raskolnikov Oluşturma zamanı: Aralık 1, 2008 Paylaş Oluşturma zamanı: Aralık 1, 2008 Ahmet Zeki Gayberi: He ya! Tek suçlu; televizyon! ..................................... Her mevzuda olduğu gibi ‘şiddet’le ilgili tartışmalarda da, “Eğitim şart” diye söze başlamalısınız. Aksi halde, eşek sudan gelene kadar dayak yer, üstüne de şiddetin nedenselliği üzerine tez yazarsınız! ‘Aile’, ‘okul’ ve ‘devlet baba’nın sistematik işkencesi ve şiddetinin konumuzla haşa alakası yoktur(!) Bu topraklarda, hiçbir ailede iç şiddet yaşanmadı. Sağ-sol çatışması ile binlerce genç birbirini boğazlamadı. “Duruma el koyuyorum” diyenler, sağ kalanları, milyonları sistematik işkencelerden geçirmedi! Ve bugünkü şiddetin de tek müsebbibi televizyonlardır! Oh be rahatladık! Yaşadığımız narsisistik büzülmenin kökenlerinde genlerimize kadar işleyen “dayağın” etkisi büyük. Biz “Utanırdık” eskiden, Batılılar da “Suçluluk” duyardı! Ama partikülerasyona uğradık, arı attık, namusu sattık, utancı yırttık! Araftakilerin tipik reflekslerini veriyoruz artık; ne utanıyor, ne de suçluluk duyuyoruz! İlkokul birinci sınıfta “Okuma Kitabı” ile tanıştığımda şok yaşamıştım. Bir kere, daha kitabın adı sanki “Okuma lan! kitabı” der gibidir… O tür “okuma” kitapları şimdi de var mı bilmiyorum ama bildiğim bir şey daha var, kitaptaki o steril ailelerin, hayli yüksek standartlı yaşam tarzları, hiç de bizimkilere benzemiyordu. Al yanaklarından kan fışkıran anne-baba ve tek çocuk çekirdek aile yapısı, bizim ‘klan’a göre karikatür gibi bir şeydi… Can isimli çocuğun babası Kaya bey, muhteşem bahçesi olan villa tipi evden, anne Şermin hanıma el sallayarak işe giderdi. Ailelerde, nene-dede, abla-kardeş yoktu. Kimsenin ismi Şehabettin, Süleyman, Abdülfettah, Hatice vs. değildi. Onlar kavanozda büyümüştü, televizyondaki steril, hijyenik ve de ütopik karakterlerdi. Gerçek değildi sanki.. Ya da bazı arkadaşların öngörüsü doğruydu: “Oğlum İstanbul’dakilerin hepsi böyle lan!” Çünkü bizde kadın ve çocuk, doğal ve en olağan haliyle, neredeyse babaların sistematik işkence objesi idi! Hadi abarttım ama anne ve çocuk olmak acayip boktan bir şeydi işte! İkinci sınıf ne ki? Üçüncü sınıf insan bile sayılmak lükstü. Okuma kitabındaki gibi değildi hayat! Herkes sırıtık bir şekilde yavşak yavşak dolaşmıyordu ortalıkta. Babalar ekmek derdinden dönünce eve Tanrısal bir güçle evde otorite sağlardı. Hepsi de darbeciydi! Kardeşler arasında “Evren gibi ihtilalle yönetime gelmiş paşalarımız” der, acı acı gülerdik…Yani tüm ekolojimiz bu tip öyküler, bu tip karakterler ve bu tip vak’alarla doluydu, işin harbisi bu! Şimdi son aylarda, bireyselden toplumsala, ulusaldan evrensele bir şiddet patlamasından geçiyoruz ya! Herkeste bir şaşkınlık, herkeste bir inanamamazlık, herkeste bir şok olma durumu hasıl oldu. Modern kitle iletişim enstrümanlarının artışına paralel, bireyselden evrensele doğru enformatik bir gelişim gösteriyor şiddet artık. Dayağı yiyen bunu aleme mal edebiliyor tez elden… İstanbul gibi büyük kentlerde, lise, tinerci, kapkaç sarmalında ve yer yer mafyozik bir vitrinle kendini gösteren şiddet, Güneydoğu’ya gittikçe, daha bir hayatın içinden, daha bir natürel, olağan ve kitlesel bir şekle bürünüyor. Şimdi gelelim şiddetin salgın bir hastalık gibi tüm topluma bulaşmasının nedenlerine! Bir kere eğitim şart zaten! Bunu söylemeden söze başlayanı eşek sudan gelene kadar döver, üstüne de şiddetin nedenselliği üzerine