raskolnikov Oluşturma zamanı: Ekim 26, 2008 Paylaş Oluşturma zamanı: Ekim 26, 2008 Orhan Aksoy || Bizim Seri Katiller (Kolici) “Yapmış ta olabilirim yapmamışta hatırlamıyorum” ‘‘Öldürmek bana zevk veriyor. Çıkar çıkmaz yine cinayet işleyeceğim’’ 33 yaşında. Evli ve iki kızı var. Ekim 2000-Ocak 2001 arasında beş kişiyi evinde çamaşır ipiyle boğarak öldürdü. Depremden sonra işleri bozulduğu için ailesini Romanya'ya yolladı ve öldürmeye başladı. Kurbanlarını boğduktan sonra koliye koyup şehrin tenha bölgelerine bıraktığı için adı koliciye çıktı. Yargılanıyor. Adı: Orhan Aksoy, yaşı: 33, cinayet sayısı: 5 Öldürme güdüsünü harekete geçiren: Hırsızlık ‘‘Oda dört dönüyor. İçkiden mi nedir? Viski kaçak mı yoksa Orhan?’’ Orhan cevap vermedi. Gözlerini kadehine dikmişti. Sessizlik uzadı. Sonra kopkoyu bir karanlık. Orhan özenle kalktı koltuğundan. Çamaşır ipini koyduğu çekmeceye doğru gitti. Uzaktan Mehmet'in yana düşmüş başını seyretti. Yüreğine saplanır gibi olan acıma duygusuna aldırmadan arkadaşının arkasına dolandı, ipi çenesinin altından çapraz doladı ve sıktı. İlk cinayetiydi bu Orhan Aksoy'un. Kurbanı ise ev arkadaşı Mehmet Yeşilyayla. Romen asıllı Mine adında bir karısı, Esen ve Esin adında iki kızı var. 17 Ağustos'a kadar hayatı pürüzsüzdü. Depremden sonra dünyası altüst oldu. Çok korkmuştu. Önce işleri bozuldu ardından da evinin düzeni. Karısını ve kızlarını Romanya'ya gönderdi. Fatih'teki evini Kız Kulesi'nde komilik yapan arkadaşı Mehmet Yeşilyayla ile paylaşıyordu. Bu tek düzelikte, Orhan Aksoy'un hayatına hareket getiren tek şey cep telefonunun kaybolması oldu. Orhan'a göre telefon çalınmıştı ve suçlu da ev arkadaşı Mehmet Yeşilyayla'ydı. Bir süre sonra telefon bulundu. Demek Mehmet korkup geri getirmişti. Aşağılık bir hırsızdı ve cezalandırılmalıydı. Yukarıdaki sahnede anlatıldığı şekilde öldürdü Mehmet'i bir akşam. Sonra elbiselerini çıkardı, çıplak vücudunu küvete yatırdı. Günlerce suda bekletti, kokuyu engelledi, çürümeyi çabuklaştırdı. O arada cansız bedenle sürekli sohbet etti. Orhan Aksoy yakalandıktan sonra polise verdiği ifade doğrultusunda Mehmet Yeşilyayla Kocasinan'da gömüldüğü yerden çıkartıldığında tanınmayacak hale gelmişti. İkinci kurban kardeşinin arkadaşı Murat Kaya’ydı ve bir hırsızdı. Kaya'yı son bir kez daha görüşmek üzere evine çağırdı. Sahne aynen tekrarlandı: Viski, sohbet ve çamaşır ipi. Onlara acıyordu aslında Orhan Aksoy. Böyle anlattı polise. Hem de tam öldürürken. Ama sonra vazgeçiyordu bu düşüncesinden. Önemli olan üçüncünün kim olacağıydı? Seyyar satıcı arkadaşı Ömer Şeker geldi aklına. Aylar önce bir sohbet sırasında ‘‘Bütün Romen kadınlar fahişedir’’ dememiş miydi? Karısı da Romen'di. Bunu bildiği halde ileri gitmişti. Ölmeliydi. Tanınmamak için sakal bıraktı. Ucuz porno kaset önerisiyle evine çağırdı seyyar satıcıyı. Ve sahne tekrar oynandı. Taksim'de bir gece dolaşırken karşısına dördüncü kurbanı Turgut Erkan çıktı. Öfkeliydi Turgut ve Murat'ı arıyordu: ‘‘En son seninle görmüşler. Birşeyler biliyorsun. Polise gidip şikayet edeceğim. Peşini bırakmayacağım!’’ O anda kararını verdi: Evin dördüncü misafiri Turgut olacaktır. Son kurbanı ise pul koleksiyoncusu, Boğaziçi mezunu, Rotary Kulüp üyesi Ali Rıza İdrisoğlu. Öldürülme nedeni bu kez farklı: ‘‘Koli, nakliye masrafı derken para harcadım. Bu adamın paralı olduğunu biliyordum. Sohbetimiz de vardı. Pul koleksiyonumu satacağım diyerek eve davet ettim.’’ Ama evde hala Turgut'un cesedi vardı. İkisini aynı küvete yatırdı ve aynı anda koliledi. Gazi Mahallesi'ndeki bir parka bırakınca da polisin dikkatini çekti ve yakayı ele verdi. İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davada suçlamaları reddeden Aksoy'un avukatı, yeterli delil olmadığını da öne sürerek, tahliyesine ve beraat talebinde bulundu. Son sözü sorulan Orhan Aksoy da "Cinayetlerle bir ilgim yok. Suçsuzum. Tahliyemi istiyorum" dedi. Ancak mahkeme heyeti, Orhan Aksoy'u, Mekmedi Yeşilyayla, Hakan Kaya, Turgut Erkan, Ali Rıza İdrisoğlu ile Ömer Şeker'i eşya ve parasını almak için öldürdüğü gerekçesiyle suçlu buldu ve 5 kez müebbet haip cezasına çarptırdı. Aksoy ayrıca cezasının ilk iki yılını da geceli gündüzlü hücrede geçirecek. Olayların Gelişim Safhaları: İstanbul’da cinayetler zinciri, bir bina inşaatının bodrum katında başladı ve aylarca devam etti. Ona ulaşmak için, adli tıp kurumu uzmanlarının ve polisin onlarca soruya cevap vermesi gerekiyordu. Son cinayetinde ardında ilk ipucunu bıraktığında, uzmanlar onun bir seri katil olduğunu anlamıştı. Ama kurbanları için artık çok geçti. 