dark death Oluşturma zamanı: Şubat 1, 2009 Paylaş Oluşturma zamanı: Şubat 1, 2009 İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olan Fişekçi, ilk şiirini 1977 yılında yayınladı. 1978 yılından itibaren çeşitli yayınevlerinde editörlük yapmaya başladı. Birçok şiiri bestelenen Turgay Fişekçi, şarkı sözleri de yazmaktadır. Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı'nın genel sekreterliğini de yürüten sanatçı, Adam Sanat Dergisi'nin yayın yönetmenliğini yaptı (1999-2005). Mart 2006'dan buyana Sözcükler adlı iki aylık edebiyat dergisini yayımlamaktadır. 1996'dan buyana çarşamba günleri Cumhuriyet gazetesinin kültür sayfasinda Defne Gölgesi başlığı altında köşe yazıları yazmaktadır. Aziz Nesin, onun daha ilk kitabı yayımlandığında, kendisini Türk şiirinde uzun yıllardır rastlanmayan “hikmet söyleyen bilge şair” olarak tanımlamıştı. BİR AŞKI AÇIKLAMAK Bir aşkı açıklayacak sözcükler kaldı mı Tüm sözcükleri yitirmedim mi tek tek insan yüzlerinde Gözyaşı damlalarıydı her biri Gözlerim kuruduğunda konuşmayı unuttum Uzun savaşlar sonrası tükenmiş bir dünyada Karşılaştığım insanlara ne söyleyebilirim Her sözcük söylemek istediğimden başka bir şeyken --- Aşkı tanıdın mı Aşkı tanıdın mı Onu oturduğumuz bir masada bulmadık mı Yüreklerimizi harmanlayıp yeniden paylaşırken Bir bahar günü daha çiçeğimi aradım dallar arasında Bir hayatın bir aşk için olduğunu düşünerek ***** KUŞKULUYUM YAŞADIĞIMDAN Günler boyu sana giydireceğim renkleri aradım fırçalarımla Beyaz bir denizdin Göklerinde süs kirazları uçuşan Bir erguvanın dudak izleri kulaklarında Kuşkuluyum yaşadığımdan Göztaşları gözlerinden fışkırırdı asmalara Parlak balta vücudun bölünce suları Saplandığın mavi ben olayım istedim Yalımlı sırtından doğan ışık gözümü aldı Damlacıklar yedi renkli dereler olurdu saçlarında Mavi sular , akvaryumumuz , kara zehir denizi Gel yüzelim sevdiğim bir çift yunus gibi Saçımdan öpme! Zivt bulaşır dudağına Denize girip saçını kesti keseli Artık dudaklarımız büyük bir makinanın iki dişlisi Sırası gelince birbirine geçen Kuşkuluyum öptüğümden Bugün sosyal bir insanım sevgilim , nörofren aldım Yine de dünya topuğu düşmüş bir pabuç gibi aksıyor ayağımda Beyaz bir lekeyim seni seyretmek için yerleşmiş tuvaline Orman geniş olsa da korku saçılır av yollarından Yaşasam da bugün kuşkuluyum yaşadığımdan ***** SORMA BANA Sorma bana kimim Nerden geldim buraya Gözlerimdeki kırmızı bulutlar Hangi günlerden sorma. Elbet olmuştur geçmişte Açıklanamaz şeyler Bağlardan çaldığım üzümleri Yemişimdir yaslanıp mavi göğün göğsüne Sorma bana kimim Yaşım kaç , işim ne? Bana “seviyor musun?” de. Başka bir şey sorma. ***** EVDEN İŞE Bakın nasıl olmalı Biliyor musunuz dünya? İnsan yürürken sabahları Çevresi sessiz olmalı Yani sudan gelen hafif bir rüzgâr Traş losyonlarında bulamadığımız İnsan yürürken sabahları Çevresinde ağaçlar olmalı Fazla sık olmayan Ne serbestçe yürümeyi engellesin Ne gölgesi eksik olsun üstümüzden Biz güneşli bir ülkeyiz Toprak hep nemli olmalı Tadı