schizophrana Oluşturma zamanı: Ekim 2, 2008 Paylaş Oluşturma zamanı: Ekim 2, 2008 "Blackwood"a Ne Uygun Olan, Ne de Olmayan Bir Öykü Ah nefes alma, vs. - MOORE'UN MELODİLERİ. Adı en çok kötüye çıkmış talihsizlik bile eninde sonunda felsefenin yorulmak nedir bilmez cesaretine boyun eğer - tıpkı en inatçı şehrin bir düşmanın ardı arkası kesilmez saldırılarına boyun eğmesi gibi. Kutsal kitapta yazdığına göre, Salmanezer, Samaria'nın önünde üç sene beklemiştir; ama sonunda şehir düşmüştür. Sardanapalus ise -bkz. Diodorus- Ninova'nın önünde yedi sene beklemiştir; ama boşuna. Truva'nın fethi yaklaşık on sene almıştır ve Azoth, Aristaeus'un şerefi üstüne yemin ederek söylediğine göre, kapılarını Psammitticus'a ancak yirmi sene sonra açmıştır. "Seni serseri seni! — Seni şirret seni! — Seni cadaloz seni!" dedim karıma, düğünümüzün ertesi sabahında, "Seni cadı seni! — Seni kocakarı seni! – Kendini bir halt zannediyorsun! — Seni edepsiz seni! — Sen iğrenç olan her şeyin alev yüzlü özüsün! — Seni - seni -" ve bu noktada ayak parmaklarımın ucunda yükselip boğazını kavradım ve ağzımı kulağına yaklaştırarak onu önemsizliği konusunda ikna edecek daha sert hakaretlerde bulunmaya hazırlanıyordum ki büyük bir dehşet ve hayretle nefesimi yitirdiğimi fark ettim. "Nefesim kesildi" ya da "nefesimi yitirdim" sözleri vb. gündelik konuşmalarda sık sık kullanılır ama başıma gelen o korkunç kazanın sahiden gerçekleşebileceğini hiç düşünmemiştim! Şaşkınlığımı — korkumu — umutsuzluğumu hayal edin - hayal gücü kuvvetli biriyseniz tabii! Ama neyse ki beni asla terk etmeyen bir iyi huyum var. En zapt edilmez ruh hallerimdeyken bile görgü kurallarına en azından biraz uymayı sürdürürüm, etle chemin des passions me conduit -Lord Edouard'ın "Julie"de söylediği gibi- ά lα philosophie veritable. İlk başta bu durumun beni hangi ölçüde etkilediğini anlayamasam da, bu benzersiz felaketin boyutlarını deneyimle öğrenene dek onu her halükarda karımdan gizlemeye karar verdim. Bu yüzden çarpık yüz ifademi bir anda çapkınca, cilveli, yumuşak huylu bir ifadeye dönüştürüp zevcemin bir yanağına hafifçe, muhabbetle vurup diğerini öptüm ve tek kelime etmeden (zaten edemezdim) topuğumun üstünde döndüm ve onu bu tuhaf davranışlarımla hayretler içinde bırakarak bir Pas de Zéphyre'le odadan çıkıp gittim. Beni sinirliliğin kötü sonuçlarının bir örneğiyle özel boudoir'ıma kapanmış halde hayal edin - yaşıyordum, ama bir ölünün nitelikleriyle - ölüydüm, bir canlının eğilimleriyle - yeryüzündeki anormal bir yaratıktım - son derece sakin, ama nefessizdim. Evet! Nefessizdim. Nefesimi tamamen yitirmiş olduğumu söylerken ciddiyim. Yaşamım söz konusu olsa bile onunla bir tüyü kıpırdatamazdım, bir aynayı bile buğulandıramazdım. Kahpe felek! - yine de kederimin ilk ani ve şiddetli nöbetini hafifleten bir etken vardı. Karımla konuşamaz olunca tamamen yitirdiğimi sandığım konuşma yetimi aslında yalnızca kısmen yitirmiş olduğumu ve o kriz anında sesimi tuhaf, derin bir şekilde gırtlaktan çıkarsam, ona duygularımı