Jump to content

Ölü Düşlere Otopsi...


boogee

Önerilen Mesajlar

Nabız zorlar, çözerim gözlerimi,

kendimle oynadığınım oyunu bitiririm..

Gelmeye çalışırım gittiğim yerlerden zordur kendime dönüş, artık bilirim..........

Şimdi, gecenin bir vakti,

erken ve hesapsız devinimlerimde inceldiği yerlerden kopmasına izin verdiğim bir şeyleri bağlamaya çalışıyorum...

Onarılması zor yanlarımı anestezik yazılarla uyuşturuyorum...

Herkese bir şeylerin açıklamasını yapmaya çalışan ben,

herkesin sorunlarının cevap anahtarlarını çoğaltmaya uğraşan ben,

anahtarını kaybetmiş bir çilingir gibi dışarıdayım şimdi...

Üşüyorum, sabah güneşinin aydınlığı ortaya çıkarıyor karanlığımı

ve ben karanlıkta görebiliyorum ama üşütüyor beni görebildiğim her şey...

Üflediğim zaman geçmişin tozlarını, geleceğin pasları ortaya çıkıyor sanki...

Hiç tanımadığım insanlar hakkında bildiklerimi, kendime ait bilgisizliğe dönüştüren ne???

O bir türlü dindiremediğim en derinlere inebilme isteği mi???

Yoksa başkalarının yaşamlarını, aşklarını, acılarını paylaşırken,

bir türlü kendi iç dökümünü kimseye yapamayan kalbim mi???

 

 

 

 

Nedir, içimi en acıyan yerlerinden mühürleyen?

Nedir insanı en yükseklerden kuytulara sürükleyen?

Ve konuşur içim, dudağımı ısırırken düşlerim:

"Aşk; ihanetine bile ihtiyacım var...

Artık biliyorum... Yokluğunda çoğalıyor yokluklar..."

 

 

 

 

Şimdi ben, vaktin ağır aksak ivmesinde,

bir sigara paketinin arkasına yazmış olduğum imlası alkollü şu satırları okuyorum:

"Gözlerimle kurşuna dizebilmek için seni, son bir hoşçakal ıssızlığını

yaşayabilmek için geldim kapılarına korkma

içeri girecek değilim sadece kapına asılı kalsın istedim dualarım, gözlerim ve tüm düşlerim..."

Bir "Hoşçakal" ıssızlığıyla kalmak nedir bilir misin?......

Bilir misin ardından kapanan kapılara asılı kalan göz bebeklerinin inanılmaz harabeliğini?

Tüm anlamlarını kaybetmiş bir alfabeyle, "Lütfen" kelimesini kekeleyebilir misin?

Defalarca yutkunarak ve direnmeye çabalayarak gözlerini sürüklemeye hazır sele

nasıl "Kendine iyi bak" denir bilir misin?

"Sen de" dendiğinde çoktan dağılmış yanlarını saklayabilir misin?....

Aşkın ihanetini bile özleyecek kadar, Aşkı sevebilir misin?......

Aynaya baktığımda bu sabah, canlanmak için sabırsızlanan bir heykel duruyordu karşımda...

Nedense bu sabah erken başladım içmeye, nedense erken uyandı,

içimdeki kozasını kalın ören duygu sinsilesi.

Kozasından çıkabilmek için tek kanadını feda etmeye hazır bir kelebek gördüm içimde bu sabah.

Ve hatırladım ne kaldıysa dün geceden...

Suskunluğum yeni cinayetler tasarlıyordu

Eski tanıdıklar geçiyordu içimden...

 

 

Üçüncü tekil şahıs olarak, nesnesiz ve kimsesiz kurabildiğim tüm cümleler,

tek tek yıkılıyor işte bu sabah...

Kendimi düelloya davet ettim bu sabah.

Senin için düello eden iki erkek, ikisi de benim...

İkisi de ölecek ve sen gideceksin, ben kalacağım cesedimle,

yine gömüleceğim içime, kendimi bulamayacak kadar derinlere...

Oysa ne kadar huzurdun, ne kadar bendin,

biliyorum belki uzaktın ama o gece uyuduğumda suydun, başucumdaydın..

Uyandığımda yoktun devrilmişti bardak akmıştı su...

İçimde; bir düşün yükseklerden düşme korkusu...

