semuel Oluşturma zamanı: Aralık 18, 2008 Paylaş Oluşturma zamanı: Aralık 18, 2008 Hilmi YAVUZ 1936 yılında İstanbul'da doğdu. Londra Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nü bitirdi. Mimar Sinan Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi ve Boğaziçi Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olarak çalıştı. İkinci Yeni ile başladığı şiire, zamanla, arayışını tamamlayarak damıtılmış, özgün, yoğun ve yetkin şiirlerle sürdürdü, sürdürüyor. HURUFÎ SONNET nesimî ve mansur'la tenim dağıldı benim; kendi yasımı tuttum, ölüydüm, aşk şehidi... bir aynaya düşer de kırılırken bedenim, söylenen söylenmeyenle mühürlendi idi... düşüş düşleri oldum- ve 'kendinle seviş!...' dediler... Söz'ü gördüm... zaten nicedir üstünde kar ve inkârla belenmiş meneviş sırları var! âh, bu z e h e b î gecede, at üstünden 'eğer'i, atla kayıtsız koşulsuz dörtnala o serseri aynaya... bu h u r u f î hecede ol!... çıplak, mücerred ve hırkasız, çulsuz... ordayım işte, gelgelelim hiç bilmedim yerimi âh, elimle yüzerim elbet kendi derimi... LAVINIA İÇİN SONNET sana da yas yaraştığı söylenir, öyle değil!... birden bir dal kırılır, hani düşer ya suya, sen o akarsusun...akma!...kendine eğil, orda gördüğün dalı, ey solgun lavinia, sanki tanır gibisin...belki eski yerinden göçmüş bir yaz sözünde unutulan zakkumu usulca büyüttündü, akarak ta derinden; anımsa, öpüşlerdeki taşı, çakılı, kumu... nerde bir yaz olduysa o dalı taşır şimdi; ah! al götür, al götür...bırakma bir kuytuda; sen onu bıraktıkça ona yaraşırım şimdi yas...ansızın köpüklerle sevişen bir duyguda... kırık...o yaz aynalarda durulsun diye güyâ sana yas değil elbet, yaz yaraşır lavinia harfler ve hilmi şimdi daralan odalarda bir dar alan, dört duvarsın ve öyle gizemsin ki sen,öyle yalnızlık aramızda kalsın... kimse bilmedi, ben dîl-i mecrûh ser-i kûyunda itlerle...eyvah! dokunmayın, dağ üstü bağ yaralar gövdemde kalsın... kendi adımı andım da ne oldu? hüzünler: h,i,l,m,i...h,i,l,m,i... ah,fuzulî şu harflerden bir kurtarsam,dedim,dil’imi sözlerim gizlerde kalsın... harfler ve ‘tin’ hangisiydi? kim nasıl mı söyledi? karnavaldır, elbet odur, bedeni tersine çevirir, dedi Bakhtin... bir gemi leşi ki,nerde ve geçmişsiz geçmişiz altüst edeni deprem gibi tende; ve söyleriz: tin’le yetin! oysa dâimâ object petit a der arzu, ve âh,öteki gövdeyi şeyden ş’ye kadar kuşatır etin aşkları birer birer ve başka neyi kışkırtır,bilinmez,ki sessiz ve hınçla, ten denen metin... nasıl okunmalı?çinko ve incir gibi mi? yoksa başka bir şey mi? aleph mi harflerin beyi? omega ,delta dişil ve teta! çetin bir soru bu: seni hangi harflerin gurbetinde bıraktım? X’in, V’nin, ya Ze(y)t’in? harfler ve Hölderlin sen Söz’ün kutsal mı olsun istedin; Siyah dâimâ büyük harfle yazılır şiirinde;şiir, âh, evet,odur kendini hep Allah’a taşır; ve derin gölgeleri durur,duru göllerde,dur, sen Hölderlin, şair ve deli! ikisi bir! şairsin,hüznünden belli oluyor bu: delilik bir çiçektir ve adı: sadık hizmetkârınız Scardanelli harfler ve kalem ve kâğıt kalemler oldu virân âh,yıkıldı gitti kâğıt; sen,herşeyi aslına savuran elmasın solduğu vakit... kendine sakla hüznümü, sözlerimden bir yaz ayır; yolla yollara yazıları, şiirimi güllere dağıt, dağ bayır... akşam geçiyor,bekle,seyret; yaşadındı,işte bu son kıyamet; hem neyle bağlısın ki nihayet ne bir yemin,ne bir bağıt... âh,tek harfle yazıldı o ağıt... SİZE BAKMANIN TARİHİ size bakmanın tarihi! siz bir gonca kadar kendiliğinden yazılmış olmalısınız derin, korkunç ve ergen kalbim, sevdalara sığmayan kalbim bir dağı içeriyor geçerken siz o dağa sanki kış ve sanki bıldır yağan karsınız umarsız sözcüklere bulanmış size bakmanın tarihi! siz bir keteni köpürten yaz ve inanılmaz yalnızlıklarsınız; sadece sizin olan o vahim, o beyaz ve kuytu gurbet sesleriyle işlenmiş yazdıklarınız ve yanık, kavrulmuş dizelersiniz kimbilir hangi sevdalara dolanmış size bakmanın tarihi! bir kalbime güvensem sizi