Jump to content

Bütün dünya sahte dindarlarla doludur


Termevsimi

Önerilen Mesajlar

Bütün dünya sahte dindarlarla doludur; Kiliseler, tapınaklar, Gurudwara’lar, camiler, dindar insanlarla doludur. Peki dünyanın tamamen dinsiz olduğunu göremiyor musun? Bu kadar çok dindar insan varken, dünya bu kadar dinsellikten yoksun; böyle bir mucize nasıl olabiliyor?

 

Herkes dindar, ama toplamı dinsellikten yoksunluk. Din sahtedir. İnsanlar “yapay” güvene sahipler. Güven bir deneyim değil, inanç olmuştur. Onlara inanmaları öğretilmiştir, onlara bilmeleri öğretilmemiştir; insanlığın kaybettiği nokta da budur.

 

Asla inanma. Eğer güvenmiyorsan, kuşku duymak daha iyidir, çünkü kuşku sayesinde, bir gün güven olasılığı ortaya çıkacaktır. Sonsuza dek kuşkuyla yaşayamazsın. Kuşku bir hastalıktır; o bir rahatsızlıktır. Kuşku duyarken asla doyuma ulaşamadığını hissedersin; kuşku duyarken her zaman titrersin, kuşku duyarken her zaman sıkıntı içinde, bölünmüş ve kararsız kalırsın. Kuşku duyarken sürekli bir kabus yaşarsın. O yüzden bir gün bunu nasıl aşacağının arayışına girersin. Bu nedenle inançlı olmaktansa, sahte inanca sahip olmaktansa, ateist olmak daha iyidir diyorum.

 

Sana inanmak öğretildi; çocukluktan itibaren herkesin zihni inanmaya koşullandı: Tanrı’ya inan, ruha inan, şuna inan, buna inan. Artık bu inanç kemiklerine ve kanına girmiştir, ama hâlâ inanç olarak kalır; bilememişsindir. Ve bilmeden özgürleşemezsin. Bilgi özgürleştirir, sadece bilmek özgürleştirir. Bütün inançlar ödünç alınmıştır; sana başkaları tarafından verilmiştir, onlar senin içinde açan çiçekler değildir. Ve, ödünç alınmış bir şey seni nasıl gerçeğe götürür, mutlak gerçeğe? Diğerlerinden almış olduğun her şeyi bırak. Dilenci olmak zengin olmaktan iyidir. Kendi alın terinle kazandıklarınla değil de, çalıntı şeylerle; ödünç alınmış şeylerle zengin olmak, gelenekle zengin olmak, miras ile zengin olmaktansa dilenci olmak daha iyidir. Yoksul ama kendine ait şeylerle olmak çok daha iyidir. O yoksulluğun bir zenginliği vardır, çünkü gerçektir, ve senin inancının zenginliğiyse çok zayıf. O inançların asla çok derine ulaşamaz; en iyi ihtimalle yüzeyde kalır. Biraz deşince de inançsızlık ortaya çıkar.

 

Tanrı’ya inanıyorsun; sonra işin ters gidince, birden inançsızlık ortaya çıkıyor. “İnanmıyorum. Tanrı’ya inanamam” diyorsun. Tanrı’ya inanıyorsun ve çok sevdiğin kişi ölünce inançsızlık ortaya çıkıyor. Tanrı’ya inanıyorsun ve sadece sevdiğin birinin ölmesiyle bu inanç yok mu oluyor? Pek değeri yok. Güven asla yok edilemez; bir kez orada olursa, hiçbir şey onu yok edemez. Hiçbir şey, kesinlikle hiçbir şey onu yok edemez.

 

O yüzden unutma, güven ile inanç arasında çok büyük bir fark vardır. Güven kişiseldir; inanç ise toplumsaldır. Güvenin içinde gelişmek zorundasın; inancın içinde olduğun gibi kalabilirsin, nasılsan öyle kalırsın, ve inanç sana dayatılabilir. İnançları bırak. Korku ortaya çıkacak, çünkü eğer inancı bırakırsan kuşku doğar. Her inanç kuşkuyu bir yere saklanmaya zorluyor; kuşkuyu bastırıyor. Bu seni endişelendirmesin; bırak kuşku gelsin. Herkes gün ışığına ulaşabilmek için karanlık geceyi yaşamak zorundadır. Herkesin kuşkuyu yaşaması gerekir. Yolculuk uzun, geceyse karanlık. Ancak uzun yol sona erdikten ve gün doğduktan sonra, buna değmiş olduğunu göreceksin.