Okuduğun bu darmadağın yazı,

darmadağın bir Pazar sabahında kendime özgü bir sen anlatımıdır sadece.

Satır aralarında saklı hiçbir anlam kendimden sakladığım,

yüzleşmeye korktuğum anlamları açıklayabilecek kadar cüretkar değil...

Seni özledim sevgilim...

Sana sevgilim dememi yadırgıyor musun sevgilim?

Çocuk yanlarımın kimliğini sana gösterebilmek isterdim sevgilim...

Aşkın ihanetine bile ihtiyacım olduğunu bilebilmeni isterdim,

Sevgilim...

Çok eski bir zamanda ailesiz, oyunsuz,

şaşkınlığını ve açlığını örtbas etmeye çalışan gözleriyle, kimseyle konuşmayan,

baktığı her şeyi anlamaya ve küçük aklına sığdırmaya çalışan bir çocuk varmış.

Üşümesini ve açlığını sıcacık düşleriyle örtermiş küçük çocuk...

Susarmış susmasına, düşleri büyürmüş,

bedeni açlıktan küçülürken yine de direnmeye çalışırmış küçük busesinden taşan yaşlarına...

Bir gün düş tacirleri gelmiş küçük çocuğun büyük şehrine...

Büyük paralar veriyorlarmış büyük düşlere...

Açlığından, üşümesinden bitkin düşen küçük çocuk daha fazla dayanamamış.

Satmış düşlerini...

Sahip olduğu tek varlığını da takas etmiş düş tacirleriyle..

Aldığı paralarla karnını doyurmuş, üstünü örtmüş küçük çocuk.

Ama şimdi daha çok üşüyormuş..

Şimdi midesi aç değilse bile içinde

bir yerlerde bilemediği bir yanları acıyormuş tokluk açlığından...

 

 

 

 

Şimdi senden bana kalan ne bir resim ne de yüzünü anımsatacak bir hayal bıraktın

zaman denilen ve senden olan şerefsizin işbirliğiyle...

Ama sen unuttun mu yoksa şizofren oyununda sürükleyici bir sahne yaratma düşüncesi miydi bilmiyorum...

Seninleyken yap-bozundaki yanlış adlandırmalarına kurban giden soğuk benliğime ters kaynayan kalbimin alt katındaki eksik çocukluk geçiren mide ağrılarım seni hatırlamaya ve yaşamaya yetiyor.Onun için ülser krizim

başladıkça sen daha bir sen oluyorsun ruhum tırmıklanırken midem ağrıyor ve kalbim aldanıyor yine aldatan sana...

 

 

 

 

Satılık düşün var mı sevgilim?

Bu yazının ilk harfinden bu yana üç saat geçti.

Bu yazıyı yazan parmaklardan kaç ömür geçti,

kaç ütopya kendi okyanuslarında kayboldu sen bilemezsin...

Kaç Eylül' de dirildim daha Mayıs'taki cesedimi toprağa vermeden.

Kaç kere bu mevsimde kıyılara vurdum, karasularımın genişliğinden...

Yılın en güzel ayı Eylül değil mi sevgilim?

En güzel anın sen olduğun bir mevsimde

Hikayelerim bittiği zaman, sana çocukluğumu anlatırım...

Sıkılmayasın ve hüzünlenmeyesin diye başka çocukluklardan mutlu alıntılar bile yaparım.

Aşkın, onurun ve iyi bildiğim her şeyin,

çocukluk kütüphanemdeki kitaplarımda yazılı kaldığı zamanlarımı anlatırım sana.

O kitapları okuyarak nasıl büyüdüğümü,

büyüdükçe küçülmenin ne olduğunu anlatırım...

"Çocukluğun bittiği zaman ne anlatacaksın?" diye sorma sevgilim...

Çocukluğum bittiği zaman kendimi terk ederim...

 

 

 

 

Bu yazı bir pul istemez sevgilim...

Bu Pazar sabahı hissettiğim her şeyin, bir ana fikir istemediği gibi...

Keşif atlaslarında ikimizi işaretlemeye kalkıştığım bu Pazar sabahında,

bildiğim tüm gemicileri konuk ettim sana yazdığım bu yazıya...

İstedim ki bağlayabilsinler inceldiği yerden kopmasına izin verdiğim onca şeyi...

Amacım; en çözülmez düğümde buluşmaktı seninle...