hep okurdum ben...ama nedense hep aynı hüzün ve hep aynı tutkuyla bakmayı bilmediğimden, ne yapsam bir ilenç, bir kargış gibi ardımsıra geliyor şairliğim o solgun yolculuğa adanmış VEDÂ daha başından beri hiç sevmedim yerimi: adî gök, bayağı toprak! bu lânetlenmiş yerde iki arada kaldım; bir betona gerilmiştim, ufaldım; aşkları koparıyor bizi, hüznü öteki, durmadan bir leşe konuyor akbabalar... akşamlar biraz düşkün; yollar, kanayan yollar... ay lağımda batıyor ve sözler hiçbir yerde; her zaman kalbimizin yerinde ince duvar... aldanış! belki uğursuz bir gölge bulanmış kalmış... belki her aldanıştan kalan siyah aynalar! rüzgârı kuytulardan esirgemeyen ne varmış? ve daima boğulmuş, yaralı yolculuklar... dağ kendi güneşini çıkardı gitti; ben kendi gülüme kapandım kaldım; sustum, her sustuğum yerdeki kaybolmalar çağırır akşamı... akşam, uysaldır, boynunu bükerek gelir, ve teslim olur bana şiirler, elvedâlar... işte ben gittim, herşeyi söyledim, gittim; işte benden herkese, herkese bir sonbahar... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
schizophrana Yanıtlama zamanı: Aralık 18, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 18, 2008 Akşam ve Sen ve Ben ikimizdik, sen ve ben, bir çiçekle onun tomurcuğu arasında bir yerde; öylece durur muyduk, ikimiz gibi? dâima birlikte olurduk hüzünlerde... anımsar mısın, yaz günü, bir bahçeyle gizledikti kendimizi birbirimizden; sen ve bahçe, ben ve bahçe, sen ve ben: akşamlar derlerdik her ikimizden... üşürüz, çünkü uzağız şimdi o yazdan; ey, birazdan bir yazdan geçer olan, ey! kimbilir ne anlama geliyor artık, şu eskiden “hüzün” dediğimiz şey? Eylül eylül! daha çocukluğumdan beri size bakardım ben bir yazın azalmakta olan sözcüklerinden nasıl da ansızın sökülürdünüz bahçelerle ve kül dolardı içim...eylül! eylül! kırılgan mevsim! cam hançeri güzün dağılırdı kalbimde birden gecenin ve gündüzün perdesiyle örtülürdünüz tenhâyla ve tül dolardı içim...eylül! eylül! unuttum sizi dağ kızarır yol sararırdı ve ben dönüşlere bakardım o amanvermez belleğin paramparça güldüğüydünüz aynalarla ve gül dolardı içim...eylül! Şimdi Nedense şimdi nedense her şeyde ansızın dağılan kelebek tadı biliyorsun en bakımlı bahçe sessizliktir gülüşler oraya sürgün edildi acıların kardeş olduğunu kimse anlayamadı sevdalarda olsun, ilkyaz ölümlerinde olsun geçit vermeyen akarsu olmaz gülün kendini işlemek için çırağı ya da ustası yoktur çocuklar! bağışlayın beni sözlerimi boz üveyiklerin hırçın tuzuna batırıp bakın hüzünden daha kötü bir yol açıcı olabilir mi? şimdiye kadar olmadı ama şimdi, nedense, her şeyde ansızın dağılan kelebek tadı Göçmüş Bir Kent için Sonnet bir kent, ayaklanmış, yürüyor sana doğru; onbinlerce yalnızlık... eprimiş ama kesif; aynalar aynalardan ürker olmuşken, soru şu: ‘ben neden, biraz tuhaf, benden daha obsessif bir aynaya epeydir adamışım kendimi? ” çılgın şey! Israrla beni izliyor ama, kaçırsam da yüzümü... faydasız... bir yüz imi var onun yüzeyinde, hep orada... dâima! .. süslü su kesimiyken şimdi yeşil ve batık bir geçmişin ağır, yaldızlı iskeleti; bulaşıcı bir gemi ya da bin yıldır atık bir yaz... orda duruyor işte, akşamları eğreti bir tenha yüz geziyor çoktan göçmüş o kenti; belleğim... aynalara sır olan bir çökelti... Şiir İçin Sonnet gidecek... kendisiyle yitecek belki sır’ı: hiçbirşey kalmayacak... sâdece kırık bir cam; hepsi o kadar işte! –ve ne varsa aykırı bildiğin, senden olan... –ve bitecek serencâm!.. âh, ince duvarlara çakılan kaba saba bir çiviye tutunmuş... eğreti, öyle sarsak; çerçeve yenik düştü gümüşe ve ahşaba; dökülür sır’ı yüzün, aynalara bakmasak... hani aşk’ı yazılacak olanda arıyorken bir sahaf, yitirir ya, kitapta yazılmış olanları; nasıl biraraya gelir derken, ne tuhaf! sonunda hep aynalar buluşturur onları... yüzüme bakmaz oldu aynalar, neden katı? âh, benimki değil bu... –aynaların hayatı... Hilmi YAVUZ Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.