raskolnikov Oluşturma zamanı: Aralık 14, 2008 Paylaş Oluşturma zamanı: Aralık 14, 2008 “Kalk” diye buyurdum, “yekin hele, miskinlik sırası değil şimdi. Üç dileğim var senden. Mademki konuğunum senin, yerine getirmelisin dileklerimi.” Silkinip kalktı hemen oturduğu minderden. Avludaki oğlu Bahaeddin gibi baş eğdi, el bağladı. Sevinçle ışıyan iki kandil alevine benzeyen gözlerini yüzüme dikti. “Konuğum değilsin sen” dedi titreyen bir sesle, “bu ev, bu medrese senin. Eğer bir konuk varsa senin cennetinde, işte o benim. Buyur dünya sarrafı, senin buyruğun benim sevkimdir.” “Bilirsin günler oldu Konya’ya geleli” dedim. “Bilirsin er kişinin ihtiyaçları vardır. Hülasa bana bir kadın gerek Muhammed Celaleddin. Öyle sıradan değil, güzel bir kadın. Bana öyle bir kadın bulabilir misin?” Bunları söylerken onu izliyordum. Bakalım, gözlerindeki ateş sönecek miydi, bakalım yüzü gölgelenecek miydi? Bir an gölgelenmedi yüzü, bir an duraksamadı, bir an düşünmedi. Sadece aynı cümleyi tekrarlamakla yetindi. “Senin buyruğun, benim zevkimdir.” Başka bir söz söylemeye fırsat vermeden çıktı gitti hücreden. Sevinçle bakakaldım ardından.”Ama acele akrar verme demişti” Allah’ın rahmeti üzerimde olsun, ilk şeyhim Ebu Bekir-i Tebrizi Selebaf. “Mürit seçerken de, mürşit seçerken de bekle. Çünkü güneşin vakti ayrıdır, ayın vakti ayrı, dünyanın vakti ayrı. Karar vakti gelene kadar bekle.” Sevincimi, kuşkunun derin kabrine gömdüm ve bekledim. Çok sürmedi, Celaleddin’in eliyle açıldı hücrenin kemerli kapısı. Öteki eli başka bir eli tutuyordu, içeri girince gördüm. Yanında Konya’nın en güzel kadını, Kira Hatun duruyordu; Celaleddin’in karısı. Sadakat buydu işte, inanmak buydu, teslimiyet buydu. Celaleddin’in boynuna sarılmamak için zor tuttum kendimi. Ama güneşin vakti ayrıdır, ayın vakti ayrı, dünyanın vakti ayrı, kuşkunun karanlığı yüreğimden silininceye kadar beklemeliydim. Kaşlarımı yıktım. “Kira Hatun can kız kardeşimdir, bu olmaz” dedim. Saygıyla karısının önünde eğildim. “Sen çıkabilirsin Kira Hatun.” Be olup bittiğini anlamayan kadıncağız, bir süre şaşkın şaşkın baksa da yüzümüze, sonra emrime uyup çıktı dışarı. Celaleddin’e döndüm yeniden. “İkinci isteğime gelelim” dedim bütün ciddiyetimle. “Bana hizmet edecek güzel bir erkek çocuğu getir. Öyle ki beni üzmesin, bir dediğimi iki etmesin. Dileğimi anlasın, hemen yerine getirsin.” Yine gölgelenmedi yüzü, bir an duraksamadı, bir an düşünmedi. Aynı cümleyi tekrarlamakla yetindi sadece. “Senin buyruğun, benim zevkimdir.” Ardından yekinip çıktı hücreden. Artık kuşku duymam için bir neden yok diye seslense de yüreğim, aklım engel oldu onun isteğine. Daha açılan kapı kapanmadan Celaleddinim yeniden girdi içeriye. Yanında güzelliği ancak Yusuf Peygamber’inkiyle kıyaslanabilecek büyük oğlu Sultan Veled’le. Daha ben ağzımı açmadan: “umarım” dedi saygıyla eğilerek, “bu çocuk, senin hizmetine ve ayakkabılarını çevirmeye değer bir kul olur.” Çığlıklar atıp avaz avaz Celaleddin’in ellerini öpmemek için zor tuttum kendimi. Çünkü güneşin vakti ayrıydı, ayın vakti ayrı, dünyanın vakti ayrı, kuşkunun gölgesi kalkıncaya kadar umudumun üzerinden beklemeliydim. Suratımı astım. “Sultan Veled benim oğlumdur” dedim. “o benim hizmetimi göremez. Gönder delikanlıyı gitsin.” Ne olup bittiğini anlamayan Bahaeddin Veled, babasının karısı gibi şaşkın bakakaldı yüzümüze. Celaleddin başıyla oğlunu çıkmasını işaret edince de arkasını dönmeden geri geri yürüyerek çıktı hücreden. Ve ben kaçırmadan gözlerimi üçüncü dileğimi söyledim Celaleddin’e. “Susadım, Konya’nın suyu kesmiyor susuzluğumu. Hararetim sonsuz, şarap istiyorum, onsuz yapamam ben. Yahudi mahallesine git, bana şarap getir.” Yeter artık