raskolnikov Oluşturma zamanı: Ağustos 3, 2008 Paylaş Oluşturma zamanı: Ağustos 3, 2008 İtiraf etmem gerekirse, 'Aşk Köpekliktir' benim için bir tepki kitabıydı. Her ne kadar öteki kitaplarımda tepki varsa da, bu kitabın tepkisi daha somut bir noktaya yönelmişti Bir kitabı yazmaya başlarken duyduğum temel endişe, romanımın ya da öykümün başkalarının yazdıklarına, özellikle de benim daha önce yazdıklarıma benzemesidir. Sanatta tekrar, tam anlamıyla bir lanet, bir erken doğum, yapıtın yazgısını başından ölümle sınırlamak anlamına gelir. Sanatta en değerli ölçüt, yeni olanı tasarlamak, farklı olana ulaşmak, biricik olanı yaratabilmektir. Bu nedenle, her öyküye, her romana başlarken, daha önce yazdıklarımı gözden geçirir, yeni çalışmamın benzeştiği yerli ve yabancı yapıtları okurum, onlar üzerine düşünürüm. Yapıtımı keşfedilmemişliğin üzerinde yükseltmeye, biçimlendirmeye, sonuçlandırmaya çalışırım; yapabildiğim kadar, becerebildiğim kadar, gücümün yettiği kadar. Bunları söylediğime bakarak benim öyle herşeyi çok inceden inceye düşünen bir adam olduğum sanılmasın, hiç de öyle değilimdir. Ben 78 kuşağından biriyim. Bu kuşağın en yaygın davranış biçimi, bekle gör değil, harekete geç ve gördür. Kimseyi umursamadan, kendi doğru bildiği yolda ilerlemek, ne ilerlemesi dolu dizgin koşmaktır. Doğal olarak bu tavır, etraftakilere, cüretkârca, saygısızca, patavatsızca gelebilir. Çünkü alışıldık yol yordam ve yöntemlerle pek uyuşmamaktadır. Politik yaşamım boyunca bu davranıştan pek ayrılamadım. Zararlarını da çok gördüm, çünkü sık sık fincancı katırlarını ürküttüm, ama nedense bu davranışı hep sevdim, hep benimsedim, hiç vazgeçemedim. Yazarlığım süresince de aynı şey oldu. İlk romanım Sis ve Gece'yi yazdığımda pek çok arkadaşım, "Bu kitaba polisiye deme, seni polisiye yazarı diye küçümserler," diye beni uyardı. Ama ben inandığım şekilde davrandım. "Sis ve Gece polisiye romandır," dedim. Bunu biraz da cüretkârca, kimilerine göre pervasızca söyledim. Belki başka türlü söylenebilirdi. Ama ne yapayım, benim tarzım bu. Tabii karşılık hemen geldi. Kimileri benim polis yanlısı olduğumu öne sürdü, hatta biri çıktı romanın sonunun bir başka kitapla benzeştiğini, çalmış olabileceğimi bile yazdı. Üstelik bunu söyleyen, yazan insanlar edebiyat dünyasında çok saygı duyduğum kişilerdi - ki onlara hâlâ saygı duymayı sürdürüyorum. O zamanlar dünya başıma yıkıldı sanmıştım. Önce kör bir öfkeye kapıldım. Çünkü haksız olduklarını düşünüyordum. Sonra, onları anlamaya başladım, sonra onların da benim gibi insan olduğunu fark ettim. Kendimi onların yerine koydum. Alışılmadık bir şekilde edebiyat dünyasına giren genç bir yazara tepki duymalarını anlamaya başladım. Anladım ama onlara hiçbir zaman hak vermedim. Çünkü yaptıkları doğru değildi. İlk romanımda yaşadıklarım, çok daha önemli başka bir olguyu kavramamı da sağladı: Yazarın yalnızlığını. Yazarın yalnızlığının iki temel olgunun üzerinde yükseldiğini düşünüyorum: yazarın bağımsızlığı ve etik anlayışı. Yazar, egosuyla, vicdanı arasındaki o fırtınalı ilişkiyi, özgürlüğüne ve etiğine zarar vermeden kurabilmelidir. Bu ilişkiyi kuramazsa, yukarıda sözünü ettiğim türden yaratılmamış yapıtların harcını karması pek olası değildir. Çünkü eleştiriyi reddeden bir ego, kusurların ayrımına varılmasını engeller. Öte yandan özgüvenini yitirmiş, yapıtları ve kendisi hakkında hep başkalarının değerlendirmelerine muhtaç olan bir yazar özgürce yaratamaz. Yazın dünyasının hiç ulaşılmamış kıyılarına asla ulaşamaz. Buna cesaret bile edemez, çünkü yeteneği, zekâsı, duyguları, düşünceleri, o güne kadar yaratılmış olanların belirlediği ölçütlerle sınırlanmıştır. Daha önce yaratılmış olanın ölçütleriyle kendini sınırlayan bir yazarın, yazın dünyasına yeni ölçütler getirecek, yapıtlar ortaya koyması beklenemez. Vasatı kırmak için, vasat olmayan düşünce ve yaratıma gereksinim vardır. Hele hele devletin, ulusun, dinin, ideolojinin ve tabii aşkın