Jump to content

Sennur Sezer Hayatı ve Şiirleri


schizophrana

Önerilen Mesajlar

Sennur Sezer

 

12 Haziran 1943'te Eskişehir'de doğdu.

 

1959'da İstanbul Kız Lisesi'nin ikinci sınıfından ayrıldıktan sonra Taşkızak Tersanesi'nde çalışmaya başladı. 1965 yılında Varlık Yayınları'nda düzeltmenliğe geçti. Çeşitli yayınevleri ve ansiklopedilerde düzeltmenlik, metin yazarlığı işini 1982 yılına kadar sürdürdü. Adnan Özyalçıner ile evlendi (1967). Şimdi çalışmalarını başta Yeni Evrensel ve Evrensel Kültür olmak üzere çeşitli gazete ve dergilerde yazarak, belgesel anlatılar hazırlayarak sürdürüyor.

İlk şiiri 1958'de, ilk kitabı Gecekondu 1964 yılında yayımlanan ozan 1980 yılında kadınlara yönelik yazıları ve şiirleri için Kadınların Sesi dergisinin 8 Mart Ödülü'nü, Bu Resimde Kimler Var adlı kitabıyla 1987 Halil Kocagöz Şiir Ödülü'nü, 1998'de "şiiri alanlara taşıdığı için" Pir Sultan Abdal Dernekleri Edebiyat Ödülü'nü kazandı. 2000 yılında Oğuz Kaan Koleji'nin "2000 Yılı Şiir Ustaları" sanını Fazıl Hüsnü Dağlarca ve Sunay Akın ile birlikte aldı. Kirlenmiş Kağıtlar adlı kitabıyla "2000 Yunus Nadi Şiir Ödülü"nü kazandı.

Çağdaş Türk edebiyatıyla ilgili denemeler ve eleştiriler de yazan Sennur Sezer, şiirlerinde toplumsal ve bireysel olanı doğrudanlık, içtenlik, acı ve buruk bir ses tonuyla kaynaştırmaktadır.

Deneme Kitapları: İstanbul'un Taşı Toprağı Altın (Adnan Özyalçıner'le birlikte, 1994 yeni baskı Bir Zamanların İstanbul'u adıyla 2003 ), Türk Safosu Mihri Hatun (1995), Osmanlı'da Fal ve Falnameler (1996), Nâzım, Dünya ve Biz (Şükran Kurdakul'la birlikte, 2002), Üç Dinin Buluştuğu Kent: İstanbul (Adnan Özyalçıner'le birlikte, 2003).

 

Sesimi Arıyorum

 

Bir ses arıyorum

Yeni bir şiire başlamak için

Bir doğum çığlığı gibi kaçınılmaz

Çocuğun ilk ağlayışınca güzel

Bir ses.

Çünkü yüreklerimiz

Acılarla şişe şişe nasırlaştı

Kızgın demirlere değen ellerimiz

Su toplayıp kabarır, nasırlaşır

Ateşe ve demire dayanır

Yüreklerimiz acıyla dövüle dövüle

Çelikleşti.

Yalnız orda, ta dipte küçük bir çekirdek

Gözyaşı gibi titriyor mavisiyle havanın.

Kız çocuklarının perçemleriyle oğlanların afacanlığı

Kaynatıveriyor o damlayı.

 

Bir ses arıyorum

Yeni bir şarkı için

Çocukların ilk sözcüğü gibi umutla,

Sevinçle duyulacak bir ses,

Çünkü umutsuzluk yasaktır

Don vuran ağaç sürgün verecek,

Kaya çatlayacak, tohum yeşerecektir.

Ama susmaktan sesimi yitirdim

Nasırlaştı dilim.

 

Elim ateşten korkmuyor,

Ülkemin bütün kadınları gibi tırnaklarım küt

Ateşten sıcak bir tencereyi yanmadan alabilirim

Köz basarım yüreğime.

Yüreğim nasırlarıyla umudu koruyor,

Bir küçük ışıltıyla baharı bekleyen

Çekirdek ateşten korkmuyor.

