Jump to content

Factotum'dan ; Charles Bukowski


schizophrana

Önerilen Mesajlar

24

Kadın giysileri satan bir dükkânda sevkiyat memurluğu için başvurmuştum. II. Dünya Savaşı sırasında eleman yetersizliği olması gerekirdi ama her işe dört-beş kişi baş­vuruyordu. Adi işler için en azından. Başvuru formlarımı­zı doldurmuş bekliyorduk. Doğum yeri? Bekâr? Evli? As­kerlik durumu? Son çalıştığınız yer? Neden ayrıldınız? O kadar çok başvuru formu doldurmuştum ki tüm doğru cevaplan ezberlemiştim. Yataktan geç kalktığım için son çağrılan ben oldum. Kulaklarının üstünde iki tuhaf saç tutamı olan kel bir adam söyleşti benimle.

"Evet?" diye sordu önündeki forma bakarak.

"Yaratıcılığını geçici olarak yitirmiş bir yazarım."

"Aa, bir yazar, öyle mi?"

"Evet."

"Emin misin?"

"Hayır, değilim."

"Ne yazarsın?"

"Çoğunluk öykü. Bir de yarım romanım var."

"Bir roman ha?"

"Evet."

"Adı ne?"

"Kıyametimin Damlayan Musluğu."

"Hoşuma gitti. Ne hakkında?"

"Her şey."

"Her şey mi? Mesela kanser hakkında mı?"

"Evet."

"Benim karım da var mı o romanda?"

"O da orda."

"Bak sen! Neden kadın elbiseleri satan bir dükkânda çalışmak istiyorsun?"

"Kadınları hep kadın elbiseleri içinde sevmişimdir."

"Çürüğe mi çıktın?"

"Evet."

"Bunu ispatlayabilir misin?"

Evrağı gösterdim. Bakıp iade etti.

"İşe alındın."

28

Öykülerimi elde çoğaltıp postalamayı sürdürdüm. Daha çok çıkardığı FrontfLre dergisine hayranlık duyduğum Clay Gladmore'a yolluyordum. Öykü başına sadece 25 dolar ödüyorlardı ama Gladmore William Saroyan'ı ve bir­çok başka yazarı keşfetmiş biriydi; ayrıca Shenvood Anderson'un da dostuydu. Öykülerimin çoğunu ret nedenle­rini açıklayan bir yazı iliştirip geri yolluyordu. Gerçi kü­çük yazılardı bunlar ama sıcak ve yüreklendiriciydiler. Büyük dergiler, basılmış, hazır ret yazıları yolluyorlardı. Gladmore'un basılı ret yazısı bile bir sıcaklık taşıyordu: Bunun bir ret yazısı olmasından ötürü üzgünüz ama..."

Gladmore'u haftada dört-beş öykü ile meşgul ediyor­dum. Bu arada bodrumda, kadın giysileri satan dükkân­da çalışmayı sürdürüyordum. Klein henüz kaydırama-mıştı Larabee'nin ayağını; Cox, diğer sevkiyat memuru, yirmi beş dakikada bir merdiven altında bir sigara tüttürebildiği sürece kimin kime üstünlük sağladığını umursamıyordu.

Fazla mesai olağan hale gelmişti. İş saatlerimin dışın­da daha çok içmeye başlamıştım. Sekiz saatlik iş günü hayal olmuştu. Sabah işe gittiğinde on bir saate fittin. Cu­martesiler de dahildi buna. Aslında yarım gün olmalıydı­lar ama tam gün olmuşlardı. Savaş sürüyor ama bayan­lar deli gibi elbise satın alıyorlardı...

On iki saatlik bir gün bitirmiştim. Paltomu giyip bir si­gara yakmış, bodrumun merdivenlerini çıkıyordum. Hol­de ilerleyip kapıya doğru yürürken patronun sesini duy­dum: "Chinaski!"

"Evet?"

"Buraya gel."