16 Ocak 2001, salı Şevket, uyandığında odanın içi buz kesmişti... İstemeye istemeye yataktan kalktı.Musa gelmeden önce kahvaltıyı hazır etmeliydi. Sıva ustası Musa, geldiğinde saat 9’u geçmişti. Her sabah inşaatta birlikte kahvaltı ederlerdi. Bugün de rutini bozmaya niyeti yoktu. İki arkadaş zeytin-peynirden ibaret kahvaltılarını bitirdiğinde saat 11’e yaklaşıyordu. İşe koyulmaya niyetlendikleri sırada inşaatın müteahhidi Cüneyt Bahçıvan çıkageldi. Bahçıvan, bir gün önce bodrum katında yapılan temizliği kontrol etmek istiyordu. İkisi de yaptığı işten emindi. Bu güvenle, patronlarıyla birlikte bodruma indiler. İlk şaşkınlığı bodrumdan içeri ilk giren şevket yaşadı. Bir gün önce köşe bucak temizledikleri alanın ortasında krem renkli çarşafa sarılı kocaman bir paket duruyordu. Şevket, mahcubiyetini sezdirmemeye çalışarak pakete yaklaştı. Etrafında dolanıp, sağına soluna tekme attı. Paket, koli bandıyla bağlanmıştı. Patronunun emriyle bandı kopardı. Bu kez de ortaya mavi renkli bir bidon çıktı.Bidonun ağzı gazete parçalarıyla kapatılmıştı.Onları da kaldırdı. Şimdi karşısında siyah bir poşet duruyordu. Ellerini uzattı. Yokladı ve dehşetle irkildi. Saat 11.45 Fatih’te ceset bulunduğu ihbarını alan İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün olay yeri inceleme ekipleri, inşaata ulaştığında aradan 45 dakika geçmişti. Ekibin ilk işi, olay yerini güvenlik çemberine alarak rutin bomba araması yapmak oldu. Yarım saat süren çalışma sonunda bidonun içindekinin ceset olduğu kesinleşmişti. Ekipler, binada geniş çaplı bir aramaya girişti, amaçları katilin geride bıraktığı herhangi bir ipucuna ulaşmaktı.binanın her köşesi karış karış arandı. özellikle, katilin DNA’sını ele verebilecek deliller üzerinde duruldu. Delil toplama işlemi devam ederken olay yerine fatih cumhuriyet savcısı ulaştı. Savcı, cesedin adli tıp kurumu’nda incelenmesini istiyordu. Onun bilmesi gereken ilk şey, cesedin nasıl öldürüldüğüydü? Dr. Bülent Şam (Adli Tıp Turumu Uzmanı): “ileri derecede çürümeye rağmen bağlayarak boğmaya bağlı lezyonlar, bu boğmanın ölümcül olduğunu gösteren yumuşak doku ezilmeleri saptadık.” Cesedin hızlı çürümüş olması, adli tıp kurumu uzmanlarının ölüm nedenini belirlemesini zorlaştırmıştı. Ama olay sıradan bir cinayete benzemiyordu. Ceset orta yaşlarda bir erkeğe aitti. Çırılçıplaktı. Ayakları ve elleri önce birbirine sonra da boynuna bağlanmıştı. Cinsel organı elektrik bandıyla defalarca sarılmış, gazeteyle kaplanmıştı. Burun delikleri, kulak içleri, ağzı ve anüsü katlanmış gazete parçaları tıkıştırılarak doldurulmuştu. Prof. Dr. Tarık Yılmaz (Psikiyatr):”Birincisi öldürülmüş bir insan var. Bağlanmış ve seksüel sadistlik gösteren bulgular var. Bağlanması, seksüel sadistlik açısından değerlendirmek lazım. Bağlanma tarzı ipucu verebilir. Cinayeti işleyen kimsenin kurban üzerindeki hakimiyet duygusunu arttırmaya çalıştığı ve onun üzerine sadistlik ve seksüel birtakım şiddet uygulamalarında bulunduğu izlenimi verebilir.” İstanbul cinayet masası ekiplerinin cevaplaması gereken ilk soru, cesedin kim olduğuydu? Her zaman olduğu gibi ekip işe, eşkale uyan kayıp başvurularını incelemekle başladı. Kısa bir araştırmadan sonra eşkale uyan bir kayıp başvurusu bulundu.Başvuru, cesedin bulunmasından dört gün önce Bayrampaşa Ahmediye Polis Karakolu’na yapılmıştı. Başvuruyu yapan Emine Şeker adında bir ev kadınıydı. Söylediğine göre Aksaray civarında seyyar satıcılık yapan 42 yaşındaki kocası Ömer Şeker, 12 ocak günü tanımadığı bir adamla Fatih’teki bir eve gitmiş ve bir daha geri dönmemişti.Verdiği eşkal, bidon içinde bulunan cesede tıpatıp uyuyordu. Cinayet masası ekipleri hızla emine şeker’in Bayrampaşa’daki evine ulaştı... Ekip, aileden adli tıp kurumu morgundaki cesedi teşhis etmesini istiyordu. Görev, Ömer Şeker’in erkek kardeşi İmam Şeker’e düştü. İki saat sonra İmam Şeker eve döndüğünde getirdiği haber kötüydü.Ceset, Ömer Şeker’e aitti. Polis, cinayet soruşturması kapsamında Ömer Şeker’in ortadan kaybolduğu gün yanında olan arkadaşlarını tek tek sorguya aldı. ifadeler, Ömer Şeker’in katilin peşinden kendi rızasıyla gittiğini gösteriyordu. Müslüm Öncel’in polise verdiği ifade (Ömer Şeker’in arkadaşı): “Aksaray’a tezgah açmak için gittiğimde öğle saatleriydi. Ömer ve Veli benden önce gelmişlerdi. Biraz sonra Ömer’in tezgahının başına uzun boylu, sakallı ve bıyıklı bir adam geldi. Adam tuhaf görünümlüydü ama Türkçesi düzgündü. Sigara satmak istediğini söyledi. Ömer’le pazarlık yaptılar ve 300 milyona anlaştılar. Sigaraları almak için adamın evine gidilecekti. Ömer beni de yanında götürmek istedi. Üçümüz taksiye bindik. Fatih evlendirme sarayı’nın önünde adam taksiyi durdurdu. Ben de iniyordum ki bana, ‘sen kal ailem var’ dedi. Bunun üzerine Ömer, ‘cep telefonunu açık tut, sigaraları alıp gelirim’ diyerek adamın peşinden gitti.” Müslüm bir saat kadar taksinin içinde bekledi. Meraklanmaya başlamıştı. Ömer’i cep telefonundan aradı. Ömer, “10 dakika içinde geliyorum” diyerek telefonu kapattı. Bir saat kadar bekledikten sonra bir kez daha aradı. Ömer’in cevabı yine aynıydı.Biraz sonra geleceğini söylüyordu.Aradan bir yarım saat daha geçti.Tekrar telefona sarıldı.Ne var ki Ömer’in telefonu artık kapalıydı... 