MALCOLMX Oluşturma zamanı: Şubat 20, 2009 Paylaş Oluşturma zamanı: Şubat 20, 2009 http://mavimelek.com/tl_curve_white.gifhttp://mavimelek.com/tr_curve_white.gif "Görmek isteyen ve karanlığın sonu olmadığını bilen kördür, hep yürümektedir. Kaya hâlâ yuvarlanır durur." Sisyphos Söyleni / Albert Camus "Tanrısız Bir Aziz: Albert Camus" http://mavimelek.com/denemeler/sisyphos.jpg "BAŞKALDIRIYORUM ÖYLEYSE VARIZ" KKimileri onu, insanın sosyal ve siyasal alandaki tavrının adalet düşüncesinden hareketle olması gerektiği yönündeki düşünceleri, herkes için görece bir özgürlük istemesi ve ilkçağ değerlerine duyduğu yakınlıktan dolayı bir hümanist, gizli bir ahlakçı ya da doğa tutkunu olarak yorumlar. Ama belki de o sadece nasıl "Tanrısız bir aziz" olunacağının yolunu arıyordu ve kendisinden önce geliştirilen felsefi düşünceler onu tatmin etmiyordu. 1957 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'nü alan Albert Camus'nün, yayımlanan ilk eseri Tersi ve Yüzü'nden itibaren tüm romanlarına yansıyan ve Sisyphos Söyleni ve Başkaldıran İnsan adlı denemelerinde büyük bir açıklıkla ortaya koyduğu felsefi düşünceleri, onun ölüm gerçeği karşısında yaşamın anlamını sorguladığı ve ölüme rağmen nasıl yaşamak gerektiğini bulmaya çalıştığı zorlu bir süreç olarak karşımıza çıkar. http://mavimelek.com/denemeler/camus_albert.jpg "Yaşam, tüm anlamsızlığına rağmen sürdürülmelidir" Camus, düşüncelerinin başlangıcı olarak Sisyphos Söyleni'nde (1942) intihar sorununu ortaya atar. Ona göre, "gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorunu vardır; intihar." İntihar sorunsalından hareketle yaşamın yaşanmaya değip değmediğini cevaplamaya çalışırken, bir yandan da intiharın "absurde" karşısında bir çözüm olup olamayacağını araştırır. Yani kendine intiharı değil, "absurde" kavramını hareket noktası olarak almıştır. Onun "absurde" olarak adlandırdığı felsefi düşüncesinin özü, tek gerçek olan ölüm karşısında insan yaşamının anlamsızlığıdır. Absurde, insan bilincinin dünyanın sessizliğiyle karşılaşması sonucu doğar. Yani dünya yaşamın anlamını bulmaya çalışan insan bilincinin sorularını yanıtsız bırakır. Buna karşılık ölüm, hayattaki tek gerçeklik olarak ortaya çıkar. Mantıksal sonuç, bir gün nasıl olsa yok olunacağına göre yaşamanın anlamsız olduğudur. Ancak Camus bu noktada durur ve yaşamın tüm anlamsızlığına rağmen yaşanması gerektiğine karar verir. İntihar, absurde karşısında bir çözüm değildir. Ve Camus, ölüm karşısında umudu/aşkınlığı da kabul etmez; Tanrıyı yadsır. Yadsımasının temelinde ölüm ve kötülük fikriyle Tanrı fikrinin bağdaşmaması vardır. Tanrı ve ölümden sonra başka bir yaşam olmadığına ve intihar da bir çözüm teşkil etmediğine göre insan yaşamaya devam etmelidir; ama nasıl? Bu noktada Yunan mitolojisinin trajik kahramanı Sisyphos karşımıza çıkar. Sisyphe, Tanrıları aldatmış ve onlar tarafından bir kayayı bir dağın tepesine çıkarmakla cezalandırılmıştır. Kaya dağın tepesine geldiğinde aşağı doğru yuvarlanır ve Sisyphos onu tekrar çıkarır. Bu durum bu