Jump to content

Budha'nın Başına Gelmiş Bir Olay


Termevsimi

Önerilen Mesajlar

Buda’nın başına gelmiş bir öykü, güzel bir öykü vardır. Onu dikkatlice dinle çünkü kaçırabilirsin.

 

Bir gün yemek vakti, Dünyayı Onurlandıran İnsan robunu giydi, tasını aldı ve yiyeceği için dilenmek üzere muhteşem Sravasti şehrine girdi. Kapı kapı dolaşıp dilendikten sonra kendi yerine döndü. Yemeğini yedikten sonra robunu ve tasını bir kenara koydu. Ayaklarını yıkadı, oturacağı yeri ayarladı ve oturdu.

 

Yavaşça git, sanki film yavaş çekim oynuyormuş gibi, bu bir Buda filmi, ve Buda filmleri çok yavaş hareket eder. Yeniden onu tekrar edeyim...

 

Bir gün yemek vakti, Dünyayı Onurlandıran Kişi robunu giydi, tasını aldı ve yiyeceği için dilenmek üzere muhteşem Sravasti şehrine girdi. Kapı kapı dolaşıp dilendikten sonra kendi yerine döndü. Yemeğini yedikten sonra robunu ve tasını bir kenara koydu. Ayaklarını yıkadı, oturacağı yeri ayarladı ve oturdu.

 

Buda’yı tüm bunları yaparken sonra yerinde otururken gözünün önüne getir.

 

Bu, Buda’nın sıradan hayatını ve diğerleri ile benzer olan eylemlerini ve bunda özel olan hiçbir şey olmadığını gösterir. Ancak yine de orada ortak olmayan ama çok az kişinin bildiği bir şey vardır.

 

Bu nedir? Sıradan olmayan, kendine has nitelik nedir? Çünkü Buda sıradan şeyler yapmaktadır. Ayaklarını yıkamak, oturma yerini ayarlamak, oturmak, robunu kenara koymak, tasını kenara kaldırmak, yatağa gitmek, geri gelmek. Herkesin yaptığı sıradan şeyler.

 

... onun huzurundaki Subhuti, yerinden kalktı, sağ omzunu açtı, sağ dizinin üzerinde eğildi, avuçlarını saygıyla birleştirdi ve Buda’ya “Bu çok nadir, Dünyayı Onurlandıran İnsan, bu çok nadir!” dedi.

 

Şimdi, yüzeyde ender olan hiçbir şey yok gibi gelir. Buda geliyor, robunu kenara koyuyor, tasını kenara koyuyor, oturacağı yeri ayarlıyor, ayaklarını yıkıyor, yerine oturuyor; sıra dışı olan hiçbir şey yok gibi gelir. Ve şu adam Subhuti... Subhuti Buda’nın en anlayış sahibi müritlerinden birisi idi. Buda ile ilgili pek çok sayıda öykü Subhuti ile ilgilidir. Bu da o öykülerden birisidir, son derece nadirdir.

 

O zamanlar yaşlı olan, onun huzurundaki Subhuti, yerinden kalktı, sağ omzunu açtı, sağ dizinin üzerinde eğildi, avuçlarını saygıyla birleştirdi ve Buda’ya “Bu çok nadir, Dünyayı Onurlandıran İnsan, bu çok nadir!” dedi.

 

Asla önceden görülmemiş, çok eşsiz.

 

Tathagata’nın günlük etkinlikleri diğer adamlarınkilerle benzerdir ama farklı olan bir şey vardı ve onunla yüz yüze oturanlar bile görmemişti.

 

O gün Subhuti ansızın bunu keşfetti ve “Çok ender! Çok ender!” dedi.

 

Heyhat! Tathagata müritleriyle otuz yıldır birlikteydi ve onlar hâlâ onun günlük hayattaki ortak eylemleri hakkında hiçbir şey bilmiyorlardı. Onlar bilmedikleri için bu eylemlere dikkat etmeden geçmelerine izin vermişlerdi. Onlar, onun diğerleriyle aynı olduğunu zannetmişlerdi ve sonuç olarak onun hakkında şüphe duymuşlardı ve dediklerine inanmamışlardı. Subhuti net bir şekilde görmemiş olsaydı, Buda’yı hiç kimse gerçekten tanımamış olacaktı.