21 Ocak 2001, pazar Ömer Şeker’in cesedinin bulunmasından beş gün sonra... Gaziosmanpaşa’daki Çamlık Parkı’nın 55 yaşındaki bekçisi Nazım Memiş, 21.00 sularında görev yerine geldi. Adeti olduğu üzere parkın içindeki çay bahçesine yollandı. Her akşam burada çalışan Şener ve Mustafa’yla biraz çene çalardı. Ama bu akşam ikisi de heyecanlıydı. Gençlerin anlattığına bakılırsa, parkın Mevlana Caddesi’ne bakan kapısında sabahtan beri sahipsiz iki koli duruyordu. Civardaki esnafı tek tek dolaşmışlar ama sahibini bulamamışlardı. Bekçi Nazım’ı da merak sarmıştı. Birlikte kolilerin yanına gittiler. Kolileri açıp açmamayı tartışıyorlardı ki, bekçi yanlarından geçen polis ekibi otosunu fark etti. Yağmura rağmen kolilerden ağır bir koku yükseliyordu. Polis kolilere fener tuttu. Bir şey görülmüyordu.Birini açmaya karar verdiler. Koli bandını çözer çözmez, diğerine bakmaya gerek kalmamıştı. Komiser Hasan Zeki Ulusan (Olay Yeri İnceleme Uzmanı):“Birinci kolinin içini açtığımızda cenin pozisyonunda üzeri çıplak elleri bağlı kafasına bir poşet geçirilmiş bıyıklı 30-35 yaşlarında bir erkek cesediyle karşılaştık. Cesedin yaptığımız fiziki incelemesinde poşeti çıkardıktan sonra kafasına daha doğrusu cildine gazete örtüldüğünü ve bu gazetenin de cildine yapıştığını ve vücudunda herhangi bir darp cebir izine rastlanmadığını gördük.” ”İkinci koliyi açtığımızda yine aynı şekilde cenin pozisyonunda diz kapakları koli bandıyla bantlanmış yine aynı şekilde kafasına poşet bağlanmış bir erkek cesediyle karşılaştık.” Adli tıp kurumu uzmanları, bu kez şanslı değildi. Dr. Bülent Şam (Adli Tıp Kurumu Uzmanı): “İkisinde de ilerlemiş çürüme ölüm nedenini bulmamızı zorlaştırdı. Bunun üzerine birinci ihtisas kuruluna gönderdik.” İleri derecede çürüme nedeniyle birinci ihtisas kurulu da cesetlerin ölüm nedenini tespit edemedi. “Çürümeyle ölüm nedenini olayın meydana geliş şeklini saptayacağımız lezyonlar ortadan kaybolur. Bazı bulguları saptamakta güçlük çekeriz. Ölüm nedenini tahmin etsek bile kesin ifade kullanamayız.” Son bulunan iki cesedin durumu, Ömer Şeker’in tıpatıp aynısıydı. İkisi de yine çırılçıplaktı.Kafalarına poşet geçirilmişti. Kolinin içine elleri ve ayakları bağlandıktan sonra cenin pozisyonunda yerleştirilmişlerdi. Ağız ve kulak delikleriyle anüsleri tutkal kıvamında bir maddeyle doldurulmuştu. Her iki cesedin de penisleri defalarca sarılmıştı. Farklı olarak bu kez cesetlerin pazılarında ve uyluk kemiğinde yanık izleri, anüs bölgelerinde morartı vardı. Ayrıca yüzlerinde mavi renkli bir boyanın izleri görülüyordu. İkinci koliden de bir banyo havlusu ve yorgan çıkmıştı. Dr. Şafak Taktak (Adli Tıp Kurumu Uzmanı):”Aynı şekilde öldürülmüş üç kişinin bulunması cinayetin aynı kişi ya da kişiler tarafından öldürülmesi ihtimalini akla getiriyor. Bu durumda cinayetlerin kişinin psikolojik yapısının dışa vurumu olduğunu düşünür bu psikopatolojik durumun izlerini ararız. Bu cesetler nerede bulundu, cinayet nerede işlendi, öldürdükten sonra ceset üzerinde işlem yapılmış mı? Bu gibi davranışların izini sürer cinayeti işleyenin profiline ulaşırız. Bu da polislere yardımcı olmak için ipucudur.” Prof. Dr. Tarık Yılmaz (Psikiyatr): ”Bunlar cinayet tarzının giderek daha geliştiğini gösteriyor. Bunu ipucu olarak kabul etmek mümkün. Çeşitli verilere dayanarak. Yani cinayetlerin şiddeti artıyorsa ve belli ritüelleri aynı kalıyorsa muhtemelen aynı kişiye aittir bunlar.” Cinayet masası ekipleri şaşkındı. Bir hafta arayla önce fatih’te, sonra da Gaziosmanpaşa’da birbirine benzer şekilde üç ceset bulunmuştu? Katilin aynı kişi olduğu düşünülüyordu. Peki peş peşe cinayet işleyen bu katil nasıl biriydi? Prof. Dr. Tarık Yılmaz (Pskiyatr): .”Sık aralıkların olması belki çok ağır bir kişilik bozukluğuna ve ağır psikiyatrik bozukluğa yani sık olması psikiyatrik bozukluğun şiddetinin ağırlığına işaret olabilir.” Cesetlerin