şekilde devam edip gidecektir. Camus, Sisyphe'yi absurde bir kahraman olarak yorumlar. Ona göre Sisyphe'nin durumu hem trajiktir, hem de durumunda metafizik bir mutluluk vardır. O, Tanrılara başkaldırmış ve yazgısını (kayayı) sahiplenmiştir. Camus bundan dolayı mutlu bir Sisyphos hayal etmemiz gerektiğini söyler. http://mavimelek.com/denemeler/albert_camus_yabanci.jpg"Başkaldırı, kölenin efendisine hayır demesiyle ortaya çıkar" Bu eserde Camus'nün "nicelik ahlakı"yla tanışırız. Camus, insanın kendi yazgısını sahiplenip yaşayabildiği kadar çok yaşaması gerektiğini öne sürer; intihar etmeden ve aşkınlığa sapmadan. Absurde durumun devam edebilmesi için insan bilinci ve dünyanın karşıtlığının devam etmesi gerekir. Bu karşıtlığı oluşturan taraflardan birinin ortadan kalkması absurde'ün ortadan kalkmasıdır. Ancak, absurde'ün farkına varan kişi bundan vazgeçemez. Camus, insanın kendiyle, başkalarıyla ve dünyayla yabancılaşmasının absurde duyguyu oluşturduğunu söyler. Yabancı (1942) adlı romanı, Mersault karakteri çevresinde, absurde düşünce ve duygunun, absurde insanın ve nicelik ahlakının somut örneklendirilmesi olarak karşımıza çıkar. Sisyphos Söyleni'nde absurde kahramanlar olarak Don Juan, oyuncu, fatih ve "yaratıcı" sanatçıyı (romancı) ortaya atar. Bunlar, yaşamı olabildiğince fazla yaşamak ve kendi bilinçlerinde yeniden şekillendirmek yeteneğine sahip oldukları için absurde kahramanlar olarak sunulurlar. Ancak, Camus'nün daha sonra geliştireceği "başkaldırma felsefesi" temelinde ele alındığında, onun asıl olumlu kahramanı "yaratıcı" sanatçıdır. Dünyaya ve yaşama bir anlam bulmaya çalışan, dünyayı değişik biçimde şekillendirebilen, insanın ihtiyacı olan birlik duygusunu yaratabilen romancılar onun olumlu başkaldırısının kahramanlarıdır. Bu bağlamda Kafka ve Dostoyevski'yi felsefi düşüncesine en yakın yaratıcı sanatçılar olarak kabul eder. Ve ona göre gerçek başkaldırı tarihi Marquis de Sade, Dostoyevski ve Nietzsche ile başlar. Camus, Sisyphos Söyleni'nde absurde dünya karşısında insanın yaşama devam etmesi gerektiğini öne sürerken önemli bir sorunu yanıtsız bırakmıştır. Felsefi görüşlerinin sonucunda belirsiz bir nicelik ahlakı ortaya çıkmış ve görüşleri "nihilizme" kapı aralamıştır. Ancak, daha sonra gelen Başkaldıran İnsan (1951) adlı felsefi denemesi onu nihilizmden uzaklaştırarak, olumlu bir başkaldırı ve yaşam felsefesine ulaştırır. Başkaldıran İnsan, cinayet sorunundan hareketle başlar ve başkaldırının tarihini ilkçağlara kadar götürür. Başkaldırı, Camus'ye göre kölenin efendisine "hayır" demesiyle ortaya çıkar. Kölenin belli bir sınırı ifade eden "hayır"ı, içinde "evet"i de barındırır. Köle, haksızlığa uğradığını düşündüğü için hayır demiştir ve bununla birlikte haklı olduğu bilinci uyanmıştır. Ancak hayır demek yeterli değildir. Hayır diyen kişinin eyleme de geçmesi gerekir. Ama başkaldıran kişi güçten, dayanaktan yoksundur. Bu durumda başkaldırısının kaynağına inancı koyar; haklı olduğu inancını ve adalet duygusunu. Yani Camus, başkaldırının