deyip sustuğun

-kaçarım sonra, kimse sormaz.. deyip yığıldığın

nisandan hazirana doğru bir su kayakçısı

gibi süzülürken mayıs, ah bach!

 

ah benim bir kangurunun cebine yerleştirdiği yavrum!

talanım! artanım! eksik kalanım! yarım kalanım!

 

nasıl yedirirdim ihanetini kendime

o dev hisle sen mayıstın ben mayıstım

herşey ama herşey elele mayıstı

seni o yüzden bağışladım!

 

 

uzanıp topraktan çıkardın beni

tozumu sildin, hohladın, parlattın

ovdun ve okşadın beni

çıktı içimdeki cin;

 

ondan…

 

-gidecektin,

 

mecburdun,

 

hepsi gibi-

affını diledin.

 

mayıstı.

 

mecburdum.

 

seni o yüzden bağışladım!

 

Kanlı Masal/Küçük İskender

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

BAĞLANMAYACAKSIN

 

Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.

"O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin.

Demeyeceksin işte.

Yaşarsın çünkü.

Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.

Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın.

Ve zaten genellikle o daha az sever seni,

Senin onu sevdiğinden.

Çok sevmezsen, çok acımazsın.

Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.

Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.

Senin değillermiş gibi davranacaksın.

Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de

korkmazsın.

Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.

Çok eşyan olmayacak mesela evinde.

Paldır küldür yürüyebileceksin.

İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,

Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.

Gökyüzünü sahipleneceksin,

Güneşi, ayı, yıldızları...

Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.

"O benim." diyeceksin.

Mutlaka sana ait olmasın istiyorsan birşeylerin...

Mesela gökkuşağı senin olacak.

İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait

olacaksın.

Mesela turuncuya, yada pembeye.

Ya da cennete ait olacaksın.

Çok sahiplenmeden, Çok ait olmadan yaşayacaksın.

Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi, Hem

de hep senin kalacakmış gibi hayat.

İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak...

 

CAN YÜCEL

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Aysel Git Başımdan

Aysel git başımdan ben sana göre değilim

Ölümüm birden olacak seziyorum.

Hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim

Aysel git başımdan istemiyorum.

 

Benim yağmurumda gezinemezsin üşürsün

Dağıtır gecelerim sarışınlığını

Uykularımı uyusan nasıl korkarsın,

hiçbir dakikamı yaşayamazsın.

Aysel git başımdan ben sana göre değilim.

Benim icin kirletme aydınlığını,

hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim

 

Islığımı denesen hemen düşürürsün,

gözlerim hızlandırır tenhalığını

Yanlış şehirlere götürür trenlerim.

Ya ölmek ustalığını kazanırsın,

ya korku biriktirmek yetisini.

Acılarım iyice bol gelir sana,

sevincim bir türlü tutmaz sevincini.

Aysel git başımdan ben sana göre değilim.

Ümitsizliğimi olsun anlasana

hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim.

 

Sevindiğim anda sen üzülürsün.

Sonbahar uğultusu duymamışsın ki

içinden bir gemi kalkıp gitmemiş,

uzak yalnızlık limanlarına.

Aykırı bir yolcuyum dünya geniş,

Büyük bir kulak çınlıyor içimdeki.

Çetrefil yolculuğum kesinleşmiş.

Sakın başka bir şey getirme aklına.

Aysel git başımdan ben sana göre değilim,

ölümüm birden olacak seziyorum,

hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim.

Aysel git başımdan seni seviyorum...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

TARANTA-BABUYA BEŞİNCİ MEKTUP

görmek

işitmek

duymak

düşünmek

ve konuşmak

koşmak alabildiğine

başı dolu

başı boş

koş-

-mak...

hehehey TARANTA-BABU

hehehey,

yaşamak ne güzel şey

anasını sattığımın

yaşamak ne güzel şey...

düşün beni..

kollarım,senin üç çocuk doğurmuş

geniş kalçalarındayken...

düşün sıcak...

düşün kara bir taşa damlayan

çırılçıplak

bir su sesini...

istediğin yemişin

rengini,etini,adını düşün...

gözdeki tadını düşün

kıpkırmızı güneşin

yemyeşil otun

ve koskocaman

masmavi bir çiçek gibi açan

ay ışığının...

düşün TARANTA-BABU!