tabu olduğu bu güzel, bu zavallı, bu çaresiz ülkede. Aşk sözcüğünü boşuna kullanmadım. Sözü son kitabım Aşk Köpekliktir'e getireceğim. Aşk Köpekliktir'i yazarken de benim için temel endişe, farklı bir kitap yaratamayacağım duygusuydu. Kitabın adından tutun da, kurgulanış biçimine, aynı temayı on ayrı öyküde anlatmayı seçiş yöntemime kadar, hep aynı endişe yönlendirdi beni. İtiraf etmem gerekirse, Aşk Köpekliktir benim için bir tepki kitabıydı. Her ne kadar öteki kitaplarımda tepki varsa da, bu kitabın tepkisi daha somut bir noktaya yönelmişti: Aşk gibi sıra dışı, yabani, hiçbir mantığa dayanmayan, insanoğlunun en özgün varoluş durumlarından biri olan o olağanüstü duygunun endüstrileştirilmesine. Bu nedenle daha kitabın adında bu tepkiyi belli etmeyi seçtim. Bir tür meydan okuma, bir tür kışkırtma, bir tür tartışmaya çağrı. Kısmen başarılı da oldum. Kısmen diyorum, çünkü daha çok kitabın adı etrafında bir tartışma çıktı. Her ne kadar konu aşk meselesinin tartışılmasına geldiyse de, genellikle kitabın kapağı geçilip de, içerisine, içeriğine sızılamadı. Genellikle diyorum, çünkü kitabın içeriği üzerine yazan, eleştiri getirenler de oldu. Tabularla dolu bir ülke Kitabın ismine duyulan tepki, iki nedenden kaynaklanmaktaydı. İlki, yukarıda da söylediğim gibi ülkemizin değerler sisteminde hâlâ tabuların egemen olmasıydı. Bu ülkede hâlâ din, devlet, ulus, ideoloji tabuydu. Şimdi anlıyordum ki, bu konulardan biri de aşktı. Sanki bu ülkede her gün aşk cinayetleri işlenmiyor; sanki bu ülkede aşk sadece en güzel, en iyi, en yapıcı yönleriyle yaşanıyor. Sanki bu ülkede aşk bütün sorunları çözüyormuş gibi, 'Aşk Köpekliktir' ismi, en sağcısından en solcusuna, en ciddi köşe yazarlarından, en ucuzuna kadar birçok kişiyi harekete geçirdi. Üstelik benim ne aşka, ne âşıklara hakaret etmek gibi bir niyetim yokken, üstelik öykülerimde aşk olanca gerçekliği içinde anlatılırken. İkincisi ise önyargılardı. Türkiye'de bir yazar alışık olmadığımız bir başlık mı attı, mutlaka kötü bir niyeti vardır. Türkiye'de bir yazar hassas bir konuyu mu anlatıyor, ya çok satmak istiyordur, ya da ünlenmek istiyordur. Peki, bu yazar gerçekten de yazdığı konuda insanları sarsmak istemiş olamaz mı? Bu yazar, herkesin ortak kabulleri olan bir konuya, -tıpkı her yazarın yapması gerektiği gibi- farklı, aykırı, muhalif, değişik bir açıdan bakmak istemiş olamaz mı? Kimse bunu düşünmek istemiyordu. Çünkü İsa'nın söylediği gibi köyden peygamber çıkmazdı. Bir yazarın kitabına bu türden başlıklar koyabilmesi için mutlaka yabancı olması gerekirdi. Örneğin, 'Lolitta' gibi bir konuyu kaleme almak için, Vladimir Nabakov olmak gerekirdi. Eğer bunu bir Türk yazar kaleme alsaydı, devlet kitabı yasaklamasa bile ahlâk havarileri, yazarı çoktan sapık ilan ederdi. Ancak Charles Bukowski gibi bir yazar 'Dünyanın Bütün *** Delikleri ve Benimki' gibi bir başlık kullanabilirdi hikâyesinde. Ancak Marquez gibi bir yazar kitabına Benim Hüzünlü ******larım adını verebilirdi. Cinselliği yazmak için Henry Miller ya da Anais Nin adını taşımak gerekirdi. Evet, gerçek buydu. Yaşananlar bana bir kez daha bu acı gerçeği gösterdi. Bu gerçeği fark ettikten sonra, kendime, keşke kitabıma bu adı koymasaydım, diye sorduğum anlar olmadı değil. Ancak bu düşüncelerim çok sürmedi. Giderek kitabıma bu ismi koymakla ne kadar doğru bir iş yaptığımı anladım. Doğru yapmıştım, çünkü doğru olduğuna inandığım bir projeyi yaşama geçirdim. Doğru yapmıştım, çünkü bu benim dünyaya bakışımdı, bu benim dünyayı algılayışımdı. Çünkü bu benim özgürlüğümdü. Ve etik anlayışımla hiç çelişmiyordu. Bugün kitabımın yayımlanışının üzerinden aylar geçtikten sonra, olaylara daha sakin baktığımda, kendi kendime şöyle mırıldanıyorum. İyi ki bu kitabı yazmışım, iyi ki kitabıma 'Aşk Köpekliktir' adını koymuşum, iyi ki yaşamlarını tabularla sınırlayanlardan biri değilim. Ahmet Ümit... Radikal 29/04/2005 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.