Jump to content

Şizofrenle Melankoliğin Aşk Draması / Barış Akbalı


ThreeNiL

Önerilen Mesajlar

Bu paradoksun yükünü şizofrenle melankolik nasıl sırtlandılar ve altından kalkabilecekler mi? Başarıyorlarsa nasil..?

Aşk herşeyin altından kalkar mı diyorsunuz?

Bence bu dramayı sonuna kadar okuyun..

 

-Birinci Perde-

 

Şizofreni : bir varsın,

bir yok

masal gibi

 

bi görünüyorsun

perdenin ardından

bir gülümsüyorsun

usulca

şizofreni dedikleri bu mu yoksa *

 

Melankoli : Melankolik kişi çelişkiler içinde kalır, kararsızdır. Bir yandan yalnızlığı seçmesinden hoşnuttur bir yandan da insanların içinde olamayışının hüznünü duyar. İnsanlarla ilişkilerinde hep bir sorun vardır. Anlaşılamaması, mizacı gereği farkındalığı, sosyal olmayı , diğerleri gibi olmayı becerememeleri onu insanlardan uzaklaştırır. Toplumsallaşmaktan, bir yere bir kimseye bağli olmaktan korkmak melankoliklerin tutumudur. Kendilerine duydukları saygı, kendilerine yönelik olmaları belirgin özelliklerindendir.

 

‘Merhaba’, dedi şizofren..

 

Ürkek ve kararsız adımlara işte ilk bu sözcük vesile olacaktı.

İlginç bir hikayeye başlık ya da..

Bu yazacaklarım gerçek bir öykünün etkisinde kalınıp ta düşünce gücümü kontrolüne aldığından dolayı kalemime yansımıştır.

Yaşananlar gerçek.. ama hepsi bilinmiyor. Bilirsiniz bakmak ve görmek aynı değildir. Hocam İslamoglu’nun tabiriyle, ya da sevgili Barış’la sohbetlerimizde geçen bir bahis; pencereye bakmak ya da pencereden bakmak… Tüm mesele burdadır.

Ama bazı şeyler de vardır ki bakmakla görünmez. Metafizik diyoruz biz buna modern dilde. Aşksa bahsettiğimiz; o zaman yürektir mahremiyeti yaşatan. Bu tabir-i caizse gönül masalında sizin göremediğinizi henüz şizofren ve melankolik dahi göremiyor..

 

Sevgi öyle bir şey ki insan ne kadar ifade ederse etsin içindekini, yine de kıyıya köşeye saklanmış söylenmemişlikleri, nice sevincleri vardır. ‘Seni seviyorum’ denmiştir bir cok kez, hayatımın anlamı diye hitab edilmiştir ya da. Ama hiç düşündünüz mü, bir insanın hayatının anlamı olmak ne demektir? Bir bedeni, bir ruhu severken aslında neleri göze aldığınızı biliyor musunuz?

Bazen de öyle ki, duyguları kelimelerle ifade edebilmek imkansız. İşte şizofrenle melankoliğin aşk draması bu noktada başlıyor.

Anlatılması gerekeni, isteneni yeterince ifade edememenin getirdiği hayal ve kalp kırıklıkları, uykusuz geçen geceler, içinden bir türlü çıkılamayan şeytan cemberi; hep paragrafın sonundaki ünlem işaretine götürüyordu onları.

Şizofreniyle inşa edilmiş bir aşk dünyasi, melankolinin umutsuzluğuyla besleniyordu; ne bekliyordunuz ki?

 

Diğerlerinden farklı olmaya hırslı, herşeye karşı savunmaya hazır, heyecanlı sevmişlerdi birbirlerini..

İlk ortak noktaları hassas ruhlarında başkalarınca açılmış yaralar olmuştu. Gecelerin dostça dertleşmeleri zamanla nasıl da ayna tutmuştu içlerine ve yakinlaştırmıştı onları.. Hangi noktada başlamıştı sevgi, ne zaman sıradan olmaktan çıkmıştı şizofren melankolik ve melankolik şizofren için bilmem…

‘Gideni unutmak için başkasını sevemezsin’ diyordu şizofren, melankoliğin ‘aslında söz vermiştim, duygularımı kilitlemiştim; ta ki sen acana dek’ deme cesaretine karşılık.

‘Ama içine de kapanmamalısın, hayata böyle veda edercesine konuşmamalısın. Bırak duygularını, denemeye değer..’ dedi; kendi yalnızlığından bile korkan melankoligin elinden tutmaya çalışarak.

Bir gün şizofren elinde mavi bir gülle geldi; işte bilirsiniz, huzurun mavisi.. gökyüzü gibi sonsuzluk hissi verir ruhumuza. Derin hisler barındırır. Biraz da asil bir mavi tonuydu bu yalnız.