ifade etmeyi sürdürebileceğimi fark ettim. Bu ses tonunun (gırtlaksı) nefes akımına değil, boğaz kaslarının kasılımsal bir hareketine bağlı olduğunu keşfettim. Kendimi bir koltuğa atarak bir süre derin düşüncelere daldım. Düşüncelerim kesinlikle rahatlatıcı değildi. Ruhumu bin bir türlü belirsiz ve ağlatıcı hayal ele geçirmişti - ve intihar etmek bile geçti aklımdan; ama apaçık ve hazır olanı reddedip uzaktaki ve belirsiz olanı yeğlemek insan doğasının sapkınlığının bir özelliğidir. Böylece, siyah çizgili tekir kedi halının üstünde şevkle mırlarken ve köpek masanın altında şiddetle hırıldarken, ciğerlerinin gücünden gurur duyar ve akciğer yetersizliğimle açıkça alay ederlerken, intihar bana cinayetlerin en korkuncu gibi göründü. Bir belirsiz umutlar ve korkular karmaşasıyla bunalmış haldeyken merdiveni inen karımın ayak seslerini işittim. Şimdi onun gittiğinden emin olduğum için, küt küt atan bir yürekle felaketimin yaşandığı yere koştum. Kapıyı dikkatle içeriden kilitledikten sonra gayretle her tarafı aramaya giriştim. Belki de bir köşede ya da bir çekmecenin veya dolabın içinde aradığım şeyi bulabileceğimi düşünüyordum. Buhar halinde olabilirdi - elle tutulur halde bile olabilirdi. Filozofların çoğu, felsefeye ilişkin pek çok noktada, hâlâ felsefi yaklaşımlardan oldukça uzaklar. William Godwin ise, "Mandeville"inde "görünmeyen şeylerin tek gerçeklikler olduğundan" bahseder ve bunun yaşadığım durum için geçerli olduğu açıktı. Sağduyulu okurlar haksız ve absürt suçlamalarda bulunmadan, önce durup bir düşünsünler lütfen. Anaxagoras'in karın siyah olduğunu söylediğini anımsayın ki ben de bunun doğru olduğunu gördüm. Araştırmamı uzun süre gayretle sürdürdüm: Ama çabalarımın ve sebatımın acınası ödülü yalnızca bir takma diş seti, dört adet gül tohumu, bir göz ve Bay Windenough'in karıma gönderdiği bir tomar aşk mektubu oldu. Burada eşimin Bay Windenough'a karşı beslediği muhabbetin bu kanıtının beni pek rahatsız etmediğini belirtmeliyim. Bayan Lacko'breath'in benden bu kadar farklı bir şeyi beğenmesi doğal ve gerekli bir kötülüktü. Gürbüz ve şişman, aynı zamanda da biraz ufak tefek görünüşlü biri olarak tanınırım. Bu yüzden arkadaşımın tığ gibi inceliğinin ve dillere destan boyunun. Bayan Lacko'breath'in beklentilerini karşılamasına şaşmamalı. Ama konumuza dönelim. Söylediğim gibi, çabalarım boşa çıkmıştı. Dolapları - çekmeceleri – köşeleri bir bir amaçsızca taramıştım. Ancak bir ara, bir makyaj kutusunun altını üstüne getirirken kazayla bir Grandjean's Archangels parfümü şişesini kırdığımda ödülümü bulduğumu düşündüm - bu arada bu parfümü tavsiye ederim. Kasvetle boudoir'ıma döndüm - orada ülkeyi terk etmeden önce karımın sırrımı öğrenmesine engel olmanın yolu üstüne düşündüm, çünkü bunu yapmaya çoktan karar vermiştim. Tanınmadığım, yabancı bir ülkede başıma gelen felaketi gizlemeyi deneyebilirdim - dilencilikten bile daha çok çoğunluğun sevgisini uzaklaştıracak, biçareye erdemli ve mutlulukların hak edilmiş öfkesini çekecek bir felaketi. Fazla