killercook Oluşturma zamanı: Ocak 7, 2009 Paylaş Oluşturma zamanı: Ocak 7, 2009 Durmadan aynı parça çalıyordu, aynı parça kendini durduramayacak kadar güzel çalıyordu. Çok da sevdiğim için değil, bir cümle vardı içerisinde, anlamadığım, tam oturtamadığım bana dair senin yerine, ama bir şekilde sana söylemek istediğim. Belki salt artık söylemek için çok geç olduğunu bildiğimden söylemesi güzel, sanki seni getirecek kadar güzel bir söz. Damağımdaki tuzla karışan rakı tadının sesimi en etkileyecek yerinde söyleyebilecek gibi sezdiğim, ki sadece sarhoş olduğum için böyle aslında. Ama şimdi otursan karşımda, ve ben söylesem sana, sanki gitmeyecekmişsin gibi; sanki aslında giden ben değilmişim gibi. Seni bana döndürmekten çok, kendimi sana döndürmek, aslında sana dönmüş bana, seni geri döndürmeye yarayacakmışçasına. Bir büyü gibi, eski bir kitabın bir kenarına yazılmış unutulmuş bir tılsım gibi ise yarayacakmışçasına. Oysa değil, en az şarkının bitişi kadar gerçek artık bizim bitişimiz. Bir şarkıyı tam bittiği anda yeniden başlatabilmenin tek tuşluk kolaylığına sığınmak tüm yaptığım, kandırırken kendini bizim yeniden başlayışımızın bu denli kolaylığına. Oysa değil, artık hiçbir şey eskisi kadar kolay değil. Aradaki zamanı yok sayıyor insan, gelirken seneler öncesinin mutluluğundan, şimdiki iç içe girmiş, karman çorman, artık açmanın kendisinden öte amcaya çalışmaktan bile başaramayacağını bildiği halde zavallı halde, yetinmişçesine mutlu olabilirken insan. İçinde bir yerin varken, kendi kendine dışında olmaya karar verdiğin pencerenin önünde, tavana yansıyan gölgeni görmek için beklerken ben, ki farkındayım yavaş yavaş yüzünü unutmaya başladığımın, artık gölgenin şekli bile uzaklaşıyor benden. Oysa ben çizdiğimde seni gözkapaklarımın içine, sırf uyurken bile görebilmek için seni, sanmazdım denize vurduktan sonra geri dönen dalgaların kumun üstünde ne varsa aldırmaz silisinde, yok olup gidebileceğinden gözlerimin arkasından. Şimdi senden geriye kalan seni silen dalgaların sesi, hep kendi içine bükülmeye mahkum olduğundan, her vurduğunda kendi kısır döngüsüne mahkum oldan dalgaların sesi. Bana hiç böyle olmaz gibi gelmişti, ben koştururken sokaklarda nefes nefese, çocukluğumdan sonra ilk kez, sadece öpebilmek için seni, ve sen düşünmeden tercih ederken sevişmeyi benimle, çalışmaya, sanki hiç böyle olmayacaktı. Anlamaz şimdi kimse, bir çekmecede duran küçük bir not defterinin üzerine her sabah karalanan birkaç satırın, diğerinden sonra uyananı ne denli gülümsettiğini. Salt o yazıyı okumak için, ki yazan olmak da güzel di okuyan olmak kadar, daha geç uyanmaya çalışmanın, tembelliğe dair değil de aşka dair oluşunun güzelliğini. Sonra ben bir gün uyanmamayı seçim, en azından o evde, en azından senin kollarında, en azından senin sevginde uyanmamayı. Bilmiyorum sen ben yokken de benden önce mi uyandın, benden erken uyanmanın keyfinde, yazıp bir şeyler bıraktın mı bana. Ya da yalnız uyumanın sessizliğinde, biraz kırgın, biraz kızgın, belki de umut edişin sessizliğinde, yada beklentisizliğin mutluluğunda öylece bırakıp o defteri, çıkıp gittin mi o evden. Bilmiyorum, daha sonra birçok şeyi seçmeyişimin başlangıcı o sabah, ben bunu bilmeyi de seçmedim; ben o sabah seni ilk kez aldattığım, bütün sevgime inat, ayakkabılarımı bile çıkarmadan seviştiğim o kadının kollarında uyandım. Sabah kadar deli gibi seviştiğim, bedeninin bütün kıvrımlarını öptüğüm; kendini bütün