çıplak olması, vücut boşluklarının silikonla doldurulması ve diğer bulgular olayın infaz olma ihtimalini ortadan kaldırıyordu. Cinayetler arasındaki bağlantı ancak son bulunan iki cesedin kimliklerinin belirlenmesi ortaya çıkabilirdi? Polis, bir kez daha eşkale uyan kayıp başvurularını gözden geçirdi. Çok geçmeden de aranan bilgiye ulaşıldı. Ömer Şeker’in bulunduğu gün Bakırköy’den bir başka kayıp başvurusu yapılmıştı. Merkez Karakolu’na başvuran Mimar Zafer Bekaroğlu’ydu. Karısının abisi ortadan kaybolmuştu. Verdiği eşkal cesetlerden birinin aynıydı... Zafer Bekaroğlu’nun karakol başvurusu: “16 ocak salı günü kayınbiraderim Ali Rıza İdrisoğlu, saat 12 civarında banyolar caddesi’ndeki evinden bir arkadaşını göreceğini söyleyerek ayrıldı. O saatten sonra kendisine ulaşamadık. Sürekli cep telefonunu aradığımız halde cevap vermedi. Ertesi gün öğleden sonra ise, cep telefonu kapatılarak kendi evine yönlendirildi.” Ali Rıza İdrisoğlu 45 yaşındaydı. Boğaziçi üniversitesi mezunuydu. Zengin bir aileye mensuptu... İdrisoğlu’nun kimlik tespitini kız kardeşi Ayzer Bekaroğlu yaptı. Cesetlerden birinin kimliği belli olmuştu. Cinayet masası ekiplerinin kafası iyice karışmıştı. Birbirleriyle bağlantılı görünen iki olayda cesetlerden biri, bir seyyar satıcıya diğeri ise zengin bir işadamına aitti. Polis aradaki bağı çözmek umuduyla üçüncü cesedi araştırmaya başladı. Artık polis üçüncü cesedin kimliğine nasıl ulaşacağını çok iyi biliyordu. İdrisoğlu’nun kaybolmasından bir gün önce, yine Bayrampaşa’dan bir kayıp başvurusu yapılmıştı. Başvuran Mürvet Erkan’dı. 30 yaşındaki oğlu kayıptı. Mürvet Erkan’ın karakola başvurusu: “Oğlum Turgut Erkan, bir tiyatroda çalışıyordu. İşinden istifa etmiş. Saat 18 civarında Beyoğlu’ndaki işyerinden ayrılmış. Ancak eve dönmedi. Haber vermeden eve gelmediği hiç olmadığı için başına bir şey gelmiş olmasından korkuyorum.” Üçüncü cesedin kimliği de ortaya çıkmıştı. Turgut Erkan tiyatro ve dizilerde ışık teknisyeni olarak çalışıyordu. Medya ve sinema dünyasına yakın bir isimdi.Polis, Erkan’ı araştırırken ileride önemli bir ipucu olacak bir bilgiye ulaştı. Erkan, dört yıl önce hırsızlık yaptığı gerekçesiyle Dikilitaş Polis Merkezi’nce tutuklanmış ve parmak izleri alınmıştı. Ortada görünürde birbiriyle bağı olmayan üç erkek cesedi vardı. Ömer Şeker, kendi halinde bir seyyar satıcıydı. Tanımadığı bir adamla Fatih’te bir eve gitmiş ve kayıplara karışmıştı. Arkadaşları onu kaybolduğu sokağı karış karış aramalarına rağmen bulamamışlardı. Turgut Erkan, sanat dünyasına yakındı. Onun en son kiminle olduğunu bilen yoktu. Ali Rıza İdrisoğlu ise, arkadaşımla görüşeceğim diyerek evden çıkmıştı. Arkadaşının kim olduğunu bilen yoktu. Ve diğer ikisinden çok farklı bir sosyal sınıfa mensuptu. Belli ki, üçünün yaşarken tek bir ortak noktası yoktu. Aralarındaki tek bağ, öldürülme şekilleriydi. Adli Tıp Kurumu Uzmanları daha fazla bilgiye ulaşmak için cesetler üzerinde alkol ve uyuşturucu incelemesi yapmaya karar verdi: Gökhan Batuk (Adli Tıp Kurumu Uzmanı):“Gelen İlk Ceset Ömer Şeker’di. Onun kanında yüzde 95 oranında alkol tespit ettik. Turgut erkan’da da yüzde 68 oranında etil alkol bulundu. Ali Rıza İdrisoğlu’nda ise alkol bulamadık. Ancak onda da yüzde 563 oranında uyutucu bir madde vardı.” Adli tıp kurumu’nun bu bulgusu önemliydi. Demek ki, üçü de ölümlerinden kısa bir süre önce alkol almışlardı. Ya da son içkilerini katilleriyle içmişlerdi. Prof. Dr. Tarık Yılmaz (Psikiyatr):.”Bildiğimiz bir şey var ki, kurbanları alkollü. Alkol veriyor kurbanlarına arkalarından dolanıyor onların müdahale edemeyeceği şekilde yani kurbanlarından da korkuyor büyük bir ihtimalle.” Artık adli tıp kurumu uzmanları da, polis de karşılarında bir seri katil olduğundan emindi. Geriye katilin bıraktığı ipuçlarını izlemek kalmıştı. Ancak işleri hiç de kolay olmayacaktı. İlk olarak cesetlerin konduğu kolilerde parmak izi araması yapıldı. Sonuç olumsuzdu, katil, kolilerde ve koli bantlarında herhangi bir iz bırakmamıştı. Dr. Firuz Koç (Adli Tıp Kurumu Uzmanı): “İlk olasılık kişinin eldiven kullanmış olmasıdır. Dolayısıyla banda parmak izi geçmeyecektir. Ya da parmak izini temizlemiş ya da silmiş olabilir. Ya da üçüncü bir ihtimal parmak izi bandın yapışkanlı yüzeyindedir koliden çıkartılırken kaybolmuştur. Akla gelen olasılıklar bunlar.” İpucu bulunabilecek bir başka şey de kolilerden birinden çıkan yorgan ve havluydu. Adli tıp kurumu, bu iki eşya üzerinde de katilin DNA’sını ele verecek tükürük, kıl ya da salgı aradı. Sonuç yine olumsuzdu. Yalnız eşyalarda değil, cesetler üzerinde yapılan aramada da katilden bir ize rastlanmadı. Belki de o, kendini ele verecek ipuçlarını yok etmeyi iyi biliyordu. Geride ipucu bırakmamayı iyi bilen katil, bir tek şeyi hesaba katmayı unuttu; telefon kayıtlarını. Polis, Ali Rıza İdrisoğlu’nun kaybolduğu gün evden çıkmadan önce biriyle telefonla görüştüğünü biliyordu. Son bir umutla, İdrisoğlu’nun 16 ocak 2001 tarihli telefon kayıtları incelendi. Aranan bulunmuştu.