Ama mavi bir güldü bu; yani olmayan, ya da belki de gözlerden ırak ya da bu da değilse aşkın değerini bilen birisinin hayal ürünü olarak insanların beğenisine sunulmuş bir çiçek. Yetişmesi imkansız.. ya da Anka Kuşu gibi bulması..

 

Sonsuz huzur ve imkansızlık.. Bir de… Aşk..

--------------------

-İkinci Perde-

 

Çok sıcak oldu oda, pencere açıkmı..? Saat kaç..? hayır karnım aç değil ben içerdeyim bilgisayarda biraz içim var. Çay demlensin bizde geleceğiz, Benim odamı niye paylaşıyoruz.? çünkü sen balkonlu büyük kapısı olan odada keyif yapıyorsun !. Yaz’ın gece çalışmak iyi değil…

 

Yaşantınız boyunca her zaman için iyi ve güzel olan duygular yaşamanız mümkün değildir. Bir zaman sonra anlarsınız ki bu dünyanın insanı değilsiniz ve bu süreç uzun sürer yani kendinizi bir kalıba koymaya çalışmak. Bakıyorsunuz ki etrafınızda ki arkadaşlarınız bir birlerinin eski sevgilileriyle birlikte oluyor ve bunu gayet normal görmeleri sizin istediğiniz hayatın tamda zıt olduğunu açıklıyor. Küçük bir oda ve sadece o kadar büyüklükte bir dünya !..

 

Adını bile bilmiyorsunuzdur ama rüyalarınızda mavi bir elbiseyle gülümser size ve asla yüzündeki güzelliği tanımlamanız mümkün olmaz. Tutunamayanlar veya kaybedenler için mevsim önemli değil lakin ne zaman bir aşk hikayesini okumaya başlarsanız hep sarı yapraklar ile ilk satırlar başlamıştır… Oysa mevsim haziran… Dibine kadar sevgi ile dolu biri ve kendini bu dünyadan kabul etmeyen ben “şizofren” yazın kavurucu sıcaklığında iç üşümelere gebe kalmışımdır.

 

Derinizin çekildiği ve yavaş yavaş çatlamaya başladığı zamanları diyorum. Beni anlıyorsunuz değil mi? Belkide bu zamanların sorunsuz geçmesi için alabileceğimiz en güzel tedbir inanmak olsa gerek, zaten inandığınız bir yürek varsa geleceğine dair hiç bir zaman yaşantınızı sonlandıramazsınız… İnanmak diyorum ve ne zaman ben inanmak kelimesini kullansam içimde hep güç hissederim oysaki bu hiç belli olmuyor lakin hasta düşmüyorsunuz.

 

Karanlığın sizi içinize kattığı o kötü dilli gecelerin üzerinize geldiğini hissettiğiniz zamanlar, birinin geldiğini ve sizi göremediğini anlarsınız. O kadar yakına ulaşmıştır ve siz bunun farkındasınız ama nasıl söylersinizki ben burdayım sen ordasın ne olur gör beni… Yüreğiniz anlam vermeye çalışırken beyniniz inlemeye başlar. Hemen ellerinize bakın ve konuşmaya çalışın kendinizle bağıra bağıra ama asla başaramazsınız sevginin bu denli tarif edilmez bir duygu olduğunu anladığınız için. Gözlerinde merhamet ve yüzündeki anne şefkatinden, anlarsınız o gelmiştir. Ben aşık oldum sana. Hazırım mücadelenin en hasına, “mücadele etmeliyiz” dedin. Razıydım uzakta olsan da benim olmana…

 

Oda bir anda ışıkla doldu, öyle ki ay’ın ışığı vurmaya başladı duvardaki saate, acaba bu gece işe gitmesem mi… Yok canım bu gerçek değil, inanıyorum ama beni nasıl buldun ve nerdeydin bu zamana kadar niye daha önce gelmedin… Şizofren… Efendim, çay doldurayımmı? Ben ne zaman ikinci bardağı içtim ki.. Bana biraz izin verebilirmisiniz. Varlığınızı şuan hissetmek istemiyorum yada dur, ben en iyisi müziğin sesini açayım ve kulaklığı takayım…

 

 

Zaman içinde kördüğüm olmuş bir yürek, en büyük olanından kahır, sade bir yaşam, hüzün, neyi özlediğini bile bilmediğim bir hasret, sevgi dersen onu bana sor, anlatmayı çok isterim, oturmalı seninle hemen o saniye ve dokunmalıyım, gerçek olduğunu bilmeliyim, kanatları kırılmış ve yerinde durmak istemeyen küçük bir kelebek… Renkleri solmuş lakin bakışındaki su yeşili gönlündeki mavi öyle derinki çekiyor beni içine. O yolculuk içindeyken zaman dursun istedim, bitmemeli bu an veya biri beni uyandırmamalı bu rüyadan. Kentim susuyorken, bir sisli sevinçle çıkıp geldin ve ben bürünmüşken yokluğunda karanlıklara. İçeri doğru açılan kapılarımın olduğu odam da hissiz gülümsemeler varken, sen geldin ve gerçeksin. Tadı kaçmış gecelere, zorba, yalan yağmurlara inat geldin…

 

Gecenin aleviyle tutuşturdum gün duvarlarındaki kundaklarımı. Güneşe söyleme sakın. Sessizce gözlerindeki yağmurlara gel, inan yüreğim bir damlasına bile razı…

 

Ey gözlerinde anne şafkati, yüzünde merhamet olan melankoli,

Beni al ve sar kendi yalnızlığına

Gönül bahçende bir güldür kalbim şimdi.