Sonbaharın en inatçı yaprağıyla dalı gibi...

 

 

 

 

Şimdi uzaktasın

Yaşıyorsun kendi şehrini

Surlarında boşuna bekleme geceni

Bir Pazar sabahı şehrine geleceğim sevgilim

Gözlerimle kurşuna dizebilmek için seni....

 

 

Artık Pazar değil, sabah da değil...

Kendinden bir şeyler çıkarmaya çalışmanın,

en karanlık labirente girme cüreti istediği, birimi umursanmaz, bir dingin zaman şimdi...

Seninle ve kendimle konuşmaya başladığım, giderek,

tanımadığım insanlara şahitlik yaptığım zamanların, tutanakları bu harfsel coşku.

Tahribatı yüksek, zaman ayarsız duygular sana yapmaya çalıştığım tarifler.

Akan suyun, yatağını bulduğunu sanıp durgunlaşması,

yatağından kovulup tekrar çağlaması bu sezinlediğin gel-gitler...

Aslında: gidilecek yerin aynı olması bu gelmeler

Barındıracak anlamı bile olmayan yerlere sığınmayacak kadar cesur,

sığındığı yerlerde fazla kalamayacak bir göçebe kadar korkak olmanın gel - gitleri siniyor kelimelere...

Yine de bu yazıya başladığımda biliyordum keşif atlaslarında ikimizi işaretlemenin zorluğunu...

Yırtılan onca yelkenime rağmen hazırdım fırtınalarının hırçınlığına....

Kayıp adaları geçecektim,

En derin okyanusları içecektim,

Yeni kıtalarda oyalanmayıp bulacaktım şehrini,

Gelecektim...

Gözlerimle kurşuna dizebilmek için seni...

Adressiz sorgulara bulaşmayan, hiçbir nedene ihtiyaç duymamasına rağmen,

çok sebebini kendi içinde gizleyebilen, zamanı bazen birimsiz, bazen çekilmez bırakan,

dibine kadar yaşanmasını kendiliğinden zorunlu kılan, duygusal bir coşkuydu yaşadığımız...

Göz ucuyla aşka bakarken gizliden gizliye,

Adlandırmaya çalıştığımız....

Yokluğun, ismi bile henüz konmamış bir çocuğun ağlamasıdır şimdi.

Yine de o çocuk ödedi ne varsa aşkın vasiyetinde yazanı.

Ve ben bir vasiyet gibi saklıyorum ne kaldıysa bana senle yaşanan özlemi...

Bir Pazar sabahı ansızın ve hiçbir şeyin hesabında olmaksızın

çıkıp geleceğim geleceğim şehrine gözlerimi bırakacağım gözlerine ve birkaç kurşunu...

Yığılıp kalabilmek için ellerine...

...Alıntı...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Satılık düşün var mı sevgilim?

Bu yazının ilk harfinden bu yana üç saat geçti.

Bu yazıyı yazan parmaklardan kaç ömür geçti,

kaç ütopya kendi okyanuslarında kayboldu sen bilemezsin...

Kaç Eylül' de dirildim daha Mayıs'taki cesedimi toprağa vermeden.

Kaç kere bu mevsimde kıyılara vurdum, karasularımın genişliğinden...

Yılın en güzel ayı Eylül değil mi sevgilim?

En güzel anın sen olduğun bir mevsimde

Hikayelerim bittiği zaman, sana çocukluğumu anlatırım...

Sıkılmayasın ve hüzünlenmeyesin diye başka çocukluklardan mutlu alıntılar bile yaparım.

 

kardeşim, canım.... yüreğine sağlık, ellerine sağlık... umarım düzelir bütün yaşamın....ne demiş şair - ki hep söylerim bu sözü - "yeter ki kararmasın sol memenin altındaki cehavir"

--------------------

http://www.yasaktube.com/index.php?tag=hareket+vakti&type=tag

 

okuduğumda aklıma gelmişti, belki anlamsız olabilir ama aklıma ilk gelen bu oldu...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Adressiz sorgulara bulaşmayan, hiçbir nedene ihtiyaç duymamasına rağmen,

çok sebebini kendi içinde gizleyebilen, zamanı bazen birimsiz, bazen çekilmez bırakan,

dibine kadar yaşanmasını kendiliğinden zorunlu kılan, duygusal bir coşkuydu yaşadığımız...