duraksamadım. Tez canlı bir yapım olduğundan, hemen "Metamora" tragedyasının tamamını aklıma getirmeye koyuldum. Talihim, bu dramın vurgulamalarında, ya da en azından kahramana ait olan kısmında, çıkaramadığımı fark ettiğim ses tonlarının tamamen gereksiz olduğunu ve gırtlaktan gelen, boğuk bir sesin drama başından sonuna dek monoton bir şekilde hâkim olduğunu anımsayacak kadar yaver gitmişti. İşlek bir bataklığın sınırlarında bir süre pratik yaptım - ancak Demosthenes'inkine benzemeyen, titizce ve dikkatle, bizzat tasarladığım bir yöntemi uyguluyordum. Böylece her açıdan silahlandıktan sonra, eşimin birden içimde bir tiyatro aşkının uyandığını sanmasını sağlamaya karar verdim. Bunda mucizevi bir şekilde başarılı oldum; ve her soruya ya da öneriye kurbağalarınki gibi mezardan geliyormuşçasına bir sesle trajediden bir pasaj okuyarak karşılık vermekte hiç zorlanmadım - metnin herhangi bir kısmının herhangi bir konuya eşit ölçüde uyacağını görmek beni fazlasıyla sevindirmişti. Ancak böyle pasajları okurken şaşı bakmayı - dişlerimi göstermeyi - dizlerimi oynatmayı - ayaklarımı sürtmeyi - ya da günümüzde haklı olarak popüler bir oyuncunun mutlaka sahip olması gerektiği düşünülen o daha başka, ağza alınmaz incelikleri sergilemeyi ihmal ettiğimi sanmayın. Bunda öyle başarılı oldum ki, bana deli gömleği giydirmekten bahsetmeye başladılar - ama ulu Tanrım! Nefesimi kaybettiğimden kesinlikle şüphelenmediler. Nihayet işlerimi düzene soktuktan sonra, bir sabah erkenden ------- 'ye giden posta arabasına bindim - arkadaşlarıma son derece önemli bir iş meselesi yüzünden hemen o şehre gitmek zorunda olduğumu söylemiştim. Arabanın içi tamamen doluydu, ancak loşlukta yol arkadaşlarımın yüzlerini seçemiyordum. Etkili bir direniş göstermeden, iki devasa centilmenin arasında oturmak zorunda kaldım; daha iri yapılı bir üçüncüsüyse yapacağı şey için özür diledikten sonra, boylu boyunca üstüme uzandı ve bir anda uykuya dalıp Phalaris boğasının gürlemelerini bile aratacak horultularıyla, rahatsızlığımı ifade eden tüm gırtlaksı seslerimi bastırdı. Neyse ki, solunum organlarımın durumu, boğulma tehlikesini tamamen ortadan kaldırıyordu. Ancak, şehrin eteklerine vardığımızda, güneş iyice yükselmeye başlarken, işkencecim kalkıp gömleğinin yakasını düzelttikten sonra, bana son derece sıcak bir tavırla nezaketim için teşekkür etti. Hareketsiz kalmayı sürdürdüğümü görünce (bütün uzuvlarım yerinden çıkmıştı ve başım yana çevriliydi) kaygılanmaya başladı ve geri kalan yolcuları da uyandırdıktan sonra kendinden emin bir sesle yanlarına canlı ve sorumluluk sahibi bir yol arkadaşı yerine bir ölünün verilmiş olduğuna ilişkin kesin kanısını dile getirdi. Bunu söylerken iddiasının doğruluğunu kanıtlamak için başparmağını sağ gözüme soktu. Bunun üzerine hepsi teker teker (dokuz kişiydiler) kulağımı çekmeyi görev bildi. Genç bir pratisyen doktor da, cebinden bir ayna çıkarıp ağzıma tuttuktan ve nefes almadığımı anladıktan sonra, işkencecimin iddiasının doğruluğuna kanaat getirdi; ve hep