beatrice Oluşturma zamanı: Aralık 20, 2006 Paylaş Oluşturma zamanı: Aralık 20, 2006 Bu belgelerin, genellikle, 7500 – 8000 yıllık olduğu kabul edilmektedir. Diğer bazı kaynaklar ise, palmiye yapraklar üzerine yazılarak, korunması için kimyasal işleme tabi tutulan söz konusu belgelerin minimum on bin yıllık geçmişi olduğu kabul etmektedirler. Bu metinler Bayan Helena Petrovna Blavatsky* tarafından tercüme edilerek on dokuzuncu yüzyıl sonlarında Batı Dünyasına tanıtılmıştır. Bayan HPB, bilgeliğin hiçbir millete has olmadığını, bilgeliğin değişik milletler ve bölgelerde olduğunu, ancak sonuçta kaynağın tek olduğunu söylemiştir. “Öğretiler hakkında büyük konuşmayın, karşınıza hemen bir deneme çıkar”. (H.P.Blavatsky) Nada'nın “Sessiz Sesin” sesini duymak ve anlamak isteyen, önce Dharana'nın (Bir iç nesne üzerinde ve dış evrenden tümüyle uzaklaşmış olarak, mükemmel biçimde yapılmış olan zihin konsantrasyonu) doğasını anlamalıdır. (bu sessiz ses denene zen ustaları “kapısız kapı”dan geçilerek girileceğine işaret eder, bunun için de meditasyon yapmalıdır) Nesnelere tepkisiz kalmış olarak Lanu (mürit), düşünce üreticisi, yanılsamayı uyandıran, duyuların Kralını aramalıdır. (düşünceleri uyandıran, düalitik-ikici kavrayışın kaynağı olan istekler/korkular, bunların elde edilmesinden duyulan aldatıcı sevinç, elde edilmemesinden hissedilen yine aldatıcı sükûtu hayallerin kaynağı olan “BEN” i bulmalıdır) Zihin Gerçeğin büyük katledicisidir ( zihin; ikici bakış ile gerçeğin sürekli çevresinde dönmemize neden olur, bu aşılmadıkça, şeylerin oluşların gerçekliği kabak gibi gözümüzün önündeyken bile görülemez, sürekli vıdı vıdı eden çok konuşup bir şey söylemeyip, hep yakınan güdümlü zihnin durulması ile ancak gerçeği örten kabuk aralanacak, kapısız kapının eşiği görünecektir...). Mürit, katlediciyi öldür. Çünkü uyanırken rüyasında gördüğü tüm şeylerin kaybolması gibi kendi şekli de kendisine bir yanılsama olarak göründüğünde, çokları duymayı kestiğinde, sadece o an BİR'i ayırt edebilir, dış sesi öldüren iç ses. Sadece o anda, ondan önce değil, doğruya, Sat krallığına girmek için, yanlışı, Asat bölgesini terk edecektir (tasavvufta da dış-âfâktan, iç/enfüse yolculuktan bahs geçer; şeyleri terk, terki terk, terkleri terk eden kendini de terk ile ancak hakikat aleminin kapılarının açılacağı gerçeği vurgulanır). Ruh görmeye muktedir olmadan önce, içteki Uyum elde edilmelidir ve vücudun gözleri bütün yanılsamalara kör kılınmalıdır (alışıldık yaşamın boşluğu, kalıcı huzur verememesinin fark edilmesi ile başlayan bu içsel yolculuk için önce; bireyin düşünce dinamiğini ağırlaştıran gereksizliklerden arınması, şeylerin geçiciliğinin fark edilmiş olması gerekir. Elbette yine eylem ve istekler olacaktır ama arada çok önemli ayrıntı şudur, “gereklilikler” Bu şuna benzer; son derece lüks bir otelde yemek yersiniz, size gereken orada yediğiniz bir avuç sebzedir ve orada dolaşırken aldığınız temiz oksijendir, diğerleri zihnin beklentileridir...). Ruh duymaya muktedir olmadan önce, insan kükremelere ve fısıltılara, azgın fillerin çığlıklarına ve ateş böceğinin gümüşi vızıltılarına sağır olmalıdır (zazende ilerledikçe karşılaşılan ani sesler, yanıltıcı görüntüler... Bunlar esasen giderek inanılmaz keskin hale gelen 5 duyunun o ana kadar alıştığının dışındakileri de fark eder olmasıdır... eskiden zorlukla duyulan bir kapı gıcırtısının veya pencere önünden pike yaparak geçen kırlangıcın ötüşünün adeta bomba patlaması gibi duyumsanmasıdır, üstelik bu bomba sanki sizin içinizde patlamış kadar net algılanmasıdır.... İç sesin kesilmesi ile evrensel ve bitmeyen ninni “sısss” sesinin dinlenmesidir, bir süre sonra bakılır ki her tür ses ve görüntü yüce bir öğreticinin harfleri, kelimeleri, cümleleridir...) Ruh anlamaya ve hatırlamaya muktedir olmadan önce, kilin önce çömlekçinin zihninde şekil alması gibi Sessiz Varlık ile birleşmelidir (keskinleşen 5 duyu fark edilmeden herkeste var olan 6. duyunun ortaya çıkmasına ve giderek siz ve evrensel ortak bilgi bankası ile irtibata geçmenin başlamasına götürür). Böylece Ruh duyacak ve hatırlayacaktır ve iç varlığına Sessizliğin Sesi konuşacak ve şöyle diyecektir: “Hayatının Güneş ışığında yıkanırken ruhun gülümsüyorsa, ruhun kendi et ve madde kozası içinde şarkı söylüyorsa, ruhun yanılsamalar şatosu içinde ağlıyorsa; ruhun kendisini Hoca’sına bağlayan gümüş ipi parçalamak için mücadele ediyorsa; Ey Lanu, bil ki ruhun bu yeryüzüne aittir (bireysel varlığın; sanılanın çok üstündeki potansiyelinin huzurla fark edilmesi aşaması, bundan sonra kıvaçlı bir yaşamın her tür eksikliğe rağmen kabullenilerek her şey ile eksilmez bir barış içinde uyumla yaşanması... Yüksek farkındalık içinde yüksek neşe, enerji artışı...). Tomurcuklanan ruhun Dünya'nın gürültüsüne kulak kabarttığında; yanılsatıcı dünya olan yanılsamanın kükreyen sesine ruhun cevap verdiğinde, acının sıcak gözyaşlarını gördüğünde, korktuğunda ve kederin çığlıkları ile sağırlaştığında, kaplumbağa gibi kişilik kabuğuna çekilir, mürit, bil ki, ruhun Suskun Tanrısının değersiz bir sunağıdır (bu yeni ve alışılmadık yüksek farkındalık ile yaşamın “herkes için ortak” acılarının izlenmesi ve yeniden gereklilikler ışığında yorumlanma aşaması). Güçlü olduğunda, ruhun güvenli sığınağından dışarı doğru süzülür ve koruyucu barınağından uzaklaşır, gümüş ipini uzatır ve yükseğe doğru atılır: Boşluk içinde görüntüsünü seyrettiğinde, “bu benim” diye mırıldandığında, söyle mürit, ruhun hala daha yanılsamanın ağlarına takılıdır (Bir öğleden sonra evde Tibet Budizminin ileri ustalarının uyguladıkları “nefes teknikleri” üzerinde epey çalıştım, daha sonra “kendi kendine” telkin ile gevşemenin son raddeleri ile ulaşılan 30 dakikalık seanslar ile günlük uykunun alındığı zindeliğe ulaşma çalışmasına geçtim, birden ruhum bedenimden ayrıldı ve yatakta öylece yatmakta olan kendimi seyrettim ve orada yatan cesede “ben, buysam, beni seyreden bu ben kim?” dedim. Çok sıra dışı bir deneyimdi bu. Enerjideki yüksek potansiyelin ortaya dökülmesi, kıvançla yaşamı sürdürme, daha ileri düzeylerde gözle görmeden görme derecesinde 6. duyunun senin baş gözünle görmediğin çevreni kuşatması... Ama tüm bunlar bile esas gerçeği senden gizleyici yanılsamalar zincirinin güçlü direniş halkalarıdır, çünkü