raskolnikov Oluşturma zamanı: Ağustos 7, 2008 Paylaş Oluşturma zamanı: Ağustos 7, 2008 1 GÖKÇİMEN Gökçimen'i bilen azdır. Ankara'ya bağlı bir köydür bu. Bir küçük tepenin eteğinde elli kadar ev, bir cami, bir dibek, bir çeşme, bir yunak, bir çürük okul ve elli kadar gübreliktir. Evler yan yana, birbirine bitişik ve toplucadır. Hepsinin yönü güneyedir. Köyün ardında çamı, ardıcı tükenmiş bir dağ durur. Ön yanı açıklıktır. Bu açıklıkta Gökçimen'in tarlaları serilir. Tarlaların bir başından bir başına kırk dakikada yürünür. Bu açıklığın hepsi Gökçimen'in değildir üstelik. Evci köyünün tarlaları gelir Gökçimen'in koltuğuna sokulur. Bir yandan da Kayadibi köyünün tarlaları başlar. Arkadaki dağdan belli belirsiz bir su çıkar. Büküle büküle öteki köylerin topraklarına gider. İki kıyısına söğüt, kavak dikmişlerdir. Bağ bahçe yapmışlardır. Kimi yerler çayırlıktır. Köyün camızı, sığırı, sıpası buralarda yayılır. Yaz gelince de kesilmez. Gökçimen'in insanlarına, hayvanlarına yeter iyi kötü. Oysa çoğu köylerin suyu kesilir. Çiçek çimen, yeşermiş ot, ne varsa yanar kavrulur yazın. Çevre köylerde bir inanç vardır: "Gökçimen'in suyu kesilmediğinden, her yanı çayır çimendir. Çayır çimenin yeşili kızların gözüne yansır. Bu yüzden göküş olurlar. Eğer avucunda üç kuruşun var da kendine yeni bir karı almak istiyorsan, Gökçimen'e git, kız al!" derler. Geçen zamanlar bu inancı doğrulamış, çevrenin varsıllarını hiç yanıltmamıştır. Parayı kuşağına doldurup gelen, istenen altınları da takınca; beğendiği kızı ata bindirip götürmüş, gel demiş imama, kıydırmış bir nikah, ondan sonra istediği kadar çalıştırmış, istediği kadar çocuk doğurtmuştur. Yıllar geçip Gökçimenli kız biraz kocayınca, onu bir köşeye itmiş, belki onun kazancıyla, Gökçimen'e varıp bir kız daha almıştır. Karşıdan bakarsan Gökçimen'e çok para girer. Bu sözün karşılığını köylüler şöyle verirler: "Canım, kız parası değil mi? Elde avuçta eğleşmez ki... Tütüne gayfaya anca yeter..." Analarının, ebelerinin dediği gibi, bu köhne dünyanın üzerinde olanlar hep Gökçimenli kızlara olmaktadır! Sanki bir alın yazısıdır bu. Değişmez! Epeyce oluyor, erkekler Birinci Dünya Savaşı'na gitti. Seferberlik oldu. Yunanı kovdular. Cumhuriyet geldi. İkinci Dünya Savaşı oldu. Neyin nesi, kimin fesi olduğu belirsiz bir demokrasi çıktı. Yarım yurum bir okul geldi. Kaymakam uğradı. Evlere çantalı, pilli radyolar girdi. Gene de dipli köklü bir değişme olmadı yaşamda. Kızların alınıp satılması geleneği sürdü geldi. Daha da gidecek...ti! Velikul'un Dürü, geçen mayısta beşi bitirdi. Vekil öğretmen Kızılca'dan fotoğrafçı getirtip resmini çektirdi. Resimli bir diploma verdi Dürü'ye. Diplomayı aldıktan sonra göğüsleri kabarmaya başladı kızın. On üçünü bitirip on dört oldu yaşı. Anası saçlarını uzattı hemen. Boyalı iple, gök boncukla ördü. "Dorum kızım, döşlü kızım, göküş gözlü kızım!.." diyerek okşadı. "Dürü, o yazı, ana babasının yanında, bağda bahçede, toprakla uğraşarak, burçak yolarak, ekin biçerek, döven sürerek, saman çekerek, harman yeri süpürerek geçirdi. Çalıştı, pişti. Güz geldi. Güz geldi, unluk buğday yudular. Ardından bulgur kaynattılar. Çulları, cecimleri