birden, gelecekte böyle hilelere kuzu kuzu katlanmamaya ve yola devam etmeden önce cesetten kurtulmaya karar verdiler. Böylece beni "Crow" tabelasının önüne attılar o sırada arabanın önünden geçmekte olduğu meyhanenin adıydı bu ve bu iki kolumun arabanın arka tekerleğinin altında kırılmasından başka kötü bir sonuç doğurmadı. Sürücüye de arkamdan en büyük valizlerimden birini attığı için teşekkür etmeliyim; bu valiz ne yazık ki kafamın üstüne düşüp hem ilginç, hem de sıra dışı bir şekilde çatlamasına yol açtı. Misafirperver bir adam olan "Crow"un sahibi valizimin içindekilerin benim için biraz zahmete girilmesini haklı çıkardığını gördükten sonra tanıdığı bir cerrahı çağırttı ve beni on dolarlık bir fatura ve makbuzla onun eline teslim etti. Cerrah beni dairesine götürür götürmez ameliyatlara başladı. Ancak kulaklarımı kestikten sonra hayat belirtileri keşfetti. Bunun üzerine çan çalıp, bu acil durum hususunda danışmak üzere komşusu bir eczacıyı çağırttı. Varoluşuma ilişkin şüphelerinin doğrulanması ihtimalini hesaba katarak, eczacıyı beklerken karnımı yardı ve iç organlarımdan birçoğunu kişisel incelemelerinde kullanmak üzere çıkardı. Eczacı ölü olduğuma karar verdi. Var gücümle tekmeler atarak ve çırpınarak, kıvranarak bu fikrin yanlışlığını elimden geldiğince kanıtlamaya çalıştım - ne de olsa cerrahın ameliyatları beni bir nebze kendime getirmişti. Ama bütün bunları yeni bir galvanik pilin etkisi olarak yorumladılar ve bunun üzerine gerçekten bilgili bir adam olan eczacı bir sürü tuhaf deneye girişti ki, ben şahsen çok etkilendim. Ancak defalarca konuşmaya çalışmama karşın, başka koşullarda Hippocrates patolojisi konusundaki derin bilgimle rahatça çürütebileceğim boş teorilere yanıt vermeyi bırakın, ağzımı bile açamamam beni çileden çıkardı. Pratisyenler bir sonuca varamayınca beni, daha sonra ayrıntılı bir şekilde incelemek üzere saklamaya karar verdi. Bir tavan arasına çıkarıldım; cerrahın karısı bana don ve çorap giydirdi, cerrah ise ellerimi bağladıktan sonra çenemi de bir cep mendiliyle bağladı - sonra kapıyı üstüme kilitleyip akşam yemeğine doğru koşturarak beni sessizlikte, derin düşüncelerle baş başa bıraktı. Şimdi ağzım mendille bağlı olmasa konuşabileceğimi görerek büyük bir sevinç yaşadım. Kendimi bu düşünceyle rahatlattıktan sonra uyumadan önce hep yaptığım gibi zihnimden "Tanrı'nın Gücü Her Şeye Yeter"den bazı pasajlar geçiriyordum ki, açgözlü ve saldırgan görünüşlü iki kedi gösterişli hareketlerle duvardaki bir delikten içeri atladıktan sonra yüzüme çıktılar ve burnum gibi basit bir sebepten dolayı birbirleriyle saygısızca kavga etmeye başladılar. Ama nasıl İran Mecusi'si ya da Mige-Gush'u kulaklarını kaybetmesi sayesinde Cyrus tahtına çıktıysa ve nasıl Zopyrus burnunu kaybederek Babil'i ele geçirdiyse, böylece yüzümden birkaç gram kaybetmiş olmam da kurtulmamı sağladı. Acıyla uyarılmış ve öfkeden çılgına dönmüş halde tek bir hareketle iplerden ve sargıdan kurtuldum. —Odayı kavgacılara hor görüyle bakarak geçtim ve pencereyi