varlığıyla bana sunan, parmak uçlarımı uyuşturan o kadınla seviştim, emerken göğüs uçlarından, bedeninden ılık ılık akan afyonu. Ve terden sırılsıklamken, ve kadının içi yapış yapışken, ve kıpkırmızıyken sırtım tırnak izlerinden, ben seviyordum-muşum- ki seni, hala bırakmadı adın beni. Çocukken, korktuğunda öğretilmiş bir dua gibi, kumar masasında şansın dönmesin diye her zar atışında şans getirsin diye okşadığın küçük bir uğur gibi, ateş altında ölmeden önce aklından geçirdiğin son şey gibi, adın hala dudaklarımda. Sanki bir gelsen, her şeye rağmen, herkese rağmen, sana bütün yaptıklarıma, kendime bütün yaptıklarımdan sonra bir gelsen, her şey bir şiir kadar güzel olacak, rüzgarın dalından düşürdüğü bir yaprak kadar güzel olacak. Deniz kabuğuna kulağımı dayayıp dinlesem ancak bu kadar güzel fısıldayacak bana, gördüğümü sandığım her şeyi bambaşka bir notada anlatacaksın bana. Ve o zaman, eğer becerebilirsem, uzun zaman gülümsemediğim kadar gerçek olacak dudaklarıma yayılan. Sakinleyeceğim, her şey birazcık yavaşlayacak, birazcık da olsa bir müzikale benzeyecek hayat, ve belki ölebileceğim. O zaman belki her şey biraz ölebilecek, senden sonraki her şey. Ben seni susturmamışım, ben sana acımamışım gibi olmayacak belki; hatta ben seni terk etmemişim gibi de olmayacak. Eğer bir yerden başlaması gerekiyorsa, ve ben seçeceksem bu hikayenin nereden devam edeceğini, bir gece olurdu, soğuk bir kış gecesi; bir hikaye değil ki kaldığı yerden, en baştan bile başlasa ancak bu kadar güzel olurdu. Ve dinleyen herkes biraz daha susar, biraz daha büyütüp gözlerini, yaklaşıp birbirine öyle dinlerdi. Kar yağıyordu şehre, parmaklarım üşüyordu soğuktan. Öylesi yağıyordu ki kar, ve insanlar öylesi korkuyordu ki yağan kardan, bir türlü başaramıyorlardı evlerine gitmeyi, sıcak arabalarının içinde anlamaya çalışmadan karın yağışındaki güzelliği, sürmeye çalışırlarken arabalarını, alelacele, el yordamıyla, alıştıkları düzenin bozgununda. Yürüyordum oysa ben, ki hem sarı sokak lambaları altında yağışını izlemenin keyfinde, ve dahası karın yağarken her şeyi boğduğu sessizliğin tadını sürerken. Bilmiyordu insanlar, anlamıyordu dahası kar yağarken ya evde kapatıp ışıkları oturursun sakince, yada yürürsün sokaklarda. Acelesi yoktur yağarken karın, ve izin vermez senin acele etmene yağarken bir arabanın direksiyonunda. O yüzden yürümelidir insan sadece karın altında, yavaşça, ayak sesi bir çıkarmadan. Bir park vardı yolda, her yerden daha sessiz, daha çok yakışan karlı bir İstanbul akşamına, kendi sessizliğinde. Bir ben vardım parkta, bir ağaçlar, bir heykel, bir de kenarda bir kardan adam. Yapılmış, bitmiş, vazgeçilmiş bir kardan adam. Ne paltosu, ne şapkası, ne de havuçtan bir burnu olan, hiçbir çocuk hikayesinde yer bulamayacak kadar zavallı bir kardan adam. Kar dışında bedeninde taşıdığı tek şey taşlar olan bir kardan adam. Gözler taştan, burun taştan, ağız taştan, düğmeleri taştan. Sokak lambasının altında acınacak halde duran, gelişi güzel yapılmış haliyle karşılaştık, bakıştık biraz. Gülümsedim ben sonra, o durdu. Canı sıkkındı belli, yalnızdı dahası hatta. Beklemiyordu belki de yapılırken, terk edileceğini yalnızlığa. Sorsam bir şeyler, belli ki vermeyecekti bir cevap, küsmüşlüğünde geri kalan herkese. Olmazdı bırakmak kimseyi kendi yalnızlığında bu karın altında. Hem olsa olsa, sen alırdın ancak bir kardan adamı evine, bir çorba yapıp konuşurdun sabaha kadar onunla, izin verip