Client_code Oluşturma zamanı: Şubat 15, 2009 Paylaş Oluşturma zamanı: Şubat 15, 2009 Her insan aslında iki kişidir. Kafamızın içinde bir değil, iki kafadar vardır. Biri olduğumuz kişidir diğeri ise olmayı hayal ettiğimiz kişi.. Olduğumuz kişi, olamadığımız kişinin en büyük hayranıdır. Odası, onun posterleriyle doludur. Onun gibi giyinmeye, onun gibi yaşamaya çalışır. Bu iki kafadarın birleşip aynı kişi olması, en büyük rüyamızdır. Yaşam ağır bir yüktür ve bu yükün altına girecek gücü de aslında bize bu rüya vermektedir. Değişmek... Olmayı hayal ettiğimiz kişiye giden tek yol budur. Farklı biri hem en çok istediğimiz hem de en korktuğumuzdur. Eski tanıdıktır, yeni gizemdir. Yeni olan, yabancı olandır. Yabancılara karşı temkinli oluşumuzun tarihçesi, oynamak üzere sokağa ilk çıkmamızın hemen öncesine uzanır. "Ayakkabının önce sağ tekini giy,sonra da sol...Bir de yabancılarla konuşma!" Kendimizle ilgili kurduğumuz "yeni" hayallere karşı duyduğumuz bu korkuyu göğüsleyebilmek için desteğe ihtiyaç duyarız. Birileri bizi teşvik etmelidir. Arkamızda olmalıdır. Çünkü,yeniye kavuşmak için eskiyi bırakmak gereklidir. İşte o arkamızda olacak birileri bizi doldurmalı ve bizi harekete geçirmelidir. Beklenen o destek asla gelmeyecektir... Yeni biri olmak isteyen biri gerçekte yapayalnızdır. Sevdikleri, beklediği o tılsımı kulağına belki de hiçbir zaman fısıldamayacaktır. Bunun nedeni sevginin kendi kodlarında gizlidir. Sevgi, aynı zamanda bağlılık demektir. Sevdiklerimizin bize olan bağlılığı, bir gün değişmemiz fikrine temkinli yaklaşmaları sonucunu getirecektir. Birgün başka biri olmamız, bizden daha çok, sevenlerimizin korkusudur. Tanınan, bilinen ve sevilen "sen" gidecek, yerini meçhul bir yabancı alacaktır. Bu son derece insani bir reflekstir. Aynı zamanda zalim bir refleks... Senden, doğduğun kişi olarak ölmenin beklenmesi... Bu beklentinin olduğu yerde, sevginin varlığından bahsedilemez. Sevilmek bir ilaçsa, bağlı kalmak da onun yan etkisidir... Hayat durgun bir göl değil, haldır haldır akan bir akarsudur. Uzakta görünse de, aslında kişisel cennet bize bir adım uzaklıktadır. Sende o adımı atacak cesaret varsa, suda seni taşıyacak güç vardır. Cesaretin yoksa bu konfordan asla yararlanamazsın. Aslında biz, kıyısına kadar gelip de bir türlü giremediğimiz o denize, bir sevdiğimizin bizi itmesini bekleriz. İtilmemek ise en zorudur... Sonunda iş başa düşer, çünkü kendi kendini sulara bırakmaktan başka çare kalmamıştır. "Denize bileklerine kadar girip, su soğuk mu diye sorup durma sendromu" biz suya atıldığımız anda biter. Yeni evimiz, denizdir artık. Uçsuz bucaksız sular, her ne hikmetse biz içine girince bir anda ısınıvermiştir. Aslına bakarsanız deniz, sadece bileklerine kadar girenler için soğuktur. 5 dakika önce gizemli bir yabancı olan deniz, sen kendini ona bıraktığında senden biri olur. Artık zor olan, ondan ayrılma fikridir. İşte kıyısında durduğumuz o deniz, olmak isteyip bir türlü olmaya karar veremediğimiz halimizdir. -- -- -- Burak ÖZDEMİR'in "Tanrı'nın Doğum Günü" adlı kitabından alıntıdır... 2 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.