dam başına sermişlerdi. Bulguru kurutuyorlardı. Çabuk kurusun diye sık sık karıştırıyorlardı. Dürü, eline bir ayva almış, kemiriyordu. Dürü'nün yüzü, yanağı pembe, gözleri yeşildi. Gökçimen köyünün yeşiliydi tastamam. Ayva sarıydı. Dürü dam başında ayva kemirirken, at üstünde bir "herif' belirdi. Evin önündeki yoldan geçip gidecekti. Hızlı sürüyordu atı. Birden yavaşladı. Sol elini başına götürüp şapkasını tuttu. Sağ elinde kamçısı vardı. Gözünü kızın üstüne yapıştırdı bir süre. Sonra usulca, ağır ağır geçip gitti. "(Bu kızı Allah kendi yapıp yaratmış! Uzun uzun uğraşmış! Elini yüzünü, kaşını gözünü kendi tamamlamış. Kalfalara filan havale etmemiş!.. Böylesini Cenabı Allah ancak kendisi başarabiiir! Bravo!..)" dedi. Dürü titredi. Elinde ayva, kalakaldı öylece. Ağzındaki lokmayı yutamadı. Giden "herif'in ardından öfkeyle baktı. Bir süre sonra, hiç ayırdında olmadan, "Kudurası nalet! Tastamam bir nalet, başka ne olacak!" dedi: Anası işitti: "Ne o gıı? Kime "nalet" diyorsun?" "Geçip giden herife diyorum! Baktı bana!" "Baksııııın! Ne varımış bakmayla?" "İstemiyorum! Ona bak dedim mi?" Havana korkuyla doğruldu. Gideni araştırdı: "Haaa!" dedi birden. Aklı suya eriverdi, "Kabak Musdu gidiyor ay kızım! Hıyanet köpeğin biridir. Kuşağı para doludur. Baktı mı kötü bakar. Sen de ne dikiliyordun saçakta, elinde ayva? Tüh tüh! Gördün mü şimdi?" Dürü korktu: "Neden tüh çekiyorsun?" Havana başını eğdi. Bulguru karıştırdı. "Söylesene ana, neden tüh çekiyorsun?" "Yok bir şey! Yok bir şey!" dedi Havana. Kabak Musdu'nun ardından bir daha baktı. "Kudurası nalet!" dedi. Atın üstünde parçalanmış gibi duruyordu Kabak Musdu. Bağların arasına girdi. Ağaçların arasında yitti. Bağlar bitince yeniden beliriyor yol. Havana, gözlerini dikip beklemeye başladı. Bir süre bekledi. Musdu çıkmadı. "(Allah Allah, neden çıkmadı bu?)" dedi. Belki atın başını çekti, düşünüyor orda. Yooo; beri yandan çıktı birden! (Hay nalet!..)" Dönüp geri geliyor! "(Hay kudurup da yağlı kurşunlardan gidesi!..) " "İçeri gir Dürü! Hemen içeri gir gözel kızım!" Dürü koştu içeri: "Kudurası nalet!" dedi yeniden. Ellisine geldi Kabak Musdu. "(Böyle kızları görünce, zaten yumuşak olan yüreğim daha da yumuşar. Ne hikmetse, sadeyağ gibi eriyiverir!.. Bayılırım elini yüzünü Cenabı Allahın kendinin yaptığı kızlara!..)" dedi kendine. Ankara'nın bu köylerinden koyun kuzu toplar, götürür Et Balık Kurumu'na, yada kasaplara satar. Vekillere, elçilere mor lahana, bal, peynir götürür. Petekli oğul balı bulur. Ankara'daki Amerikan pazarlarından da mal alır, içerlere aktarır. Çankaya köşküne keklik, bıldırcın, av kuşu götürür. Ankara'da bir spor kulübünün onur üyesi. Partinin başkan vekillerinden hovardalık arkadaşları var. Kabak kafa, şiş göbek bir şey. Ağzı fişek kapçığı gibi, gümüş krom dolu. "(İnsan bu gözel dünyayı bir iki karıyla geçirecek değil ya! Variyeti, dirayeti, hem de şansı olan herkes bakmalı ötekilerini de tadına, ne sakıncası var?)" diye düşünürdü. Bir "Serkisof" saati, parmağında kocaman bir yüzüğü var. Yeni yeni tırnak kesecekleri, çakıları var. "(Gözel sevmek ayıp değil, yasak değil, günah hiç değil! Toprağımızda parayı veren düdüğü