bir kanepede uyumasına. Gidip yanına kucakladım kardan adamı, çok da umursamadan bunu kabul edip etmeyeceğini. Yürüyordum sokakta, kucağımda bir kardan adam. Kar yağıyordu, sarı-siyah sokaklarda, siyah-siyah insanların şaşkın-tiksinç bakışları arasında, kucağımda bir kardan adam, yüzüm asık, belli etmeden mutluluğumu, izin vermemek için anlamaya bile çalışmalarına, yürüyordum sana doğru. Ya ben, ya kucağımdaki, ıslıkla bir şarkı çalıyordu, ayaklarımın altında karlar ezilirken, ben peşimde bir iz bırakmanın acısında, hayata dair bir iz bırakmanın acısında yürüyordum sana doğru. Melekler kanatlarını çırptıkça kar daha bir hızlı yağıyordu, benim başım dönüyordu. Bedenim soğuyordu yavaş yavaş, hissetmemeye başlarken parmak uçlarımı. Soğuyordu gittikçe hava, kardan adam bana yaslanıyordu soğuğu hissetmemek için, buz kesiyordu kemiklerim. İçimden gülümsüyordum, içimden adını fıslıldıyordum, melekler kanatlarını daha hızlı çarpıyordu, insanlar yüzüme daha pis bakıyordu. Ben kucağımdaki kardan adamla sana geliyordum. Yüzüm yanıyordu soğuktan, bu şehirde, duvar diplerinde kimse müzik yapmıyordu biraz daha yaşanabilir kılmak için yaşanan ne varsa. Kendi müziğini bile kendi yapmalıydı insan, her şey bu yüzden biraz daha acıklıydı aslında. Ayaklarım ağrılaşmaya başlıyordu, birileri arkamdan küfrediyordu, kalan tek şey sendin. Bir bir ardında bitiyordu sokaklar, uzaktan seçmeye çalışıyorken ben evini. Hangi şehirden söz ediyordum, hangi evden, hangi senden, belli değildi artık; bitiyordu-m- yavaş yavaş, son birkaç adımlık kalmıştım, bir şeyler hep kötü gitmişti. Evimde, sokakta, bir barın en karanlık köşesinde, işimde, bir sokak çocuğunun gözlerinde, hep bir şeyler karanlık gitmişti. Korkarak çürüyordum sokağın ortasında, ve dahası ürkerek eriyordu bir insan gibi ölüşünde kardan adam kollarımda. Biraz daha olmasaydın, biraz daha gelmeseydim, her şeyin sonuydu, sonra sen hiç beklenmezcesine, küçük bir mucize gibi, bir göz aldanması gibi, ben yığılmadan hemen önce dizlerimin üstüne, olması gerekenin tam aksine kapıyı açtın. Sustu işte her şey o an, koskocaman bir şaşkınlık ifadesi belirdi kardan adamın yüzünde. Sen, bir bana baktın, bir kucağımdakine. Sonra bir öpüşmek geldi, bir daha gitmedi. Eski bir şarkı çalıyordu, bir kadın, eski bir şarkıyı beceriksizce yeniden söylemeye çalışıyordu; olan, olması gerekenden çok net ayrılıyordu senin dudaklarında. Kardan adam bir kanepe üzerinde uyuyordu, sen durmadan anlatıyordun. Parmaklarımın uyuşması geçiyordu ellerinin arasında. Sadece bakıyordum dudaklarına anlamadan konuştuklarını. Konuşman bana iyi geliyordu, dışarıda kar hala yağıyordu. Sözlerin durmadan beni ısıtıyordu, hiçbir şey yanlış olamayacak kadar muhteşem geliyordu, kardan adam uykusunda bir şeyler sayıklıyordu. Biz bir sebepten soyunuyorduk, sen sevişmek yerine bir şeyler fısıldıyordun çıplak bedenime. Güneş doğuyordu sen anlatmayı bitirirken beni ne çok sevdiğini, bir masal sonu kadar güzel bitiyordu her şey. Senin soluk alıp verişin yavaşlıyordu, benim saçlarını okşayan parmaklarım gittikçe ağırlaşıyordu, kar durmuş, şehri kendine teslim ediyordu. İşte ben, birisi dinlediğinde, istemeden de olsa gülümseyeceği bu gecenin hemen ardından aldatıyordum seni. Hiçbir şey güzel bitmezdi, hiçbir şey güzel bitemezdi. O yüzden aldatmak yetersiz kalırdı, terk etmeliydim seni dahası, sen bile anlamazken her şey böylesi giderken sebebini. Çarpıp çıkmanın keyfinde