Jump to content

Gotik Yazına Ufak Bir Bakış


ArchangeL

Önerilen Mesajlar

Gotik sözcüğü, mimariyi ve resim sanatını kapsayan bir Rönesans deyimi. Daha doğrusu on ikinci yüzyılda kendini gösteren bu akıma sonradan Rönesans sanatçılarının verdiği, biraz da küçümseme içeren bir ad. Bu küçümsemenin dayandığı temel, Gotik dönemde Antik Çağ’a ait kavramların bilinmiyor olması. Üslubun konumu da, Roma İmparatorluğu’nun çöküşüne yol açan ve bir Germen ırkı olan barbar Gotlara dayandırılmış.

 

Ardına takılıveren ‘yazın’ sözcüğü ise bir çeşit anahtar niteliğinde. Kalemin sözcükler arasında yaptığı gezintilerde ve özlenen romantizmin doruklarında bile onun içerdiği anlamlar yine de öncelikli olarak mimari alanında gerçekleşmiş. Türün atası olan ilk roman Otranto Şatosu’nun (The Castle of Otranto, Sir Horace Walpole, 1765) baş kahramanı, Gotik tarzda inşa edilmiş taş bir şatodur. Şatonun yarattığı atmosfer, öykünün biraz daha gizem kazanmasına, korkunç ve ürkütücü öğelerin ön plana çıkmasına hazırlanmış bir zemin aslında. İşte Gotik Yazın’da öncelikle bu oluşum ön plana çıkıyor: Mimari elemanları kullanarak, korkulu bir atmosfer yaratmak. Hal böyle olunca, onun içinde gezinen kahramanları, ‘gulyabani’ olsalar bile Gotik canavar olarak nitelendirmek gerekiyor.

Günümüzde Klasik Gotik mekanlar ve içlerindeki canavarlar biraz yer değiştirmiş olsalar da, melanetleri yerli yerinde duran bu canavarların yeni prototipleri de eskilerini aratmayacak nitelikte. Yine de klasikleri göz ardı etmeyelim:

Gotik Yazın’ın ilk örneklerine on sekizinci yüzyılın ikinci yarısında popüler bir tür olarak rastlıyoruz. Fransız Devrimi gibi toplumsal değişikliklerin ve köklü sosyal hareketlerin yaşandığı bir dönemde korkunç hayaletler, gizemli şatolar, doğaüstü ve şeytani güçler, tutku ve şehvetin aşırılıkları ile dolu bir anlatının ortaya çıkması ilk başta şaşkınlık uyandırsa da; Aydınlanma’yı reddedip Ortaçağ’ın karanlık ve batıl inanışlarına dönüş olarak bakıldığında, değişime direnme ve muhafazakarlık olarak da görülebilir.

Gotik romanların ilk örnekleri arasında temelinde romans olan, yanı sıra korku ve dehşet öğeleri de barındıran eserler çoğunlukta. Korku öğeleri denince de Ortaçağ’ın ezici dini baskısının körüklediği şeytani güçler, öte dünyadan gelip bu dünyada yaşayanları etkileri altına alan hayaletler, ruhlar, cadılar ve büyücüler bir çırpıda sayılabilir. Kötü güçlerin etkisi altına giren insanlar toplum düzeninin izin vermediği her tür çılgınlığı ve aşırılığı yapıyorlar: Kendi kardeşleriyle yatıyorlar, ölümcül günahların hepsini işliyorlar. Sonuçta kötüler cezalarını buluyor; bazen dünyevî, bazen uhrevî bir güç tarafından hadleri bildiriliyor. Bu, temelde romantik ve eğlendirici ama aynı zamanda gizemli ve tahrik edici üslup, türün yazar ve okuyucuları arasında kadınların çok olmasının nedenini de açıklıyor.

Bu türün ilk örneklerinin İngiltere’de görülmesi bir rastlantı değil. Çünkü tüm İngiltere Gotik bir mekan olarak nitelendirilebilir. Hele hele, ısınmanın henüz kömürle yapıldığı yıllarda, sisli akşamlarıyla, Karındeşen Jack’in gezdiği korku verici dar sokaklarıyla, yoksul Doğu Londra ve taş şatoların, dar pencereli eski tuğla evlerin bulunduğu İngiliz kırsalları ile tümden Gotik bir alem bu büyük Kuzey adası. Bugün bile Victorya döneminin art arda sıralanmış küçük taş evleriyle, Londra başta olmak üzere, bu ada hâlâ Gotik bir merkez. Günümüzde geçen öykülerde de bu atmosferi bulmak olanaklı. Bunların yanı sıra yeni mekanlar da var elbette. Örneğin çağdaş İngiliz Korku yazarı Christopher Fowler’ın Daha Keskin Bıçaklar adlı kitabındaki öyküler, günümüz Londra’sında geçen yeni Gotik öyküler.