 

Güven ‘oluşturulamaz’. Asla onu bir ekin gibi yetiştirmeye çalışma; tüm insanlığın yapmaya çalışageldiği şey budur. Oluşturulmuş güven, inanca dönüşür. Güveni kendi içinde keşfet; onu oluşturma. Varlığının daha da derinine in, varlığının gerçek kaynağına ve onu keşfet.

 

Arayış güvene ihtiyaç duyacak, çünkü bilinmeyene adım atıyorsun. İnanılmaz bir güven ve cesaret gerektirecek, çünkü geleneksel ve bilindik olandan uzaklaşıyorsun; güruhtan uzaklaşıyorsun. Engin denize açılacaksın ve diğer kıyı var mı, yok mu bilmiyorsun.

 

Güvene sahip olma konusunda hazırlamadan seni böyle bir arayışa yollayamazdım. Bu biraz çelişkili görünecek ama ne yapabilirim? Hayat böyledir. Sadece yüce bir güvene sahip olan kişi, yüce bir kuşkuya, yüce bir arayışa sahip olabilir.

 

Çok az güvene sahip bir insan, ancak çok az kuşku duyabilir. Hiçbir güveni olmayan insan sadece kuşku duyarmış gibi yapar. Derin arayışa giremez. Derinlik güvenden gelir... Ve bu bir risktir.

 

Seni bu haritasız denize göndermeden önce, tek başına çıkmak zorunda olduğun bu yolculuğa hazırlamak zorundayım. Ancak seni sadece teknene kadar götürebilirim. Önce güvenin güzelliğini ve kalbin yolunun coşkusunu bilmelisin; böylelikle gerçeğin engin okyanusuna açıldığın zaman, devam edecek cesarete sahip olacaksın. Ne olursa olsun, kendine olan güvenin tam olacaktır.

 

Sadece şunu anla; eğer kendine güvenmiyorsan, bir başkasına ya da bir şeye nasıl güvenebilirsin? İmkansızdır. Eğer kendinden kuşku duyuyorsan nasıl güvenebilirsin? Güvenecek olan sensin ve sen kendine güvenmiyorsun; o zaman kendi güvenine nasıl güveneceksin? Akıl zekâya dönüşmeden önce, kalbin açılmış olması kesinlikle şarttır.

 

Akıl ile zekâ arasındaki fark budur.

Zekâ, aklın kalple uyum içinde olmasıdır.

Kalp nasıl güveneceğini bilir.

Akıl nasıl araştırma yapacağını bilir.

 

Eski bir Doğu hikâyesi vardır:

Bir köyün dışında iki dilenci yaşarmış. Biri körmüş, diğerinin bacakları yokmuş. Bir gün köyün dışında, dilencilerin yaşadığı bölgede orman yangını çıkmış. Tabii dilenciler aynı zamanda rakipmiş; aynı meslekte, aynı insanlardan dileniyorlarmış. Sürekli birbirlerine kızıyorlarmış. Onlar dost değil düşmanmış.

'

Aynı meslekteki insanlar dost olamaz. Bu çok zordur, çünkü bu bir rekabet meselesidir; bir başkasının müşterilerini alırsın. Dilenciler müşterilerini etiketler: “Unutma, bu benim adamım. Sakın onu rahatsız etme.” Sen hangi dilenciye ait olduğunu, hangi dilencinin seni sahiplendiğini bilmezsin; ama sokaktaki bir dilenci seni sahiplenmiştir. Belki de kavga edip, savaşı kazanmıştır ve artık sen onun mülküsün...

 

Üniversite yakınlarında bir dilenci görürdüm hep, ama bir gün onu çarşıda gördüm. O her zaman orada, üniversitenin çevresindeydi, çünkü genç insanlar daha cömert olur. Yaşlı insanlar giderek daha cimri, daha ürkek olur. Ölüm yaklaşmaktadır ve artık para yardımcı olabilecek tek şey gibi gözükmektedir. Ve eğer paraları varsa, o zaman başka insanlar bile onlara yardım edebilir; eğer paraları yoksa, kendi oğulları, kızları bile onları umursamayacaktır. Ama genç insanlar savurgan olur. Onlar gençtir, kazanabilirler; hayatları oradadır, önlerinde yaşanacak uzun bir hayat vardır.

 

O zengin bir dilenciydi, çünkü Hindistan’da ancak zengin ailelerin çocukları üniversite seviyesine ulaşabiliyor, aksi durumda ise üniversitede okumak için bir mücadele vermek gerekir. Çok az sayıda fakir insan da gidebiliyor ama bu çok sancılı ve zordur. Ben de fakir bir ailedendim. Tüm gece bir gazetede editör olarak çalışıp ve gündüzleri de üniversiteye gittim. Yıllarca günde üç-dört saatten fazla uyuyamadım; gece ya da gündüz, ne zaman vakit bulursam o zaman uyudum.