açarak büyük bir korku ve hayal kırıklığına kapılmalarına sebep olduktan sonra, kendimi büyük bir çeviklikle pencereden dışarı fırlattım. Posta arabası soyguncusu W ------, ki ona tuhaf bir şekilde benzemekteydim, tam o anda şehir cezaevinden çıkmış, kenar mahallelerde kendisi için ha zırlanmış olan darağacına doğru ilerlemekteydi. Uzun süren bir hastalık saye sinde kelepçesiz yürüme ayrıcalığını elde etmişti; ve üstünde darağacı giysisiyle ki tuhaf bir şekilde benimkine benziyordu- celladın at arabasının arkasın da boylu boyunca uzanmış yatmaktaydı (ki bu araba tam kendimi dışarı attı ğım sırada cerrahın pencerelerinin altından geçiyordu). Arabanın muhafızları uyumuş olan sürücüyle altıncı piyade alayından iki sarhoş acemi erdi. Talihsizlik eseri, arabanın içine, ayaklarımın üstüne düştüm. Kurnaz bir herif olan W ------eline geçen fırsatı gördü. Hemen ayağa fırlayıp arabadan atladı ve göz açıp kapayıncaya kadar dar bir sokağa dalarak gözden kayboldu. Gürültüden uyanan erler durumu tam olarak kavrayamadı. Ancak suçlunun aynısı olan bir adamın arabada gözlerinin önünde ayakta dimdik durduğunu görünce o serserinin (yani W ------ 'nin) kaçmaya çalıştığını sandılar (bu şekildeki görüşlerini bildirdiler) ve bu konuda karşılıklı fikir alışverişinde bulunduktan sonra içkilerinden birer yudum alıp dipçikleriyle beni yere serdiler. Gittiğimiz yere varmamız uzun sürmedi. Lehime hiçbir şey söylenemezdi elbette. Asılmak kaçınılmaz yazgımdı. Bu yüzden bunu yarı aptallık, yarı hırçınlıkla kabullendim. Biraz kinik bir yapım olduğundan bir köpeğin tüm duygularına sahiptim. Cellat ise ipi boynuma geçirdi. Üstünde durduğum platform aşağı doğru açıldı. Darağacında yaşadığım hisleri anlatmak istemiyorum; istesem bunu çok ayrıntılı bir şekilde yapabilecek olmama ve bu konuda doğru dürüst hiçbir şeyin söylenmemiş olmasına karşın. Aslında böyle bir konuda yazmak için asılmak şarttır. Her yazar kendisini deneyimlerle sınırlamalıdır. Mark Anthony bu şekilde sarhoşluk üzerine bir bilimsel inceleme yazmıştı. Ama ölmediğimi söyleyebilirim. Bedenimin kesilecek nefesi yoktu ve sol kulağımın altındaki düğümü saymazsak (bir asker düğümü olduğu belliydi) pek bir rahatsızlık hissetmiyordum. Düşmenin boynumdaki etkisine gelince, arabadaki şişman bayın yüzünden tutulmuş boynumun düzelmesini sağlamaktan başka bir etkisi olmadı. Ancak oldukça geçerli sebeplerden dolayı, kalabalığa girdikleri zahmetin karşılığını vermek için elimden geleni yaptım. Kıvranmalarımın sıra dışı olduğu söylendi. Spazmlarımı geçmek zor olurdu. Halk "Bir daha!" diye tempo tuttu. Birçok beyefendi bayıldı ve isteri krizine kapılan pek çok hanım evlerine götürüldü. Pinxit fırsattan istifade edip oracıkta çiziktirdiği taslağa dayanarak o takdire şayan "Diri Diri Derisi Yüzülen Marsyas" tablosunu çizdi. Halkı yeterince eğlendirdikten sonra, darağacından indirilmemin vaktinin geldiğine karar verildi; -bunun sebeplerinden biri de gerçek suçlunun bu arada tekrar yakalanmış ve tanınmış olmasıydı; ama benim ne yazık