Konuya geri dönüp yazın tarihi içindeki klasik örneklere bakmayı sürdürelim. Gotik Yazın, tüm araştırmacıların üzerinde birleştiği Otranto Şatosu’yla başlıyor. Yazarı, kafası garip dünyaların öyküleriyle dolu bir soylu; Sir Horace Walpole (1717-1797). Gotik mimarinin o gizemli kurgusunu, bir roman atmosferi ve bizzat kahramanı olarak düşleyen bir yazar Walpole. Dehlizlerinden çığlıklar duyulan, ıslak, ışıkız, koridorlarında tuhaf yaratıkların koşturduğu ‘lanetli’ bir yer bu şato. Otranto Şatosu bu ürkütücü atmosfer içinde, dev zırhlar, kanayan heykeller, gerçeküstü öğelerle okuru hem mekandan hem de mekan içinde yer alan ayrıntılardan yola çıkarak korkutmayı amaçlıyor. Sonuçta ortaya çıkan esrar dolu bir mekan ve ona uygun bir öykü.

Dönemin yapıtlarına göz atmayı sürdürmeden önce, her tür Gotik öyküde değişmeyen ve kaynağı İngiltere’de bol bol bulunan bazı ortak ‘histeryalar’ sayılmalı. Gizemli büyük şatolar, tuhaf ve ıssız dehlizler, yeraltı geçitleri, hayaletlerle dolu, kimselerin girmek istemediği odalar, işkence aletleri ve işkence odaları ilk akla gelenler. Engizisyon mahkemeleri ve işkenceleri, kurgu Gotik dünyasının bir kontrası mı acaba? Çünkü onlar gerçek ve Avrupa insanının bilinçaltında hâlâ varlığını sürdürmekte.

Dekor böyle olunca içinde geçen öykünün kahramanlarının da ortak bazı karakter özellikleri olacak doğal olarak; kimi kahramanlar safçasına sonuna dek iyi, kimileri ise canavar mı canavar... Zaten bu ikinciler yapacakları kötülükleri planlarken her daim habis ruhlarla, şeytanlarla ilişki içindeler.

Otranto Şatosu’nda başlayan, yağlıboya tablolardan çıkıp dolaşan hayaletler, geceleri duyulan inlemeler, esrarlı garip insanlar, bunların kurbanı masum genç kızlar ve kadınlar… Hepsi de Gotik atmosfer içinde bilinmeyenin, gerçeküstünün kurgulandığı dehşet öykülerinin ortak unsurları. İnsanoğlu henüz teknolojik canavarlarla tanışmamış, modern toplumun psikopat yapısını tanımamış. Bu yüzyıllarda her şey yaratılmış canavarların tarafında henüz.

Gelelim bu Gotik keşmekeş içinde ünleri günümüze ulaşmış bazı yazarlara. Bu özel bir sınıflandırma olacak; ancak ayırımın en önemli ölçüsü, Gotik Korku Yazını’na bir yerde cinslerine özgü romantizmi başarıyla katmaları... Wolpole’ün hemen ardılı olan Ann Radcliffe, bir kadın. Udolpho’nun Esrarları (The Mysteries of Udolpho, 1764) ilk akla gelen yapıtlarından biri. Gotik’in altın çağının yazarları Radcliffe ve Walpole’ün eserleri, hem eleştirmenlerin hem de okuyucuların zevkine hitap ediyordu. Özellikle Radcliffe’in eserleri hem çok okundu hem de bolca taklit edildi; Radcliffe ise, çok okunan bir yazar olarak kalemiyle para kazanma ayrıcalığına sahip olmuştu. Elbette bunda yazarın Gotik unsurları sosyal düzeni güçlendirmeye uygun dozda kullanması, hikayelerinin temelde ‘erdem ve sadakati güçlendirme’ gibi amaçlar mahiyetinde romantik metinler olması önemli bir etken.

Ününü tümüyle yarattığı kahramanına borçlu olan bir diğer ‘dehşetsever’ kadın yazar ise Mary Goodwin; yani daha sonraki soyadıyla Mary Shelley. Frankensteinadıyla anılması gelenek olan roman kahramanı, yazarından daha ünlü. Frankenstein aslında ‘yeni bir insan’ yaratmayı denemiş doktorun adı; ama genelde yarattığı canavarın adıymış gibi algılanıyor.