 

Yani bu dilenci çok güçlüydü. Başka hiçbir dilenci üniversite caddesine adım atamazdı, girmeleri bile yasaktı. Herkes üniversitenin kime ait olduğunu biliyordu: Bu dilenciye! Sonra bir gün, genç adamı gördüm; yaşlı adam orada değildi. “Ne oldu; yaşlı adam nerede?” diye sordum.

 

“Ben onun damadıyım. Bana üniversiteyi hediye olarak verdi.” dedi. Üniversite sahibinin değiştiğini, artık bir başka sahibi olduğunu bilmiyordum. Genç adam, “Onun kızıyla evlendim.” dedi.

 

Hindistan’da birinin kızıyla evlendiğinde, sana çeyiz verirler. Sadece kızıyla evlenmekle kalmazsın: Kayınpederin eğer çok zenginse, sana bir araba, bir ev vermek zorundadır. Eğer çok zengin değilse, en azından küçük de olsa bir motosiklet, o olmazsa, en azından bir bisiklet ama mutlaka bir şey; radyo, müzik seti, televizyon veya para, vermek zorundadır. Eğer gerçekten zenginse, sana yurtdışında okuyup daha eğitimli birisi olma fırsatı sunar: Doktor ya da mühendis olursun ve masrafları o öder.

 

Bu dilencinin kızı evlenmişti ve başlık parası olarak damada üniversite verilmişti. “Bugünden itibaren bu sokak, bu üniversite bana ait. Kayınpederim kimlerin müşterilerim olduğunu bana tek tek gösterdi.” diyordu.

 

Yaşlı dilenciyi pazar yerinde gördüm ve ona gidip, “Harika, çok iyi bir evlenme hediyesi vermişsin!” dedim.

 

“Evet,” dedi, “sadece tek bir kızım var ve damadım için bir şeyler yapmak istedim. Ona en iyi dilenme yerini verdim. Şimdi çarşıda tekrar tekel oluşturmaya çalışıyorum. Bu çok zorlu bir iş; çünkü çok sayıda dilenci var. Kıdemli olanlar çoktan müşterileri paylaşmış. Ama endişe edecek bir şey yok. İdare ederim; birkaç dilenciyi buradan kovalarım.” Ve kesinlikle dediğini yaptı.

'

Orman yanarken, iki dilenci bir an için düşündü. Birbirlerine düşmanlardı, konuşmuyorlardı bile; ama bu acil bir durumdu. Kör adam, bacakları olmayan adama seslendi. “Kurtulmanın tek yolu var. Seni omuzlarıma alacağım. Sen benim bacaklarımı kullanacaksın; ben de senin gözlerini. Tek kurtuluş yolumuz bu.”

 

Anında anlaşıldı. Ortada bir sorun yoktu. Bacaksız adam dışarı çıkamıyordu; yanan ormandan hızla çıkması mümkün değildi. Her taraf alevler içindeydi. Biraz yol alabilirdi ama bir işine yaramazdı. Hızlı, ve hatta çok hızlı bir şekilde çıkmak gerekiyordu. Kör adam da çıkamayacağından emindi. Yangının ne tarafta olduğunu, yolun nerede olduğunu, hangi ağaçların yandığını ve hangilerinin yanmadığını bilmiyordu. Kör bir adam, kaybolup giderdi. Ama ikisi de zeki insanlardı; düşmanlıklarını bırakıp dost oldular ve hayatlarını kurtardılar.

Bu bir Doğu masalıdır. Konusu aklınla ve kalbinle ilgilidir. Dilencilikle bir ilgisi yoktur; seninle bir ilgisi vardır. Orman yangınıyla bir ilgisi yoktur; seninle bir ilgisi vardır, çünkü yanmakta olan sensin. Her an yanıyor, acı çekiyor, sancılar içinde sızlanıyorsun. Akıl tek başına kördür. Bacakları vardır, hızlı koşabilir, çok hızlı yol alabilir; ama kör olduğu için hangi yöne gideceğini bilemez. O yüzden sürekli tökezler, düşer, kendine zarar verir ve hayatın anlamsız olduğunu düşünür. Dünyadaki bütün entelektüeller bunu söyler: “Hayat anlamsızdır” derler.

 

Hayat onlara anlamsız gelir. Çünkü kör akılla ışığı görmeye çalışırlar.

 

Bu imkânsızdır.

 

İçinde gören, hisseden ama bacakları olmayan bir kalp var; o koşamaz. Olduğu yerde kalır, sürekli atar, bekler. Bir gün akıl anlayacak ve kalbinin gözlerini kullanabilecektir.