 

Aynı şeyi kutsal metinler de söyler. Bir Subhuti olmamış olsaydı, içerde ne olup bittiğini hiç kimse görmemiş olacaktı. İçerde ne oluyordu? Buda ev sahibi olarak kalır. Tek bir anlığına dahi sonsuzluğunu, zamansızlığını yitirmez. Buda meditasyon halinde kalır. Tek bir anlığına dahi hua t’ou’sunu kaybetmez. Buda kendi samadhi’sinin içinde kalır; ayaklarını yıkarken bile öylesine dikkatli, o kadar farkında, o kadar bilinçli bir şekilde yıkıyordur ki. “Bu ayaklar ben değilim” diye gayet iyi bilerek. “Bu tas ben değilim” diye gayet iyi bilerek. “Bu elbise ben değilim” diye gayet iyi bilerek. “Bu açlık ben değilim” diye gayet iyi bilerek. “Etrafımdaki hiçbir şey değilim. Ben sadece bir tanığım, her şeyin izleyicisiyim” diye gayet iyi bilerek.

 

Buda’nın zarafeti bu nedenledir, Buda’nın dünya dışı güzelliği bu nedenledir. O sakin kalır. Bu sakinlik meditasyondur. O ev sahibinin daha farkında olarak, misafirin daha farkında olarak, misafirle özdeşleşmeyerek, kendini misafirden ayırarak elde edilir. Düşünceler gelir ve gider, duygular gelir ve gider, hayaller gelir ve gider, ruh halleri gelir ve gider, iklimler değişir. Sen değişen hiçbir şey değilsin.

 

Değişmeden kalan bir şey var mıdır? O sensin. Ve o Tanrısallıktır. Ve onu bilmek ve o olmak ve onun içinde olmak samadhi’ye erişmektir. Yöntem meditasyondur. Yöntem meditasyon, dhyana misafirle olan özdeşleşmeyi yok edecek tekniktir. Ve samadhi ev sahibinin içinde eriyip gitmektir, misafirin içinde baki kalmak, orada merkezlenmektir.

 

Her gece kişi uyurken bir budayı kucaklar,

Her sabah kişi onunla birlikte yeniden uyanır.

Kalkıp otururken, birbirinizi izleyin ve takip edin.

Konuşurken yahut konuşmazken ikiniz de aynı yerdesiniz.

Onlar tek bir anlığına dahi ayrılmazlar,

Onlar beden ve onun gölgesi gibidirler.

Buda’nın nerede olduğunu bilmek istersen,

Senin kendi sesinin içindedir o.

 

“Her gece kişi uyurken bir budayı kucaklar” bir Zen deyişidir. Buda her zaman mevcuttur, Buda-olmayan da her zaman mevcuttur. Sende Nirvana ve dünya buluşur, sende madde ve madde olmayan birleşir, sende beden ve ruh birleşir. Sende varoluşun tüm gizemleri birleşir; sen bir birleşme yerisin, sen bir kavşaksın. Bir yanda tüm dünya, diğer taraftaysa manevi dünyaya ait her şey. Sen ikisi arasında bir köprüden ibaretsin. Şimdi, bu sadece neye önem verdiğinle ilgilidir. Şayet kendini dünyada yoğunlaştırırsan, dünyada kalırsın. Şayet odağını değiştirirsen, şayet odağını değiştirip, bilincine yoğunlaşırsan sen bir tanrısın. Sanki arabadaki bir vitesi değiştiriyormuşsun gibi, sadece küçük bir değişiklik; o kadar.

 

Her gece kişi uyurken bir budayı kucaklar, her sabah kişi onunla birlikte yeniden uyanır. O her zaman oradadır çünkü bilinç her zaman her yerdedir; o tek bir an bile kaybolmaz.

 

Kalkıp otururken, birbirinizi izleyin ve takip edin. Ev sahibi ve misafir, her ikisi de oradadır. Misafir değişmeye devam edip durur ama biri yahut öteki muhakkak her zaman oteldedir. Sen misafirle özdeşleşmez hale gelmediğin sürece, o asla boş değildir. O zaman bir boşluk ortaya çıkar. O zaman senin otelinin boş olduğu zamanlar olur; ev sahibi rahatça, hiçbir konuk tarafından rahatsız edilmeden oturuyor. Trafik durur, insanlar gelmez. Bu anlar mutlak saadet anlarıdır, bu anlar muhteşem kutsanma anlarıdır.