Frankenstein bir yazarlar buluşmasının ve ortak bir çalışmanın ürünü olarak geçiyor Gotik Yazın tarihine. 1816 yılında Cenevre gölünün sahilinde, Gotik Yazın’ın değişmez mekanı olan gizemli bir villada bir araya gelen yazarlar ve sanatçılar arasında Mary Goodwin de var. Diğerleri oldukça tanınmış kişiler; Lord Byron, doktoru Polidori, sevgilisi Claire Claimont ve şair Percy Bysshe Shelley -ki daha sonra Mary Goodwin’le evlenerek ona adını verecektir. Bu grubun da tamamı İngiliz. Bu buluşmadaki felsefi konuşmalar, bilimsel buluşlar, yenilikler üzerine yapılan tartışmalarla geçen uykusuz bir gecenin sabahında, Mary Goodwin’in zihnine Frankenstein’ın ilk tohumları atılmış oluyordu.

İsviçreli tıp öğrencisi Dr. Frankenstein, çılgın hayallerini bir ceset üzerinde uygulayarak organ organ kurguladığı yapay bir canlı yaratmayı başarır. Ancak ‘eseri’ ona çok geçmeden başkaldırır, çünkü önemli bir ayrıntıyı göz ardı etmek istemiştir doktor. Yaratık tek bir şey istemektedir: Yalnızlığını paylaşacak, kendisini olduğu gibi sevebilecek, kendi gibi biri... Bu ona çok görülünce de ister istemez canavar olma misyonuna sürüklenir.

Öykü, Gotik Yazın’ın değişik bir çeşidi olmasına karşın gerek mekan gerek diğer unsurlar açısından klasik verileri kullanıyor. Ama mesajlarına tuhaf bir romantizmin de katıldığına hiç kuşku yok; ne de olsa bir kadının kaleminden çıkmış.

Gotik etkiler, bu türe doğrudan dahil edilmeyen Emily Bronte’un Wuthering Heights’ı(Uğultulu Tepeler, 1847) ya da Charlotte Bronte’un Jane Eyreı (Jane Eyre, 1847) gibi romantik dönem eserlerinde de boy gösteriyor. Medeniyetten uzak eski malikaneler, çeşitli egzotik ülkelerden gelen eşyalarla dolu yüksek tavanlı loş salonlar Klasik Gotik’in her zamanki vazgeçilmezleri. Bu heybetli ama karanlık, büyük ama gizemli, terk edilmiş görünen ama doğaüstü varlıklarla dolu yapılar, içlerinde yaşayanların iç dünyalarını yansıtıyor ve davranışlarını belirliyor. Uğultulu Tepeler’in Heathcliff’i romanın kadın kahramanı için arzu nesnesiyse de, bize anlatılan özellikleri canavarımsı, vahşi bir hayvanı andıran, kaba saba birini getirir gözler önüne, tıpkı kayalıkların üzerinde tek başına dikilen malikanesi gibi. Bu mekanlar içlerindeki ahlak dışı, garip ve olağanüstü olaylar devam ettiği sürece ayaktadırlar çoğu zaman. Jane Eyre’de olduğu gibi gizem çözülüp düzen sağlanınca yakılıp veya yıkılıp giderler. Bu noktada Gotik anlatıların çift taraflı olduğu görülebilir. Toplumsal düzene, dini inanışlara ya da adetlere karşı, aykırı, acayip ve tutarsız olaylar dizisi çoğunlukla kahramanların doğru yöne dönmeleri ile birlikte son bulur. Böylece otorite yeniden sağlamlaşmış, toplum düzeni korunmuş olur. Ama anlatı her çeşit aşırılığı ve canavarlığı hoş gören bir yoldan gelerek varmıştır bu sonuca.

Klasik Gotik’in örnekleri bu kadarla sınırlı değil kuşkusuz. William Beckford (1760-1844) da, Gotik akıma Doğu’nun gizemli havasını taşıyan yazarlardan biri. The History of Caliph Valtek (Halife Valtek’in Öyküsü, 1786) adlı yapıtını klasik Doğu masallarından esinlenerek yazmış.