İdrisoğlu, saat 10.50’de Fatih’teki bir evle peş peşe iki kez görüşmüştü. İlk kolinin Fatih’te bulunmasını göz önüne alan polis, evde yaşayanları araştırmaya başladı. Bulgular ilginçti. Telefon, hırsızlıktan sabıkalı birine aitti, sonunda polis, en azından kuşku duyabileceği birini bulduğuna inanıyordu. İdrisoğlu’nun cep telefonu kapanmadan önce evine yönlendirilmişti. Katili ele veren de işte bu cep telefonu oldu. Birkaç gün kapalı tutulan telefon sıkı bir takibe alındı. Görüşmeye ilk açıldığı anda da gönderdiği sinyaller, polise nereye gitmesi gerektiğini gösteriyordu. 23 Ocak 2001 salı Bursa Atatürk Caddesi’nde bulunan bir kafe. Cam kenarında oturan sakallı, minyon tipli ve siyah deri montlu adamın önündeki masa, az önce bitirilmiş yemeğin artıklarıyla dolu. Adam, az önce giden arkadaşının yürüdüğü yöne dalgın dalgın bakıyor. İstanbul cinayet masası polislerinden Komiser Turan Mısır Ve Mehmet Kaya’nın kendisine doğru yaklaştığının farkında değil. Adamın oturduğu masaya iki adım kala polislerden biri sesledi: “Orhan Aksoy! Üç kişiyi öldürmek suçundan gözaltına alınıyorsun. Avukat isteme ve yakınlarına haber verme hakkın var. Gidelim.” Orhan Aksoy: 31 yaşında. İki çocuğu var.Cinayetleri polise ayrıntılarıyla anlatacak. Cinayet masası ekipleri: Aksoy’un daha önce haberdar olmadıkları iki cinayet daha işlediğini öğrenecekler. İstanbul halkı: Kolici adıyla anılacak olan bir seri katili, dehşetle izleyecekler... Kurbanlar: Ortaya çıkan deliller, hepsinin ortak bir noktası olduğunu gösterecek... 24 Ocak 2001 Orhan Aksoy, tutuklandığında üzerinde kurbanlarına ait eşyalar bulundu.Ömer şeker’in cep telefonu, Ali Rıza İdrisoğlu’nun Boğaziçi Üniversitesi amblemli yüzüğü ve Osmanlı Tuğrası işlemeli gümüş bir kolye. İstanbul cinayet masası polisleri aynı günün akşamı Orhan Aksoy’u sorguya aldığında onun yalnızca üç cinayet işlediğini zannediyordu.Sorgunun ilerleyen saatlerindeyse işlediği diğer cinayetler ve kurbanlarını öldürme nedeni ortaya çıkacaktı. Komiser Turan Mısır (Cinayet Masası Polisi): “Orhan Aksoy’un yapmış olduğumuz sorgulamasında daha önce İstanbul’da ikamet ettiğini araştırdık. Neticede Fatih’te bekar evinde oturduğunu tespit ettik. O bölgede yaptığımız çalışmalarda Mehmedi Yeşilyayla’yla oturduğunu tespit ettik. Yapmış olduğumuz çalışmalar sonunda Mehmedi Yeşilyayla’nın, ortadan kaybolduğunu tespit ettik.” Aksoy’un ilk kurbanı, 35 yaşındaki ev arkadaşı Mehmedi Yeşilyayla olmuştu. Komiser Turan Mısır (Cinayet Masası Polisi):“Son üç olaydaki yöntemden şahsın başka cinayet işleyebileceğini düşündüğümüzden Mehmedi Yeşilyayla’nın ortadan kaybolmasını öğrendikten sonra onunda öldürülmüş olabileceğini yönünde sorgulama yaptık ve şahıs Mehmedi öldürdüğünü kabul etti.” Orhan Aksoy’un ifadesi: “Evimin bir odasını ona kiraya verdim. Muşlu’ydu. İstanbul’da kimsesi yoktu. Kan davası olduğu için sık sık ev değiştiriyordu. Akşamları sohbet ederken üç kişiyi öldürüp 10 yıl cezaevinde yattığını anlatırdı. Cezaevlerini bildiğim için soru soruyor ama çelişkili cevaplar alıyordum. Bazı konularda benimle inatlaşıyordu. Bunun kanının bitlendiğine karar verdim. Şener Şen’in, turşucu filmindeki adam gibi iki yüzlünün tekiydi. Bir gün odanın kapısını kilitlemeyi unutmuştum. Sabah uyandığımda cep telefonum yoktu. Onun çaldığını anladım. Akşam eve geldiğinde kirayı ödemek için 30 milyon lira getirdi. Oysa sabah parası yoktu. Olayı muhakeme ettim ve onu infaz etmeye karar verdim.” Ev arkadaşının hırsız olduğundan emin olan Aksoy, ertesi akşam planını uygulamaya koydu. Plana göre, Mehmedi’ye beraber içki içmeyi teklif edecek, çabuk sızması için de içkisine ilaç karıştıracaktı, öyle de yaptı. Orhan Aksoy’un ifadesi: “Uyuduğuna emin olduktan sonra çekmecede sakladığım çamaşır ipini aldım. Arkasından dolanıp boğazına sardım. Bu sırada uyandı. İpin her iki ucunu ters istikamete çekerek beş dakika kadar sıktım. Bıraktığımda nefes almıyordu.” Komiser Turan Mısır (Cinayet Masası Polisi): “Orhan Aksoy Mehmedi Yeşilyayla’yı öldürdükten sonra şahsı aynı yöntemlerle öldürüp koliledikten sonra bir pazar arabası yardımıyla radar mevkiine getirerek ve şahsı buradaki mezarlığa gömdüğünü anladık sorgulama neticesinde.” Aksoy’un ifadesi doğrultusunda cesedi bıraktığını söylediği Yenibosna Radar Mevkii’ne gidildi. Anlattıkları doğruydu. 