 

Konuşurken yahut konuşmazken ikiniz de aynı yerdesiniz. Sen konuşurken, aynı anda sende sessiz olan bir şey de vardır. İhtiras duyarken, ihtirasın ötesinde de bir şeyler vardır. Sen arzularken, hiç arzu duymayan birisi de vardır. Onu izle ve onu bulacaksın. Evet, çok yakınsın ve yine de çok farklısın. Onunla buluşursun ve yine de buluşmazsın. Yağ ve su gibi buluşursun; ayrılık yerinde durur. Ev sahibi misafire çok yakınlaşır. Bazen el ele tutuşurlar ve birbirlerine sarılırılar ama yine de ev sahibi ev sahibidir ve konuk da konuktur. Konuk gelecek ve gidecek olan kişidir; konuk değişmeye devam edecektir. Ve ev sahibi ise gitmeyen, baki kalan kişidir.

 

Onlar tek bir anlığına dahi ayrılmazlar, onlar beden ve onun gölgesi gibidirler. Buda’nın nerede olduğunu bilmek istersen, senin kendi sesinin içindedir o. Budayı kendi dışında bir yerde aramaktan vazgeç. O senin içinde oturuyor; o senin içinde ev sahibi olarak oturmaktadır.

 

Şimdi, bu ev sahibi haline nasıl gelmeli? Kadim bir teknik hakkında konuşmak isterim; bu tekniğin büyük faydası olacaktır. Bu bilinemeyen ev sahibine ulaşmak için, varlığının en yüksek gizemine erişebilmek için yöntem; Buda’nın önermiş olduğu en basit yöntemlerinden birisi şudur:

 

Kendini olası tüm ilişkilerden mahrum bırak ve kim olduğunu gör. Hiçbir anne babanın çocuğu olmadığını, kimseye eş olmadığını, çocuklarına anne baba olmadığını, hiçbir akrabanla kan bağın olmadığını, tanıdıklarının arkadaşı, ülkenin bir vatandaşı olmadığını vs. düşün; o zaman kendi içindeki seni yakalarsın.

 

Sadece bağlantıyı kopart. Günde bir kez, bir zaman için sessizce otur ve kendini tüm bağlantılardan kopart. Nasıl telefonun bağlantısını kesiyorsan kendini tüm bağlantılardan ayır. Artık oğlunun babası olduğunu düşünme; bağlantıyı kopart. Artık oğlunun babası değilsin ve babanın oğlu da değilsin. Bir karı ya da koca olduğun düşüncesini de kopart; artık birisinin karısı değilsin, birisinin kocası değilsin. Artık bir patron değilsin, artık bir hizmetçi değilsin. Sen artık siyah değilsin, artık beyaz değilsin. Sen artık Hintli, Çinli, Alman değilsin. Artık genç değilsin, yaşlı değilsin. Kopart, kopartmaya devam et.

 

Bin bir tane bağlantı vardır; sadece tüm bağlantıları koparmaya devam et. Tüm bağlantıları kopardığında o zaman birden kendine “Ben kimim?” diye sor. Ve hiçbir cevap gelmez. Çünkü sen senden sonra gelebilecek tüm cevaplarla olan tüm bağlantını zaten kopartmışsındır.

 

“Ben kimim?” ve cevap gelir. “Ben bir doktorum.” Ama sen tüm hastalarla bağlantını kopartmışsındır. Bir cevap gelir, “Ben bir profesörüm” ama sen tüm öğrencilerinle bağlantını kopartmışsındır. Yine bir cevap gelir, “Ben Çinliyim” ama sen onunla bağlantını kopartmışsındır. Ve bir cevap gelir, “Ben bir erkeğim” ya da “Ben bir kadınım” ama onunla bağını koparmışsındır. Bir cevap gelir, “Ben yaşlı bir kişiyim” ama onunla bağını kopartmışsındır.

 

Her şeyi kopart. O zaman sen kendinin içindesindir. O zaman ilk kez ev sahibi tek başınadır ve misafir yoktur. Bazen tek başına, misafirler olmadan kalmak çok iyidir. Çünkü o zaman sen kendi ev sahipliğine daha yakından, daha dikkatlice bakabilirsin. Konuk karmaşa yaratır, misafirler gürültü yapar ve onlar gelir ve senin ilgi göstermeni bekler.

 

“Şunu yap ve sıcak su gerekiyor ve kahvaltı nerede kaldı? Ve yatağım nerede? Ve yatakta böcekler var!” derler. Ve konuklar binlerce şey getirir. Ve ev sahibi misafirlerin arkasından koşturmaya başlar: “Evet, elbette bu insanlara bakmak zorundasın!”

