Termevsimi Oluşturma zamanı: Aralık 3, 2008 Paylaş Oluşturma zamanı: Aralık 3, 2008 Coşkunluk nedir? Edinilen bir şey mi? Hayır. Kazanman gereken bir şey mi? Hayır. Dönüşmen gereken bir şey mi? Hayır. Coşkunluk, olmaktır ve bir şey haline gelmekse perişanlıktır. Bir şey olmak istersen perişan olursun. Bir şey olmak, perişanlığın temel nedenidir. Eğer coşku dolu olmak istiyorsan; o halde, o sadece şimdidir, şimdi buradadır, tam şu andır. Tam olarak şu an — kimse yoluna çıkmıyor — mutlu olabilirsin. Mutluluk son derece belirgin ve kolaydır. O senin doğandır. Onu hâlihazırda taşıyorsun. Sadece ona çiçek açması, tomurcuklanması için bir şans tanı. Ve coşkunluk kafaya ait bir şey değildir, unutma. Coşkunluk kalbe aittir. Coşkunluk düşün- meye ait değildir; o, hissetmeye aittir. Ve sen hissetmekten yoksun bırakıldın, duygula- rından ayrı düştün. Hissetmenin ne demek olduğunu bilmiyorsun. “Hissediyorum,” dediğinde bile, hissettiğini düşünüyorsun. “Mutlu olduğumu hissediyorum,” dediğin zaman, izle, incele ve hissettiğini düşündüğünü bulgulayacaksın. Hissetmek dahi düşünmenin içerisinden geçmek zorundadır. O, düşüncenin sansüründen geçmek zorundadır. Yalnızca düşünme onu onayladığında izin verilir. Şayet düşünme onu onaylamazsa bilinçaltına, varlığının bodrum katına atılır ve unutulur. Daha çok kalbe ve daha az kafaya ait ol. Kafa senin sadece bir kısmın; benim kullandığım anlamıyla kalbinse senin tüm varlığındır. Kalp senin bütün olmandır. O yüzden ne zaman herhangi bir şeyin içinde bütün olursan, hislerin iş görüyor demektir. Ne zaman bir şeyin içinde bölük pörçük olursan, kafandan iş görüyorsun demektir. Bir ressamı resim yaparken izle. Ve bu, gerçek bir ressamla bir teknisyen arasındaki farktır. Şayet resim yapan sadece nasıl resim yapılacağını bilen, bilgi birikimine sahip olan, boyalar, fırçalar ve tuvaller hakkında her şeyi bilen ve eğitimden geçmiş bir teknisyense, kafasından iş görüyor demektir. O, bir teknisyen olacaktır. Resim yapacaktır ama bütün olarak onun içinde olmayacaktır. Sonra da teknisyen olmayan gerçek bir ressamı izle. Onun içinde kaybolacak, sarhoş olacaktır. O sadece elleriyle resim yapmayacaktır ve kafasıyla resim yapmayacaktır. Tüm varlığıyla resim yapacaktır, tüm yüreği işin içinde olacaktır; ayakları, kanı, kemikleri, ilikleri, her şeyi içinde olacaktır. Bunu görebilirsin, onun bütünüyle içinde olduğunu, kaybolduğunu izleyebilirsin, hissedebilirsin. Başka hiçbir şey yoktur. Sarhoştur. O anda, artık o yoktur. O bir yapan değildir. Yapan kafadır. Bu tamamen içinde kaybolma anında, o bir yapan değildir; o sanki bütünün, onun aracılığıyla resim yaptığı bir geçitten ibarettir. Bir dansçıyla — gerçek bir tanesiyle, yalnızca bir uygulamacı olmayanıyla — karşılaştığında göreceksin ki o dans etmiyor, hayır. Ahretten bir şey onun içinde dans ediyor. O bütünüyle içindedir. Ne zaman bir şeyin içine bütünüyle girersen, coşku dolu olursun. Bir şeyin içine yarım yamalak girersen, ıstırap içerisinde kalacaksın çünkü bir parça bütünden ayrı olarak hareket ediyor olacak. Bir bölünme, bir ayrılık, bir gerginlik, kaygı olacak. Şayet kafadan seversen, sevgin sana coşkulu bir deneyim vermeyecek. Şayet kafandan meditasyon yaparsan... Bir nehre yüzmek için giderdim ve çok severdim. Ne zaman yüzmeden geri dönsem komşu- larımızdan birisi hep beni izlerdi ve son derece coşku dolu olduğumu görürdü. Bir gün sordu: “Ne oluyor? Hep seni nehre giderken görüyorum ve saatlerce orada kalıyorsun ve nehirde yüzüyorsun. Ben de seninle geliyorum çünkü sen çok mutlu görünüyorsun.” “Lütfen gelme. Olayın özünü anlamayacaksın ve nehir çok üzülecek. Hayır, gelme çünkü motivasyonunun ta kendisi engel olacak. Yüzebilirsin ama bu mutluluk duygusunun ne zaman başına geleceğini izliyor olacaksın. Hiçbir zaman olmayacak, çünkü sen olmadığında o