9 Kasım 2000 günü bu alanda bir erkek cesedi bulunmuş fakat çürüme nedeniyle kimliği belirlenemediği için kimsesizler mezarlığına gömülmüştü. Olay da faili meçhul bir cinayet olarak kalmıştı. Orhan Aksoy’un sorgusu devam ediyordu, bir yandan da polis, İstanbul’da koli içinde bulunan faili meçhul cesetleri araştırıyordu. Aranan Kemerburgaz’da bulundu. Komiser Turan Mısır (Cinayet Masası Polisi): “Orhan Aksoy’u yakaladığımız dönemlerde Kemerburgaz Jandarma mevkiinde aynı yöntemlerle öldürülmüş bir ceset olduğunu tespit ettik. O cesetle ilgili çalışmalarda kimliğini Hakan Kaya’yı tespit ettik. Bu kimdir diye yapmış olduğumuz çalışmada ise, Orhan Aksoy’un yakın arkadaşı olduğunu çevreden yaptığımız araştırma sonucunda öğrendik.” Orhan Aksoy’un ikinci kurbanı 25 yaşındaki Hakan Kaya’ydı. Kaya’yı öldürmeye ev arkadaşını öldürdükten 20 gün sonra karar vermişti. Nedeni ise, yine hırsızlıktı. Komiser Turan Mısır (Cinayet Masası Polisi): “Orhan Aksoy’un kardeşiyle Hakan Kaya’nın çok yakın arkadaş olduğunu ve o tarihlerde evlerinde bir hırsızlık olayının meydana geldiğini bunun sorumlusunun Hakan Kaya olduğunu öğrendik.” Orhan Aksoy’un ifadesi: “Hakan’la birlikte içki içtik. Bir süre sonra sızdı. Anemi hastası olduğu için bir iki duble içince sızardı. Ağzı açık kalmıştı. Tam zamanıydı. Arkasına dolanıp mavi renkli naylon ipi boğazına dolayıp düğüm attım. Beş dakika kadar sıktım. Sonra bıraktım. Bir an canlanır gibi oldu. O an öldürmekten vazgeçtim. Ama ipi tekrar sıktım. Soyup eşyalarını çöpe attım. Cesediniyse iki gün evde sakladım. Sonra da cesedi Hasdal’a götürüp yol kenarına bıraktım” Doç. Dr. Tarık Yılmaz (Psikiyatr): “Yapacağımız varsayımlardan bir tanesi şu. Kurbanını öldürüyor veya tam öldürme aşamasına getiriyor. Mutlak hakimiyet duygusunu yaşıyor ve sonra öldürmekten vazgeçiyor. Çünkü aradığı şey öldürmekten ziyade mutlak hakimiyet duygusu. Ancak kurban tekrar uyanmaya başladıktan sonra korkuya kapılıyor ve öldürüyor. Bunu diğer cinayetlerde de görüyoruz. Şu an da elimizde olan verileri değerlendirdiğimizde bu kişinin çocukluğunda çok ağır travmaya maruz kaldığını görüyoruz.” Aksoy’un söylediği gibi aylar önce Kemerburgaz Hasdal çöplüğü’nde bir erkek cesedi bulunmuştu... Ama o tarihte katili ele verecek herhangi bir ipucu bulunamadığı için tıpkı Mehmedi Yeşilyayla gibi faili meçhul cinayet olarak polis kayıtlarına geçmişti.... Oysa, Hakan Kaya’nın Eşi Gülbahar Kaya, aylar önce kocasının kaybolduğunu ve son gece Orhan Aksoy’la birlikte olduğunu polise defalarca bildirmişti. Ama sonuç alamamıştı. Aksoy’un cinayetlerindeki bütün ipuçları birbirini tamamlıyordu. Şimdi sırada cinayetlerin işlendiği Fatih’teki evin aranması vardı. Komiser Hasan Zeki Ulusan (Olay Yeri İnceleme Uzmanı): “Şüpheli şahsın evinde yaptığımız incelemede yatak odasında her iki kolinin de içinde çıkan hemen hemen aynı desende olan çarşaf parçalarını aldım. Soba içersinde yaptığımı incelemede kemer tokası olduğunu tahmin ettiğim kararmış vaziyette altı adet metal parçası buldum. Evde yaptığım parmak izi incelemesinde iki ayrı yerden parmak izi tespit ettim. Aynı şekilde televizyonun yanında 18 adet şiddet içeren CD’ler gördüm, bu CD’leri de parmak izi incelemesi için olay yerinden aldım.” Komiser Turan Mısır (Cinayet Masası Polisi):“Kalmış Olduğu Evde Orhan Aksoy’un çok titiz olduğunu ve elektronik aletlerle evinde bir düzenek kurduğunu boş zamanlarında da bu yönde hobileri olduğunu tespit ettik.” Cinayetlerin işlendiği evde yapılan aramada 11 delil alındı. Bunların arasında silikon tabancası da vardı. İncelenen ilk delil beyaz bir havlu ve metal parçalarıydı. Bunlarda kan izi bulunamadı. İkincisi bir şırıngaydı. Ama içindeki sıvının kan olmadığı anlaşıldı. Üçüncüsü yeşil bez parçaları ve bir sehpa örtüsüydü. Onlarda kan vardı. Ama yıkandığı için inceleme yapılamadı. Dördüncüsüyse sobadan ve küllükten alınan sigara izmaritleriydi. DNA İncelemesi yapıldı ancak sonuç sigaraların Orhan Aksoy tarafından içildiğini gösterdi. Sonuçta, kurbanların Orhan Aksoy’un evine gittiği ispatlanamadı. Şahin Yılmaz (İstanbul Asayiş Şube Müdürü) “Kurbanla katili arasında herhangi bir illiyet bağı akrabalık vesaire bir kızgınlıktan dolayı yakın çevresinden öldürülmüş dışındaki planlı cinayetler çok daha zordur. Bir illiyet bağı kuramazsınız yani yapanla öldürenle ölen arasında bir bağ kuramadığınız sürece olayı çözmek zordur ama bizimde buna karşı geliştirdiğimiz teknikler soruşturma teknikleri vardır.” Aksoy’un sorgusu altı gün sürdü. Bu altı gün içinde Aksoy, Polislere Ömer Şeker’i, Turgut Erkan’ı ve Ali Rıza İdrisoğlu’nu neden öldürdüğünü anlattı.Ona göre bu üçü de tıpkı Mehmedi Yeşilyayla ve Hakan Kaya gibi, hırsız ve ikiyüzlüydü. Onlara da ilk iki kurbanı gibi içine ilaç kattığı içki içirmiş, ardından da aynı iple boğarak öldürmüştü. Beş kurbanını da öldürdükten sonra soymuş, çırılçıplak banyoya taşımış ve yıkamıştı. Orada onları günlerce tutmuştu. Bunun amacı da hem delilleri yok etmek hem de cesetlerin tanınmaması için bir an evvel çürümesini sağlamaktı. Sorgusu tamamlandığında Orhan Aksoy beş kurbanı için şunları söylüyordu. Orhan Aksoy’un ifadesi: “Üzerlerindeki eşyaları almak için öldürmüş değilim. Bu cinayetleri işlerken rahatsız olduğumu söyleyemem. Buna doktorlar karar verir. Ama rahatsız olduğumdan şüphe ediyorum. Ben sosyal demokratım. Allah’a inancım vardır. İşlediğim cinayetler içinde Ömer Şeker’i öldürdüğüme pişman değilim. Diğerlerini öldürdüğüm için pişmanlık duymaktayım” Aksoy’un Ömer Şeker’le ilgili pişmanlık duymamasının nedeniyse öldürülmeden bir yıl önce Romen asıllı kadınlara küfür etmesiydi. Aksoy da Romen asıllı bir kadınla evliydi. Doç. Dr. Tarık Yılmaz (Psikiyatr): “Yapılan istatistiklere göre seksüel sadistlik eylemi ikinin üzerindeyse tedavi olma ihtimali neredeyse yüzde sıfır.” Peki Orhan Aksoy bu beş cinayeti neden işlemişti? Daha da önemlisi hırsızlarla alıp veremediği neydi? 1971 Samsun Bafra doğumlu Orhan Aksoy, sekiz çocuklu bir ailede büyüdü. Bir yaşındayken ailesi, Bursa’ya göç etti. Babası inşaat işçisiydi ve on boğazı zar zor geçindiriyordu. Belki de bu nedenle çok sinirliydi. Her fırsatta bütün çocuklarını ama özellikle de Orhan’ı dövüyordu. Hem öyle dövüyordu ki, her dayaktan sonra toparlanmak zaman alıyordu. Garip bir tesadüf kurbanlarının hepsi babası gibi iriyarı ve kendisinden güçlü kimselerdi. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
raskolnikov Yanıtlama zamanı: Ekim 26, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Ekim 26, 2008 Prof. Dr. Tarık Yılmaz (Psikiyatr): “Şiddete maruz kalan kimse şiddete maruz kaldığı anlarda kendini çok güçsüz hissediyor. Muhtemelen Orhan Aksoy da böyle hissediyordu babasıyla olan ilişkisinde. Çocuk olduğu için kendisini daha güçsüz ve çaresiz hissediyordu. Ve babası onun için büyük bir insandı. Muhtemelen babasına karşı agresyonlarını bu kişilere yansıtıyordu. Çünkü bu kişiler iriyarı ve kendisine şiddet gösterebilecek insanlar. O agresyonlarını babasına duyduğu şiddet duygusunu kurbanlarına yansıtıyordu. Tabii bu çok ağır pisikiyatrik bir bozukluk.” Aksoy, dayağa ve şiddete dayanamayıp evden kaçtığında 15 yaşındaydı. Ve o yaşta sabıkasının bir gün cinayetlerine mazeret olacağını bilemezdi... İstanbul’a ilk geldiğinde işler başta iyi gitti. Ama geçinmekte zorlanıyordu. İlk suçunu işleme nedeni buydu. Arkadaşlarıyla birlikte Beyazıt’taki dükkanlardan giysi çalıp satarken yakalandı. İlk kez tutuklandığında yüreğinde babasının korkusu vardı. Hırsızlık yaptığının duyulması sonu olurdu. Bu nedenle ismini gizlemeye karar verdi. Polise 15 yaşında ifade verirken o artık Gökhan Mutlu’ydu. Ancak baba korkusu ona pahalıya mal olacak, arkadaşları bir ay sonra hapisten çıkarken o, nüfus kaydı bulunamadığı için aylarca hapiste kalacaktı. Orhan Aksoy, aynı tavrı yıllar sonra bu kez seri katil olmakla suçlandığı sırada yapacak ve kendi ifadesine göre olay büyümesin ve babam duymasın endişesiyle avukat istemeyecekti. Aksoy, 19 yaşına kadar hırsızlık ve dolandırıcılık suçuyla defalarca hapse girip çıkmıştı. Artık tanıdık çevrede iş bulamazdı. Romanya’ya gitmeye karar verdi. Burada da evlendi. Daha sonra mine adını alan eşinden biri kız iki çocuk sahibi oldu. Artık hayatında yıllarca sürecek tertemiz bir sayfa açmıştı. Ama olmadı. 