Dört mevsim aşkına susayan,

Sen ki, yüreğimde demlenen ay’sın.

Gözlerimde çiçeklenen aşk

Uzun saçlı hasretim.

Geçen bütün mevsimlerde seni bekledim.

Merhaba…Melankoli… Hoşgeldin..

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Şizofrenle Melankoliğin Aşk Draması

-Üçüncü Perde-

 

Benim adım Melankoli..

Korku kültüründenim. *

Annemin karnında ögrenmisim yalnızlğı.

Ya kaderimdi bu adımı koyan, benliğimi oluşturan psikoloji ya da zamanla başkalarının iknalarını kıramayıp kendimi bırakmamla başlayan bir hastalik..

Adım adım takip etti beni, her ortamda, her ilişkide, her zaman..

Yegane arkadaşımdı belki yeryüzündeki fanigillerden.

İlk okuldaydım mesela; çantam diğerlerininki gibi değildi.

Hep farklı oldum, olduruldum. Sonra da alışkanlık işte.. acıların tiryakisi olmaya başladık - yaş ilerledikçe - serseriliğe - vurarak.

Ya da tüm sevgililerim benim içine kapanıklıgıma dayanamadıkları için terketti beni.

Diyorum ya.. annemin karnından beri..

Benim adım melankolik olmasın da kiminki olsun..?

 

Şimdi ben hikayemi yazarıma anlattım, o da bilgisayarının başında tıkır tıkır beni size anlatmaya calışıyor ya.. farklı bir masala imza attığımı farkediyorum. Öyle mi sizce de ? Farklı, çünkü şizofren ve melankolik iki insanın ilişkisi bile hayret uyandırabilecek derecede. Farklı, çünkü biz sevmenin zorluğunun farkına varmış iki sevgiliyiz. Hem birbirini yiyip bitiren iki sevgili, hem birbirine destek, kol kanat olan iki dost.. İki hasta(?!)nın birbirine neler verebilecegini duyduğunuzda şaşıracaksınız bence. Hayır, kendimi övmüyorum. Ama kendi hikayemi oluşturmaya başlayınca sev(e)bilmeye başladım kendimi. Ne olur bunu çok görmeyin bana.

——-

Tarihceme dönecek olursak…

Yalnızlığı sevmiyorum aslında ama yine de beni etkileyen bir sıcaklığı var.

İlk yalnızlık tatmalarım çocukluktan yetişkinliğe geçişte yaşanandı; güzeldi, ihtiyacım vardı o anlara.. Belki o günlerdin anısıdır yüzüme bu gülücüğü konduran- sevecenle çocuk kalbime baktıran.

Yalnız kalmak istemediğim zamanlarda da yalnız kalmaya mecbur kaldım ben. İste tüm acının kaynağı bu sinir kökünden geliyor. Bunu anlatması zor, annem her zaman bazı şeyleri yaşamadan anlayamazsın der- işte yalnızlığıma dair yaşadıklarımı burada anlatmam ne kadar anlamlı olur bilmiyorum. Zaten anlatamıyorum da. Acının doruga ulastıgı an insan ağlayamazmış bile. Ben de hissedemiyorum artık, sinapslarım aşırı uyarılmaktan erken yaşlandılar ve işlevlerini kaybettiler artık. Beyne giden yol esrarengiz bir kör noktada yutulup kayboluyor sanki. Acının doruğa ulaştığı anda insan hissizlesir. Acı vereni görse, duysa, işitse, hissedecek olsa bile bakışlar birden donuklaşıp, gözler bir noktaya fikslenip beyni bloke eder. Hissedememek.. Böyle şeyler de var hayatta.. Afedersiniz.. benim hayatımda!

 

Buluşma

 

İşte hissizliğimin artık beni resmen ucurumun kıyısına getirdiği hatta itelediği halde sadece ayağımın kaymasıyla düşmekten sıyrıldığım bir durumda karşı karşıya geldim Şizofren’le.