gerçekleşir,” dedim. Şayet sen yoksan yüzmek meditasyon haline gelebilir, koşmak bir meditasyon haline gele- bilir; herhangi bir şey meditasyon haline gelebilir. Coşkunluk kalbe aittir, bütüne aittir. Kalp ile ifade edilen şey senin tüm organik bütünlüğündür. Ve bugün dans et, yarın değil. Bırak dans şimdi ve burada olsun, bırak bütünlüğünden gelsin. Sen kendini bırak; bir ayyaşa dön. Evet, coşku çılgındır. Ve sadece çılgın insanlar bu bedeli ödeyebilir. Sıradan akıllı insan çok kurnazdır, çok hesapçıdır, çok hilekârdır. O coşkunun bedelini ödeyemez çünkü onu kontrol edemez. Nasıl ki coşku dolu bir kişiyi toplumun kontrol edemeyeceğini söylediysem, bunu sana da söyleyeyim: Neşeni kontrol edemezsin, coşkunu kontrol edemezsin. Kontrol eder halde kalmak istersen, hiçbir zaman asla coşkulu olmayacaksın; o zaman sadece mutsuz olabilirsin. Yalnızca mutsuzluk kontrol edilebilir; toplum tarafından ya da hatta senin tara- fından. Pek çok insan bana gelir ve ıstıraplarından kurtulmak istediklerini söylerler ama kontrol- süzlük haline geçmeye hazır değillerdir. Coşkuyu da kontrol etmek isterler. Onlar her zaman kontrolde olmak isterler. Onlar her zaman efendi, patron olmak isterler. Bu mümkün değildir. Patron gitmek zorundadır. Coşku sadece varlığındaki tüm kontrol kaldırıldığında ayağa kalkabilir. Coşku kontrol nedir bilmez, o vahşidir. Coşkunluk vahşidir, kontrol edemezsin. Tüm kontrolü kaybetmelisin. Onun içine, tam olarak onun uçurumunun içine düşmelisin, ki o dipsiz bir uçurumdur. Düşmeye ve düşmeye ve düşmeye devam eder durursun ve asla varamazsın çünkü coşkunun sonu yoktur. O hiç bitmeyen bir süreçtir, sonsuzdur. Ve o çok büyüktür, nasıl kontrol edebileceksin? Düşün- cenin kendisi bile saçma. Çılgınca dans ederken, çılgınca şarkı söylerken, hiçbir kontrol olmadan, mevcudiyetin olma- dan coşku doluyken — coşku o kadar çok dolu iken, taşıyorken, seni alıp götürüyorken ve tüm kontrol bırakıldığında — bir mucizeye tanık olacaksın. Ölüm ve yaşam birlikte dans ediyorlar çünkü tüm karşıtlıklar ortadan kalkar. Şayet sen bölünmüşsen, zıtlıklar ortaya çıkar. Şayet sen bölünmemişsen, karşıtlıklar ortadan kalkar. Sen bölünmüş durumda olduğunda tüm dünya bölünür. Evren’in üstüne yansıtılan, senin kendi çatlağındır. Sen bölünmemiş — tümleşik, tek, organik, orgazmik — bir haldeysen, o zaman tüm zıtlıklar kaybolur. O zaman yaşam ve ölüm iki şey değildir; karşıt değil, el ele dans eden, birbirlerinin tamamlayıcısıdırlar. O zaman iyi ve kötü, iki ayrı şey değildir; onlar el ele birbiriyle dans ediyorlar. O zaman madde ve bilinç iki ayrı şey değildir. İçinde olup biten şey budur: Ruh bedenle dans ediyor; beden ruhla dans ediyor. Onlar iki değil. Onlar tek, onlar kesinlikle tek; tek olanın ifade biçimleri. Beden görünür ruhtan başka bir şey değildir ve ruh ise görünmeyen bedendir. Ve Tanrı yukarıdaki cennetlerde bir yerlerde değildir. O şimdi burada; ağaçlarda, taşlarda, senin içinde, benim içimde, her şeyin içinde. Tanrı varoluşun ruhudur, görünmez olan, en içteki özdür. İçsel olan, dışsal olanla dans ediyor. Yüce olan, aşağılık olanla dans ediyor. Kutsal, kutsal olmayanla dans ediyor ve günahkâr, azizle dans ediyor. Bir kez tek haline geldin mi, ansızın tüm zıtlıklar ortadan kalkar. Bu nedenle gerçekten bilge olan bir kimse aynı zamanda bir aptaldır, öyle olmak zorundadır çünkü aptallık ve bilgelik beraber dans ediyorlar. Ve gerçekten ermiş bir kimse, gerçek bir aziz, aynı zamanda bir alçaktır; öyle olmak zorunda, bu kaçınılmazdır. Tanrı ve şeytan iki ayrı şey değildir. Hiç şeytan (devil) sözcüğü üzerinde düşünmüş müydün? İlahî (divine) ile aynı kökten gelir; ikisi aynı köke aittir. Her ikisi de bir Sanskrit kökten, diva’dan gelir; ondan deva gelir, ondan divine gelir, ondan da devil gelir. Derinde ‘bir’ vardır. Farklı boyutlarda, yönlerde devinen dallar