çalıyor çok şükür; karıyı kızı tespih gibi diziyor. Dahi Ankara'da!..)" derdi. Çakmağı, tespihi, içinde balık resmi görünen anahtarlığı var. "(Kelami Kadimin, Cenabı Allahın, büyük peygamberlerin, eşkıyaların hem de hocaların dediği, yaptığı bu değil mi? Nafakasını sağlayabildikten sonra, al alabildiğin, sev sevebildiğin kadar! Evet, yenilerini sevmekle, eskilerini de sefil ettiğimiz yok şükür!..)" derdi. Aynası, dürbünü, tabancası var. Cepleri aktar dükkanı gibi. Her şeyi var. (Yeşil gözlü, göküş kızlara bayılıp bitiyorum!)" derdi. Parası da var... Geldi kocakapının önünde durdu: "Gııı Havanaaa!" dedi. Havana seslenmedi. "(Eğer bu kapıdan bir kısmet varsa bize, yaşadık yolun sonuna doğru! Yonca yaprağı gibi ağzına tükürdüğümün kızı! Şu Cenabı Allahın ne hünerleri var dünyada!)" dedi. "Havana, gıı! Velikul evde mi? Kuzu alacağım!.." Havana yüzünü gözünü topladı yazmasıyla: "Bizde satlık kuzu yok Kabak Ağa, git işine!" "Başka iş de konuşacağım gı, yok mu Velikul?" "Yok, dedim! Kızılca'ya gitti, dönmeyecek!" "Gı o nasıl laf? Kendi yoksa, evi var! Aç kapıyı!" "Açamam! Sahibi olmayan evi nasıl açarım?" "Gı deli olma, hayırlı bir iş konuşacağım!" "Senin karnında hayır eğleşmez! Açamam!" "Allah Allah ve süphanallah!" dedi Musdu. "(Ulan ne kuduz karı! Şunun laflarına bak! Az önce gördüm kocanı bükecin başında ulan! Ama haydi! Neyse! Yüzüne furmayım yalanını! Saydığım yerler var!..)" Atını köy içine sürdü. Dürü, kapının aralığından başını uzattı: "Yılışık herif! Yok diyoruz, hala sırnaşıyor! Def olup gitmiyor!" Havana: "Durduğumuz yerde, gördün mü başımıza geleni ay kızım? Sen de eline bir ayva alıp ne dikilirsin o saçağa ay Dürüm? Gider babanı bulur şimdi! Kendir büküyordu..." Caminin dibinde yirmi kişi kadardılar. Velikul, kol çeviriyor. Dört beş komşu da, elinde birer kendir kolçağı, çeke çeke gidiyorlar. Bu telleri birleştirip urgan yapacaklar. Kabak Musdu indi attan. "(Sersem karı! Benim nasıl temiz yürekli, ne kadar yumuşak bir adam olduğumu sanki bilmiyor! Variyerimden, dirayetimden sanki haberi yok! Açmıyor kapıyı! Hem sersem, hem cahil, ne olacak?)" Atı yedeğine aldı. Yürüdü kendir bükenlerin yanına doğru: "Selaaam! Va aleyna aleykümselam ağalar!" Dürü çıktı içerden: "Gitti mi o kudurası, ana?" Havana'nın içi altüst. Elleri titriyor: "Gitti!" dedi. "Gitsin, bir daha dönüp gelmesin inşaallah!.." "Çok korkuyorum ana! Yüreğim güp güp furuyor!" Elini sol göğsünün üstüne koydu: "Şuna bak!" dedi. Yuvarlacıktı orası. Güp güp güp. "Şuna bak ana!.. ' "Ne bakayım deli? Benimki de furuyor!" Adamlar saygı gösterip selam aldı. "Hayrola Kabak Ağa? Neden döndün? Sormakta sakınca yok ya?" "Ha... şey... yok! Şey, Veli'yle konuşacağım. Yaniya Velikul'la! Satlık kuzusu olduğunu duydum da..." "He hı şey..." deyip duruşundan kuşkulandılar. Eski Muhtar Cemal sordu: "Koyun mu, kuzu mu?" "Kuzu kuzu... şey!.. İstediği parayı vermeğe hazırım! Bir görüşelim hemencik dedim." Velikul, bükecin başında, Kabak Musdu'yu görüyor, ama konuşulanları duymuyor. Kol çeviriyor habire. "Velikul burda... ama?.." dedi Eski Muhtar. "Senin dediğin kuzunun pazarlığı önce iki ahbap arasında açılır. İstersen alalım kendisini