Başım dönüyordu, gözlerime perde çekilmiş gibi baktığım yeri göremiyordum. Yanıma biri gelmişti, bakıyordum ona iste, bu o her zaman iyimser gönlüyle bana elini uzatarak, hiç tanımadıgı halde beni umursadığını gösteren Şizofren’di. Ağlıyordum.. belki de ondan göremiyordum yüzünü. Hani bardaktan boşanırcasına yağan yağmurda şemsiyesiz yürürken sadece attığımız adımı görürüz ya - öyle bir durum.

 

Ben acı çekiyordum..

Yağmur ağlıyordum…*

Uçurumdan kalpsizce aşağı atılan yüreğimin kırıntılarına doğru bedenimi de bin parçaya ayırmak niyetiyle boşluğa bir adım daha atıyordum.

 

Melek o an kulağıma fısıldadı: Bir sor bakalım, neden gelmiş?

Ayağım toprağı yeniden hissetmişti.

 

Gevher N. A.

 

 

_________________

 

 

Şizofrenle Melankoliğin Aşk Draması

-Dördüncü Perde-

 

İçimizde bir yerlerde asla eskimeyen ve inadına gizlenen duygular oluyor. Hiç eskimeyen alışkanlıklarımız gibi, eskimiş yanlarımıza, çürümüş duygularımıza ragmen… Her sabah aynı ses ile uyanma isteği mesela ve/ya yalnız uyanmanın verdiği acı ile iç çekmesi kalemin… Kim bilir hangimizin canı daha çok acıdı acaba..? Acı ile büyümüş kişi, kıymetli insandır diyorum sana ve ekliyorsun sende, acıyla geldim sar beni bırakma diye… Nasıl bırakırım ki seni, tutmaya kıskanırken tenini ellerimden… Sözlerin asla tarif edemediği lakin bilinen bir çok şarkının dile getirdiği bir güzellik, bir çok anı’nıza ev sahipliği yapmış olması gibi yüreğinizin kimsesiz yanı geliyor ve yanınızda… Lakin anlatılan o kadar da hoş gelmesin gözlerinizin önüne, kalbimiz kalbimiz üzerineyken daha deymedi ellerimiz ellerimize… Biz ne kadar bir yalan ile kandırsakta içimizdeki hasreti, hayat her zaman zor ve gri..Her zaman söylerdim içtenlik ile, kadınlar vardı şiirler yazan, bir de adına şiir yazılacak olanlar… Bekliyordum gelmeni, adının bilinmezliğinde en bilmediğim yanım ile bekliyordum hep seni. Öyle kolay mı artık benden kurtulmak, bırakırmıyım hiç seni… Ben gözyaşı döküyordum yıllarca, inanıyordum başkalarının inanmadığı bir aşk’la, ve..sen, mavisi kırmızı bir gecede bakarken benide ortak edesin diye gökyüzüne. Düşünün ki, sorulara cevap veremediğiniz, gitmek istediğiniz ve dönemediğiniz anlarınız vardır ya, işte öyle bir zamanımda geldi yanıma. Bir an da içi siyah olan dünyam dışa verdi renklerini ve görmeliydim siyah ile beyaz arasında kalan tüm renkleri… İnan hiç bir sabah doğamamıştım mavi bir renkle, Ben hep, nerede olduğunu unuttuğum anahtarımla kapılarımın arkasında kaldım. Seninle uyandım ilk defa beyaz bir çoğrafyanın mavi sabahına…ve ilk cümlen oldu bana, “Dokunduğun kadar hissedersin aşk’ı” ve balkona koştum ve saçımı okşadı ellerin ve ıslaktı rüzgar ve seninleydim… Bilmiyorum, belkide hala rüyadayız, Neydi bizi bir araya yetiren? Biz, biz ve ikimizi… Nasıl oldu da yollarımız bir araya geldi..? -zaten tam da istediğimiz gibiyken herşey- Bir gitarın tellerinde nasıl da bestelendi iki yürek, yada bir heykeltraşın parmak uclarında… Biz yazdıkça ve yazıldıkça farkındamısınız utanıyor kalemimiz. Söyleyin, kelimeler arasında yaşaya bilirmisiniz aşk’ınızı? Biz bitemeyen yolculuklara doğru sürüyoruz ayak izlerimizi…

 

Hayat akıp gidiyor ve ardında ne bıraktığını bazı zaman göremeyecek kadar yaralıyor gözlerimizi. Oysa biz herşeyimizi emanet ediyorken hayatımıza. ve dünyanın en değerli gevherini taşıdığı için, içinde kendini gördüğün için, Seni senden iyi hiç kimse saramazdı ya!.. Bende bir ölü bedendim aslında sen gibi melankoli, hiç görmediğim mucizeler boyu yalnızlıklara muhtaç. Biz belkide bir birimizi istiyorduk. Hiç bir zaman yetemezdi, ne sevgimizdeki nede gönlümüzdeki sesin dışında kalan sesleri duymamıza, biz birer seyyah olduk ve yürüyorduk. Belkide daha göremediğimiz bağlar ile bağlanmıştık birbirimize ve ne kadar uzakta olsakta sevgilim diyordum sana…