 

Ben güven dediğim zaman, kalbinin gözlerini kastediyorum.

 

Ve kuşku dediğim zaman, aklının bacaklarını kastediyorum.

 

İkisi bir araya gelince yangından kurtulabilirler; bu hiç sorun olmaz. Ama unutma, aklın kalbi omuzlarının üstünde kabullenmesi gerekir. Buna mecburdur. Kalbin bacakları yoktur, sadece gözleri vardır ve aklın kalbi dinleyip, onun yönlendirmelerini izlemesi gerekir.

 

Kalbin devreye girmesiyle akıl zekâya dönüşür. Bu bir dönüşümdür; bütünsel bir enerji dönüşümü. O zaman insan bir entelektüel değil, basbayağı bilge olur.

 

Bilgelik kalp ile aklın buluşmasından ortaya çıkar. Kalp atışlarınla aklının üretimleri arasında uyum yaratma sanatını bir kez öğrendiğin zaman, bütün sırrı avuçlarının içine alırsın: Bütün gizemlerin kapısını açacak maymuncuğa sahip olursun.

 

 

 

CESARET

Ganj Kitap

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

"Eğer güvenmiyorsan, kuşku duymak daha iyidir, çünkü kuşku sayesinde, bir gün güven olasılığı ortaya çıkacaktır. Sonsuza dek kuşkuyla yaşayamazsın. Kuşku bir hastalıktır; o bir rahatsızlıktır. Kuşku duyarken asla doyuma ulaşamadığını hissedersin; kuşku duyarken her zaman titrersin, kuşku duyarken her zaman sıkıntı içinde, bölünmüş ve kararsız kalırsın. Kuşku duyarken sürekli bir kabus yaşarsın. O yüzden bir gün bunu nasıl aşacağının arayışına girersin. Bu nedenle inançlı olmaktansa, sahte inanca sahip olmaktansa, ateist olmak daha iyidir diyorum."

 

 

inancı ve inançsızlığı zorunluluk potasında eritmiş bu cümleler.."seçmek" zorunluluğunu verirken seçtiğini sanmayla sonuçlanmış bir ifade var sanki..kuşku iyidir..ve kuşkunun yarattığı huzursuzluk inaçta da inançsızlıkta da esas olmalıdır..insanlar aidiyetlerinden kurtulamadıkları sürece inançlının inançsızdan pek de bir farkı yok..çünkü ikisi de inandığına adamıştır kendisini ve bu da risktir..ne için risk ?skalanızı genişletmek..var olanı olduğu gibi kavramak ve onunla uzlaşmak..ki en yakın var olan "ben" dir.onunla barışmadan dünya ile de dünyanın ,adı ne olursa olsun, sundukları ile barışmak pek de mümkün değil sanırım..şüphenin zehirli atığından nasıl kurtulurdaki yanıt o cümlelerde, bir yere ait olup,onun verdiği güvenle..kişi adına kendi yerine verilecek yanıtlar ve kurallarla devam etmesi gibi geldi bana(inançlılardan ya da inançlı olmayanlardan olurken bunu yaparız gibime geliyor )oysa,kuşkunun dizginlenemez sorgulayıcılığı içinde kişi kendi iç dinamiklerini yaratıp devam ederse..güvenecek kendinden başka bir şeyi olmadığını bilip,sorunun da çözümün de bizzat kendisi olduğunu keşfederse sanırım o cümlelerde sözü edilen arayışta da yanıtı yine kendisi bulur..bunun zor bir yol olduğu da açık..zaten alıntı yaptığım cümleler de direkt bu zorluk üzerinden gitmiş .ama zorun nasıl aşılacağı ya da ben yaptım buyrun siz de böyle yapın tarzı kişisel gelişim metodlarının şablonlarından iğrendiğim için sanırım,herkes kendi içindeki mağrasına dönüp kendi hayvanı ile yüzleşmek zorunda,diyeceğim.(hi,tyler durden :thumbsup: )

 

http://tbn3.google.com/images?q=tbn:0WZ7RuUxPdxzzM:http://www.filmbespreking.be/fight%2520club6.jpg

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

"Sana inanmak öğretildi; çocukluktan itibaren herkesin zihni inanmaya koşullandı: Tanrı’ya inan, ruha inan, şuna inan, buna inan."

 

peki ilk insana bunları kim öğretti, de o da çocuklarına öğretti...

 

insan; çevresine baktı!

bakti ki, nedensiz bir şey olmuyor. Eli ile tahtaya vurmayınca ses çıkmıyor.

çiğnemediğinde yemek ağzında parçalanmıyor.

sonra dünyaya döndü, yıldızlara, güneşlere baktı.

elebette bunları da yapan vardır kanatinde bulundu.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...