 

Bütünüyle kendini ayırdığında hiç kimse seni rahatsız etmez; hiç kimse seni rahatsız edemez. Ansızın sen tüm tek başınalığınla oradasın; ve bu tek başınalığın saflığı, tek başınalığın bozulmamış saflığı. Sen bakir bir ülke gibisin, hiç kimsenin seyahat etmemiş olduğu bakir bir Himalaya zirvesi.

 

Bekâret budur. “Evet, İsa’nın annesi bir bakireydi” derken söylemek istediğim budur. Söylemek istediğim şey budur. Hıristiyan din bilginleri ile aynı fikirde değilim. Onların söylediği her şey saçmalıktır. Bekâret denen şey budur: İsa Meryem’in rahmine o böylesi bir bağlantısız haldeyken düşmüş olmalı. Böylesine bir bağlantısız haldeyken elbette bir çocuk girecek olursa o sadece bir Mesih olabilir, başka bir şey değil.

 

Eski Hindistan’da çocuğu döllemenin yöntemleri vardı. Çok derin bir meditasyon halinde değilsen sevişme. Meditasyon aşk için bir hazırlık olsun: Tantra’nın tüm anlamı budur. Meditasyon temel olsun; sadece o zaman aşk yap. O zaman çok daha büyük ruhları davet edersin. Ne kadar derindeysen o kadar büyük bir ruh davet edilir.

 

İsa ona nüfuz ettiğinde, Meryem o an mutlak bir bağlantısızlık halinde olmuş olmalı. O bu bekâretin içinde olmuş olmalı; o bir ev sahibi olmuş olmalı. O artık bir misafir değildi ve o artık misafirler tarafından taciz edilmiyordu ve artık misafirle özdeşleşmemişti. O beden değildi, zihin değildi, o düşünceleri değildi. O bir eş değildi, o hiç kimseydi. Bu hiç kimseliğin içinde o, oradaydı, sessizce oturuyordu: Saf bir ışık, etrafında hiç duman olmayan bir alev, dumansız bir ateş. O bakireydi.

 

Ve sana diyorum ki Buda döllendiğinde yahut Mahavira döllendiğinde ya da Krishna veya Nanak tam olarak aynı durumdaydı. Çünkü bu insanlar başka bir şekilde döllenemezler. Bu insanlar sadece en bakire rahme girebilirler. Ancak bu bekârete benim verdiğim bir anlamdır. Bunun etrafta dolaşan, hiçbir erkekle aşk yaşamadığı, İsa’nın bir erkekçe döllenmediği, İsa’nın Joseph’in oğlu olmadığı gibi aptalca fikirlerle bir alakası yoktur. Bu nedenle Hıristiyanlar sürekli olarak “Meryem’in oğlu İsa” derler. Onun babası ile ilgili konuşmazlar; o bir baba değildi. “Meryem’in oğlu” ve “Tanrı’nın oğlu” arada bir Joseph yoktur. İyi de zavallı Joseph’e karşı bu kadar öfke niye? Niçin Tanrı şayet Meryem’i kullanabiliyorsa Joseph’i de kullanamasın? Bunda yanlış olan ne? O Meryem’i rahim için kullanıyor ve bu hikâyeyi bozmuyor; o halde niçin Joseph’i de kullanmasın? Rahim hikâyenin yarısıdır çünkü anneden bir yumurta kullanılmıştır; o zaman niçin Joseph’in spermi de kullanılmasın? Bu zavallı marangoza bu kadar öfke niye?

 

Hayır, varoluş her ikisini de kullanır. Ancak bilincin hali ev sahibi ile aynı olmuş olmalı. Ve gerçekten sen ev sahibi olduğunda çok büyük bir misafir ağırlaman çok normaldir; İsa içeri gelir. Eğer tüm misafirlerle özdeşleşmekten çıkarsan, o zaman ilahi olan senin konuğun olur. Sen önce bir ev sahibi haline gel, saf bir ev sahibi. O zaman ilahi olan senin konuğun olacak.

 

Bağlantılarından koptuğunda sen kendi içindeki kendine gelirsin. Şimdi kendine sor: Şu “Kendi içindeki kendin” nedir? Bu soruyu asla yanıtlayamazsın; o yanıtlanamazdır. Çünkü o bilinen tüm ilişkilerden koparılmıştır. Bu şekilde kişi bilinmez olanın içine yuvarlanır; bu meditasyonun içine girmektir. Onun içine yerleştiğinde, tamamen yerleştiğinde o aydınlanma haline gelir.

 

 

 

SEVGİ

Ganj Kitap

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...