 

Bir merhaba bağlarmıydı insanı bir anda hayata? Cavabın ne olduğunu çok iyi biliyoruz artık… Ve çok iyi biliyordum artık, karanlıkta her renk farklıydı. Belkide bu yüzden hemen alıştık acımasız hayata rağmen bir birimize, Her seferinde nefes yerine çekilen hayat, şuan kimin kalbinde veriyordu son nefesini… Başlıyordu bir aşk filizlenmeye ve bir başka aşk ölmeye dünyanın kimbilir neresinde… Biri doğar, biri de ölür…

 

Ve,

Bekliyorsun…

 

Gözlerin hep aynı noktada, acaba ne zaman gelir diye, isyan edemiyorsun artık, çünkü bir mucizenin varlığına tanık oldun hayatında. İnancın çok kudretli, kalbin hızlı, ellerin gülüyor lakin zaman biraz acımasız, yoksan geçmiyor varsan hızlı gidiyor, Biz Aşk’ız bunu sizlere söylüyorum, Biz Aşk’ız… Bize hayat verenlere bizde hayat veriyoruz, yanımızda olanlar için eğiliyoruz, üzerine eğildiğiniz çocuklarınız gibi…

 

! Birine anlatmalımıyım, bana inanmaları için, yok hayır, ya bu bir rüya ise, o zaman daha kötü olurum, En iyisi kimseye birşey söylememek, yalan bile olsa razıyım, şuan uyanmak istemiyorum… zaten kimse de inanmaz bana … Yak sigaranı al kalem ve kağıdı, biraz uyuşturmalı kalbimi, beynimi, benliğimi, nefes almak ne güzel…

 

Bir sevgiliye ne kadar çok sarılman gerekiyorsa öğrenmelisiniz bizden, sevgili değilsek bile, bulaştırmalıyız hastalıklarımızı sizlere ve sarılmalısınız sevdiklerinize ömürler boyu. Kanatları, ayakları, canyoldaşı, can damarı ve can’ı olmalısın…

 

Karanlık, kayboldum, özledim de seni çok, hiç kimsemde yok dinleyecek beni, hadi gelsene hemen şimdi. Nerdesin… Bak duymaz kulaklarım hiç bir şeyi, sözlerimin bile sesi kısıldı. Ağlama diyoruz seninle kendimize ama olmuyor sende biliyosun, içimizdeki melekler bile rahat edemiyorlar ki, bir zehir var sanki içimizde bizi çürütecek korkusu ile, yinede yaklaşıyoruz bir birimize.. Tüm yaşadıklarımızın arasında belkide akıllarda kalacak olan budur. Şimdi gördüklerim sonsuz mor bir ışık, sen gibi işte, sabah uyandığımda gün sen gibi aydınlık, sen olduğun gibi parlıyor ay gökte, bense korkuyorum sana yaklaşmaya, kaybedersem seni diye, yaşanılmışlığın sürgün aşklarını taşımak zordu bu zamana kadar heybemde, korkuyordum ve anlatamıyordum sana, sende gidersen diye… Ne kadar bana yaklaşırsan kent o kadar beyaz, Ama biz Aşk’ız söyledim değil mi bunu size? Sevgimizde bencillik yok, bunu kanıtladık biz, peşine düştük acılarımızın, yaslanmak için bir birimize, hissediyorum bunu sen ben için geldin ve bende sen için geldim… Belkide ruhumuzu uyuşturmak için aşk dışanda başka hiç birşey veremezdik bir birimize, yada birbirimize çok çektirecek kadar ayrılık olmalıyız…

 

Of ne düşünüyorum ben böyle? Sen gerçeksin, ve biliyorum ki benimsin, şimdi daha iyi anlıyorum seni görünce aklıma gelen deniz kıyılarını, sen benim kardeş ruhumsun, içimde var olan ilk gerçek, beklediğim, hayal ettiğim. İşte hayat verdiklerini aldığı için hemen ve yaşadığımız bir çok şeyin yalan olduğunu gördüğümüz için, korkuyoruz bir rüya ile uyanmaktan. Kederliyim belkide bu gece sebeb budur, lakin mutsuz değilim yanlış anlama beni, çünkü derinlerine inmesi insanın her zaman iyidir. Beni bulacaksın çok yakında içlerimde. Biliyorum, çünkü bunu bana sen söyledin, çünkü sen bensin, ben senim; çünkü biz Aşk’ız…

 

Sevgiye susamak acaba ölme isteyimidir dersiniz? kimsesizliğin sesi ile boğulmakmıdır, Bizim etrafımız aç ruhlara kök vermiş yalancı sevgilerin hükümetiyle ölen insanlarla doluydu. Bu yüzden biz ikimiz kaybettikçe daha çok silahlanmaya başladık, belkide bir birimizi vurma korkusu vardı içimizde. Bu sizce yanlış mıdır? Her aklıma geldiğinde nefret ediyorum artık korku cümlesinden, oysa siyah’ı çok severim…

 

İçimdeki Ses

 

Siz Aşk’sınız, yok sen bunu daha önce söylemiştin zaten.