kaynağını "adalet" gibi olumlu bir değere dayandırır ve bu şekilde her değerin yoksanması olarak ortaya çıkan nihilizmden ve bilinçsiz saldırganlık olan anarşizmden ayrılır. http://mavimelek.com/denemeler/sisifos_soyleni.jpg "Romantikler, kötülüğü yeniden kurmaktan başka bir şey yapmazlar" Camus iki tür başkaldırıdan bahseder; metafizik başkaldırı ve tarihsel başkaldırı. Metafizik başkaldırı, Tanrının yadsınmasıdır. Sisyphos Söyleni'nde olduğu gibi Yunan mitolojisinin başka bir kahramanı, Prometheus, ilk başkaldıran olarak ortaya çıkar. Prometheus, kendi gücünün bilincine varmış ve Tanrılara başkaldırmıştır. Tanrı karşısında insanın düştüğü durumu protesto eder. İlkçağlarda Lucretius ve Epicuros'ta metafizik başkaldırının izini sürse de Camus metafizik başkaldırının Batı'da esas olarak Hıristiyanlık ile başladığını ifade eder. Metafizik başkaldırmada kişi ölüm, adaletsizlik, kötülük gibi olumsuzlukların nedeni olarak Tanrıyı görür. Yani kaynağında din ve Tanrı vardır. Bunların olmadığı yerde metafizik başkaldırı da olmaz. Ve başkaldırı, 18. yüzyıl sonlarında Sade ile başlar. Dostoyevski ve Nietzsche'yle devam eder. Sade'ın romanlarında ilan ettiği "sınırsız özgürlük" istemi, Tanrının ve başkalarının yoksanması, sadece kendi varlığının tanınması ile sonuçlanır. Sade'ın başkaldırısı, kötülüğü ve cinayeti yayan olumsuz bir başkaldırıdır ve "cinayet cumhuriyeti"yle sonuçlanır. Camus'ye göre Sade'ın isteği gerçekleşmiştir; artık cinayet polise mal olmuştur. Sade gibi romantiklerin başkaldırısı da olumsuz başkaldırıdır. Tanrıyı yadsıyan ve kötülükle savaşmak için yola çıkan romantikler, iyiliği terk edip kötülüğü yeniden kurmaktan başka bir şey yapmazlar. Camus'ye göre başkaldırıyı olumlu bir değere yönelten ilk başkaldırı Ivan'ın başkaldırısıdır. Dostoyevski'nin Ivan'ı, Tanrı yerine adalet kavramını koyar. Ona göre, ölümsüzlüğün olmadığı yerde erdem, erdemin olmadığı yerde yasa yoktur. Mantıksal akıl yürütmesinde "Tanrı yoksa her şey mubahtır" sonucuna ulaşan Ivan, erdem ve cinayet arasında sıkışarak, Tanrı egemenliği yerine insan egemenliğini geçirir. Bu başkaldırı, özünde adalet duygusunu barındırdığı için başkaldırının temellerini oluştursa da, Tanrı adaletinin yerini alacak olan insan adaleti, http://mavimelek.com/denemeler/albert_camus.jpgCamus'nün deyimiyle, "Paul'den Stalin'e varıncaya kadar, Sezar'ı seçmiş papalar, yalnız kendi kendilerini seçen Sezar'ların yolunu açmış olacaklardır." "Nietzsche, en çok haksızlığa uğramış ve ihanet edilmiş kişidir" Tanrının öldüğünü ilan eden Nietzsche, onun yerine "üstün insan"ı geçirir. Üstün insan yeryüzünden çıkacaktır ve bu yüzden Nietzsche yeryüzünü aşan her şeye "hayır" der. Ona göre, insanın yaratıcı olabilmesi için öncelikle bütün değerleri yıkması gerekir. Asıl başkaldırı burada başlar. Hıristiyanlığın ve köleliğin bütün değerlerini yıktıktan sonra yerine insani değerleri geçirir, üstün insanı koyar. Bir değer önermesi bakımından Nietzsche'nin başkaldırısı olumlu bir başkaldırıdır. Ancak, kendinden