ve kokusu unutulmasın İnsan yürürken sabahları Her an oturabileceği sıralar bulabilmeli Çay , kahve içebileceği Diz kadar bir sehpada Kendi hayatına egemen bir insan olarak Gününü planladığı Sabahları böyle bir yürüyüşle gelmeli işe. ***** MEKTUP Nefret ediyorum kendimden Erken yattığım akşamlar Günün kurşun yorgunluğuna yenilip Bir patates çuvalı gibi devrilince yatağa Yaşadığımız hayat başkalarının da Bizim için ölenlerin Bizim için yaşayanların Gün gün , dakika dakika Tüm hayatlara borçlu yaşıyoruz Belki bundan ter içinde fırlamak yataktan geceyarıları Sarılmak bir kitaba Sarılır gibi susuz gecelerde yare Başımdan aşağı döktüğüm soğuk suların Vücudumda cazlaması bundan Belki O beni uyutmayan Çelik ışıklı insan gözleriyle Bir hayata nelerin sığabileceğini anlatan Akan terler Kimsenin geçmediği Bembeyaz yollar açıyor yüreklerde Tüm bilim , yaşam ve sanat Geçmeli bu yollardan Yürürken sevdiğime. ***** OLGUNLUK Güneşin altında Kara toprağın üzerinde Olgun bir domates gibiyim. Güneş kokuyor bedenim Çıplak ayaklarım toprakta Hep burdaymışlar gibi yerleşik. Güneş ve toprakla beslenir yıllardır En güzel meyvesine hazırlanan dilim ***** İLK GÜNÜN ARDINDAN Mutluyum Oturduğun semti Ev arkadaşını öğrenmekten Yaşını İşlerini Okulunu Zamanı nasıl geçirdiğini Hepsi düşündüğüm gibi çıktı Uzaktan güzel bir çiçektin Yanına geldim Çiçekten bir insan gördüm Yüzündeki beyazlık Bahar sabahlarının ıslakçiği Doğduğun kentin dağlarındaydı o saflık Çamların dibinde açmış fulyaların yüzünde Bir de sende gördüm Gözlerinin derin göller gibi durduğu Temiz Beyaz O insan yüzünde Mutluyum Bir saat karşında durup Yüzüne bakabildiğime Hayatta tek isteğim buydu Mutluyum seni sevdiğime. ***** KARA KIŞ Asma bahçelerde hurma rakıları yok Ne bir çiçek taraçalarda Ne bir yudum su --Uydu fotoğraflarında ağlayan insanlar görülür mü? Yanık kokuları köreltmiş burunlarını Dilleri kurumuş mart kedilerinin. Şafakla gelen ölüm kuşları Bırakıyor toprağa tohumlarını. --Radarlar görür mü yanan badem ağaçlarını? Can Yücel alkolle yüreğini bombalar her gece Güler yoksa sütsüz kalır şiir yavruları. Binlerce kez yakılan kentler Her kuşakta örselenen kişilikler Yıkılmamayı öğrenirler bir gün. Bombalar altında da gelir bahar Kara yağmurun çiçekleri de kara açar. 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
CTUAB Yanıtlama zamanı: Şubat 1, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 1, 2009 güzel bir paylaşım olmuş Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
semuel Yanıtlama zamanı: Şubat 1, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 1, 2009 ANSIZIN BİR UMUT Odeon Alanı'na çıkan Rue Ecole de Medicine'de 1993 haziranının sonlarında Bir Perşembe günü Bana nasıl park bileti alınacağını anlatan insan, Ah, böylesine aydınlık Başkalarına da anlatsan, Bu dünya nasıl sevilir İnsanlar nasıl, Sömürü nasıl biter Çevre nedir? Bir bardak nar şurubu gibi yüzünde Boncuk boncuk yaşam sevinci, Sonra bir daha anlatsan... Asmaların Dansı 1. Bir Akdeniz Haziran’ında Öğleye doğru. Yalnızca kavaklar altında öten cırcırların sesi ---Sıcaktan kaçın diyen sirenler--- Taş sofada Güneşin yaktığı otların ve toprağın soluk kesen buğusu Sırtları serin duvarlarda Köşede yirmi taş oynayanlar : Kız ergen gibi , oğlan daha kısa pantolonlu. Kızın taşları süpüren eli Oğlanın paçasından yavaşça süzülüyor içeri. Birazdan yüklük odasında Her günkü oyunlar. 