 

Gerçekten de, siyah ve beyaz arasında renkler güzel mi,

 

Bir masal mı başladı şimdi,

 

Gerçekten de güzel bitermi dersin sonu,

 

Güzel olacak ama zor biliyormusun, buna inanmaz isen zaten ölürsün.

 

ve yüreğinizden önce söyledikleriniz

 

Tek sucu işleyendir, Yasak sa yasağı seven, günahsa boyun eğen…

 

Seviyorummm Seni, Duyuyormusun beni, nerdesin… Şizofren !?..

 

__

 

Görmeye başlayan biriyim artık, kalbi hızlıca atan biri, nefes alışındaki her soluğuna anlam yükleyen biri, yolda yürürken kendi kendine gülen biri, her lokmada acaba melankoli yemek yedimi diyen biri, Her ne kadar korku ve umutsuzluk olsada içimizde bu bizim hikayemiz, ve ben inancın yüceliğini yaşıyan biriyim artık.

 

Bu bizim hikayemiz ve dinleyen sizlersiniz, biz sectik göçmen kuşlar gibi göç etmeyi, Hangimiz daha çabuk yorulacak dersiniz, yaşayan bizlermi okuyan sizler mi?

 

Ve sen melankoli, sevsende sevmesende açıklayacağımın sana sevgimi, her yer mor ışık ile doluyken, ve gözlerimi kapattığımda gitmiyorsa yüzün, bunu bilmelisin, senin için çarpıyor kalbim…

 

Sen benim için geldin, bu bir raslantı değil, biz aşk’ız, söylemiştim değil mi?

 

_

Barış Akbalı

 

_________________________

--------------------

Şizofrenle Melankoliğin Aşk Draması

-Beşinci Perde-

 

O günün sonunda ordan dönerken ağladım. Ağladım. O kadar çok ağladım ki, biraz ötede duran, az sonra tanıyacağım Şizofren’i ve batmakta olan güneşi unutmuş gibiydim. Ve nedense o zaman ve daha sonrasında, herseye şahit olmuş olmasına rağmen beni görmediğini düşünüyordum. Şimdiyse kendimden saklayamıyorum gerçekleri…

 

Akşama doğruydu vakit ve güneş dağları kızıla boyamıştı. Sıcak bir yaz gecesiydi ve de hafif bir rüzgar, saçlarımı dalgalandırırken susturdu beni.

 

Hayal meyal hatırlıyorum… Evet.. Orada bir cafe vardı ve içeri girdik. Havanın sıcak olmasına rağmen içeri girdik. Şizofren sakin bi yerde olmaya ihtiyacım olduğunu düşünmüş olmalı. Halbuki benim için bişey farketmezdi. O, hep kalabalııa girdiğinde kılığına, kiyafetine, duruşuna, hareketlerine dikkat eden ben, artık rimelimin yüzümü ağlamış bir palyacoya çevirmesine aldırmadan yürüyordum. Hem de başım yukarda. Sadece kimleri gördüğümün ve nerde olduğumun farkında değildim. Hani filmlerde olur ya, bir anda İstanbul’un o kalabalığı durur ve kahraman kendini bir zaman tünelinde hisseder. Her şey ağır çekimdedir artık, üzgün ve düşünceli kahraman göz göze geldiklerinin farkında değildir.

 

Yalnızlık yeniden acımsı tadıyla beliriyordu ağzımda ve ben korkuyordum. Ne yapsam gitmiyordu, dilim yanıyordu, kendimi kötü hissetmeme sebep oluyordu.

 

Şizofren : Bi bardak çay iyi gelecek, söylüyorum..

Melankolik : …..

 

Karşımda birisinin oturduğunu o an farkettim. Bulutlar hala dagılmamıştı yani. Onu incelemeye başladım. Birşeyler anlatıyordu, sanki üzgün olduğumun farkında değilmiş gibi. Sinemadan bahsediyordu bana. Son zamanlarda ünlü olmuş bir Fransız filmi.. Ben de çok özendim ya o filme gördüğümde; yine de hayat benim için hep engel ya da zaman zaman parmaklıklarla cezalandırılmaya bırakılmış bir suç oldu. O anlatıyordu, ben de herşeyden kendime pay cıkarıyordum. Bu da klasik insan psikolojisi işte. Yarası olan gocunur hesabı. Filmleri seviyordu evet, müziği.. bir de fotoğraf karelerine duygular saklamayı..