ki bundan haberim yoktu. Bu bana epey sempati duyulmasını sağladı elbette ve, kimse cesedime sahip çıkmadığından, bir kamu mezarına gömülmem emredildi. Bir süre sonra buraya gömüldüm. Zangoç gitti ve yalnız kaldım. Marston'un "Tatminsiz"inden bir dize Ölüm iyi biridir ve evinin kapısı hep açıktır bana o anda bariz bir yalan gibi göründü. Tabutumun kapağını darbelerle açıp dışarı çıktım. Ortalık korkunç bir şekilde kasvetli ve rutubetliydi. Can sıkıntısına kapıldım. Kendimi eğlendirmek için sırayla dizilmiş çok sayıdaki tabutun arasında el yordamıyla ilerledim. Kapaklarını teker teker, kırarak açtıktan sonra içlerindeki fanilik üstüne düşüncelere dalarak oyalandım. "Bu" dedim kendi kendime, şişkin, yuvarlak ve yumuşak bir cesede takılıp üstüne düşerken - "bu hiç şüphesiz kelimenin tam anlamıyla mutsuz – talihsiz biriydi. Korkunç yazgısı titreşerek yürümekti - hayatı bir insan gibi değil, bir fil gibi yaşamaktı - bir gergedan gibi. "Kilo verme yönündeki çabaları boşa çıkmıştı, dolaşım sistemi de felaket haldeydi, ileri doğru bir adım atarken ne yazık ki iki adım sağa, üç adım sola gidiyordu. Çalışmaları Crabbe'ın şiirleriyle sınırlıydı. Topuk üstünde dönmenin harikaları hakkında bir fikri yoktu, olamazdı.-Onun için iki kişilik dans soyut bir kavramdı. Asla bir tepenin üstüne çıkmadı. Sivri uçlu bir kilise kulesinden asla bir metropolün görkemlerini seyretmedi. Sıcaklık can düşmanıydı. Yazın en sıcak günlerinde bir köpek gibi yaşadı. Bu yüzden alevlerin ve boğulmanın düşlerini gördü - yükselen dağların - Ossa'nın üstündeki Pelion'un. Solumakta zorlanıyordu - kısacası solumakta zorlanıyordu. Nefesli çalgılar çalmayı gereksiz buluyordu. Kendi kendine hareket eden yelpazelerin ve vantilatörlerin mucidiydi. Körükçü Du Pont'u azarlayıp dururdu ve puro içme girişiminde bulunurken, berbat bir şekilde öldü. Onunki çok ilgimi çeken bir durumdu - içtenlikle anladığım pek çok şey vardı. "Ama işte," - dedim - "işte" - ve sıska, uzun, tuhaf görünüşlü, nahoş bir şekilde tanıdık gelen birini nefretle tabutundan çekip çıkardım - "işte merhameti kesinlikle hak etmeyen rezil bir herif." Bunu söyledikten sonra, onu daha iyi görebilmek için baş ve işaret parmağımla burnundan tutup çekerek, doğrultup oturma pozisyonuna getirdim ve monologumu sürdürürken ona kolumla destek verdim. -"Merhameti," diye tekrar ettim, "hak etmeyen biri. Bir gölgeye kim merhamet duyabilir ki? Hem ölümlülüğün nimetlerinden sonuna dek faydalanmadı mı? O büyük anıtların - kısa kulelerin - paratonerlerin - karakavakların mucidi. 'Tonlar ve Gölgeler' üstüne yazdığı incelemeyle ölümsüzleşti. 