demedi, Celaleddin. Ben bu şehrin en tanınmış ulemasıyım, ne demek Yahudi mahallesinden şarap almak, demedi. Neden onurumla oynuyorsun, demedi. Neden bana düşmanlık yapıyorsun demedi. Sanki ben onun süt isteyen yavrusuymuşum o müşfik bir anneymiş gibi sevgiyle gülümsedi. “Hemen getiriyorum Şeyhim” dedi. “Senin buyruğum, benim zevkimdir.” Az kalsın kendimi tutamayacak, “Dur Allah’ın gizli dostu, dur her iki alemin sarrafı, asıl sen benim şeyhimsin, asıl sen benim pirim” diye haykıracaktım. Ama nefsine yenilen, iblisi de yenilirdi. Kendimi tuttum. Bekledim. Bu kez bekleyişim uzun sürdü biraz, gün devrildi, ufukta karanlık belirdi. Yoksa Celaleddin utanmış mıydı? Yoksa Şeyh Evhededdin-i Kirmani gibi ününü, şanını düşünmüş, şarap almaktan vaz mı geçmişti? Senelerce evvel Bağdat’ta karşılaştık Şeyh Kirmani’yle. “Bütün arzum ve dileğimle sana kul olmak istiyorum” dedi. Ben de ona dedim ki: “Sen, benim arkadaşlığıma tahammül edemezsin.” “Beni kulluğuna ve arkadaşlığına kabul et” diye ısrarla yapıştı kara keçemin kara yakasına. Ben de ona dedim ki: “Tamam. Ama Bağdat’ın ortasında, herkesin gözü önünde benimle birlikte hurma şarabı içmelisin.” Hurma gibi sarardı rengi. “Bunu yapamam” dedi. Onlara kolaylık gösteriniz, çünkü kolaylık bizim yolumuzun ışığıdır sözü uyarınca ben de ona dedim ki: “O zaman benim için hurma şarabı bulup getirebilir misin?” “Hayır, bunu da yapamam.” Ben de dedim ki: “Ben içerken benimle arkadaşlık eder misin?” “Hayır edemem” Ben de dedim ki: “Erlerin huzurundan uzak ol. Sen, bunu yapacak adam değilsin. Çünkü Tanrı senden bu gücü esirgemiş. Tanrı eri odur ki, aşkı için bütün müritlerini, bütün namusunu, bütün şerefini bir kadeh şaraba satabilmelidir. Sen bu yolun yolcusu değilsin. Tanrı erlerinin huzurundan uzak dur.” Şeyh Kirmani’yi bu sözde Tanrı dostunu hatırlayınca umudum kırılır gibi oldu. Yoksa kuşkularım haklı mıydı? Yoksa Bağdat’ta olan Konya’da tekrar mı edecekti? Celaleddin de Kirmani gibi benliğini daha mı önde tutuyordu aşkından? Kötü düşünceler geçerken aklımdan aralandı hücrenin kapısı. Celaleddin’in inanç içindeki ışıklı yüzü göründü, elinde şarap dolu bir testi tutuyordu. “geciktim, kusura bakma” dedi en tatlı gülümseyişiyle, “şarabın en iyisini bulmaya çalıştım, en lezzetlisini. Şeyhimin diline, dudaklarına, dişine dokunmaya layık olanı…” Artık tutamadım kendimi. Güneşin vakti tamamdı, ayın vakti tamam, dünyanın vakti tamam. “Asıl şeyh sensin” diyerek ayaklarına kapandım. “Asıl Tanrı dostu sensin. Ne olur beni müritliğine kabul et.” Hemen o da kapandı yere, ellerimi tuttu, ellerimi öptü. Yanaklarımdan yaşlar yuvarlanıyordu, yanaklarımdaki yaşları öptü, sonra ayağa kaldırdı beni. “Şeyh inanan değil, inandırandır, şeyh anlatan değil, gösterendir, öğreten değil, perdeyi kaldırandır. Sen benim gözümün önündeki perdeyi kaldırdın. Sen, bana bendeki beni gösterdin. Şeyh sensin, pir sensin, hakiki dost sensin, hakikat sen…” Ahmet ÜMİT Bab-ı Esrar adlı kitaptan alıntı... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Korkusuz Yanıtlama zamanı: Aralık 14, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 14, 2008 Mevcut tarikatların gayesi kendilerine tâbi olan kimseleri dünyevi ve manevi olan hayatta saadete eriştirmekten başka ne olabilir? Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır. Medeniyetin emir ve talep ettiğini yapmak insan olmak için kâfidir. Mustafa Kemal Atatürk Gerçek Türk gençliğinin şeylerle işi olmaz Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