insanoğlunun yüreği

kafası

kolu

yedi kat yerin altından çekip çıkarıp

öyle ateş gözlü çelik allahlar yaratmış ki

kara toprağı bir yumrukta serebilir

yılda bir veren nar

bin verebilir

ve dünya öyle büyük,

öyle güzel,

öyle sonsuz ki deniz kıyıları

her gece hepimiz

yan yana uzanıp yaldızlı kumlara

yıldızlı suların türküsünü dinleyebiliriz...

yaşamak ne güzel şey

TARANTA-BABU

yaşamak ne güzel şey...

anlayarak bir usta kitap gibi

bir sevda şarkısı gibi duyup

bir çocuk gibi şaşarak

YAŞAMAK...

yaşamak:

birer ve hep beraber

ipekli bir kumaş dokur gibi..

hep bir ağızdan

sevinçli bir destan okur gibi

YAŞAMAK...

YAŞAMAK..

ne acayip iştir ki

bu ne mene gidiştir ki TARANTA-BABU,

bu gün bu

'' bu inanılmayacak kadar güzel''

bu anlatılamayacak kadar sevinçli şey:

böyle zor

bu kadar

dar

böyle kanlı

bu denli kepaze...

NAZIM HİKMET

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Yalnız Bir Opera

 

ve bitti...

 

sonra yalnız bir opera başladı

 

ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda

yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim

oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim

ben sende bütün aşklarımı temize çektim.

 

imrendiğin, öfkelendiğin

kızdığın, ya da kıskandığın diyelim

yani yaşamışlık sandığın

geçmişim

dile dökülmeyenin tenhalığında

kaçırılan bakışlarda

gündeliğin başıboş ayrıntılarında

zaman zaman geri tepip duruyordu.

ve elbet üzerinde durulmuyordu.

sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun,

biraz daha fazla sevdiğim,

biraz daha önem verdiğim.

 

başlangıçta dogruydu belki.

sıradan bir serüven,

rastgele bir ilişki gibi başlayıp,

gün günden hayatıma yayılan,

varlığımı ele geçiren,

büyüyüp kök salan bir aşka bedellendin.

ve hala bilmiyordun sevgilim

ben sende bütün aşklarımı temize çektim

anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana

bütün kazananlar gibi

terk ettin

 

yaz başıydı gittiğinde,

ardından,

senin için üç lirik parça yazmaya karar vermistim.

kimsesiz bir yazdı.

yoktun.

kimsesizdim.

çıkılmış bir yolun ilk durağında

bir mevsim

bekledim durdum.

çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.

 

sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu

yüzündeki küskün kedere,

gür kirpiklerinin altından kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine

çerçevesine sığmayan

munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine

lirik sozcüğü en çok yüzüne yakışıyordu

yaz başıydı gittiğinde.

sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti mayıs.

seni bir şiire düşündükçe

kanat gibi, tüy gibi,

dokunmak gibi uçucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma.

önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük

usulca düşüyordu bir kağıt aklığına,

belki de ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.

 

yaz başıydı gittiğinde.

bir aşkın ilk günleriydi daha.

aşk mıydı, değil miydi?

bunu o günler kim bilebilirdi?

"eylül'de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen"

notunu buldum kapımda.

altına saat:16.00 diye yazmıştın,

ve 16.04'tü onu bulduğumda.

 

daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını

takvim tutmazlığını

aramızda bir düşman gibi duran

zaman'ı

daha o gün anlamalıydım

benim sana erken

senin bana geç kaldığını

 

gittin.

koca bir yaz girdi aramıza.

yaz ve getirdikleri.

döndüğünde eksik,

noksan bir şeyler başlamıştı.

sanki yaz, birbirimizi

görmediğimiz o üç ay,

alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan,

olmamıştı, eksik kalmıştı.

 

kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış arkadaşlığımıza.

adımlarımız tutuk,

yüreğimiz çekingen,

körler gibi tutunuyor,

dilsizler gibi bakışıyorduk.

sanki ufacık bir şey olsa birbirimizden kaçacaktık.

 

fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki. zamanla

gözlerimiz açıldı,

dilimiz çözüldü

güvenle ilerledik birbirimize.

gittin.

şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza.

biliyorum

ne sen dönebilirsin artık,

ne de ben kapıyı açabilirim sana.