sen hala “BEN” demektesin...). Mürit, bu yeryüzü, acı evidir, “Büyük Sapkınlık” adındaki yanılsama tarafından aldatılmış Ben'ini tuzağa düşürmek için yol boyunca korkunç denemeler ve çeşitli tuzaklar kurulmuştur, “Büyük Sapkınlık” ruhun tek, evrensel ya da sonsuz Ben'den ayrılmış olduğuna inanmadır ( EUM diye adlandırdığımız tek mutlak varlığın bu sunumu sana hazırladığının farkına varma gereği, tüm çokluğun sofistike örtüleri arasından “O”nu fark edip “illâ ente/sadece sen varsın” diyebilecek terkler terkine ulaşmanın gerekliliği, esasen bu ayrılmanın asla olmadığının anlaşılmasıdır...). Cahil Mürit, bu yeryüzü, fitilsiz ve yakıtsız yanan, hiçbir rüzgârın söndüremediği hakiki ışıklı “Işık Vadisine” çıkan alaca karanlığa doğru kişinin yürüdüğü karanlık bir giriştir. (gerçeği) Yaşamak istiyorsan (alışıldık) hayatını terk et. Üçü, ey yorgun yolcu, üçü üzücü işlerin sonucuna götürür. Yanılsamayı yenebilirsen, üç oda -çeşitli bilinç durumları vasıtasıyla- seni daha yüksek bir ruhsal bilinç odasına götürecektir (sana sunulan aklına ek olarak ancak liyakat ile verilen, ilâhi hikmet sana erişecektir...). Şayet adlarını bilmek istiyorsan, dinle ve hatırla. Birinci odanın adı CEHALETTİR, sanskritde AVİDYA denir. İçinde yaşadığın ve öleceğin odadır. İkinci odanın adı ÖĞRENME'dir, sadece zihinseldir; aldatıcı görüntülerin psişik dünyasıdır. Üçüncü odanın adı BİLGELİKTİR (bir şeylerin açıkça fark edilmesi), bunun ötesinde her şeyi bilme yatar. Birinci odayı güvenli bir şekilde geçmek istersen, hayatın güneşi ile yakan arzu ateşlerinin zihnini karıştırmasına izin verme (bencil istek ve korkuların sistematik terk edilmesi, her ikisindeki ortak aldatıcılığın güçlüce fark edilmesi...). İkinci odayı sağ salim geçmek istersen, orada yetişen çiçeklerin durgun kokusunu amaç edinmeye kapılma (“ben oldum” yanılgısına düşme... Evet, eskisine göre çok daha yüksek farkındalık ışığında öğrenme içindesin, düşüncelerin hızı erişilmez oldu ve beynin çok daha sistematik doğal işleyişini yakaladı, “hatta gerekli olduğu için” istediklerin de önüne gelmekte... Ama alınacak yolun henüz çok başlarındasın). Karmik zincirlerinden kurtulmak istiyorsan, Guru’nu bu Maya bölgelerinde arama (daima “öteler” olduğunu unutma, gelişmeye ket vurma, hala “BEN” yanılgısı sürmekte...). BİLGELER duyuların vakit geçirme (bir günü, diğer güne eşit kılma) bahçelerinde asla durmazlar (hiç bir şeye bencil ve aç gözlükle bağlanmazlar). BİLGELER yanılsamanın aldatıcı seslerini dinlemezler (onun gözü asla kaymadı ayeti/Kur’an). Bütün gölgelerin üzerinde bulunan ve hakikat ışığının ihtişamla yandığı oda olan, Bilgelik Odasında sana hayat vermesi gereken şeyi ara (bu herkese göre değişir, her gelinen kademede vardır ama sürekli değişir, herkes derecesine göre görür, her derecenin sırrı ayrıdır). Lanu (Mürit), Yaratılmamış olan, o odada olduğu gibi senin içindedir. Bedenin sesini sustur, iki ışık tek bir ışıkta birleşebilsin diye hiçbir duyu görüntüsünün onun ışığı ve seninkisi arasına oturmasına izin verme. Ve kendi AGNYANA'nı tanıdıktan sonra -bu cehaletten bağlıdır- ÖĞRENME Odasından kaç. Bu oda hain güzelliği nedeniyle