tez yazdırırlar adama! İkincisi ise “Şiddetin kaynağı televizyon programları ve dizilerdir” tezi. Hele bu tez, tamamen indirgemecidir her taşın altında Mason arayan zihniyetin tipik versiyonudur. Tamam medyanın var olan şiddeti biraz daha görünür kıldığına eyvallah ama zaten şiddet VAR kardeşim VAR! Bu topraklarda, hiçbir ailede iç şiddet yaşanmadı. Sağ-sol çatışması ile 10 bin genç birbirini boğazlamadı. “Duruma el koyuyorum” diyenler, sağ kalanları, milyonları sistematik işkencelerden geçirmedi! Diyarbakır’daki ‘meşhur’ işkenceler, birilerinin pimini çekmedi! 30 bin vatan evladı eceliyle öldü zaten… Kısacası kimse kimsenin tavuğuna kış demedi. Ve bugünkü şiddetin de tek müsebbibi televizyonlardır! Oh be rahatladık! Eğri oturup, doğru konuşalım! Yaşadığımız narsisistik büzülmenin kökenlerinde genlerimize kadar işleyen “dayağın” etkisi büyük. Herkeste bir benmerkezli olma ruh hali yükseliyor. “Karşımadaki de insan, onun da canı yanar” demeyi unuttuk… Tarafgirlik psikolojisi ve “Haklıyım” sendromu, psikomatik bozukluklara gark ediyor insanları… Hikmeti ve erdemi kaybettikten beri utanmıyoruz da artık… Halbuki biz “Utanırdık”, Batılılar “Suçluluk” duyardı! Tarih boyunca böyle gelmişti toplumsal yapılarımız… Ama parkitülarosyona uğradık, atomlarımıza kadar dağıldık. Arı attık, namusu sattık, utancı yırttık! Araftakilerin tipik reflekslerini veriyoruz artık; ne utanıyor, ne de suçluluk duyuyoruz! Haliyle freni boşalmış bayır aşağı giden kamyon gibiyiz… Sınıf atlama imkanının azaldığını hissettikçe varoş gençleri, saldırma’ya, sustalı’ya, kelebek’e sarılıyor… Aptal değil onlar çünkü, bir bokun değişmeyeceğini hissetikçe damarlarındaki kanı durduramıyor, büyüklerin makro oyununu bozacağına inandıkları tek yöntem olan şiddete evriliyorlar. Evde, okulda, askerde otoritesini ve meşruiyetini sadece şiddet modellemesi ile sağlayanlara karşı, şimdi kendi modellerini yaratıyor gençler! Yılların çürümüşlüğüne, kayıplarına, ezilmişliklerine, yenilmişliklerine karşı, oluşan hınç ve öfke böyle kolay kolay bitmez… Shakespeare’in neredeyse tüm eserlerinde şiddet yoğun bir şekilde kullanılır. Bütün dünyada da çocuklara bunlar okutulur. Eğer sağlıklı bir aile yapısında ve kültürel çevrede büyürseniz, televizyondaki şiddet hiçbir şekilde bünyeyi etkilemez abi! Dünyada en yoğun biçimde şiddet, Japon televizyonlarınca kullanılır. Ama Japonya’da toplumsal şiddet, Amerika’dan ve Avrupa’dan çok düşüktür. “Öldüren Eğlence: Televizyon!” isimli kitabında Neil Postman, tüm ayrıntısıyla televizyonun düşünce aktarımına araç olamayacağını, sadece eğlendirip haber verebileceğini vurguluyor. Zaten, TV'deki ‘şiddet’ ile toplumdaki şiddet arasında ilişki bulunduğuna dair herhangi bilimsel bir bulgu da mevcut değil… Yanlış anlaşılmasın, en komik çizgi filmlerde bile hayali-mayali fark etmez dakikada onlarca şiddet sahnesinin gösterilmesi, şiddet içerikli film ve dizilerin bu kadar artmasını ben de istemiyorum ancak her zaman yaptığımız gibi meseleyi, potansiyel bir suçlu bularak, ona yıkma huyumuzdan vazgeçelim de adam gibi kendimize bakalım diyorum. Suçlu, katili kahramana çeviren diziler değil, kartondan yiğitler değil! Kendimizden kaçan bizleriz! Kendimizle, tarihimizle yüzleşebilseydik, arınırdık belki ama vakit çok geç! Herkes kendi kurallarına göre oynamayı seçti. Hakem uzatmaları oynatıyor ama mağlubuz abi yine, mağlup! Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.