tenha bir yere gidelim. İstersen bize de gidebiliriz yaniya..." Havana: "(Çok göz-önü bir yere yapmış bu yıkılası evi yapan!)" dedi kendine. "Hiç insan getirir de köy içine ev kondurur mu? Şöyle bir kuytuya yapar... Eee; ne olacak şimdi?)" Dürü, "Korkuyorum ana, çok korkuyorum!..." diye bir ağlama tutturdu. "Anacığım... anacığım!.." "Anacığının adı batsın! Sen korkuyorsun da ben korkmuyor muyum köpeğin eniği? Eline ayva alıp ağzını doldura doldura dikelmeseydin yolun annacına! Şimdi de "Korkuyorum anacığım! Korkuyorum anacığım!" diyorsun! Korkmadan git! Baban olacak herif de bükecin başındadır şimdi!" Kabak Musdu: "Çok memnun olurum Cemal! Eve gidersek haggaten iyolur! Velikul'a haber ver, tez gidelim! Yaniya ben bu işe birden karar vermiş değilim. Eski fikrim..." Elindeki kamçıyı tozluklarına vurdu şap şap: "(Soyka Havana, Kızılca'ya gitti diyor! İşte kıstırdım kocanı!.. Görgüsüz karı, gel buyur dersin! Hoş geliş edersin! Çay pişireyim mi, çalkama yapayım mı? dersin! Allahın buyruğuyla, peygamberin kararıyla kızına müşteri oluyoruz, ne suratını asıyorsun? Hiç mertebe, hüsnü tabiyat yok mu sende? Bu edepsizliğinle o gözel kızı nasıl doğurdun, nasıl büyüttün?)" Sokurdandı böyle. Velikul: "Valla, işimizi bitirmeden nasıl gideriz Cemal?" dedi. "Bitirelim ondan sonra! Sorsana, ivmecesi neymiş?" "İvmecesi neymiş olur mu? Önemli işi vardır! Alışverişçi adam! Bir an önce cevabını alıp gitmek ister: Olur olur, olmaz olmaz!.." "İyi ya, beklesin madem! Urgan büküyoruz!" "Aksilik etme ulan; bükeci veriz komşulara! Tire sicimi olacak değil ya senin danaların ipi! Ha biz, ha onlar! Komşular yapıverir. Biz de gider konuşuruz!" Zorla kalktı Velikul. Yerine bir adam oturttular. Eski Muhtar Cemal de kendi yerine birini buldu. Kabak Musdu'nun yanına vardılar birlikte. Saygılıca durdular önünde. Musdu: "Merhabalar olsun Velikul!" dedi. Velikuİ kısaca, "Merhaba!" diye aldı selamı. Üçü birlikte yürüdüler. Arkaları sıra Şakir Hafız da geldi. "Şayet bir sakıncası yoksa ben de geleyim!.." diye ağız yaptı bir de. "Hayırlı konuşmalarda bulunmayı severim!" Kabak Musdu baktı: "(İstemez, kal ulan!)" diyecekti, düşüncesini değiştirdi: "(İş yokuşa ağarsa yardımı dokanır!)" diye geçirdi içinden. Sonra: "Yok canım, ne sakıncası olsun! Daha faydan dokanır; gel gel!" dedi. Yürüdüler. Dibeğin başına bir küme karı toplanmış. İkisinin elinde soku var. Keşkek dövüyorlar. Sokuları indirip kaldırdıkça "Hık!" ediyorlar. Kurumuş kocakarılar. Otuzundan yukardan. "(Genç olacaklardı da sokuyu salladıkça turunçlarını görecektik! Gerdire gerdire patlatırlar gömleklerinin göğsünü!)" Elinde kalbur, çuval tutan karılar usulca arkalarını döndü. "Birkaçı: "Ne nalet herif! Yiyecek gibi bakıyor köyün karılarına!" dedi. Ama bu sözler, dilleriyle dudaklarının arasından ancak bir fısıltı kadar çıktığından, kimse uymadı, anlamadı. "(Kıç döndü soykalar!.. Karı kısmı kocayınca işte böyle kıç dönüyor. Dönün ulan! Adamın kuşağı dolu olunca genci bulunur bunun! Genci, hemi de koklanmadık dormurcuk gülü de bulunur!..)" Cemal'in kocakapının önünde bir dut ağacı. Fidanını ziraattan yedi buçuk liraya almıştı. Aşılıydı. Epeyce boylanmıştı