çok tehlikelidir; (“huzurumuza bilgisine güvenerek gelen ile bizim aramızda ondaki güvendiği bilgi engel teşkil edecektir...” Gavsiyye/A. Kadir-î Geylânî. Çünkü bilgi “BEN”e gelir... Ben terk edilince bilginin sen olduğu anlaşılacaktır, daha önce hatırlanan bilginin hatırlanmasına gerek kalmayacak şekle dönüşmesi...) sadece senin hazırlanman için gereklidir. Aldatıcı bir parlaklıkla gözleri kamaşmış ruhun, bu odanın aldatıcı ışığına yakalanmasın diye dikkat et, Ey Lanu. Bu ışık büyük aldatıcı Mara'nın (göz alıcı çoklar/kesret) mücevherinden yayılır. O insanlığa acı çektiren ve ruhu öldüren kusurların topluluğudur. Duyuları cezbeder ve zihni kör ederek insanı terk edilmiş bir enkaza dönüştürür (bu yaşamın irdelenmeden, ebeveynlerimizden duyduğumuz, gördüğümüz şekilde yaşanması anlamsızlığı. Gerçek “böylesiliğinin” bile anlaşılmadan yaşanan yavanlığı). Ruhlar Alayını (insanları) gözle. İnsan hayatının fırtınalı denizi üzerinde nasıl havada durabilmek için kanat çırptıklarına ve bitap düşüp, güçlerini kaybederek kırık kanatlarla şiddetli rüzgârlar tarafından nasıl havaya fırlatıldıklarına ve ilk büyük girdap içinde nasıl kaybolduklarına bak. Bilgelik odasından mutluluk vadisine geçmeyi istiyorsan, seni diğerlerinden ayıran ayrılığın büyük ve dehşetli sapkınlığına karşı duyularını kapat (ara sıra hiç bir şeyden yardım beklemeden iç dünyana çekil, iç yolculuk yalnız olur, güçlü ol ve başla). Sonsuz hayatın açık ve berrak, saf suları, muson fırtınalarının çamurlu akıntılarıyla karışmazlar (bir satori esnasında açıkça şunun farkına vardım, iç sesim bana “sen –insan görüntüsündeki kişi- asla yok edilemez, zarar verilemezsin” dedi, bu herkes için geçerli bir kural elbette...). Sana hükmetmeden önce temiz olmayan düşüncelerine karşı mücadele et (nefsini ıslah et). Onlara karşı onların sana hareket edebilecekleri gibi hareket et, çünkü sen onlara hoşgörü gösterirsen kök salıp büyürler; iyi bil ki bu düşünceler seni yenecekler ve öldüreceklerdir. Dikkatli ol Lanu (mürit), bunların gölgelerinin bile sana yaklaşmasına izin verme. Çünkü bunların büyüklüğü ve gücü artacaktır ve böylece uğursuz varlıklarının farkına varmadan bunların karanlıklarının varlığı özünü emeceklerdir. Ölümlü Ben ve Ruhsal Ben asla beraber olamazlar. İkisinden birisi ortadan kaybolmalıdır; ikisine birden yer yoktur (ölmeden önce ölmek... bir gün mutlaka seni terk edip, seni karmalarının sonuçları ile baş başa bırakacak nefsini, o seni terk etmeden terk etmek...). Ruhunun zihni anlamaya muktedir olmadan önce, kişiliğinin tomurcuğu (istek ve arzular ve bunların beklenti ve sonuçları) ezilmelidir; yeniden doğuş imkanı olmaksızın duyuların tüm kurtları yok edilmelidir. Yolun kendisi olmadan önce yolda ilerleyemezsin. Ruhunun tüm acı çığlıklarını dinlemesine izin ver ve acı çekenin gözündeki gözyaşlarını sen kurutmadıkça tek bir acı yaşını güneşin kurutmasına izin verme (“BEN” den başka sayısız “BEN” olduğunun farkına var, tüm nefislerin bir olduğunu fark et). Ama yakıcı insan gözyaşlarının teker teker kalbine düşmesine izin ver ve onlara neden olan acı yok olana kadar kurulanmadan orada kalsınlar. Ey