2. Yağmurlu günlerde seviş benimle Kuşlar çinko damı gagalarken Tenimin kokusunu değiştiren yağmurlarda Sıcak öğlesonlarında seviş benimle Buhurlar tüterken tenimden Yanan toprağın buğusu soluğumken Bahar günleri dereboylarında seviş benimle Kestane saçlarında kelebekler asılıyken Yaz geceleri kurumuş dere yataklarında Sıcak kumlar yatağımız , söğütler çatımız , duvarımızken Ne olursa olsun sabahları seviş benimle Dinlenmişliğin gücü kaslarında İçinde ne varsa dökmenin hazzıyla saran Sonra ilk kez görür gibi algılaman için Her sabah öylece bırakayım seni dünyaya 3. Kol kıvrımımdan öp beni Tüylerimin arasında yollar açan dudaklarınla Mavi damarlarımdan Bileklerimden öp beni Nabzımın tıpırtısı tavşan dudağını titretsin Öpüşten bilezikler kollarımda Parmaklarımın ucundan öp beni Soyulmuş yumurta beyazlığındaki etimden Öpüşlerin yanıp geçen bir ışık değil Uzun yazların güneşi gibi kalsın tenimde 4. Asma bahçelerde gezerken omzuna değen elim kristal taneler gibi döküverir seni toprağa Basma entarinin çıplak altı ter ter istek Altımda canlı , bulunmaz bir yumuşaklık sırtımı göğe dayayıp beni ezen Memelerini emerken , bacaklarını kıstığında solumaların volkanik lavlar Sen bitersin başlar asmalar açıp kollarını dans etmeye Neyimi beğenir bilmem bırakmaz beni Yeşil , filiz dudakları Geniş yapraktan elleri dönerken çevremde sürünür boynuma göğsüme Sallar memelerini salkım sal -kım Hangisi tatlı , bir de bundan em bakalım! Evrim Pembe bir çiçek nasıl bir şeftaliye dönüşür biliyorum Gözlerimin önünde çağlaları, dibine döktüğüm sular Güneşin fırınında günler boyu kızarışı teninin. Avlumda bir deli güldün,dikenlerin ellerimde Saçlarının uzamasını izledim, tırnaklarının sertleşmesini Duydum hayatın ağırlığını, dokundukça sırtındaki eğime. Hiç görmediğim gündoğumlarının ışığıdır yüzündeki Karabiber yapraklarından yansır yastığıma Dalında unutulmuş bir mangonun kokusuyla. Boynundadır bütün akşamlar, yorgun kirpiklerin teleklerinde Kuytularındaki nem sarsar yapımı, sarsıldıkça ben böyle Düşlerce uzak duru önümde, düşlerce uzak olan. Sana Yaraşan Sana yaraşan şiiri nerden bulmalı Gülersin Mum çiçeklerinin pembe kokusu yayılır dünyaya Günebakanlardan bilinir yerin Ezan çiçekleri akşamı beklemez , açar Güçsüzleşir kalemim Sana yaraşan şiiri nerden bulmalı Ağlarsın Gözyaşların uğur taşı olur çocukların göğsüne Kötülük utanır kendinden Anneyle baba barışırlar Ben , sulugözlü ben Bilemem ne yapacağımı Yürüsen şiirler kaçışır Sanki incecik bileğinden dökülürler Beyaz , ipek çorabın sardığı İçimde aşkım akan mavi damarların geçtiği İncecik bileğinden Başka türlü mutlu olamam Sana yaraşan