beş yılda. Dibinde kazlar var. Mal maşat zarar vermeyecek sertliğe gelmiş. "(Dut ağacı dut verir!)" dedi Musdu. İçinden aynı şeyi Cemal de geçirdi. " (Yaprağını kıt verir! Oğlan büyük... kız küçük... Sarılması tat verir!)" Cemal yan gözle Kabak Musdu'ya baktı. "(Ayı!..)" dedi içinden. "(Ayı, ayı!.. Tadı tuzu olmaz bu işin, ayı!.. Biri bir tel, ince bir çayır! Öbürü kooskoca bir ayı!..)" Köpek ayaklandı. "Suuuuust!" dedi Cemal. "Yat aşağı!.." Köpek yattı aşağı. Musdu'nun atını sayvana bağladılar: Heybesini indirdiler. Şakir Hafız oraya, duvarın dibine su döktü. Sonra çıktılar yukarı, Cemal'in konuk odasına. "(Aaah; olanak!)" dedi Cemal içinden. "(Bunun da miyadı doldu, benimkinin!.. Azıcık olanak olsa; aah!..)" Sonra yüksek sesle, "Kalk bize birer çalkama yap Güssün!" dedi. Karısı, teknenin başına oturmuş tarhana karıyordu. Güssün'ün yanında görümcesi var. Yardım ediyor. "Hemen kalkayım, siz geçin!" dedi. Geçip döşeli odaya oturdular. İçerisi ayva kokuyor. Yüklüğün altı ayva dolu. Sarı bir mısır asmağı damın merteğine bağlanmış. Duvarda bir de pazen entari sallanıyor. Kırmızı kocaman güller var entarinin her yanında... "(İlle de şu ayva kokusu yarabbim! Ulan bu dürzü Velikul'un kızında ne var böyle, birden furdu beni? Allah Allah ve süphanallah!.. Pek de birden sayılmaz ama? İşte... Canım, tutup da tadına mı baktık? Gene birden sayılır...)" Dibeğin başındaki karılar: "Üçü bir olmuş, Şakir Hafız'ı da almış, acap ne yapmağa gidiyorlar dürzü Cemal'in evine? Velikul, koyun kuzu, dana düve mi satacak? Yoksa petekli oğul balı mı verecek Almanlar, Amerikanlar yesin diye?" Kendir bükenler: "Kıvratın ağalar kıvratın Velikul'un ipini! Şimdi döşeli odaya girip pazarlığa oturdular. Velikul, paragözün biri. Şakir Hafız derseniz ara bulmayı sever. Kabak Musdu kendi açıkgözün teki olduğundan bu iş biter bugün! Eski Muhtar Cemal'a gelinceee!.. Cemal'a gelince... Ulan senin ne çıkarın var da alıp götürdün bunları evine ay kara dinli dürzü?.." Kahveci Koca Linlin geçiyordu: "Enayi enayi soruyorsunuz!" dedi. "Bu köyde Şişgöbeğin esas bok yedicibaşı kim? Eski Muhtar Cemal! Dürü'nün pazarlığı kesildi de pey verildi mi, Cemal belki de Velikul'dan daha çok kazanır dolaylı olaraktan..." Dürü, kapandı ağlamaya. Hayat duvarının dibine çöktü, kalkmadı: "Ben de Elmalı'ya kaçar, Haçça teyzemin yanına saklanırım! Gelmem geriye! Benim gibi bir kızınız yok derim! Haber yollasanız da gelmem!.." "Erişikli baban bilmez senin oraya gittiğini de saklanırsın! Hem dur bakalım, kim bırakıyor Elmalı'yada kalkıp gidiyorsun ay deli?" "Giderim! Ruhunuz duymaz! Bugünden giderim!" "Bırak zırlamayı eşşeğin dölü! Belki baban keser atar, "Benim bu işe rızam yoktur; hemi de kızım daha küçüktür!" der, bin yılın başında adam gibi bir laf eder..." Dürü: "(Şeklim şüphem kalmadı artık! Anam da benim gibi korkuyor!)" dedi. Daha çok ağlamaya başladı: "Çileli başım! Kadersiz başııım! Kara yazılı başıııım! Onmadık başıııım!.." Havana'nın bir güleceği geldi: "(Tırnak kadar şey! Çok gözel yaslar öğrenmiş! Çok da ufacık! Ben buna nasıl dayanırım ay gözel Allahım?)" Fakir Baykurt / Tırpan Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.