 

Sennur Sezer

 

Kirlenmiş Kağıtlar

 

Bilir misin bekleme salonlarını küçük istasyonların?

Akşam saatleri, uzak İstanbul'a, Ankara'ya,

Dünya'ya birden iner karanlık. Ve üstüne sinmiş is

kokusuyla, hep geç kalırsın artık.

 

Uykusunu alamamış beden, acımış yağ ve

tanımadığın bir koku ortalıkta. Belli ki çoktan gelip

gitmiş posta. Ve ışık ışık geçen hızlı tren durmaz

bu aralıkta. Geç geldin.

 

Bir söylentiyle büyütülür herkes: "Gündönümü

şenliklerin ateşleri sönmeden geri döner

zemheri. Tipiye karışır erkenci çağla, çiğdem...

Savrulur erik çiçekleri. "Boy atamayan ahlat

yineler: "Geri döner zemheri..."

Ve tadını kalın kabuklar ardına saklar...

 

Kadınlar, ki yoklukları farkedilir olsa olsa. Kadınlar,

bir yazma, bir renk, bir devinim... Karıncalar kadar

olağan... Payları karıncalar kadar hayatta.

Göçerler, trenleri tanımadan. Selvisiz ve söğütsüz

bir ıssızda, katar katar gece taşları.

 

Bekleme salonları. Ucuz tütün, mektup torbası ve

bir öykü: cılız ışığıyla. Susuz ve ışıksız köylerin

kapısı. Dünyayı bir durak sayanlara, örnek:

"Budur payına düşen. Bekle..."

Ve gökte gecikmiş bir turna katarı.

 

Bilir misin bekleme salonlarını?

 

II

 

Gül desem gocunur musun, her gördüğüm çiçeğe.

Her dikeni gül saysam... Böyle kıraçlar varmış,

dinledim: Gül diye adlandırırmış her rengi,

Ve gül kokarmış ortalık. Sonra sevdanın

ulaşmadığı kuytularda, karasevda olmuş her

tanışıklık.

 

Ah, dilini anlamadığım kalabalık...

 

Suçludur erken açan ve erken geçen çiçek

Rüzgâra sinen koku. Yaban diye adlanır

utangaçlık. Hırsızlık yasak ama yağma helâl.

Kirletilmiş düşler, parçalanmış yürek...

Gülün morardığında menekşe sayıldığı...

Gülün tanınmadığı gerçek...

 

Ah, sesime sağır yalnızlık...

 

Güzle ballanacak dikenleri tanı. Dil buran

meyvelerden sakın... Ağuludur terle, kanla

sulanmayan ürün. Eldeğmemiş bahçe,

görülmemiş düş hayretmez.

 

Ey adım uydurduğum koşu... Yorulmaz aşk...

Yetinmez aşkınlık.

Sennur Sezer

 

 

Yaz Ortasında Üşümek

 

Yaslı bir köylü yüzüyle

Bezgin ve dinç

Doya doya gülmemişliğin dinçliği belki bu

Belki hep borçlu olmanın

 

Kar durdu

Bir çocuğun ilk kımıltısı gibi

Beklemede bıraktı sessizliği

Gün -o hep buruşturup attığımız- gün

Üstünde yarım bir söz

Işıltıya durdu: Sev...

Kar durdu

 

Durdu saatleri kuşkunun

Karın üstünde yarım bir ayak izi

 

Sennur Sezer

Bir silik söz: Belki... yarın

Sus!

 

Sus

Kaldır at şu yıpranmış sözcükleri

Ellerimde ellerinle büyüsün düşündüklerin

İlk yaratıldığın güne dön

 

Sus

Ne bulduk iki yüzlülüğünde seslerin

Sus büyüsün bu derinlik

Büyüsün öğreneceklerin

 

Sus

Bu gürültü yıkacak evreni günün biri

Sus tükeniyoruz soluk soluğa.

Buğu gibi

 

Sennur Sezer

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...