Patron çok pahalı bir puro tüttürüyor, dinlenmiş görü­nüyordu.

Bu benim dostum. Carson Gentry."

Carson Gentry de pahalı bir puro içiyordu.

Bay Gentry de bir yazar. Yazmakla çok ilgili. Senin bir yazar olduğunu söyleyince seni tanımak istedi. Bir mahsuru yok, değil mi?"

Mahzuru yok."

İkisi de karşımda oturmuş, purolarını tüttürüp bana .Bakıyorlardı. Birkaç dakika geçti. Duman çektiler, duman üflediler, bana baktılar.

Gidebilir miyim şimdi?" diye sordum.

Olur," dedi patronum.

29

Yürürdüm hep odama, altı-yedi blok uzaklıktaydı. Yol bo­yunca ağaçlar birbirlerinin aynıydı: küçük, kıvrık, yan-donuk, yapraksız. Hoşlanıyordum onlardan. Soğuk ay ışı­ğında yalnız yürüyordum.

Ofiste olanlar aklımdan gitmiyordu. O pahalı purolar, şık elbiseler. Kanlı biftekler ve malikânelerin uzun girişle­rini hayal ettim. Refah. Avrupa'ya seyahatler. Güzel ka­dınlar. Benden çok mu zekiydiler? Tek fark paraydı, ve onu elde etme isteği.

Ben de yapardım! Para biriktirecektim. Bir fikir yaka­layıp kredi alacaktım. İnsanları işe alıp, kovacaktım. Ma­samın çekmecesinde viski bulunduracaktım. İri göğüslü, köşedeki gazeteci çocuğun görünce pantolonuna boşala­cağı bir k**a sahip bir karım olacaktı. Ona ihanet edecek­tim ve o bunu bilecek ama servetimden yararlanmak için kabullenecekti. Yüzlerindeki hayal kırıklığını görmek için insanları işten atacaktım. Hak etmedikleri halde kadınla­rın işine son verecektim.

İnsanların ihtiyacı olan şeydi bu: ümit. Ümitsizlikti in­sanları cesaretsiz yapan. New Orleans günlerimi anımsadım, yazabilme özgürlüğüne sahip olmak için haftalarca beş sentlik gofretlerle beslendiğim günleri. Ama açlık ma­alesef insanın sanatına katkıda bulunmuyordu. Zedeli­yordu sadece. İnsan ruhunun kökleri midededir. Güzel bir bifteği midene indirip viskini içmişsen beş sentlik gof­retle beslenen adamdan çok daha iyi yazarsın. Aç sanatçı efsanesi bir aldatmacadır. Her şeyin bir aldatmaca oldu­ğunu idrak ettiğin an uyanıp insanları kanatmaya, mah­vetmeye çalışırsın. Çaresiz kadın, erkek ve çocuklardan bir imparatorluk kurabilirdim - canlarına okurdum o za­man! Gösterirdim onlara!

Pansiyona varmıştım. Merdivenleri çıkıp odama yürü­düm. Kapıyı açıp ışığı yaktım. Bayan Downing mektupla­rımı kapının önüne koymuştu. Gladmore'dan kahverengi, büyük bir zarf vardı. Aldım. Reddedilmiş öykülerin ağırlı­ğını taşıyordu. Oturup zarfı açtım.

Sevgili Bay Chinaski:

Bu dört öyküyü iade ediyoruz ama Btrasarhoşu Ruhum Dünyanın Bütün Noel Ağaçlarından Daha Hüzünlüdür baş­lıklı öyküyü tutuyoruz. Uzun zamandır çalışmalarınızı iz­liyor, bu öyküyü kabul etmekten mutluluk duyuyoruz.