Anavatanı İngiltere olan Gotik Yazın, yeni kıtada da bir takım meraklıları cezp etmekte gecikmiyor. Akla gelen ilk isim ise Edgar Allan Poe. Bu bir rastlantı olmasa gerek; Poe, Klasik Gotik’in sıkı izleyicilerindendi kuşkusuz. Yarattığı grotesk, gizemli, korku ve dehşet yüklü Polisiye-Gerilim öyküleri; gerek konularını, gerekse atmosferdeki etkilenimlerini İngiliz Gotik yapıtlardan almışlardı. Özellikle esrarlı ve garip bir anlatımın hakim olduğu, ölümün çeşitli biçimlerde anlatıldığı bu öyküler, işte bu kaynaktan yola çıkarak ve bazen onları aşan özellikler de taşıyarak yeni kıtada Amerikan Klasik Gotik’ini yarattı. Usher Evinin Çöküşüöyküsünde, tıpkı Otranto Şatosu’nda olduğu gibi antik korku evi baş kahramandır. Mimariyle yazın arasındaki bağlantı, tüm canlılığıyla burada da kurulmuştur.

Amerikan Klasik Gotik yazarları içinde Poe dışında iki ünlüyü daha sayabiliriz: Charles Brockden Brown (1771-1810) ve Nathaniel Hawthorne (1804-1864).

 

Korku ve Gerilim türünün günümüzdeki Gotik örneklerine gelince, artık her ne kadar mimari bu kavramı kullanmıyor olsa da, bu, günümüzde örneklerinin olmadığı anlamına gelmiyor. İçinde yaşadığımız çağ, Klasik Gotik yazarların aklının alamayacağı denli bir açılım gösteriyor; ancak bu türden yeni mekanların şimdi de bulunduğunu görmezden gelemeyiz. Mekanlar bir ölçüde değişti ama anlatılan kötülük yerli yerinde. Büyük kentlerin arka sokaklarına, yersiz yurtsuzların sokaklardaki ‘olmayan’ evlerine, gecekondulara hatta çadır-kentlere, gözden düşmüş ve eskimiş semtlere, eski mezarlıklara -ki araba mezarlıkları da dahil, dev alışveriş merkezlerine, metroların ve tren istasyonlarının ıssız peronlarına bir göz atmak, günümüzün Gotik mekanlarının hâlâ burada, canlı ve içine daha çok erotizm katılmış olarak durduklarını gösterir.

Klasik Gotik’in kurgu dünyası içinde bir yerlerde duran ‘kutsal kavramlar’ günümüz dünyasında değişime uğrayınca neler oldu? Bugün artık bizzat insanın dehşet ve korkuyla izlediğimiz vahşetleri karşısında, Klasik Gotik canavarların herhangi bir inandırıcılığı kalmış mıdır? Bu yeni ‘torunlar’ yeni bir kavramı da sunuyor bizlere: Bugünün Korku-Gerilim okuru, insan-canavarın serüvenlerini izlemek gibi bir ayrıcalığa sahip artık.

Türkiye Yazını açısından salt bu türde yapıt veren yazarlar ne yazık ki yok denecek kadar az. Türün bazı özellikleri zaman zaman kullanılıyorsa da; değil yazınsal yapıtlara, çokça kullanılan Pulp örneklere bile rastlamak mümkün olmuyor.

Ancak çok okunmuş, popüler bir Türk yazarını, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ı işte tam bu noktada anımsamadan geçmek haksızlık olur. Onun yapıtlarının bu denli yaygın okunmasının birçok nedenini sayabiliriz; özellikle gündemi tutmaktaki yeteneği, hayranlık uyandıracak nitelikte. Kuyrukluyıldız Altında Bir İzdivaç (1912) iyi bir örnek. Ancak burada değinilecek yapıt, Mezarından Kalkan Şehit (1929). Hüseyin Rahmi’nin burada yarattığı Gotik atmosferin Batılı benzerlerinden pek aşağı kalır bir yanı yok. Başrolde yine gizemli bir ev var. Söylentilere göre perili bir köşk. İstanbul’un Soğanlık semti yakınlarında, panjurlu, ahşap bir yazlık köşk. Tavuklar, horozlar, sebze bostanları arasında tam bir nostaljik yaşam ve Doğu mimarisinin aksi İstanbul’a özgü mekanlarından biri. Öykünün konusu ve içinde yaşayanlar da dekoru tam anlamıyla tamamlıyor. Torunu, Osmanlı’nın bitmez tükenmez savaşlarından birinde şehit düşmüş büyükanne, ‘mübarek’ Cuma akşamları onun hayaletiyle buluşur köşkün bahçesindeki çardakta. Ev halkı, biraz erenlere karıştığına inanılan büyükhanımı bu kutsal konuğuyla baş başa bırakmaktadır. Öykü, eve şehidin kız kardeşinin kocası olarak içgüveyi giren kahramanın araştırmaları sonucu mantıklı bir finale kavuşur. Ancak okuyucuyu bazen korkutan bazen hüzünlendiren üslup, kitabın son sayfalarına kadar devam eder. Hüseyin Rahmi kaç tane Gotik kitap karıştırmıştır bilinmez ama bu roman, Türk Edebiyatı’nda ilk kez bu misyona soyunan yapıt olarak yazın tarihine geçmiştir.