'Güneyde, Kemiklerin Üstünde'nin son baskısını büyük bir beceriyle yayına hazırladı. Genç yaşta üniversiteye gidip pnömatik üstüne çalıştı. Sonra evine döndü, durmadan çalıştı ve Fransız kornosu çaldı. Gaydada ustalaştı. Zamana meydan okuyan Kaptan Barclay ona meydan okuyamazdı. Windham ve Allbreath en sevdiği yazarlardı, - en sevdiği ressam Phiz'di. içine gaz çekerken görkemli bir şekilde öldü - levique flatu corrumpitur, tıpkı Hieronymus'taki fama pudicitioe gibi. O kesinlikle bir"- "Nasıl yapabilirsiniz? — Nasıl yapabilirsiniz?" - diye sözümü kesti eleştirilerimin hedefi, soluk almaya çalışıp gözü dönmüşçesine çenesindeki sargıyı çekip çıkarırken - "Bay Lacko'breath, nasıl burnumu öyle sıkacak kadar zalim olabilirsiniz? Ağzımı nasıl kapadıklarını görmediniz mi - ve biraz bilginiz varsa - içimde kurtulmam gereken ne kadar çok miktarda nefes olduğunu bilmeniz gerekirdi! Bilmiyorsanız da oturun ve görün. — Benim durumumda ağzını açabilmek büyük bir rahatlık - etraflıca konuşabilmek - sizin gibi, bir centilmenin sözünü kesmeyecek biriyle iletişime geçebilmek. — Araya girmeler rahatsız edici oluyor ve kesinlikle yasaklanmalılar - siz de öyle düşünmüyor musunuz? — Yalvarırım cevap vermeyin, - teker teker konuşalım. — Biraz sonra benim sözlerim bitecek, o zaman siz başlayabilirsiniz. — Bayım, buraya nasıl geldiniz? — N’olur tek kelime etmeyin - ben de bir süredir buradayım – korkunç bir kaza! — Duymuşsunuzdur herhalde - büyük bir felaket! — Pencerenizin altından geçerken - bir süre önce - sizin aktörlük hevesine kapıldığınız sıralar da korkunç bir şey oldu! — İnsanın "nefesini toplaması" deyimini duymuşsunuzdur herhalde —dilinizi tutun diyorum size! — Ben bir başkasının nefesini topladım! — Kendiminki hep aşırı miktardaydı zaten - Blab'la sokağın köşesinde karşılaştım - tek kelime ettirmedi - araya bir hece bile sokuşturamadım -bu yüzden sara nöbetine tutuldum - Blab kaçıp gitti - o budalalara lanet ol sun! — Beni ölü sanıp buraya getirdiler - iyi iş becerdiler! — Hakkımda söylediğiniz her şeyi duydum - hepsi yalandı - korkunç! — Şaşırtıcı! — Rezilce! — İğrenç! — Anlaşılmaz! — vesaire - vesaire - vesaire - vesaire -" ------ Böylesine beklenmedik bir konuşmanın bende uyandırdığı hayret tahayyül edilemez. Bu bayın (kısa sürede tanıdım; komşum Windenough'ti) büyük bir talih eseri yakaladığı nefesin benim karımla konuşurken kaybettiğim nefesin aynısı olduğuna giderek ikna olunca hissettiğim sevinç de. Zaman, mekan ve koşullar bunu tartışmasız doğruluyordu. Ancak Bay W.'nin uzun burnunu hemen bırakmadım -en azından karakavakların mucidinin beni açıklamalara boğmayı sürdürdüğü o uzun zaman zarfında. Bunu yapmamın sebebi başlıca özelliğim olan ihtiyatlılığımdı. Önümde hâlâ, sağ kalmak istiyorsam aşmam gereken ve ancak aşırı gayretle üstesinden gelebileceğim pek çok güçlüğün bulunabileceğini düşünüyordum. Pek çok insanın sahip olduklarının değerini - kendileri için ne kadar değersiz olursa olsun - ne kadar sıkıntı ya da huzursuzluk verici olursa olsun - başkalarının onu elde etmekle ya da kendilerinin onu bırakmakla kazanacaklarıyla ölçtüğünü biliyordum. Bu durum Bay Windenough için de geçerli olamaz mıydı? Şu anda kurtulmak ister göründüğü o nefesi istediğimi belli edersem, onun para hırsının kurbanı olmaz mıydım? Bu dünyada komşularını bile kazıklamakta tereddüt etmeyecek hergeleler olduğunu ve (bu Epictetus'un sözüdür) insanların kendi dertlerinden kurtulmayı