Jump to content

Çocuklar ve Yoksullar....


raskolnikov

Önerilen Mesajlar

Ölmeden önce bir çocuk manifestosu yazmak istiyorum, ama çocuklar dilsizdir işte, kuşlar gibi cıvıldaşırlar.

 

Dili mırıldanır çocuklar, öğrendikleri sözcükleri, dünyayı ve dünya üstündeki şeyleri anlamlandırmak üzere söylemezler, ha bülbüller ötmüş, ha çocuklar konuşmuş, aynı sonsuz ahenkle titreşir sesleri...

 

 

 

Yıllar önce bir arkadaşım, 'Ölmeden önce aşık olmak istiyorum' demişti, 'aşık ölmek istiyorum." Şimdi yaşamıyor, ve öldüğünde dilediği gibi aşıktı, "Ben ölmeden önce çocuk olmak istiyorum" demiştim ona, çocuk olmak istiyorum, hâlâ... Dünyaya ve üstündeki her şeye, çocukluğumun büyülü ışığıyla bakmak istiyorum yeniden, beni karıncalarla, taşlarla, kuşlarla, böceklerle eşitleyen o ışık gözlerimi bürüsün...

 

Çocukken bizim dışımızdaki her şeyle, tüm varlıklarla aynı düzlemde yer alıyoruz, toprak düzeyindeyiz, evrenin sonsuzluğu içinde yapayalnız değiliz. Korkuluyuz ama korkumuz da kuşların korkusu gibi. Annelerimizin eteğine yapışsak da, o anda hissettiğimiz korku bütün diğer canlılarda var olan korkuya eklenir. Ne zaman ki büyüyoruz ve bir kırılma yaşıyoruz, o ışık, bizi tüm varlıklarla eşitleyen ışık, geri çekilmeye başlıyor, solarak yalnızlaşıyoruz; yapayalnız kalıyoruz ve artık bu yalnızlıktan çıkış yok, ondan sonra ortaya koyduğumuz her şey yitirdiğimiz o ışığın üzüntüsü ve arayışıyla dolu, önemsediğimiz ve yücelttiğimiz her şey... Arkadaşlık, kardeşlik, eşitlik, dostluk, aşk, sanat... Aşık olduğumuzda, ve benzersiz bir şey yarattığımızda o ışık sanki bize geri dönecekmiş gibi olur. İşte bunun için de zaten aşk bir anımsamadır diyoruz. Bize, yitirdiğimiz o ışığı vaat ettiği için...

 

İnsanın büyürken masumiyetini kaybetme hikâyesi bence onun büyük hikayelerinden biridir, hâlâ yazıyorsam, o ışık gözlerimden çekilmeden önce her şeyin nasıl da başka türlü göründüğünü unutamadığım içindir, çekilip gittikten sonra her şeyle arama giren uzaklığa katlanamadığını içindir, şimdi ancak, çocukluğumda yaşadığım o sonsuz çarpıntılı mutluluğun anısını diri tutmaya çabalayabilirim, o ışık geri gelmeyecek biliyorum bunu, yitirdim, söndü...

 

Oynarken ayağım taşa mı takıldı, öyle mi yitirdim masumiyet ışığımı, hayır... Büyüklerin yarattığı basınç yüzünden zihnimde bir çatlak oluştu, ışığını kaybetmiş insanların kurduğu cümlelerin gürültüsü o çatlaktan içime doldu, kırıldım ve öyle çekildi...

 

Ben çocukluk ışığımı, masumiyetini kaybetmiş büyüklerin diline çarparak yitirdim. Dile yaslanarak yaşayan, dünyada sözcüklerle kalmış büyüklerin... Beni tanımlayıp beni bana takdim eden, kim olduğumu, yoksul olduğumu söyleyen, 'bir büyük insan tarafından yalnızlaştırıldım, o bana kim olduğumu söylemeden önce ışık içinde yüzüyordum, görünmezdim, kendime onun sözüyle baktım ve kırılma, kopuş öyle başladı.

 

Bir duvar dibi bile büyülüdür çocukken, ey büyükler hatırlayın, ışık çekilmiş sizden, ışık sözcüğü kalmış dilinizde...

 

Şimdi düşünüyorum da, bu o kadar temel bir meseleyse, ki ben öyle görüyorum, kalemimi burada tutmalıyım ve bunun öneminde diretmeli-yim. Israrla tekrarlıyorum, o ışığı yitirmeden büyüyebilmenin imkânı var mı, varsa bulmamız gerekiyor.

 

Varsa, ne yapıp yapıp o ışığı kendimizde alıkoymamız gerekiyor, kaybetmeden büyüyebilmek mümkün, evet, öyle büyüyebilen insanlar var, ben yoksullardan o ışığın hiç çekilmediğini hissediyorum, nasıl öyle kalabildiklerini anlamaya çalışsak, insanlığın geleceği adına önemli bir bilgiye ulaşacağız belki de.

 

Olur ya, bu arada benim bir düşüm de hayat bulur, dünya yüzündeki insanlar yoksullukta eşitleniverirler. Çünkü aynı zamanda ben gerçek eşitliğin ancak herkesin yoksullaşmasıy-la mümkün olabileceğine inanıyorum, içten içe buna inandım hep...

 

Zenginler arasında böylesi bir kırılmadan geçmeyen, masumiyet ışığını koruyarak büyümüş insanlar yok mu?

 

Var, elbette, öyleleriyle karşılaştığımda hemen tanırım ve bütün sınıfsal kalkanlarımı indiririm. O kişiler de kalbimde yoksullarla yan yana durur. Yoksulların arasından kimileri çıkıp gider, ışığını kaybeder, varlıklı insanlar arasından birileri o ışığı hiç kaybetmeden yaşlanabilir. Bu sezgiyle, bu bilgiyle nasıl masum kahnabil-diğini anlamaya çalışıyorum yıllardır, mutsuzluğun hangi durumda doğduğunu anlamaya uğraşıyorum...

 

İster buna kırılma diyelim, ister ışığın çekilmesi, sezgim, acıyı yaratan şeyin, evren karşısında duyulan yalnızlık hissi olduğunu söylüyor... Yalnızlaşmış insanların, kendilerine bir anlam arama dili kurmaları doğaldır, ya da işte, özünde bir yoksunluk dili olan, kendilerinden önce deryanın dışına uğramış solgun büyüklerin diline baş eğmeleri...

 

Anlamakta güçlük çektiğim şey, düşkünlerin dilinin nasıl olup da öyle azgınlaş tığıdır:

 

'Bundan sonra cümle cümle yaşayacaksınız hayatı, hadi bakalım, hizaya girin, anlamlı cümleler kurun ki, not atacağız biz size, çalışıp puan toplayın, eğitim, öğretim, okula gideceksiniz otuz yıl...'

 

Çocuklar gibi yoksullar da sözcükleri mırıldanır, tahakküm dilinden azat olmuşlardır, ha yoksullar konuşmuş, ha rüzgâr esmiş, yıldızlara doğru uçar ışıklanır sesleri...

 

 

 

 

Latife Tekin...

Birgün

07/07/2007

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...