şiiri nerden bulmalı Son Dünya Savaşı Sığınaklara indirelim kuşları Ne ciğerlerinin dayanabileceği gökyüzü Ne içebilecekleri bir yudum su kaldı Sığınaklara indirelim balıkları Kurşuni gövdeleri kurşunlaşmadan Sığınaklara indirelim ağaçları Cevizleri, çınarları, servileri Üzerindeki sincaplara dokunmadan Arı bakışını çocukluğun İndirmeliyiz sığınağa Kirli bir kağıt para gibi buruşmadan Elinde hayatın Ucu işlemeli mendili, kavun kokusunu Yumuşaklığını bir dere yatağının Penceredeki hanımelini Zor günlerde alnımıza konan o eli Sığınağa indirelim Dünyayı Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
dark death Yanıtlama zamanı: Şubat 1, 2009 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 1, 2009 90. YAŞGÜNÜNDE NÂZIM HİKMET'E Hayatı senden öğrendim Bir gelinciğin taç yapraklarının nasıl sevileceğini Dünya'nın nasıl "müthiş" bir meyva olduğunu İnsan bundan henüz habersizken Senden öğrendim. Hayatı senden öğrendim Kıskanarak kazanamayacağımı kimseyi Sevince ölçüyü bir yana bırakmayı Senden. Dövüşmek zorunda kalmaktan hep ürktüm Büyüdüğüm bağlarda yoktu en küçük bir çelişki bile Nurtopu gibi bir oğlandım ilk aşkımda "Saman Sarısı"na sardım Sevgilimin kazağından çaldığım saç tellerini. Hayatı senden öğrendim. Şiirle nasıl değişebileceğini insanın Şiirin odun kesebileceğini Bilinmedik kumaşlar dokuyabileceğini Can eriğin suyu olabileceğini Senden. 75. yaşgününde de kalabalıklara okudum şiirlerini Hepsi çok seviyordu seni. Mektuplarını okusam Yüzüne bakmazdı hiçbiri Bütün sevgilerden sıcaktı satırların Her sözcüğünde çatlayan karpuz sesi Anadille dinmeyen bir kavuşma isteği. Sen ne Anadolu'da bir köy mezarındasın Ne de Moskova'da --Mezarda olma düşüncesi yakışmıyor sana- Sen Türkçe'desin. Türkçe'ye gömüldü Kalemin Parmakların Kolun Beynin. Halkına sunduğun kırmızı elman Yeryüzüne. ***** BİR SABAH ŞARKISI Açıyorum gözümü Karşımda sen Toprağın kokusu üzerinde Geldiğin yolları sormuyorum Mavi bir sabah Kuş cıvıltılarından bir taç alnında Oturuyorsun yatağımın kıyısında Yüzün yumuşak Bekler gibi bir öpüşü. Sessiz bir sabah Gözlerinin pınarından çekip alıyorum sözcükleri Yüreğinde bir sitem var söndüremediğim Yaksın istiyorum beni o ateş Tek sen üzülme. Ellerin sabah mahmurluğunda Bir insan yüreğinde olabilecek tüm duygularla Şafağın ilk ışıkları gibi beyaz Dokunuyor yanaklarıma O anda dünyada Sevgiden başka bir gerçek.. Bugün ağlamayacağım Yaşadığımı düşünerek. ***** EV ÖDEVLERİ Herkesin görevleri olurmuş evde Kısacık ev hayatları olanların bile. Bulaşık Piraye'ninmiş, kurulama Nâzım'ın Behçet, elinde filesi, hep alışverişte Kurallar koymak bile bir anlaşmazlığı gösterir evde Ben inanmam kurallı hayata Ev, herşeyiyle herkesindir. Bıraksalar hayat boyu yapabilirim yemekleri Fena değildir elimin ayarı, doyurur herkesi Bir evi doldururum tek başıma da. Fatoş el sürdüğünde sanata dönüşür sıradan her şey Öyle doldurmuşuz ki hayatlarımızı Çekildiğinde birimiz, boşluk kalmaz geride Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.