 

şimdi biz neyiz biliyor musun?

akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.

birbirine uzanamayan

boşlukta iki yalnız yıldız gibi

acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz

bir zaman sonra

batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca

kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız

ne kalacak bizden?

bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim su kırık dökük şiirim

sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında

ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden

bizden diyorum, ikimizden

ne kalacak?

 

şimdi biz neyiz biliyor musun?

yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz. umut

ve korkunun

hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada

bir şey bulduğunda neyi, ne yapacağını

bilmeyen

çocuklar gibi

ve elbet biz de bu aşkta büyüyecek

her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz

 

kış başlıyor sevgilim

hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor

bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan

oysa yapacak ne çok şey vardı

ve ne kadar az zaman

kış başlıyor sevgilim

iyi bak kendine

gözlerindeki usul şefkati

teslim etme kimseye, hiçbir şeye

upuzun bir kış başlıyor sevgilim

ayrılığımızın kışı başlıyor

giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.

 

kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak,

yazıya oturup

sonu gelmeyen cümleler kurmak,

camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak...

böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır

çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır

içimizdeki ıssızlığı dolduramaz hiçbir oyun

para etmez kendimizi avutmak için bulduğumuz numaralar

bir aşkı yaşatan ayrıntıları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz

çıplak bir yara gibi sızlar paylaştığınız anlar,

eşyalar gözünüzün önünde durur

birlikte yarattığınız alışkanlıklar

korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara,

cağrışımlarla ödeşemezsiniz

 

dışarda hayat düşmandır size

içeride odalara sığamazken siz, kendiniz

bir ayrılığın ilk günleridir daha

her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkta

 

gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup

kulak verdiğiniz saat tiktakları

kaplar tekin olmayan göğünüzü

geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç

suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz

bakınıp dururken duvarlara

 

boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çiçek, unutulmuş bir oyuncak,

eski bir çerçeve gibi, hani, unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasinda

kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi

kendimizin içinden

yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar gibi

yeni bir iklime, yeni bir kente,

bir tutkunluk haline, bir trafik kazasına,

başımıza gelmiş bir felakete, işkenceye çekilmeye,

ameliyata alınmaya kendimizi hazırlar gibi

 

yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi

ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,

ve kazanmış görünürken derinliğimizi

ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde

bir an'ın, yalnızca bir an'ın bütün bir hayatı kapladıgı anlar

o tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi

hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar

 

denemeseniz de, bilirsiniz

hiç yakın olmamışsınızdir intihara bu kadar

 

bana zamandan söz ediyorlar

gelip size zamandan söz ederler

yaraları nasıl sardığından,

ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden.

zamanla ilgili

bütün atasözleri gündeme gelir yeniden.

hepsini bilirsiniz zaten,

bir işe yaramadığını bildiğiniz gibi.

dahası onalar da bilirler.

ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler,

öyle düşünürler.

bittiğine kendini inandirmak,

ayrılığın gerçeğine katlanmak,

sırtınızdaki hançeri çıkartmak,

yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak

kolay değildir elbet.

kolay değildir

bunlarla baş etmek, uğruna içinizi öldürmek.

zaman alır.

zaman,

alır sizden bunların yükünü

o boşluk dolar elbet,

yaralar kabuk bağlar,

sızılar diner, acılar dibe çöker.

hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir.

bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir.

o boşluk doldu sanırsınız

oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir

 

gün gelir bir gün

başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide

o eski ağrı

ansızın geri teper.

dilerim geri teper.

yoksa gerçekten

bitmişsinizdir.

 

zamanla yerleşir yaşadıkların,

yeniden konumlanır, çoğalır anlamları,

önemi kavranır.

bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey,

çok sonra değerini kazanır.

yokluğu derin

ve sürekli bir sızı halini alır.

oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık

mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan

her şeye iyi gelen zaman sizi kanatır

 

ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla

günlerin dökümünü yap

benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini

kim bilebilir ikimizden başka?

sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış

bir ilişkiyi, duyguların birliğini, bir aşkı beraberlik haline getiren

kendiliğindenliği

yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi

bir düşün

emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya

şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor orada

ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla

bunlar da bir işe yaramadıysa

demek yangından kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda

 

bu şiire başladığımda nerde,

şimdi nerdeyim?

solgun yollardan geçtim.