pek çoktur; yapraklar milyon- larcadır. Fakat, derine indikçe birebir ağaca ulaşırsın. Bir dansın içindeyken her şey seninle dans eder. Evet, doğru olan eski bir deyiş vardır: “Ağladığında yalnız ağlarsın, güldüğündeyse tüm dünya seninle birlikte güler.” Mutsuzsan, ayrı düşmüşsündür. Mutsuzluk seni ayırır; ayrılık seni mutsuz yapar. Onlar birliktedir, onlar tek bir pakettir. Ne zaman mutsuz isen, ansızın ayrı kalırsın. Bu nedenle ego mutlu olmayı göze alamaz çünkü mutlu olursan ego var olamaz; artık ayrı değilsin. Egoist, coşku dolu olmayı göze alamaz. Nasıl coşkulu olmaya kalkışsın ki? Çünkü coşku içerisindeyken ego orada olmayacak. Bu kadarı çok fazla. O en iyisi mutsuz kalsın. Sırf ego var olabilsin diye etrafında bin bir çeşit mutsuzluk yaratacaktır. Hiç gözledin mi? Hakikaten mutlu olduğunda ego kaybolur. Gerçekten mutlu olduğunda, ansızın derin bir ‘bütünle bir olma’ duygusuna sahip olursun. Mutsuz olduğunda tek başına kalmak istersin; mutlu olduğundaysa paylaşmak istersin. Buda mutsuz olduğunda ormana gitmek istedi, dünyadan kaçtı. Altı yıl sonra ne oldu peki? Coşkuyla dolduktan sonra geri geldi, piyasaya geri döndü. Eriştiği şey neyse paylaşılmak zorundaydı. Istırapta bir tohum gibisindir. Coşkudaysa bir çiçek ve elbette güzel kokular rüzgâra bırakıl- malıdır. Bunu hayatında da küçük bir ölçekte gözlemleyebilirsin. Mutsuzken kapılarını kapatırsın, dostlarını görmek istemezsin. Hiçbir yere gitmek istemezsin, hiçbir şeye katılmak iste- mezsin. “Beni yalnız bırakın. Lütfen beni yalnız bırakın,” dersin. Bir kimse çok, çok mutsuz olduğunda intihar eder. Bunun anlamı nedir? İntihar nedir? İntihar, dünyadan bir daha geri dönemeyecek kadar uzaklaşma çabasıdır. Yalnızlığın içine, geri dönülemez, kati bir şekilde girmek demektir. İntihar budur. Hiç, bir adamın mutluyken, coşku doluyken, dans ederken intihar ettiğini duymuşluğun var mı? Hayır, dans içinden yükseldiğinde dışarı doğru infilak edersin, kapılarını ardına kadar açarsın, arkadaşlarını çağırırsın, komşularını çağırırsın ve, “Gelin bir ziyafet vereceğim; haydi biraz dans edelim ve eğlenelim. Paylaşacak çok şeyim var ve size sunmak istiyorum,” dersin. Ve kapına gelen kim olursa selamlarsın, buyur edersin. Mutluluk anlarında herkesi buyur edersin. Sen mutsuzken ise her zaman buyur ettiklerin dahi artık hoş karşılanmaz. Eğer dans edersen varoluşun bütünü bir dans halini alır. O zaten bir dans. Hindular ona Ras-Leela derler; Tanrı dans ediyor ve Tanrı’nın yanı sıra yıldızlar ve Ay ve Güneş ve Dünya dans ediyor, Tanrı’nın etrafında. Budur her zaman sürüp giden dans; ancak, onu sadece dans etmenin yollarını, coşkunun lisanını öğrendiğinde bilebileceksin. İkinci Dünya Savaşı sırasında, tüfeğini savaş alanındayken yere atıp en küçük kâğıt parça- sını bile koşarak yerden alarak meraklı bir şekilde inceleyen, sonra da kâğıt yere doğru süzülüp giderken üzgün bir şekilde başını sallayan bir asker vardı. Hastaneye yatırıldığında suskundu; takıntısı belirsiz ve çözülemez olarak kaldı. Her seferinde kaçınılmaz bir hayal kırıklığının takip ettiği, gözle görülür bir umutla kâğıt parçalarını toplayıp psikiyatri koğuş- larında bir başına dolandı durdu. Askerliğe uygun olmadığı ilan edildi bir gün, ordudan terhis edildiğini duydu, terhisini aldığı sırada sesi geri geldi, “İşte bu!” diye bağırdı. “İşte bu!” Coşkunluk nihai özgürlüktür. Ve o zaman kişi coşkuyla bağırır, “İşte bu! İşte bu! Evreka! Buldum onu!” Ve ironi odur ki onu bulmak için bir yere gitmene gerek yok. O zaten var. O senin özünün, varlığının ta kendisi. Şayet bulmaya karar verirsen, tam şu anda bulabilirsin. Onun tek bir an bile ertelenmeye ihtiyacı yoktur. Yoğun bir susamışlık kapıyı açabilir. Çok büyük bir ivedilik seni tam şu an özgürleştirebilir. COŞKU Ganj Kitap Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.