raskolnikov Yanıtlama zamanı: Aralık 14, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 14, 2008 bence de.... yani ben nasıl unuttum Atatürk'ün bu sözünü de, foruma böyle tarikatları öven, şeriatı öven bir yazı ekledim. Bilemedim, türk gençliğinin bunlarla işi olmayacağını ama senin gibi uyanık ve akıllı gençlerimiz tarafından kendime getiriliyorum... valla titredim ve kendime geldim bi an... .......................... ya sen nettin yegen... konuyu bilmeden, içinde şeyh geçti diye ne bu hemen bizim işimiz olmaz mevzusu. Artı ne bu şimdi, hemen Atatürk'ten alıntı yapıp kendini ispat mantığı... Hem belki bilmezsin ama, Atatürk'ün mevleviliğe karşı bir saldırısı hiç olmamıştır ve anlatılanda Mevlana'nın hayatından bir kesittir. Böyle herşeye bodoslama dalmayı bırakın da, önce konuyu anlayın be.... Yok anlamadığım, Atatürk'ten alıntı yapınca daha mı haklı oluyorsun. Önce bir Atatürk'ün mevleviliğe nasıl baktığını ya da yazının ne anlatmak istediğini anlasan... ................. neyse; kış olmasına rağmen hava güzel.... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Korkusuz Yanıtlama zamanı: Aralık 14, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 14, 2008 bence de.... yani ben nasıl unuttum Atatürk'ün bu sözünü de, foruma böyle tarikatları öven, şeriatı öven bir yazı ekledim. Bilemedim, türk gençliğinin bunlarla işi olmayacağını ama senin gibi uyanık ve akıllı gençlerimiz tarafından kendime getiriliyorum... valla titredim ve kendime geldim bi an... .......................... ya sen nettin yegen... konuyu bilmeden, içinde şeyh geçti diye ne bu hemen bizim işimiz olmaz mevzusu. Artı ne bu şimdi, hemen Atatürk'ten alıntı yapıp kendini ispat mantığı... Hem belki bilmezsin ama, Atatürk'ün mevleviliğe karşı bir saldırısı hiç olmamıştır ve anlatılanda Mevlana'nın hayatından bir kesittir. Böyle herşeye bodoslama dalmayı bırakın da, önce konuyu anlayın be.... Yok anlamadığım, Atatürk'ten alıntı yapınca daha mı haklı oluyorsun. Önce bir Atatürk'ün mevleviliğe nasıl baktığını ya da yazının ne anlatmak istediğini anlasan... ................. neyse; kış olmasına rağmen hava güzel.... Atatürk'ün mevlevilik ile bakış açısını bilmemde nutukta neler yazdığını iyi bilirim.Sonuçta Mevlevilikte Tarikat ve şeyhlerden oluşmuyor mu? Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
raskolnikov Yanıtlama zamanı: Aralık 14, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 14, 2008 işte bunde bunu diyorum... önce bi öğren..sonra gel tartışalım olur mu.... mevlevilik Atatatürk'ün o senin ezberlediğini söylediğin Nutuk'unda bahsettiği tarikatlardan değil bu bir. İkincisi, Atatürk'ün yayınlanan yazılarında mevleviliğe bir saldırı olduğunu hatırlamıyorum. Birey söylemeden önce düşünmek faydalı olur. Nutuk'ta bahsedilen tarikatlar, ülke genelinde cumhuriyet ilkesine karşı gelen yapılanmalardır ki mevleviliğin böyle bir durumu yoktur. Ne olur, böyle kuru laflardan önce biraz araştırma yapalım da en azından tartışmanın da bir tadı olsun. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Korkusuz Yanıtlama zamanı: Aralık 14, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 14, 2008 Ben her türlü tarikata karşıyım Atatürk o sözünde tüm tarikatları dahil ediyor cumhuriyet düşmanları gibi bir kısıtlama yapmıyor. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
raskolnikov Yanıtlama zamanı: Aralık 14, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 14, 2008 tamam; sen bütün tarikatlara karşı ol ama arada Atatürk'ün bütün eserleri adlı çok ciltli bir kitap serisi var onu oku. olur mu.... Nutuk sadece savaşın özetini veriyor ki biliyor musun bilmiyorum ama nutuk'ta iki cilt ve piyasa da özeti satılıyor. neyse; konuyu dağıtmaya gerek yok, ama yine de Atatürk'ün bütün eserlerini tek tek te olsa temin et ve oku. benden bu kadar. konu dağılmasın..... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.