semuel Oluşturma zamanı: Aralık 24, 2008 Paylaş Oluşturma zamanı: Aralık 24, 2008 Ölüm Yeni Bir Ufuk mu? Harold Pinter’ın “Ay Işığı” oyunu üzerine 2005 yılında Nobel ödülünü alan Harold Pinter İkinci Dünya Savaşı sonrası yazarlarının en giriftlerinden biri olarak uluslararası üne sahiptir. Kafka’ya özgü umarsız, karanlık yazınınKafkaiesque” deyimine paralel olarak Pinter’ın oyunları için “Pinteresque” tabiri kullanılır. Pinter’ın temaları arasında gizli tehdit, erotik fantazi, saplantı, kıskançlık, aile üyeleri arasında iletişimsizlik, nefret ve akli dengesizlik gibi konular yer alır. Net olmayan, örtük, önemsiz konuşmalar oyunlarının parçalarıdır. Yazar oyunlarında gerilimi arttırmak için sessizlik ögesini ustaca kullanır. Sahne düzeni, kurgu ve dil : Pinter’ın oyununda sahne açıklamaları yok denecek kadar azdır Ay Işığı adlı oyunu onun sanatının doruk noktası olarak kabul edilir. Oyunun baş kahramanı Andy’nin aşama aşama ölüme yaklaşışının ele alındığı oyunda sahne, ışıklarla belirlenen üç alana ayrılmıştır. Andy ve ona ölüm yolculuğunda eşlik eden karısı Bel birinci alanda ölüm karşısında geçmişleriyle yüzleşirler. İki erkek evlat Fred ve Jake ikinci alanda kendi alaycı, sevgisiz, bencil dünyalarında abuk bir tutumla babalarının ölümüne kayıtsızdırlar. Üçüncü ışıklı alanda ise onaltı yaşına çakılıp kalmış, yaşadığı mı, öldüğü mü belli olmayan kız evlatları Bridget yer alır. Pinter kendisinin, “Bridget’in yaşıyor mu yoksa ölü mü olduğunu” bilmediğini söyler. Bir röportajında “Bridget’in ölmüş olabileceğine dair içimde kuvvetli bir his var,” der. Pinter’ın verdiği sahne açıklamaları aşağı yukarı bu ışık düzeninden ibarettir. Oyun, bölük pörçük sahnelerle, zaman içinde atlayışlarla, kısa, birbirinden kopuk, absürd pasajlarla seyirciye aktarılır. Nefret, acımasızlık, iletişimsizlikle yüklüdür. Ancak Pinter’ın diğer oyunlarındaki gaddar, keskin, alaycı dili, bu oyununda yer yer bir şiirselliğe bürünmüştür. Bridget loş bir ışıkta şu replikle oyunu açar: “Uyuyamıyorum. Ay yok. Öyle karanlık ki. Aşağıya inip dolaşayım . Gürültü etmem. Çıtım çıkmaz. Kimse beni duymaz. Öylesine karanlık, karanlıkta herşey sessizdir. Karanlıkta dolandığımı kimse bilsin istemem.” (s.13) Ölüm ile göz göze gelmenin dehşeti, iç hesaplaşmaların buruk acısı, gidilen yolun belirsizliği karşısındaki ürkü gibi konuların sorgulandığı Ay Işığı’nda oyun, birbiriyle hiç bağlantısı yokmuş gibi görünen sahnelerle ilerler. Bu lineer olmayan, birbirinden kopuk. uyumsuz sahneler aslında oyunda, hem bağlantıyı kurmakta, hem de post modern anlamda bir geçiş işlevini görmektedir. Andy’nin eski sevgilisi Maria’nın Andy’nin oğulları Jake ve Fred ile bir arada olduğu ve onlara anne ve babaları ile olan ilişkisini anlattığı uzun tiradlı sahnesi bir uyumsuzluk örneğidir. Maria’nın Jake ile Fred’e doğrudan hitap ettiği sanılmakla birlikte, Maria sahnede kendi kendine konuşur gibidir. Babalarına olan tutkusunu açıkça dile getirir. Ama oğlanlar bu itiraftan hiç etkilenmezler. Hatta Maria’nın sahneye girdiğinden bile haberdar değillermiş gibi görünürler. Ayrıca oyunda Maria’nın hem Andy’nin, hem de karısı Bel’in sevgilisi olabileceği izlenimi verilmektedir. Ay Işığı absürd sahnelerle bezenmiştir. Bu sahneler, bireylerin birbirlerinden kopukluğunu, hoyratlığıni, acımasızlığını betimlemek için kullanılmıştır. Fred’in yatak odasında geçen “Macpherson, Gonzales Kellaway, Saunders, Jim Simms, Manning, Rawlings adları üzerine kurulan dil oyununun hiç bir mantıksal dayanağı yoktur. Amaç ta olayların mantık dışı bir alanda geçtiğini belirtmektir. Ayışığı’nda Pinter’ın kişileri inançsızdır, siniktir. (ANDY) – “Ussallık dediğin çoktan tası tarağı topladı gitti, bir daha lafını duyan olmadı. Senin o canım ussallığın lağım çukurunda bok edebiyatına karıştı. Sonsuza dek boka bulandı. Kokuşur da kokuşur.”(s.16) Onarılamayacak İlişkiler Pinter geçmişin hatalarını Andy’nin Jake ve Fred ile olan ilişkisi üzerinden irdeler. Andy, Maria ve Ralph ile olan ilişkisini çözümler ama oğulları ona hep uzak bir mesafede kalacaklardır. Andy onlar yüzünden hem acı çekmekte hem de onlara karşı müthiş bir öfke duymaktadır. “İki oğul. Yoklar. Aldırmazlar. Babaları ölüyor... ****** çocuklarıydı, ikisi de.” (s.37) Ama artık geriye dönülüp hataların düzeltilebilmesi olasılığı yoktur. Jake ve Fred de babalarını beklemekte olan ölüm olgusunu yoksayarak eski dostlar ve gizli toplantılar üzerinde tartışıp dururlar. Anneleri ile aralarında geçen telefon konuşması da mantıksızdır. Bel Jake’e “Babanız çok hasta” der. Jake ”Çin Çamaşırhanesi mi?” diye cevap verir. (s.63) Erkek evlatlar Fred’in odasında oturmuyorlarmış da gerçekten bir çamaşırhane sahibiymişler gibi cevap verirler Bu anlamsız konuşma Bel ümidini kaybedinceye kadar sürer. “Önemli değil, önemli değil...” der Bel bir vazgeçişle “Kuru temizleme yapıyor musunuz?”... Fred ve Jake annelerinin çağrılarına cevap vermeseler de kendi aralarında babalarının ölümünü tartışırlar. Jake “kendi yozluğunun masum bir seyircisi olan adamı” (yani babasını) bir gün seveceğini söyler. (Jake) “Onu seveceğim. Sevginin bedelini ödeyeceğim.”; (FRED) – “Bu bedel ölümdür.” (s.53) Ama yine de babalarının ölümü ile yüzleşme zamanı geldiğinde bunu bir vodvil oyununa çevirirler. Geçmişi anlıyorlar ama tamir edemiyorlar, geçmişin üstesinden gelemiyorlardı. Ölüm yeni bir ufuk mu ? Daha önce ölüm sürecinden geçmiş olan Bridget, geçirdiği aşamaları şöyle dile getirir : “Buraya varmak için ne haşin topraklardan geçtim. Diken, taş, ısırgan otları, dikenli tel, hendeklerde erkek ve kadın iskeletleri. Orada gizlenmek yoktu. Sığınmak yoktu. Barınak yoktu.” Ölümün çizgisini geçtikten sonraki boyutta artık özgürdür. “Çiçekler beni çevreliyor ama tutsak etmiyor.“ Ve bir şiirsellik içinde sözlerini bitirir: “Beni ancak ormanın gözleri, yaprakların gözleri görür. Ama onlar da beni incitmek istemez. . Bir yanık kokusu var. Bir kadife kokusu, çan gibi bir yankı. (Sessizlik) Bu dünyada kimseler beni bulamaz.” (s.27) Andy’nin, çıktığı ölüm karşısındaki inanmazlığı, isyanı, sayrıları, aşama aşama oyunun örgüsüne işlenir. “Mavi denizin kumsalı boyunca uzanan fısıltılar bu mu? Ben ölüyorum. Ölüyor muyum?” Ama Bel’in cevabında katı bir gerçekçilik vardır: “Ölüyor olsan ölürdün.” Andy yine de yüreğinde bir umut kırıntısı taşır : “ ...Sence ben yine baharı görür müyüm? Bir bahar daha görecek miyim? Ya bu yığın yığın çiçek çılgınlığı ? “ (s.25) Ölüm bir yeni bir ufuk mudur? Bu çizgi ölürken mi geçilir, yoksa öldükten