Kafka, Değişim’i yazarken, bireyin sosyal düzen karşısında gerileyip çatlamasını, Davada yasa ve devlet düzeninin insanı nasıl doğaüstü bir güç gibi kıskıvrak yakaladığını, tam bir Gotik anlayış taşıyan Şato’da ise otorite figürünün çözümsüz bilinmezliğini ele alıyordu. Kafka’nın eserlerindeki korku ve dehşetin, türün belirleyicilerinden Edgar Allan Poe’nun canavar gorilinden ya da ölümcül sarkacından daha az etkili olduğunu pek söylenemez.

Çoğu zaman doğrudan Gotik olarak adlandırılan hikayeler yazan H. P. Lovecraft da, bu tarzın okuyucularının baş tacı. Lovecraft’ın hikayeleri, ürkünç ve dehşet verici kaynağı bilinmez güçleri, insanın doğa karşısındaki çaresizliği gibi karanlık konuları işledi. Hatta Cthulthu Mitosu olarak anılan yaratılış hikayeleri de var. Necronomicon ise hâlâ sırrı çözülmeye çalışılan, gerçek mi yoksa Lovecraft’ın hayalgücünün bir ürünü mü olduğu merak edilen bir yapıt.

Modern yazarlara devam edersek, karşımıza Christopher Fowler çıkıyor. Fowler; “200 yıllık korku yazını, kimseleri rahatsız etmeden kurgusal dünyası içindeki yapıtlarını sergileyip durdu. Victorya döneminin dehşet ve korku üreten gerçeküstü unsurlarıyla örülü deliliğe ve cinayetlere ait öyküler süregeldi. Eğer gerçek yaşamda korku dolu bir isyan gelişmeseydi, öylece de sürüp gidecekti. Yazarlar çoğu kez şiddet ve ölüm kavramlarını alarak, sanki kendi sonlarıymış gibi yazmayı sürdürüyorlardı. Bu durum beklenmedik bir oluşuma dek böylece sürüp gitti; ta ki, gerçek yaşam kurgusal dünyadan daha korkunç ve dehşet verici olana dek.” diye yazıyor, Sharper Knives (Daha Keskin Bıçaklar, 1994) adlı eserinin önsözünde. Çıkış noktasını bu saptama üzerine kurarak nasıl bir yazarlığa soyunduğunu da belirtiyor Fowler: “Korku filmleri artık çoğunlukla yeni yetme gençlerin beğenilerine sunulan ölü bir sona doğru gidiyor. Yazın ise bölündü: Bazıları geleneksel korku öykülerine döndüler. Öte yandan bazı cesur ataklar da yeşermeye olanak bulamadan yitip gitti. Ben mi? Durduğum yer postmodern ve kötü senaryolu sıkıcı bir öykü. Bunu gerçekleşmesi için sağlan ve verimli bir dünya var önümde.” Yazarın ‘kara mizah’ diyebileceğimiz mesajı çok açık. Artık dehşetin ve korkunun insanla eşleştiği yeni mekanlar, Postmodern Gotik olarak nitelendirilebilir. Sharper Knives’ın içindeki öykülerde bazen klasik öğeler (hayalet, ölümsüz varlıklar vs.) de kullanılmakla birlikte, genelde şiddet üzerine yoğunlaşılmış. Yazar, her öyküde gerilim dozunu olabildiğince yüksek tutarak okuru meraklandırmayı sürdürüyor. The Bureau of Lost Souls (Kayıp Ruhlar Bürosu), Red Bridge (Kırmızı Köprü), Psycoville, Darkest Day (En Karanlık Gün)veSpankygibi diğer kitapları da bu anlayışın ürünleri.