en çok istediği zamanların başkalarını kurtarmaya en az gönüllü oldukları zamanlar olduğunu bir iç çekişiyle anımsadım. Bunlara benzer düşüncelerden sonra ki bu arada Bay W.'nin burnunu tutmayı sürdürüyordum, bir yanıt vermemin vakti geldiğine karar verdim. "Canavar!" dedim haksızlığa uğramış birinin derin öfkesiyle, "canavar; çift nefesli budala! — Günahların yüzünden Tanrı tarafından iki nefese sahip olmakla cezalandırılmış sen - sen, benimle eski bir dost gibi sohbet etmeye mi kalkıyorsun? 'Yatıyorum,' sahiden! Ve 'dilimi tutuyorum,' kesinlikle! -Tek nefesli bir centilmen için aslında hoş olan bir sohbet - seni hak etmiş olduğun bu felaketten kurtarabilecekken - senden sıkıntı veren solunumunun fazlalıklarını alabilecekken." Brutus gibi durup cevap bekledim - Bay Windenough da bir kasırga gibi bu cevabı vermeye girişti. İtirazlar ve özürler peş peşe geldi. Razı olmayacağı ve benim sonuna dek istifade etmeyeceğim hiçbir koşul yoktu. Ön hazırlıkları tamamladıktan sonra tanışım bana nefesimi verdi; ben de (iyice inceledikten sonra) ona bir makbuz verdim. Böylesine soyut bir işleme bu kadar üstünkörü değinmem yüzünden pek çok kişi tarafından suçlanacağımı biliyorum. Fiziksel felsefenin son derece ilginç bir dalına yeni bilgiler katabilecek bir olayı -ki bu gerçekten de doğru daha ayrıntılarıyla anlatmam gerektiği düşünülebilir. Ne yazık ki, bütün bunlara yanıt veremeyeceğim. Sadece bir ipucu vermeme iznim var. Bazı son derece nazik -ama bu meseleden olabildiğince az bahsetmem daha iyi- tekrar ediyorum, son derece nazik koşullar şeytanca öfkesini üstüme çekmeyi şu anda hiç mi hiç istemediğim üçüncü bir şahsın çıkarlarıyla yakından ilgiliydi. Bu gerekli işlemi tamamladıktan sonra o mezarlığın zindanından kurtulduk. Canlanmış seslerimizin birleşik gücü kısa sürede yeterince duyulur olmuştu. Scissor, Whig'in editörü, "yeraltından gelen seslerin doğası ve kökeni" üstüne bir incelemeyi tekrar yayımladı. Bir demokrat gazetenin sütunlarından bir yanıt - cevap - yalanlama - ve gerekçelendirme geldi. Bay Windenough'la benim ortaya çıkışımız iki tarafın da açıkça haksız olduğunu ancak mezar odası açıldıktan sonra kanıtladı. Her zaman olaylı geçen bir hayatın bazı çok tuhaf kesitlerine ilişkin bu ayrıntıları aktarmayı, okurun dikkatini görülemeyen, hissedilemeyen ve tamamen anlaşılamayan o felaketlere karşı kişiyi her zaman, mutlak bir şekilde koruyan o karışık felsefenin meziyetlerine tekrar çekmeden sona erdiremem. Eski İbraniler bu bilgeliğin ışığında, cennetin kapılarının "Âmin!" sözcüğünü, sağlam ciğerler ve mutlak bir kendine güvenle haykıran günahkâr veya ermişe mutlaka açılacağına inanırdı. Atina'yı büyük bir veba salgını kasıp kavurduğunda ve hiçbir şekilde önüne geçilemediğinde Epimenides, Laertius'un bu filozofa ilişkin ikinci kitabında anlattığı gibi, "uygun Tanrı'ya" bir tapınak ve mabet inşa edilmesini bu bilgeliğin ışığında tavsiye etmişti. LYTTLETON BARRY Edgar Alan Poe Bütün Öyküleri Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.