sonra mı? Belki hiç geçilmeyecektir. Belki Andy evrenin ortasına kakılıp kalacaktır. Böyle olursa onun ardını görebilecek midir? Yoksa evren sonsuz mudur? Ya havalar nasıldır? Belli olmaz da sağanak olur mu? Yoksa sonsuz bir ay ışığı ve bulutsuz mu? Yoksa sonsuza dek kapkara mıdır? (ANDY Bel’e) – “Şimdi sen hiçbir fikrim yok diyebilirsin, haklısın da. Bana kalırsa sonsuza dek kapkara değildir. Çünkü sonsuza dek kapkara ise bu sinir bozucu oyunlara ne gerek var? Bir püf noktası olmalı. İşin kötü yanı bunu ben bulamıyorum. Bir bulsam hemen sarılıp süzülür, ve dönüşte kendimle karşılaşırdım. Tıpkı bir yabancı görüp de korkudan çığlık atıp, sonra aynaya baktığını farketmek gibi.” (s.45) repliğiyle ölümün bir hiçlik olmayabileceği şüphesini dile getirir Ufuk çizgisinin ötesinde bir delik, “dönerken kendini bulacağı bir delik.” var mıdır ? Dönüş mümkün müdür ? Bel’e göre belki de bunun cevabı bir “evet” tir. Andy hiç bir zaman varolmayan torunlarının ölümden anlayıp anlamadıklarını, onun için gözyaşı döküp dökmeyeceklerini sorgularken karısı Bel “...küçücükler bence ölümden anlar, bizden daha çok anlarlar ölümden. Biz ölümü unuttuk ama onlar unutmamışlardır. Anımsarlar. Çünkü bazıları, çok küçük olanlar yaşamlarının başladığı andan önceki anı anımsarlar. Onlar için pek eski sayılmaz ki – ve yaşamlarının başladığı andan öncesinde kuşkusuz ölüydüler.” söylemiyle ölümün bir son olmadığını, başka bir başlangıca açıldığını anlatmak ister. (s.46) Eski sevgilisi Maria ve eşi Ralph vedalaşma sahnesinde belirdiğinde artık Andy anılarından kopmuştur. “Ben devlet memuruydum. Benim geçmişim yoktur. Ben hiç geçmiş anımsamıyorum. Hiçbir şey olmadı.” (s.61) Ufuk çizgisine doğru bir aşama daha geçilmiş. Ayın batması yaklaşmıştır. Yolun sonuna gelen Andy’nin son sözleri çocukları içindir. “Neden içeri girmiyorlar? Korkuyorlar mı? Söyle onlara korkmasınlar. BEL – “Burada değiller. Gelmediler.” ANDY “Bridget’e söyle korkmasın. Bridget’e söyle onun korkmasını istemiyorum.” (s.65) Bridget’in ölümü sürecinden geçisi tiyatro tarihinin en dikkate değer repliklerinden biri ile anlatılır. “Bir gün biri bana – sanırım annem , ya da babam her kimse bana – bir davete gidiyoruz demişti. Sen de çağrılısın. Ama senin kendi başına, yalnız gelmen gerekiyor. Süslenmen gerekmez. Yalnızca ay batana dek bekleyeceksin. (Sessizlik) Davetin nerede olduğunu bana söylediler. Bir yolun sonunda bir evdeydi. Ama bana ay batana dek, davetin başlamayacağını bildirdiler. Eski bir giysi giydim ve ayın batmasını bekledim. Uzun süre bekledim. Sonra o eve doğru yola çıktım. Ay pırıl pırıldı. Çok sakindi. (Sessizlik) Eve vardığımda ev ay ışığına bürünmüştü. Ev, orman içindeki açıklık, yol, tümü de ay ışığına bürünmüştü. Evin içi karanlıktı. Tüm pencereler karanlıktı. Ses yoktu. (Sessizlik) Oracıkta ay ışığında durdum, ayın batmasını bekledim. “ Andy de benzer aşamalardan geçmiş ölüm sürecini tamamlamış ve ay artık onun için de batmıştır. Geri dönüşsüz ufuk çizgisi aşıldığında artık yapılan yanlışlar düzeltilemez biçimde perçinlenmiştir. Eren Arcan 8.2.2006 Harold Pinter Biyografisi http://www.kirjasto.sci.fi/hpinter.htm Discordance in the Scenes of Moolight Beth Herskovits Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.