 

Melankolik : Ben de fotoğraf işine çok meraklıyım, kendini ifade etmenin bi yolu da burdan geciyor nasıl olsa. Ama zor iş! Bildiğimiz dijital kameralarla da iyi iı çıkarılabılır mi dersin ? Çünkü kitaplardan araştırıyordum bi ara, hep pahalıya mal ediyorlar bu işi.

Şizofren : Dijital ben sevmiyorum.. ve zaten profesyonel değilim ki. Kendi çapımda.. Ama dijital iyi değil. Makina büyük olmalı.

Melankolik : illa ağırlığı hissedilecek diyosun yani.

 

İşte bir an dikkatim dağılmıştı ve Şizofren’e kulak vermiştim, bununla kalmayıp konuşmasına katılmıştım. Bunu söylerken gülümsüyordum bile. Nasıl da bulmuştu beni birden çok önem verdiğim bu konu. Tesadüflere inanmadığımı söylemiş miydim? Öyleyse nasıl bir yazgıydı bu? Hem içime mevsimine göre çiçek kokuları taşıyordu, hem de anıden maviyi siyaha boyuyordu. Yani ilk defa hayatimin iklimleri bozuluyordu ve ben o masalımsı, eski Türk romanlarında okuduğum hayatın baharı dedikleri şeyi tadamadan büyüyordum durmadan.

 

Ben de daha önce çok kez güzel bulduğum her bir şeyi makinalarla saklamaya çalışmıştım. Ağacım vardı mesela, hemen odamın camından bakınca görünür, çok güzel olur yaz geceleri. Heybetli bir duruşu vardır lacivertle kombinasyona girdiğinde. O manzarayı kaybetmekten hep korktum.. ki bir gün kaybedecektim. Ya her ağaç gibi onun da bir gün sırası gelecekti, ya da ben bu diyarı terk edecektim. Defalarca denedim fotoğrafını çekmeyi ama nafile. Hiç bir sey gözümün yaşattığı keyfi vermedi, halbuki ben yalnız gecelerde onu izlerken, kendimi onun dalları arasında insanlardan saklanmış hayal ederken içim huzur dolardı.

 

Şizofren : Elbette ki..

Melankolik : Ki resimde ona göre ağır olsun!

Sizofren : İnan bana.. Bir gün denk gelirse.. birinden ödünç al ve bir iki çekim yap.

Melankolik : Aslında var bi tane evde. Cok eski. Bir sürü ayarı var ama bilmek lazım.

Şizofren : Aslında biliyor musunuz; önemli olan sadece tek bir sey var, o da ışık.. gerisi hikaye!

Melankolik : Bir de resmi ilginç kılmak için ön ve arkaplana aldığın şeyler de önemli. Yani ben çektiklerimde hep bunu gözetmeye çalısıyorum. Gercekten işe yarıyor.

 

Işığın önemini ilk defa o an anladım. İşte ışık olmadan önümüzü göremiyorduk, kitap ta okuyamıyorduk (gözünün nurunun kaybolması, insanın cehalette boğulması bu demek!), fotoğraf bile ışığına göre.. A evet, bir de tedavi edici özelliıi var. Şizofren hep kasıtlı olarak perdelerimi sonuna kadar açıyordu ne zaman bana gelse. Sanki siyahla boyanan o degilmiş gibi.. Ay gibiydi Şizofren benim için.. Işığı yoktu, parlamak için kendisinin de ışığa ihtiyacı vardı ama aldığını yansıtabilecek bir yüzeye sahipti. Ay gibi işte.. Ben de dünya.. Dünya gibi karmakarışık, daha ömrünün yarısını tamamlamamış ama yine de içinde yaşayanlarla yüzyıl farkla daha erken yaşlandırılmış, kirlenmiş.. Farklı iklimleri, öfkeli tsunamileri, rengarenk insancıklarıyla, bozuk dengesiyle dünya..

 

Işık önemli.. Yoksa nasıl sabah olurdu? Nasıl O’nu göreceğini düşünerek yatağa girerdi sevgili yoksa ve uyuyamazdı sevinçten.. Bir an önce gün dogsun isterdi; nasıl? Işık yoksa, her şeyin özü karanlık yine hiç gitmemiş demektir. Gün doğmayacaksa eğer bir daha, bu artık sıra sende demektir.

 

Ertesi sabah uyandığımda güneş tüm perdeye, jakuziye rağmen inatla içeri sızmayı başarmış görünüyordu. Gece beni ücüncü kez geri cevirmiş, neden bilmem ama inatla belimden destekliyordu.

 

Klik!

 

Yazar bir fotograf çekti o aksam üstü oturdugu cafede. Bluejeani ve beyaz tshirtüyle oturan ağlamış bir kızın resmini. Farkında değildi kız.. elini yanağına dayamış denizi seyrediyordu; fotoğrafcı da onu.. Güzel bir kızın etkileyici bir pozunu yakaladığını düşündü hobisi fotoğrafcılık olan yazar.. Fakat fotoğraf karesine başka nelerin düştüğünü bilmiyordu henüz. Bulanık bir arka plan.. önünde karartı gibi arkası görünen bir adam silüeti. Belki de bu resmi ilginç kılan ne olduğunu çözemediği bu şizofrenik gölgeydi. İşte bu öykünün yazılması gerektiğine tam da bu anda karar verdi yazar!