bakışımlı mevsimlerden

ikindi yağmurlarını bekleyen

yaz sonu hüzünlerinden

gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim

geçti her çağın bitki örtüsünden

oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından

bakarken dünyaya

yangınlarla bayındır kentler gibiyim:

çiçek adlarını ezberlemekten geldim

eski şarkıları,

sarhoşların ve sucluların unuttuklarını hatırlamaktan

uzun uzak yolları tarif etmekten

haydutluktan ve melankoliden

giderken ya da dönerken atlanan eşiklerden

duyarlığın gece mekteplerinden geldim

bütünlemeli çocuklarla geçti

gençliğimin rüzgara verdiğim yılları

dokunmaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.

 

bu şiire başladığımda nerde,

şimdi nerdeyim?

yaram vardı. bir de sözcükler

sonra vaat edilmiş topraklar gibi

sayfalar ve günler

ışık istiyordu yalnızlığım

kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum

ilerledikçe...kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde

aşk ve acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü

daha şiir bitmeden.

karardı dizeler.

ask...bitti. soldu siir.

büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden

 

daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım

ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde

aşk yalnız bir operadır, biliyordum: operada bir gece

uyudum, hiç uyanmadım.

barbarların seyrettiği tarapezlerden geçtim

her adımda boynumdan bir fular düşüyordu

el kadar gökyüzü mendil kadar ufuk

birlikte çıkılan yolların yazgısıdır:

eksiliyorduk

mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim

her otelde biraz eksilip, biraz artarak

yani coğalarak

tahvil ve senetlerini intiharlarla değiştirenlerin

birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında

ağır ve acı tanıklıklardan

geçerek geldim. terli ve kirliydim.

sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum

maskeler ve çiçekler biriktiriyordu

linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de...

korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları

ve açık hayatları seviyordu.

buraya gelirken

uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim

atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri

ödünç almadım hiç kimseden hiçbir şeyi

çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için

panayır yerleri...panayır yerleri...

ölü kelebekler...ölü kelebekler...

sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.

adım onların adının yanına yazılmasın diye

acı çekecek yerlerimi yok etmeden

acıyla baş etmeyi öğrendim.

yoksa bu kadar konuşabilir miydim?

 

ipek yollarında kuzey yıldızı

aşkın kuzey yıldızı

sanırsın durduğun yerde

ya da yol üstündedir

oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar

ölü yanardağlar, ölü yıldızlar

ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı

 

aşkın bir yolu vardır

her yaşta başka türlü geçilen

aşkın bir yolu vardır

her yaşta biraz gecikilen

gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler

gözlerim

aşkın kuzey yıldızıdır bu

yazları daha iyi görülen

ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler

ilerlerim

zamanla anlarsın bu bir yanılsama

ölü şairlerin imgelerinden kalma

sen de değilsin. o da değil

kuzey yıldızı daha uzakta

yeniden yollara düşerler

düşerim

bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda

ben yoluma devam ederim. bitmemiş bir şiirin ortasında

darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler

yaşamsa yerli yerinde

yerli yerinde her şey

 

şimdi her şey doludizgin ve çoğul

şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi

şimdi her şey yeniden

yüreğim, o eski aşk kalesi

yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden

 

dönüp ardıma bakıyorum

yoksun sen

ey sanat! her şeyi hayata dönüştüren

 

 

Murathan Mungan

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

sana gitme demeyeceğim.

üşüyorsun ceketimi al.

günün en güzel saatleri bunlar.

yanımda kal.

 

sana gitme demeyeceğim.

gene de sen bilirsin.

yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim,

incinirsin.

 

sana gitme demeyeceğim,

ama gitme, lavinia.

adını gizleyecegim

sen de bilme, lavinia.

 

Özdemir Asaf - Lavinia

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

ALACANIM

ah, nerde benim altından avaze sesim!

yankısı bir duvara gömülmüş testide kaldı

avaze sesim!

 

şimdi başkalarının kalplerinde yankılanan

bir zamanlar içinden geçtiğim aşklardı

feryattan kimseler ölmez, denirken

duvarlardan geçtim

artık kimseyi sevemez aşktan ölmüş yürek, derlerdi

şimdi kulağını dayadığın duvarda inleyen testi

bir zamanlar feryatlarda unuttuğum avaze sesim!

