Jump to content

M.Night Shayamalan


schizophrana

Önerilen Mesajlar

http://dietrichthrall.files.wordpress.com/2008/05/m-night.jpg

 

 

 

 

6 Ağustos 1970’te Hindistan’ın Pondicherry şehrinde dünyaya geldi. Babası Nelliate Shyamalan kardiyolog, annesi Jayalakshmi Shyamalan ise doğum uzmanıydı. Veena Shyamalan adında bir kardeşi de olan M. Night Shyamalan, Philadelphia’nın gösterişli banliyösü Penn Valley’de büyüdü. Film yapmak tutkusunu hissettiğinde, ilk kamerasına sahip olduğu 8 yaşındaydı. Shyamalan, ailesinin hediye ettiği kamerasıyla 17 yaşına kadar 45 tane kısa film çekti. Katolik okulundaki eğitiminden sonra, sinema aşkıyla kendini Tisch School of the Arts’ta film yapımı üzerine öğrenim görmeye başlarken buldu.

 

1992’de mezun olduktan sonra aynı yıl, ilk uzun metrajlı filmi "Praying with Anger”’ı çekti. 1998’de onun ilk önemli teatral eforu olarak nitelendirilen ve çekimlerini eğitim gördüğü Katolik okulunda gerçekleştirdiği “Wide Awake”’ için kamera arkasına geçti. Film genç bir Katolik öğrencinin büyükbabasının ölümüyle başa çıkma çabasını konu alıyordu ve Robert Loggia, Rosie O'Donnell, Dana Delanyve Denis Leary’den oluşan oyuncu kadrosuyla box-office filmler arasına girmesi uzun sürmedi.

1999 yılında çektiği The Sixth Sense(Altıncı His), yönetmene ciddi bir gişe hasılatı getirmekle kalmadı, geniş kitlelerce tanınmasını sağladı ve eleştirmenler tarafından oldukça beğenildi. 6 dalda oskara aday gösterilen Altıncı His, ayrıca farklı film festivallerinden aldığı 30 ödülün de sahibi oldu. Haley Joel Osment ve Bruce Willis’in başrollerini paylaştığı, başarıya doymayan bu filminden sonra Shyamalan, 2000 yılında bir diğer doğaüstü gerilim filmi olan Unbreakable’ı (Ölümsüz) çekti. Ölümsüz, Shyamalan’ın kült klasiklerinden biri olarak kabul edildi ve yönetmen filmini tüm filmleri içindeki favorisi olarak gösterdi. Ölümsüz’de yine Bruce Willis’le çalıştı.

2002’de, karısının trajik bir kaza sonucu ölmesi yüzünden inançlarını yitiren eski bir rahibin ruhani sorgulamalarını, bilimkurgu ve gerilim ekseninde işleyen filmi Signs’ı çekti. Mel Gibson ve Joaquin Phoenix’in başrollerini paylaştıkları filmde, dünyayı istila eden uzaylılar teması ilk kez felsefik ve spiritüel bir yaklaşımla ele alınıyordu.

Shyamalan, gerilim, bilimkurgu, fantezi ve drama türlerini sentezlediği çalışmalarında çok katmanlı ve zengin bir anlatım sunuyordu. 2004 tarihli The Village (Köy) filminde diğer filmlerinden farklı olarak gerilim temasını bireyler üzerinden değil de toplumsal bir eksende ele aldı. Kitlesel bir korku fenomeni yarattığı Köy filminde, sorgulanmadan benimsenmiş korkuların sonuçlarını tartışıyordu. Film farklı okumalara sahip olduğu, çok katmanlılık içerdiği için üzerinde uzun süre konuşuldu.

2006 yılında Lady In The Water(Sudaki Kız) filmi için kamera arkasına geçti Shyamalan. Paul Giamatti, Köy filminde de birlikte çalıştığı Bryce Dallas Howard, ve Jeffrey Wright’ın başrollerini paylaştığı film, Philadelphia’daki bir apartmanda gelişen gerçeküstü olaylar hakkındaydı. Bir su perisini gerçek kişiler, gerçek mekanlar ve gerçek bir zaman diliminde konumlandırmak sinematografi, sanat yönetimi ve görsel anlamda oldukça zorlu olmasına rağmen, Shyamalan teknik olarak bu sorunların üstesinden bu filmde başarıyla geldi. Ancak film tüm bu olumlu özelliklerine rağmen beklenen ilgiyi göremedi ve olumsuz eleştiriler aldı.

Çocukluk idolü olan Alfred Hitchcock gibi yönettiği filmlerinde görünmesi, yönetmenin her filminde dikkat çeken bir ritüel olmuştur. Kendisiyle yapılan bir röportajda, Hitchcock’un filmleriyle ilgili olarak “Gerilimle ilgili neler yapmak istediğimden çok, neler yapmamam gerektiği konusunda müthiş dersler aldığım başyapıtlardı.”ifadesini kullanmıştır.

Kendi Ağzından

“Ben ürpermeyi çok seviyorum. Yaşamın her anında bir heyecan olduğuna inanıyorum. Bu nedenle ürperti hissedemeyeceğim bir film yapmak bana zor geliyor. Ama belli de olmaz her an her şeyi yapabilirim.”

“Küçük yaşlarımda aile büyüklerinin anlattığı masallarla büyüdüm ben. Küçücük bir çocukken bile büyük keyif aldığımı hatırlıyorum. Her çocuk da böyledir sanırım. Evde de çarşaflarla filan hayaletler yapardım, ev halkını korkutmaya bayılırdım. Sanırım gizem, bilinmeyen şeyler her çocuk gibi benim de ilgimi çekiyordu. Sonrasında da herhangi bir öyküyü böyle nasıl anlatırım diye düşündüm hep.” “Korku benim sinema dilim. Ama aslında sevgi filmleri yapıyorum ben. İnanç da çok önemli tabii ki, inanarak var olabiliyoruz..."

 

Alıntı.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...