 

Gevher N. A.

 

_____________________________

 

 

Şizofrenle Melankoliğin Aşk Draması

-Altıncı Perde-

 

Zor zamanların sonunda, yazmayı unutmanın ve sözlerini unuttuğum şarkıların ardından şimdi bakabiliyor gözlerim penceremin dışına… Farkında değilsin belkide! Bana hayat bulaştırdı gözlerin. Fısıldayan ses, çocuksu gülümseme, parlayan gökyüzü, yeni güne merhaba demesi gibi geldin gündoğumuna, tamda günden uzaklaştığımı farkederken… Çok uzun zaman geçmişti üzerinden, silinen yüzler ve sesler odamın duvarın da, şimdi zamanı geldi çünkü sen geldin ve yok olan hayatımın içime işlemesine izin vermem gerektiğini anlıyorum… Öyle ki acele etmiyordun dokunmak için bana, ağır ve yavaş adımlarla geliyordun, sakin! sesin bile çıkmıyordu bazı zaman, belkide sesini çıkarmak istemiyordun. Soruları duymadığımı anımsıyorum şimdi, yorgun bir şekilde geldim yamacına, gözlerin yarı açık, insanların meraklı bakışları arasında kaybolmuşken buldum seni… Ne olduğunu, nasıl olduğunu anlayamadığın bir durumdan kurtulmak istiyordun…

 

Geceleri kurulan düşlerde gözlerimin önüne gelen bakışlarınla kurduğum bir düş, daha seni yeni bulmanın arifesindeyken yaşadığım korkuların girdabı beni yavaşlatıyordu, sana gelme yolların da. Ne sana gelebiliyorum sanki, ne de senden gidebiliyorum. Bu erken korkunun içine girdiğim an anladım aşk olduğunu. Lakin devam eden bu girdap arasında son hatırladığım düş, ne senin olabiliyordum ne de sensiz kalabiliyordum…

 

Saklanmalıyım şimdi…

Kendi içimde! kimsenin bilemediği, o derin yalnızlıkların içinde saklanmalıyım…

Saklanıyorum…

Korkuyorum…

 

Usulca soluyorum hayatı…

Kaybetme korkusu ağır basıyor sevgimden…

Sesler duyuyorum, içimde ki o saklı yerden.

Adımı sesleniyor birisi,

lakin yönümü bulamıyorum.

içimden renkler geçiyor,

gürültüler, isimler…

Yönümü bulamıyorum…

Nerdesin!..

 

Derin bir çığlıkla seslendim geceme…

Rüyalarımın anlamsızlığını!..

Tanımlamak istediklerimden farklıydı bu kez…

Bu kez yeşil bir elbiseyle yanıma geldin ve seslendin… Ellerin yüzümdeydi…

 

Hayat! ikimize de, hep acımasız yanını göstermişti, bir birimizi bulana dek… Kendi avuntularımızın girdabında kaybetmeye başlamıştık umudumuzu. Hiç bir zaman ve bu an’a kadar, istenilenlerin doğrultusunda gitmediği gibi, istenilenlerden hep farklıydı düşlediklerimiz. Biliyorduk ki bir birimizin yaralarını sarmaya başladığımız zaman kendi yaralarımızın derinliğinde kaybolacağız… Geçti sandığımız ve kapanmayan yaralarımız. Bir aşk/ayrılık sancısının doğum iziydik!.. Kolay değildi bu bağlıklık bir birimize. Neydi istediğimiz? Dokunmak istediğim bir ten, içinde anlam bulduğum o kokunun sahibimiydin? Tanımlayamadığım bu duygunun, içimde ki bu ateşin, peşinde bir ömrü verişimizin farkına varamadığımızda, geç doğan sabahlardan şikayetçi olacağız unutma sevgilim…

 

Canım yanıyordu,

Ruhum ölüyordu,

Rengim solmuştu,

içimdeki bu lanet hisler büyürken… ölüyordum!..

ve sen geldin…

 

Avuçlarımda geçmişten izler vardı, Ne çok yalan vardı hayatım da.

şimdi isminden başka birşey yazamıyorum kağıtlara…

Senli hikayeler yazıyor içine benler ekliyorum, seni seviyor ve aynı aşk’la sevilmek istiyordum…

 

Barış Akbalı

 

 

Not : Gevher N. A. ve Barış Akbalı'ın kaleme aldığı bu yazı dizisinin tüm bölümleri için

(Alıntı) http://kalemkurusu.com/smad

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...