 

alacânım,

mil yeşili gözlerin

dindirdi gözlerimi

kaç körü birden öldürdün bende

mahsur kaldım, eksik oldum, kapına düştüm

ben yandıkça

ezber ettin ayazın demirini

alacânım,

indi mi göğsüne heves?

hangi duvarın halısında

gördün, bildin, vurdun beni

kaç ormandan geçti

içinde kaybolduğumuz o büyük takip

içimizde bunca gurbet dururken

yol ettik uzaktaki sılayı

şimdi burdayız

kanlar içinde

alacânım

indi mi göğsüne heves?

 

etimdeki eksik yangın, sindi yüreğim

seyreldi tenim sahtiyan tarih

mahsur kaldım, meçhul oldum, şehit düştüm,

alacânım,

indi mi göğsüne heves?

 

alacânım,

rahat et ben gölgene ilişeyim

her belanı ben göreyim

yüreğimi ihbar et,

bana bir uçurum ver, gideyim

alacânım,

indi mi göğsüne heves?

biliyorsun adımın kıblesini

bir meşhur hâfızla, meşhur bir şehvet

alacânım,

şuramda sinsi bir sızı

gel öldüğümü farz et

senden gelen her habere

canımdan uçurduğum şahin

pençesinde kaldı bileğim, yazım, harflerim

bir yanım onla uçtu, sende kaldı, ben bittim

alacânım,

indi mi göğsüne heves?

 

alacânım,

yakılmış bir köyün adıydı adın

görmedi kimse

içinde ben de yandım

o gün bugün kalbimin doğusunda tüten duman

nerede olursan ol göğündeyim kanlı tarih her zaman

Mardin'im, Midyat'ım

ah benim altından avaze sesim

kardeşlerimdi ölen de, öldüren de

aranızdaki duvarda

gömülü kaldım

 

etimden uçurduğum uçurum

meşhurdum, meçhuldüm, mahsurdum

bir hâfızken eskiden

mecnun kaldım şimdi

aşktan, senden, kendimden

n'olur sevmeden öldürme beni

alacânım,

söyle, indi mi göğsüne heves?

 

Murathan Mungan

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

HASRETİNDEN PRANGALAR ESKİTTİM

 

Seni, anlatabilmek seni.

İyi çocuklara, kahramanlara.

Seni anlatabilmek seni,

Namussuza, halden bilmeze,

Kahpe yalana.

 

Ard- arda kaç zemheri,

Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.

Dışarda gürül- gürül akan bir dünya...

Bir ben uyumadım,

Kaç leylim bahar,

Hasretinden prangalar eskittim.

Saçlarına kan gülleri takayım,

Bir o yana

Bir bu yana...

 

Seni bağırabilsem seni,

Dipsiz kuyulara,

Akan yıldıza,

Bir kibrit çöpüne varana,

Okyanusun en ıssız dalgasına

Düşmüş bir kibrit çöpüne.

 

Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,

Yitirmiş öpücükleri,

Payı yok, apansız inen akşamlardan,

Bir kadeh, bir cıgara, dalıp gidene,

Seni anlatabilsem seni...

Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır

Üşüyorum, kapama gözlerini...

 

Ahmet Arif

 

bugün beni anlatması hariç en sevdiğim şiirlerden biridir ....

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

HERKEZ ÖLDÜREBİLİR SEVDİĞİNİ

 

Kulak verin sözlerime iyice,

Herkes öldürebilir sevdiğini

Kimi bir bakışıyla yapar bunu,

Kimi dalkavukça sözlerle

Korkaklar öpücük ile öldürür,

Yürekliler kılıç darbeleriyle!

 

Kimi gençken öldürür sevdiğini

Kimileri yaşlı iken;

Şehvetli ellerle öldürür kimi

Kimi altından ellerle öldürür;

Merhametli kişi bıçak kullanır

Çünkü bıçakla öle çabuk soğur.

 

Kimi aşk kısadır, kimi uzundur

Kimi satar kimi de satın alır;

Kimi gözyaşı döker öldürürken,

Kimi kılı kıpırdamadan öldürür;

Herkes öldürebilir sevdiğini,

Ama herkes öldürdü diye ölmez!

 

 

Oscar Wilde

 

bu şiiri ilk ezelin fragmanında duymuştum :) hoşuma gitmişti harbiden de hoş şiirmiş :)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...