Çağdaş Gotik Yazını’ndan söz ederken J. G. Ballard’ı da anmak gerekir. Onun yapıtları, büyük ölçüde gezegenimizde geçen ‘Bilimkurgu’ olarak değerlendirilebilir. Ancak seçtiği mekanlar, yarattığı atmosfer ve bugünün kavramlarının eğretilemelerini geleceğe dair kullanması ‘halis muhlis’ çağdaş Gotik Yazın’a ve hatta geleceğe uzanan bir tarz. İnsan duygularının (özellikle erotik unsurları) sapkınlık derecelerine varan abartmalarla birer simge ve araç olarak kullanıldığı yapıtları, belki de günümüzde tam anlaşılırlığa sahip değil. Üstelik edebi değerler ve yazın özellikleri de tartışmaya bu derece açıkken. Üzerinde çok tartışılan ‘kanamalı’ yapıtı Crash’ın (Çarpışma,1997) girişinde Ballard, Çağdaş Gotik’in konularını ele alacağını belirtiyor: “Yaşadığımız dünyayı pazarlamacılık, reklamcılık, reklamcılığın bir kolu olarak görülen politika, özgün tepkinin yerini televizyon ekranı aracılığıyla deneyimin alması gibi çok çeşitli kurgu türleri yönetiyor. Bizler kocaman bir romanın içinde yaşıyoruz Özellikle yazar romanına kurgusal bir içerik bulmaya gitgide daha az gereksinim duyuyor. Kurgu zaten önünde. Yazarın görevi gerçeği icat etmektir.” İlk bakışta oldukça karmaşık görünen bu çizgi dışı görüşler, aslında çok önemli bir oluşumu vurguluyor. Ballard, insanın içinde bulunduğu gerçekliğin (veya kendi yaşamı sandığı sürecin) sorgulamasına girişmiş. Giderek bu konuları tartıştığı ve ilk bakışta erotik yanının ağır bastığı düşünülen Çarpışma için şöyle diyor: “Çarpışma uç noktada bir durumun uç noktada bir eğretilemesidir...Araba kazalarında seksle teknoloji arasındaki o korkunç birlikteliğin gizli belirtilerini görebiliyor muyuz? Modern teknoloji bize kendi parapsikolojilerimizden yararlanmak için şimdiye dek hiç akla gelmemiş araçlar sağlayacak mı?” Yazarın roman boyunca çarpışan araçları, kanlar içinde kalan insanları iç bayıltıcı bir ısrarla tanımlamasının yanında en önemli unsur, olayların geçmekte olduğu modern hatta postmodern Gotik mekanların yarattığı atmosferdir.

O halde artık günümüz Gotik Yazını’nın kurgulanacağı (veya gerçeklerin yaratılacağı) mekanlar belli, konular açık. Aslında her devirde yazın, toplumsal gelişmeler ve hınzır diyebileceğimiz bir yapıya sahip yazarların doğrultusunda gitmekten başka bir şey yapamaz. Korku ve gerilim yazını da işte bu gelişmelerin ve kendini yaratan yazarların bilinmezlik, korku ve gerilim karşısındaki gözlemlerinin bir bileşkesi olmak durumunda. Ama yine de Oscar Wilde’ın Dorian Gray’in Portresi’nden Iris Murdoch’ın Tek Boynuzlu At ve Melekler Zamanı’na, Goethe’nin Faust’una kadar sınırları genişletilebilen, romanstan korkuya çeşitlemeleri bulunan Gotik anlatımın temel formülü, 1797 tarihinde yazarı bilinmeyen şu sözlerin kaleme alındığı günlerden bu yana pek de değişmedi:

“Yarısı harabe haline gelmiş eski bir şato al,

Bazıları gizli, bir sürü kapısı olan uzun bir koridor.

Üç tane yeni ceset.

Sandık ve mengenelerde bir sürü iskelet...

Hepsini karıştır, bir kaplıcada yatağa girmeden önce üç cilt olarak alınacak şekilde.

KAYNAKÇA:

Bronte, Emily. Uğultulu Tepeler, Altın Kalem, 1975

Bronte, Charlotte. Jane Eyre, Altın Kalem, 1975

Oktay, Dilek. Yalnız Canavarlar Değişen Düzene Karşı.Virgül Dergisi, sayı 21, 1999

Polikar, Tanseli. Gotik Mekanlar Üzerine, Virgül Dergisi, sayı 21, 1999

Scognamillo, Giovanni. Dehşetin Kapıları (Korku Edebiyatına Giriş) Mitos Yayınları, 1994

 

 

alıntıdır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...