Samimiyetle,

Clay Gladmore

Yazıyı elimde tutup ayağa kalktım. İLK. Amerika'nın bir numaralı dergisi ilk öykümü almıştı. Dünya hiç bu kadar güzel görünmemişti, gelecek bu kadar parlak. Yata­ğa yürüyüp oturdum, tekrar okudum yazıyı. Gladmore'un imzasının her kıvrımını inceledim. Kalkıp kabul yazısını komodinin çekmecesine koydum. Sonra soyunup ışıkları söndürdüm ve yattım. Uyuyamadım. Kalkıp ışığı açtım, çekmeceden yazıyı alıp bir kez daha okudum:

Sevgili Bay Chinaski...

Factotum

Metis Yayınları

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

( müsadenizle bende kitap hakkında bulduğum bazı şeyleri paylaşmak isterim. )

 

Charles Bukowski - Factotum

 

 

fac-totum: herşeyi yapan.

 

fac, yapmak anlamindaki facere 'den.

totum, her şey, bütün anlamındaki totus 'tan.

bir işte yapılması gereken tüm niteliksiz işleri yapan kişi, kâhya, ayakçı.

 

 

 

* iş çıkışıydı. akın akın insan çıkıyordu metrolardan. karıncalar gibiydiler, yüzleri yoktu, çıldırmışlardı, üstüme geliyorlardı, gergindiler.

 

* yalnızlıkla beslenen biriydim; yalnızlığımı alırsanız yemeğimi ve suyumu almış kadar olursunuz. yalnız kalamadığım her gün gücümden bir şeyler alıp götürür. bununla övünmüyorum ama önemliydi benim için. odanın karanlığı güneş ti bana.

 

* patronlar daha fazla adam çalıştırmaktansa birkaç kişiyi fazla çalıştırmayı yeğliyorlardı. adamlara sekiz saatini veriyordun ama yetmiyordu, fazlasını istiyorlardı. altı saat sonra seni eve yolladıkları görülmemiştir mesela. düşünecek zamanın kalmamalıydı.

 

* insan ruhunun kökleri midededir. güzel bir bifteği midene indirip viskini içmişsen beş sentlik gofretle beslenen adamdan çok daha iyi yazarsın. aç sanatçı efsanesi aldatmacadır. herşeyin aldatmaca olduğunu idrak ettiğin an uyanıp insanları kanatmaya, mahvetmeye çalışırsın.

 

* samimiyet le söylüyorum, yaşam beni dehşete düşürüyordu. yemek, uyumak ve çıplak dolaşmamak için insanın yapmak zorunda olduğu şeyler ürkütücüydü. ben de yatakta kalıp içiyordum. içtiğin zaman dünya yine ordaydı, kaybolmuyordu ama boğazına sarılmıyordu en azından.

 

* kadınlar diye düşündüm, sihirliydiler kadınlar. ne harikulade varlıklardı onlar!

 

* pencere açıktı ve güneş gözlerine vurmuştu, ruhunu görebilirdin orda.

 

* akşamdan kalma biri asla sırt üstü yatıp bir fabrika çatısına bakmamalı. ahşap kirişler etkiler insanı; ve tavan ışıkları -tavan ışıkların içindeki teller hapishaneyi anımsatır insana bir şekilde. gözler ağırlaşır, bira için ölürsün ve insan sesleri duyarsın, süren bitmiştir, ayağa kalkmayı becerip işinin başına dönersin...

 

* serseriydik, tembeldik, günlerimizin sayılı olduğunu biliyorduk. rahattık bu yüzden, ne kadar yeteneksiz olduğumuzu anlamalarını bekliyorduk. o gün gelene dek arada sırada birkaç dürüst saat çalışıp sistemin içinde varolmaya çalışıyor, geceleri hep beraber kafaları çekiyorduk.

 

* dünya denen uçurumun eteğinde olmak gibiydi -son düşüşten önce bir dinlenme yeri.

 

* - sana ruh veriyorum. derin bilgiler, müzik, ışık ve kahkaha veriyorum. ayrıca dünyanın en müthiş bahisçisiyim, evet..

- at boku!

- hayır at bahisçisi.

