schizophrana Oluşturma zamanı: Şubat 12, 2009 Paylaş Oluşturma zamanı: Şubat 12, 2009 Sennur Sezer 12 Haziran 1943'te Eskişehir'de doğdu. 1959'da İstanbul Kız Lisesi'nin ikinci sınıfından ayrıldıktan sonra Taşkızak Tersanesi'nde çalışmaya başladı. 1965 yılında Varlık Yayınları'nda düzeltmenliğe geçti. Çeşitli yayınevleri ve ansiklopedilerde düzeltmenlik, metin yazarlığı işini 1982 yılına kadar sürdürdü. Adnan Özyalçıner ile evlendi (1967). Şimdi çalışmalarını başta Yeni Evrensel ve Evrensel Kültür olmak üzere çeşitli gazete ve dergilerde yazarak, belgesel anlatılar hazırlayarak sürdürüyor. İlk şiiri 1958'de, ilk kitabı Gecekondu 1964 yılında yayımlanan ozan 1980 yılında kadınlara yönelik yazıları ve şiirleri için Kadınların Sesi dergisinin 8 Mart Ödülü'nü, Bu Resimde Kimler Var adlı kitabıyla 1987 Halil Kocagöz Şiir Ödülü'nü, 1998'de "şiiri alanlara taşıdığı için" Pir Sultan Abdal Dernekleri Edebiyat Ödülü'nü kazandı. 2000 yılında Oğuz Kaan Koleji'nin "2000 Yılı Şiir Ustaları" sanını Fazıl Hüsnü Dağlarca ve Sunay Akın ile birlikte aldı. Kirlenmiş Kağıtlar adlı kitabıyla "2000 Yunus Nadi Şiir Ödülü"nü kazandı. Çağdaş Türk edebiyatıyla ilgili denemeler ve eleştiriler de yazan Sennur Sezer, şiirlerinde toplumsal ve bireysel olanı doğrudanlık, içtenlik, acı ve buruk bir ses tonuyla kaynaştırmaktadır. Deneme Kitapları: İstanbul'un Taşı Toprağı Altın (Adnan Özyalçıner'le birlikte, 1994 yeni baskı Bir Zamanların İstanbul'u adıyla 2003 ), Türk Safosu Mihri Hatun (1995), Osmanlı'da Fal ve Falnameler (1996), Nâzım, Dünya ve Biz (Şükran Kurdakul'la birlikte, 2002), Üç Dinin Buluştuğu Kent: İstanbul (Adnan Özyalçıner'le birlikte, 2003). Sesimi Arıyorum Bir ses arıyorum Yeni bir şiire başlamak için Bir doğum çığlığı gibi kaçınılmaz Çocuğun ilk ağlayışınca güzel Bir ses. Çünkü yüreklerimiz Acılarla şişe şişe nasırlaştı Kızgın demirlere değen ellerimiz Su toplayıp kabarır, nasırlaşır Ateşe ve demire dayanır Yüreklerimiz acıyla dövüle dövüle Çelikleşti. Yalnız orda, ta dipte küçük bir çekirdek Gözyaşı gibi titriyor mavisiyle havanın. Kız çocuklarının perçemleriyle oğlanların afacanlığı Kaynatıveriyor o damlayı. Bir ses arıyorum Yeni bir şarkı için Çocukların ilk sözcüğü gibi umutla, Sevinçle duyulacak bir ses, Çünkü umutsuzluk yasaktır Don vuran ağaç sürgün verecek, Kaya çatlayacak, tohum yeşerecektir. Ama susmaktan sesimi yitirdim Nasırlaştı dilim. Elim ateşten korkmuyor, Ülkemin bütün kadınları gibi tırnaklarım küt Ateşten sıcak bir tencereyi yanmadan alabilirim Köz basarım yüreğime. Yüreğim nasırlarıyla umudu koruyor, Bir küçük ışıltıyla baharı bekleyen Çekirdek ateşten korkmuyor. Sennur Sezer Kirlenmiş Kağıtlar Bilir misin bekleme salonlarını küçük istasyonların? Akşam saatleri, uzak İstanbul'a, Ankara'ya, Dünya'ya birden iner karanlık. Ve üstüne sinmiş is kokusuyla, hep geç kalırsın artık. Uykusunu alamamış beden, acımış yağ ve tanımadığın bir koku ortalıkta. Belli ki çoktan gelip gitmiş posta. Ve ışık ışık geçen hızlı tren durmaz bu aralıkta. Geç geldin. Bir söylentiyle büyütülür herkes: "Gündönümü şenliklerin ateşleri sönmeden geri döner zemheri. Tipiye karışır erkenci çağla, çiğdem... Savrulur erik çiçekleri. "Boy atamayan ahlat yineler: "Geri döner zemheri..." Ve tadını kalın kabuklar ardına saklar... Kadınlar, ki yoklukları farkedilir olsa olsa. Kadınlar, bir yazma, bir renk, bir devinim... Karıncalar kadar olağan... Payları karıncalar kadar hayatta. Göçerler, trenleri tanımadan. Selvisiz ve söğütsüz bir ıssızda, katar katar gece taşları. Bekleme salonları. Ucuz tütün, mektup torbası ve bir öykü: cılız ışığıyla. Susuz ve ışıksız köylerin kapısı. Dünyayı bir durak sayanlara, örnek: "Budur payına düşen. Bekle..." Ve gökte gecikmiş bir turna katarı. Bilir misin bekleme salonlarını? II Gül desem gocunur musun, her gördüğüm çiçeğe. Her dikeni gül saysam... Böyle kıraçlar varmış, dinledim: Gül diye adlandırırmış her rengi, Ve gül kokarmış ortalık. Sonra sevdanın ulaşmadığı kuytularda, karasevda olmuş her tanışıklık. Ah, dilini anlamadığım kalabalık... Suçludur erken açan ve erken geçen çiçek Rüzgâra sinen koku. Yaban diye adlanır utangaçlık. Hırsızlık yasak ama yağma helâl. Kirletilmiş düşler, parçalanmış yürek... Gülün morardığında menekşe sayıldığı... Gülün tanınmadığı gerçek... Ah, sesime sağır yalnızlık... Güzle ballanacak dikenleri tanı. Dil buran meyvelerden sakın... Ağuludur terle, kanla sulanmayan ürün. Eldeğmemiş bahçe, görülmemiş düş hayretmez. Ey adım uydurduğum koşu... Yorulmaz aşk... Yetinmez aşkınlık. Sennur Sezer Yaz Ortasında Üşümek Yaslı bir köylü yüzüyle Bezgin ve dinç Doya doya gülmemişliğin dinçliği belki bu Belki hep borçlu olmanın Kar durdu Bir çocuğun ilk kımıltısı gibi Beklemede bıraktı sessizliği Gün -o hep buruşturup attığımız- gün Üstünde yarım bir söz Işıltıya durdu: Sev... Kar durdu Durdu saatleri kuşkunun Karın üstünde yarım bir ayak izi Sennur Sezer Bir silik söz: Belki... yarın Sus! Sus Kaldır at şu yıpranmış sözcükleri Ellerimde ellerinle büyüsün düşündüklerin İlk yaratıldığın güne dön Sus Ne bulduk iki yüzlülüğünde seslerin Sus büyüsün bu derinlik Büyüsün öğreneceklerin Sus Bu gürültü yıkacak evreni günün biri Sus tükeniyoruz soluk soluğa. Buğu gibi Sennur Sezer 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.