kalbi merhamet dolu sen, bu gözyaşları ölümsüz acıma tarlalarını sulayan akıntılardır. Hayat akışını öldür, ancak onu öldürürsen, bu sonsuz hayata susamışlığın için olmasın. Ne Karma’ya ne de doğanın değişmez yasalarına karşı gelme (yaşamla uyum içinde ol, değişimin birden olmadığını, kendiliğindenliğini zorlamasızlığı gözle). Sadece kişisel, geçici, gidip-gelen ve sonu olan şeye karşı mücadele et. Doğaya yardım et ve onunla çalış; Doğa seni yaratıcılarından biri olarak sayacak ve sana saygı gösterecek ve itaat edecektir (zamanla doğa ile birlikte nefes alıp verdiğimizi, evrendeki tüm zerrat ile ayrılmaz bir bağın farkındalığını çocukça haşarı bir şaşkınlıkla fark ediveriyor insan). Yola giden sadece tek bir patika (yan yol) vardır; sadece bunun sonunda “Sessizliğin Sesi” duyulabilir. Adayın çıktığı merdiven ıstırap ve acı basamaklarından oluşmuştur. Bunlar sadece erdemin sesi ile sessiz hale getirilebilirler. Zavallı Mürit! İçinde geride bırakmadığın tek bir tane kötü huyun varsa merdiven ayaklarının altından kayacak ve sen düşeceksin (bu çok doğru, ama bu ayağı kaydıran huyun terki ile eski dereceye hızla getiriliyor insan, “Hak” kaybedilmiyor yani... Burada, evrensel destekteki amaç; “bağcı dövmek değil, üzüm yemek” olduğu anlaşılıyor); merdivenin ayakları günahlarının ve kusurlarının derin balçığı içine dayalıdır ve bu geniş madde uçurumunu geçmeye kalkışmadan önce, ayaklarını Vazgeçme (seni ağırlaştıran, ruhunu sakinleşmekten alıkoyan kötü huy ve boş eylemlerin terki) Sularında yıkamalısın. Tedbirli ol, merdivenin alt basamağına hala kirli olan ayağını basma. Yazıklar olsun sadece bir basamağı bile çamurlu ayaklarla kirletmeye cüret edene. Çamur kuruyacaktır, sertleşecek ve ayağını oraya bağlayacaktır ve kurnaz avcının ağına yakalanmış kuş gibi yeni bir ilerleme imkanı kalmaksızın orada kalacaktır. Kötü huyları şekil alacaklar ve onu dibe kadar çekeceklerdir. Günahları, güneşin batışından sonraki çakal sesine benzer bir sese sahip olacaktır; düşünceleri bir orduya dönüşecek ve bir köle gibi onu arkalarından sürükleyeceklerdir. Lanu, kutsal yolculuğunda birinci adımı atmadan önce arzularını öldür, kötü huylarını aciz kıl (tasavvufta; insanın kendi çabasıyla gelebileceği en yüksek nokta “acziyet makamı” esasen ne kadar aciz olduğunun derinliğine anlaşılması, ancak bundan sonra ilâhi destek başlar...). Zihnine huzur ver ve bütün dikkatini şimdiye kadar görmediğin (Bâtınî) fakat duyduğun hocanın üzerinde topla. Ey Lanu, önünde olan yol uzun ve yorucudur. Geride bıraktığın geçmişinle ilgili tek bir düşünce seni aşağıya sürükleyecektir ve yeniden tırmanmaya başlamak zorunda bırakacaktır. Geçmiş tecrübelerin hatırasını içinde öldür. Arkana bakma (“sürekli şimdinin” gerekliliği), yoksa kaybolursun. Arzunun, onu tatmin ederek veya doyurarak öldürülebileceğine inanma, çünkü bu bozulup yok olan şey tarafından uyandırılmış iğrenç bir şeydir. Kötü huyu beslemek, onu geliştirmek ve güç vermek demektir. Solucan gibi çiçeğin bağrında saklanır (sendeki içsel/ruhsal gücü tüketir...). Bütün bunların gerçekleşmesini arıyorsan, nerede senin bireyselliğin! Nerede Lanunun (müridin) kendisi! Ateş içinde kaybolmuş kıvılcım, okyanusta damla, evrensel ve sonsuz ışımaya dönüşmüş olan daima var olan ışın olmuştur (ustaların sorduğu koanı anımsatıyor, “etinin, kemiğinin gerisindeki nedir?”). Ve şimdi bütün bilginin mükemmelleşmesi olan Boddhi ağacının altında dinlen (olgunlaşmayı bekle, hala çarpışan istek ateşleri ve bunlardan ayrılmaya çalışan senin oluşturduğun sükûnet yalnızlığındaki mahzunluk fırınında Yûnus gibi pişecek ve olacaksın...), çünkü bil ki tüm bu şeyler gerçekleşirse sen kendinin Hocasısın (ne ararsan kendinde ara...) ve en mükemmel ruhsal durumda doğacaksın demektir. Bak işte! Işık olmaya ulaştın; Ses’e dönüştün, sen Hocasın; kendin kendi araştırmalarının amacısın; sonsuzluklar içerisinde yeniden yankılanan, kesilmeyen SES, her türlü günahtan ve değişiklikten arınmış, yedi ses BİR içinde, SESSİZLİĞİN SESİ .” SÖZLÜK NADA: Ruhsal varlığımızın, “SESSİZLİĞİN SESİ”nin “seslerinin” algılanması. DHARANA: Zihinsel taşıtın ruhsal taşıtın içinde mükemmel ya da yoğun konsantrasyonu. RACA: Kral, yöneten ya da kumanda eden. SAT: Öz, hakikat. ASAT: Var olmama, yalan, yanılsatıcı. SAKKAYADİTHİ: Diğerlerinden kesinlikle farklı ve bağımsız olduğumuza inanma yanılsaması; kişiliğimizin geçici ve dünyevi “BEN”imizin sonsuzluğuna inanma yanlışlığı. ATTAVAA: Ruhumuzun ölümsüz ruhtan ayrılmış olduğuna inanma hatası. AVİDYA: Cehalet. AKHASARA: Mükemmel, ruhsal, kendi kendine gören bilinç. GURU: Hoca. AGNYANA: Cehalet. MARA: Ruhsal varlığımızı yani tutkularımızı, kusurlarımızı vs.yi öldüren şey. Doğu mitolojisi bunu bir şeytan gibi temsil eder, bu nedenle Mara bir ölüm tanrısıdır. MAYA: Yanılsama, yanılsatıcı dünya, hakikatin sadece görünen olduğuna inanma; nesnel dünya, tezahürî evren, kişiliğimiz vs. de Maya olarak adlandırılır. Sonuç olarak zamansız varlıklardan olmayan (dünyevî) her şeydir. LANU: Mürit. Mütevazı biçimde öğrenmeye hazır olan kişi. Bilgeliği bir mükafat olarak değil ama iç varlığın derin bir hakkı olarak arayandır. BUDA: “Aydınlanmış” insan, nesnelerin ve olguların özünü “gören” kişi, gerçekle birleşmiş ve artık yanılsamaya kapılmayacak olan kişi. TANHA: Yaşama isteği ve böylece ölüm için korku, çünkü hayat ve ölümün aynı paranın iki yüzü olduğu ve biri kaybedilmeden diğerinin aranmadığı anlaşılmamıştır. UPADHİ: Taşıt. DHYANA: Zihnin kesin ve tam kontrolünü uygulamak için ulaşılmış olan en büyük ruhsal mükemmelleşme durumlarından biri. Bu, insanın kendisine mükemmel olarak sahip olması olan Samadhi’ye götürür, bu kişi yeryüzü evrimlerinin sonuna gelmiş olan kişidir. (meditasyonla ileri düzeye erişilerek elde edilir, meditasyonda ileri düzey; nefesin çok daha sığlaşması, çok az oksijene ihtiyaç duyacak kadar heyecanların, beklentilerin bitirilmiş olması, zihinsel yaşamın inanılmaz hızına neden olan düşünce hızını engelleyen kelimelerle düşünme ikiciliğinin aşılması, bu tamamen teknik bir olaydır. Dilin zazen de ters çevrilerek çene ile baskılanmasının doğal olarak zamanla düşünceleri kelimelere dökmeye çalışan dilin baskısının, düşünceyi yavaşlatmasının çözülmesidir...) Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.