 

* sabahın altı buçuğunda bir çalar saatin sesine uyanıp yataktan fırla, giyin, zorla birşeyler atıştır, sıç, işe, diş fırçala, saç tara, başka birine büyük paralar kazandırmak ve sana tanınan fırsat için müteşşekkir olmak için berbat bir trafiğin içine dal. nasıl razı olunur böyle bir yaşama?

 

* - bay adams'ın cenazesine çiçek almak için aramızda para topluyoruz.

- çiçekler ölüler için değildir, ölülerinnn çiçeğe ihtiyaçları yoktur.

 

* giyim delisi değilim ben. elbiseler canımı sıkar. korkunç şeylerdir, vitaminler gibi, astroloji, pizza, buz pistleri, pop müzik, ağır siklet unvan karşılaşmaları gibi.

 

* amerika'da iş arayan çoktu. kullanıma hazır sürüyle beden. ve ben yazar olmak istiyordum. nerdeyse herkes yazar olmak istiyordu. kimse dişçi veya otomobil tamircisi olabileceğinden emin değildir ama herkes yazar olabileceğinden emindir. sınıftaki elli kişiden belki de on beşi yazar olduklarını düşünüyorlardı. herkes konuşabiliyor, sözleri kağıda yazmayı biliyordu, demek ki herkes yazar olabilirdi. ama allaha şükür insanların çoğu yazar değildir; hatta taksi şoförü bile olamazlar ve bazıları -birçoğu- maalesef hiçbir şey değildirler.

 

* sevmem partileri. dans etmeyi bilmem, insanlar beni ürkütür, özellikle partilerde. seksi, neşeli ve zeki olmaya çalışırlar ama değildirler. olamazlar. durmadan çabalamaları durumu daha da dayanılmaz kılar.

 

 

 

"Kaçık olan sensin. Sevgi eksikliği. Herkesin ihtiyacı ardır sevgiye. Çarpıtmış seni bu eksiklik."

"İnsanların sevgiye ihtiyacı yoktur. Başarıya ihtiyaçları vardır, ne şekilde olursa olsun. Sevgi de olabilir, ama ol*mayabilir de."

" 'Komşunu sev,' der İncil."

"Komşunu rahat bırak anlamında söylenmiş. Ben gi*dip gazete alacağım."

 

 

 

 

Bay Adams'ın cenazesine çiçek almak için aramızda para topluyoruz."

"Çiçekler ölüler için değildir, ölülerin çiçeğe ihtiyaçlar yoktur," dedim.

Tereddüt etti. "Doğru bir davranış olur diye düşün*müştük, soralım dedik."

"İsterdim ama Miami'ye dün gece vardım ve beş param yok."

"Parasız mısın?"

"İş arıyorum. Sıkışık durumdayım şu anda, son kuru*şumu bir kavanoz fıstık ezmesi ile bir somun ekmeğe ya*tırdım. Ekmek yeşildi, elbisenden daha yeşil. Yere attım. fareler bile ellememiş."

"Fareler mi?"

"Sizin odanızı bilemem."

"Ama dün gece Bayan Adams'a yeni kiracı nasıl biri di*ye sorduğumda -bir aile gibiyiz biz burada sizin bir yazar olduğunuzu söyledi, Esquire ve Atlantic Monthly gibi der*gilere yazıyormuşsunuz."

"Boşver, yeteneğim yok. Palavra bunlar, kadın kendini daha iyi hissetsin diye. İşe ihtiyacım var benim, ne olur*sa."

"Yirmi beş sent olsun veremez misiniz? Yirmi beş sent sizi sarsmaz."

"Güzelim, benim yirmi beş sente Bay Adams'dan daha çok ihtiyacım var."

"Ölülere biraz daha saygılı olun."

“Yaşayanlara biraz daha saygılı olsak? Yalnız ve ümit*sizim, yeşil elbise sana çok yakışmış.”

Çıktı, koridorda yürüdü, bir kapı açtı, kapadı ve bir daha görmedim onu.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...