17 Ağustos Gölcük Depremi Aksoy ailesinin bütün hesaplarını alt üst etti. Deprem, Orhan Aksoy için milattı. Deprem yüzünden önce ruh sağlığını sonra işleri bozuldu. O da çareyi ailesini Romanya’ya yani eşinin babasının yanına göndermekte buldu. Komiser Turan Mısır (Cinayet Masası Polisi): “Orhan Aksoy’un kalmış evde yapmış olduğumuz araştırmada evinde özelliği olan ve deprem faresi olarak bilinen farelerden yetiştirdiğini ve bunlara baktığını gördük. Bu konuyla ilgili çalışmalarda kendisinin depremden korktuğunu ve farelerin deprem uyarıcısı olduğu için beslediğini söyledi.” Doç. Dr. Tarık Yılmaz (Psikiyatr): “Bu travmalar neticesinde zaten dengelerini çok zor koruyan kimseler bazen küçük etkenlerle büyük çöküntülere giderler. Psikiyatrik bozukluk ortaya çıkabilir. Tetikleyen faktörler vardır. Bu tetikleyen faktörlerden biri bu olabilir. Deprem sonrasında sosyal ortamında aile yapısında önemli bir kötüleşme olmuş. Maddi imkanları olmadığı için eşini tekrar Romanya’ya göndermiş böylece yalnızlık duygusu korkuları ve endişeleriyle baş başa kalmış ve onlarla baş etmekte çok zorlanmış. Onlarla baş etmesi imkansız hale gelmiş.” Aksoy’un amacı masrafları azaltıp para biriktirmek ve ailesini tekrar İstanbul’a getirmekti. Ama bu da olmadı. İşleri bozuldukça bozuldu. Ailesinden ayrı ve yalnız geçirdiği upuzun 1999 kışı, Aksoy için seri cinayetle son bulacak bir yolun başlangıcı oldu. 16 Mart 2001 İstanbul 5. Ağır ceza mahkemesi’nde yargılama başladığında Aksoy önceleri suskundu. Kendisine yöneltilen suçlamaları “Yapmış ta olabilirim yapmamışta hatırlamıyorum” diyerek savuşturdu. Mahkeme heyetinden istediği tek şey bir avukattı. İkinci duruşmada ise, Aksoy’un tavır değiştirerek hakkındaki bütün cinayet suçlamalarını reddetti. Mahkeme heyetine 24 Nisan 2001’de mektup yazarak cinayetleri işlemediğini yalnızca üstlendiğini anlattı. Bunun nedeniniyse ona göre şöyleydi: Orhan Aksoy’un İfadesi: “Tv ekranlarından zevk ve heyecanla izlediğim spesiyal filmlerin sihirli büyüsü ve gizemli etkisi altında kendimi ezik ve eksik hissediyordum. Daha önceleri gazete ilanlarında gördüğüm figüran aranıyor ilanlarına başvurdum ama sonuç alamadım. Dolaylı bir şekilde adımın karıştığı bu olaylar davasında baskılar beni yıldırmıştı. Medyanın da ilgisini görerek medyanın sihirli medyatik akımına kapıldım. Bana bir fırsat çıkmış olabileceğini düşündüm.” Orhan Aksoy, cinayetleri işlediğini reddetmekle kalmıyor, akıl sağlığının yerinde olmadığını da savunuyordu. Buna karar verecek olanlarsa, Adli Tıp kurumu uzmanlarıydı. Dr. Şafak Taktak (Adli Tıp Kurumu Uzmanı): “Kişi herhangi bir suç işlediği zaman bu suçu işlediği sırada şuurunu hareket ve irade-i serbestisinin tam olarak yerinde olup olmadığına bakarak biz cezai ehliyeti olup olmadığına karar veriyoruz. Burada özellikle mental sağlık ve olgunlaşmanın derecesine bakıyoruz.” Aksoy’da bu süreçten geçti. Adli tıp kurumu’nda tam altı hafta müşahede altında tutuldu. Dr. Şafak Taktak (Adli Tıp Kurumu Uzmanı):“Orhan Aksoy geldiğinde üç hafta gözlem altına aldık. Bunu yaparken doktor, hemşire ve personel ritminde yaptık. 24 saat gözlem altında tuttuk. Bu süre içinde yemesi içmesi uyuması diğer arkadaşlarıyla olan davranışlarında herhangi bir patalojiye rastlanılmadı. Yalnız cinayetle ilgili soru sorulduğunda savunucu bir tutum takındı ve onları inkar ettiğini gözlemledik. Bazen sinirli bir tavırla konuştuğu gözlemleniyordu. Bu süre içinde şahsa psikometrik inceleme yapıldı. Giyim kuşamına özen gösteriyor mu şeklinde notlar alındı. Burada da çok belirgin bir patalojiye bir emare rastlanmadı. Hatta süreyi 3 hafta daha uzattık. Pek bir şey değişmedi. Hatta uyumlu bir tavır takınıyordu.” Altı haftalık süre tamamlandığında Adli Tıp kurumu uzmanlarını kararlarını vermişti: Dr. Şafak Taktak (Adli Tıp Kurumu Uzmanı):“Orhan Aksoy bir akıl hastalığı olduğuna ikna etmeye çalıştı bizleri. Bunu da cinayetlerle ilgili sorular sorulduğu zaman nasıl işledin niye yaptın gibi sorular sorulduğunda savunmaya geçerek öfkeli yani patlayıcı tarzda konuşarak akıl hastalığı izlenimi verdirmeye çalıştı. Bazen geceleri uyuyamadığını söyledi ve ilaç istedi. Tedavi ekibiyle uyum içinde olmaya çalıştı. Burada bir ikilem var aslında. Bu altı haftalık gözlemlerimiz sonunda cezai ehliyeti etkileyecek ağır bir zeka geriliği şizofreni, hezeyanda bozukluk gibi gerçeği değerlendirmede psikotik bozukluk duygulanım bozuklukları ağır organik bir beyin sendromu gibi nöro psikiyatrik bir sendromuyla karşılaşmadığımız için cezai ehliyetini tam olarak verdik.” Orhan Aksoy halen Kartal Cezaevi’nde yatıyor. Ancak o, bu cinayetleri işlemediğini söylüyor. Avukatı ise, savunmasını Aksoy’un akıl sağlığının yerinde olmaması üzerine kuruyor. Kararı, 5. Ağır ceza mahkemesi heyeti verecek ama karısı ve kardeşlerine göre o suçsuz. Onlara göre bir tek suçlu var, o da babaları. Orhan Aksoy: savcı, beş kişiyi öldürdüğü iddiasıyla idamını istiyor. Mine Aksoy: Romanya’ya babasının yanına döndü. İki çocuğunu büyütmeye çalışıyor. Kardeşleri: babalarıyla uzun yıllardır küsler. Tek nedeni Orhan Aksoy gibi dayakla büyümeleri. alıntı.... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.