kapıyı, atılan bir zarın düşeş gelişini beklemeye mahkum bırakıp seni, beklerken sen yeniden sevebilmemi seni, uzaklardayım ben; çok ama çok uzaklarda. Şimdi çok zaman sonra, durmadan aynı parça çalarken, ben bölük pörçük hatırlamaya çalışıyorum, o geceyi, ve seni. Bir sürü şey silinip gitmiş aslında, uyduruyorum belki bir çoğunu, ve belki uyduruyorum senin bir çoğunu. Takılıp kaldığım, bir kadın bedenin sıkıştırdığım kurtarıcımsın benim sen, kendinden fazlası olan. Bilmiyorum çıkıp gelsen, çarmıhından kurtulup yeninden doğan hazreti İsa gibi, dikilsen karşıma bir mesihin kutsal gülümsemesiyle, bilmiyorum düzelir mi her şey ilk sarıldığımda sana. Yoksa fark eder miyim aslında o şapkanın içine tavşanın sonradan konduğunu. Babasının elinden tutup hayatındaki ilk hayal kırıklığını yaşamış bir çocuk gibi bakarak ayakkabılarıma yürümeye mi çalışırım ardımdan bırakıp o sihirbaz çadırını, yoksa babamın çalıştığı şirketten ayrılıp, kafasında acayip bir şapkayla eve gelip, ellerini yukarı kaldırıp, aynı anda hem baloncu, hem pamuk helvacı hem de oyuncakçı olmayı açıkladığı gün mü olur senin geldiğini gün ? bilmiyorum, sadece sana-biliyorum, sadece seni biliyorum. Herkesin bir koruyucu meleği vardır, benim ki de sen oldun belki de sadece. Sihirli bir kelimeye ihtiyacım vardı büyü yapmak için, bu senin adın oldu ya da. Herkesin bir gelecek hayali vardır aslında, bir şeyler olmak, birisini bulmak, mutlu yaşamak falan. Ben geçmişten bir hayal getirdim, yenisini yapmak yerine. Ölmüş birisinin yanına gitmek için ölmeyi istemek gibi bir şey, eski bir sevgiliyi sevmeye çalışmak. Ölmüş bir ilişkiyi yeniden yaşatmak için ölmüş bir aşık olmak. Çok zaman aktı üzerinden, başka evler geçti, başka sokaklar, başka şehirler, başka kadınlar, hatta başka bir ben. Şimdi buralarda başka kadınlar var, başka şeyler mutlu ediyor artık beni. Rengi değişti hem buraların, kokusu, tadı sonra. Seninle, her şeyden çok sonra, bir yerlerde karşılaşıp, yaşanmışlığı bir kenara bırakıp sırf özlemden seviştiğimiz o otel odasının arından bile çok şey değişti. Ben sanırım alışıyorum artık, kaybediyorum yavaş yavaş. Duruyorum galiba, bırakıp devinmeyi bir kenara. Yollar belirginleşiyor gidilecek, duvarlar yükseliyor, hatlar keskinleşiyor, akış benim ellerimden, kendi haline doğru kayıp gidiyor. Uzun zaman oldu vahşi bir şeyler olmayalı, tutup bir şeyleri en derin yerinden, acıtma pahasına değiştirmeyeli. Duruluyor her şey gitgide, dibi görünmeye başladı, acı verse de gördüklerim. Açılmış bir fal gibi her şey, sonsuzu söyleyen bir kahinle geziyorum artık. Şaşırmıyorum, sadece duruyorum. “Bildik” olması her şeyin batmıyor artık eskisi kadar, artık. Ne yazık ki alışıyorum bildiğim buralara. Oysa sorsalar, bir kez olsun birisi sorsa, hangisi diye ? Karar ver diye, bağırsa, tutup çenemden çevirip yüzümü, yüzüne, “seç artık, hangisi ?” diye. Öyle basit olacak ki cevabım. Bırak başkasını, ben sorabilsem kendime; eğer çözecekse (hala çalıyor şarkı, o geceden beri aklımda), biri illa ki gidecekse (ki bambaşka bir hikayeyi anlatmıştı o gece bu şarkı), basit olacak seçim; alıştığım, bildiğim, içine herkesi, sıradanlaşan kendimi de kattığım buralara karşısında duran sana dair olan seçimim. (gitme demedim ki ben sana, dahası sen de bana). Ama basit artık, sandığımdan, söylemeye korktuğumdan (hala aynı parça çalıyor) daha basit aslında. Buralar gitsin, sen gitme… Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.