Manje_Loa Oluşturma zamanı: Aralık 31, 2008 Paylaş Oluşturma zamanı: Aralık 31, 2008 İnsan doğası, çevre üzerine kontrol kurma ihtiyacı üzerine kuruludur. Hayat “öngörülebilir” ve “kontrol edilebilir” olduğu ölçüde kendimizi güvende ve güçlü hissedebiliriz. Kontrol gücümüz azaldığı ve etki alanımız daraldığı zaman ise kendimizi güçsüz ve çaresiz hissederiz. Bazen gerçekten çaresiz kalırız, ama bazen de çaresizliği “öğreniriz” ve “biz yaratırız” Martin Seligman’ın 1975 yılında yaptığı deneylerle psikolojiye kazandırdığı bir kavram olan “öğrenilmiş çaresizlik”; bugün, bireysel boyutta insan tutum ve davranışlarını açıklamak adına önemli bir temel oluştururken, depresyonun da belirgin unsurlarından biri olarak görülür; sosyal boyutta ise, kitle psikolojisi ve toplumsal davranışlar konusunda önemli açılımlar getirir. “Öğrenilmiş çaresizlik” ne demektir ? ( Daha fazla bilgi için buradan ) Basit bir laboratuvar deneyinde, içinde bir büyük balık ve birçok küçük balığın olduğu bir akvaryum inceleniyor. Büyük balık küçükleri yemeye başlıyor. Döngü bu şekilde devam ederken, akvaryumun ortasına, dikey bir cam yerleştirilerek akvaryum ikiye ayrılıyor; büyük balık bir bölmede, küçük balıklar ise diğer tarafta kalıyor. Büyük balık camı geçip küçük balıkları yiyebilmek için defalarca deneme yapıyor ve defalarca cama çarpıp geri dönüyor. Yaklaşık 30 saat sonra büyük balık artık diğer tarafa geçmek için mücadele etmeyi bırakıyor, cama yaklaştığında geri dönmeye başlıyor. Deneyin sonunda aradaki cam kaldırılarak akvaryum tekrar eski haline getirildiğinde ise sonuç dikkat çekiyor; büyük balık arada artık engel kalmamış olmasına karşın hiç hamle yapmıyor ve küçük balıkları yemek için mücadele etmiyor ! Bu duruma temel psikolojide “öğrenilmiş çaresizlik” adı veriliyor. Yani, kontrol dışında gelişen olaylar ya da üst üste karşılaşılan başarızlıklar ve çözümsüzlükler karşısında, bir noktadan sonra pes etmenin, çaba sarfetmekten vazgeçmenin ve çaresizliğin kabullenilmesidir. Çaresizlik neden ve nasıl “öğrenilir” ? Doğduğumuz andan itibaren çevremizi etkilemeye başladığımız gibi, çevreden de önemli ölçüde etkileniriz. Yaptıklarımız ya da yapamadıklarımız, başarılarımız ya da başarısızlıklarımız karşısında aileden, yakın çevreden, okulda öğretmen ve arkadaşlarımızdan, toplumdan aldığımız tepkiler ve duyduğumuz sözler, davranışlarımızı şekillendirir. Aldığımız bu geribildirimler ve tepkiler bazen bizi motive eder, güçlendirir, bize cesaret ve enerji verir; bazense kendimize güvenimizi kırar ve hayata karşı umudumuzu, inancımızı sarsabilir. Örneğin, büyüme ve yetişme yılları boyunca tekrar tekrar, “başarısız” ve “yetersiz” olmakla yargılanan bir çocuk, bir süre sonra bunu kendisi de içselleştirmeye başlar; ve çalışmaktan, çaba sarfetmekten vazgeçer, çünkü elinden geleni yapsa da sonucun çaresiz ve kaçınılmaz bir biçimde “başarısızlık” ve “yetersizlik” olacağını düşünmeyi “öğrenmiştir”. Bir başka örnek ise, evlilik içinde tacize ve şiddete maruz kaldığı halde, kendini korumak ya da kaçıp kurtulmak adına bir şey yapmamayı seçen kadınlardır. Kaygıları ve korkularıyla birlikte çaresiz hissederler; asla kurtulamayacaklarına, kendi kendilerine hayatlarına devam edemeyeceklerine, toplum tarafından dışlanacaklarına inanırlar; ve harekete geçmezler. Sokakta tacize hatta tecavüze uğrayan; gaspla tehdit edilen ya da sahte para ile aldatılan yine birçok insanın polise ve mahkemeye başvurmadığı gözlenir (!) Çünkü başvursalar bile sonuç alamayacaklarına inanır, yaşayabilecekleri başka zorluklardan endişe eder, karşılaşacakları tepkilerden çekinir, ve nihayetinde bir şey yapmamayı, eylemsizliği ve çaresizliği kabullenirler. Depresyon ile paralellik sergiler; “Öğrenilmiş çaresizlik” ile birlikte kişi, ne yaparsa yapsın, başaramayacağına ve sonucun mutlaka olumsuz olacağına inanır (!) Ve tam bu noktada bir kısırdöngü başlar; kişi, denemekten ve uğraşmaktan vazgeçtiği için, olumlu bir sonuca ulaşması ve bir şeyi başarması da gerçekten imkansız bir hal alır. Olumsuz sonuçlar ve başarısızlıklar, kişiyi daha da karamsar, mutsuz ve umutsuz hissettirir; motivasyonunu ve güvenini kırar ve bu da depresyona zemin hazırlar. Depresyondayken insanlar; olumsuz unsurları olduğundan daha da ağır ve karamsar şekilde algılarken, olumlu unsurları farkedememe ya da azımsayarak algılama eğilimi sergiler. Bir süre sonra bedenin kimyasal dengeleri de değişmeye başlayına, depresyon ve ona paralel çaresizlik ve eylemsizlik durumu içinden çıkılması daha da zor bir kısırdöngü halini alır. Alıntı Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.