Göz ucuyla aşka bakarken gizliden gizliye,

Adlandırmaya çalıştığımız....

 

 

Bazen yaşaman gerekir,hiçbir sebebi yokken üstelik...çünkü aşk,bir nedene bağlamadan sevmeyi gerektirir...şartlandırılmış duyguların mahsulü değildir ki...Duygular rüzgara karışır,rüzgar savurur,kalplerimizin en verimli köşesinde can bulur aşk...

 

Teşekkürler boogee...Yaşayan bilir....:(

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Zeki Kumova 'nın şiir. Bir çok yerinde ve aslında Kumova'ya ait diğer şiirlerde de Murathan Mungan tadı aldım ben. Ve bir de benim okuduğum versiyon şu şekilde başlıyor ekliyorum ;

Yüreğinizin devrik hükümdarlığı

İsyanın eşiğindedir

Artık her şeyin boşluğunda salınırken

Her şeyden tanım çıkarmaya ve anlam bulmaya zorlanırken

Yabancılar kolonisidir her bildik sima

Bir amaçsızlık yatağına varmaktadır her eyleminizle içinizde yükselen nehir

Şimdi;

her yaşadığınız bir fotoğraftır

incelen ve giderek soluklaşan her bakışta

yüreğinizde bir telaş

hazırlanır yeni bir milada............

 

Yaşama ve aşka dair gizleriniz ayaklandığında bir özlem parçalar sızlayan yüreğinizin kapakçıklarını.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Her Aşk İntihar Eğilimlidir

"bil ki sevgili,

her aşk; er geç ayrılığın onayından geçecektir

ve elbet her yaşamı

ölüm tasdikleyecektir...”

I

sığındığımız deniz fenerinde

suları çekilmiş bir okyanus zaman

zırhlı bedenlerin, saydam ruhlarıyız

infialden inzivaya dönen bir mevsimde

artık kendi med cezirimize hazırlanmalıyız....

görüş mesafesi acılar kadardır

bebeğini düşürmüş gözlerin

ve zamanla sıvanmış duvarlar gibi

aşk en derin çatlağıdır tarihimizin...

kundaklanmış ömrümüzden

arda kalan küller

ve isli ayna kırıkları

etimize hükmünü çoktan yitirmiş fermanlar yazacak

son ampül de kırılmışsa deniz fenerimizdeki

ölüm; aşkın buğusuna yazılan bir vasiyettir ancak!

II

namludan çıkıp tetiği vuran

kurşuni bir dumanın isinde

en derininden bir nefes çekmeliyiz

mühürlenmeden ferman

çünkü sevgilim

kusursuz aşkların seri katilidir zaman

bizden geriye sevgili

dillendirilmemiş isyanımız kalacak yadigar

ve bir kaç kısa cümle

a rh pozitif mürekkeple yazdığımız

bir çerçeve düşecek duvardan

vesikalığa dönüşecek fotoğrafımız...*

yine de;

tehditkar bir korkunun tereddütündeysen eğer

meydan okurcasına en büyük ihanetlere

4 kıratlık bir dolunayda

dişlerinin arasında gümüşi bir jiletle

şahdamarımdan öpmelisin beni

ne de olsa

bir bağımlılıktır yalnızlık

yine de bilmelisin;

tekilleşemez ayrılık...

gövdemi titretirken yüksek nabız

incelirken tuz tenimde

yatağını terk etmişken tükürük ve gözyaşı

irkilmeliyim lif lif

bazen sevişirken ölmek

oldukça cazip bir teklif...

III

sabahına söz vermiş bir gecede

önsözü çoktan yazılmış bir aşkın

son sözleri söyleniyor

tılsımını üfleyen rüzgar

savuruyor örümcek ağındaki

kımıltısız hayalleri

sokak lambalarının sefilliğine

boyun eğiyor, kutsadığımız deniz feneri...

ayyuka kavuşmak isterken kaybolan

iki kuşun intiharını soluyor gece

iniltili bir iç çekiş gibi

ve nemli bir sisin gölgesinde

hiçliğe uzuyor iki çıplak beden

tabir-i caiz aşklar

katli vacip yaşamlara dönüşürken.....

Zeki Kumova

(Yalnız Bir Opera tadı alıyorum nedense her şiirinde.)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...