sonra gelen kuşaklar onun mirasını çarpıtmış, öldürmeye ve yıkıma varan "nihilizm"in yolunu açmıştır. Bu bakımdan Nietzsche, Camus'ye göre en çok haksızlığa uğramış ve ihanet edilmiş kişidir. Metafizik başkaldırı, Tanrının öldürülmesiyle sonuçlanmıştır. Tarihsel başkaldırı, metafizik başkaldırının eyleme geçmiş şeklidir ve Tanrı öldükten sonra yerini tarih alır. Tarihsel başkaldırı kendini "devrim"de somutlar. Devrimler yoluyla insan, tarihin tanrısı olmaya yönelir. Bu bağlamda, 1789 Fransız Devrimi'yle birlikte tarihsel başkaldırı başlamıştır. Camus, tarihsel başkaldırının özünde insan öldürme ve daha da ileri giderek kral ve Tanrı öldürmeyi bulur. Saint-Just, Rousseau'nun Toplumsal Sözleşme'sinden yola çıkarak 16. Louis'yi öldürtür. Kral, Tanrının yeryüzündeki temsilcisidir, ona dayanarak yönetir ve adalet uygular. Saint-Just, kralı öldürmekle bir ilkeyi öldürmüş olur. Tanrı yasasının yerini doğa yasası alır, kral egemenliğinin yerini halk egemenliği. "Tarihte ortaya çıkan devrimler başkaldırının özünden sapmıştır" Camus'nün tarihsel başkaldırısının asıl hedefi komünizmdir. Faşizme de yer vermesinin nedeni, hem Mussolini hem de Hitler'in Nietzsche ve Hegel'e dayandırdıkları görüşleridir. Onlar, dünyanın hiçbir anlamı olmadığı, tarihin gücün rastlantısallığından başka bir şey olmadığı görüşünden hareket ederler. Devlet terörünü meşrulaştırırlar. Ancak, nihilist ahlak üzerine kurulu faşizm ve nazizm evrensel değildir, bu bakımdan komünizmden ayrılır. Komünizm, dünya imparatorluğu fikrinden hareket eder. http://mavimelek.com/denemeler/baskaldiran_insan.jpg Camus'ye göre, Marks tarihsel diyalektik konusundaki görüşlerini Hegel'in tarih felsefesinden alır. Hegel'in köle-efendi toplumu, Marks'ın proletarya diktatörlüğüyle sonuçlanır. Tanrının yerini tarih almış; eşitlik ve özgürlük kavramlarıyla, tarihin sonundaki cennet vaadiyle ortaya çıkan komünizm, tümlüğü gerçekleştirmek adına özgürlüğü askıya almış ve insanları kölelikte eşitliğe götürmüştür. Sonucu, Tanrı egemenliği yerine diktatörlerin egemenliği ve devlet terörüdür. Camus, Başkaldıran İnsan'da "kibar katiller"den bahseder. Bunlar, 1905 yılında Rusya'da ortaya çıkan ve bir dizi bombalı suikast düzenleyen Rus yıldırıcılarıdır. Kalyalev ve arkadaşları adalet, özgürlük ve devrim için Büyükdük Sergey'i öldürmek isterler. Bombayı atmakla görevlendirilen Kalyalev, Büyükdük'ün arabasında çocuklar da olduğu için eylemi gerçekleştirmez. Ama daha sonra Büyükdük'ü öldürür ve yakalanır. Hiçbir şekilde inancından ödün vermeyen, ne Tanrıya sığınan ne de af dileyen Kalyalev kendini ülkesi, halkın özgürlüğü ve gelecek kuşaklar için feda eder. Camus, Rus yıldırıcılarının başkaldırısını bir değer yarattığı için olumlu bulur. İnsan hayatına karşılık insan hayatı sunulmuş, tarih ve yoksayıcılık aşılmıştır. http://mavimelek.com/denemeler/dusus_camus.jpgCamus'nün metafizik başkaldırı ve tarihsel başkaldırı incelemesi onu olumsuz başkaldırıya götürür ve Camus bu tür bir başkaldırıyı reddeder. Ona göre, tarihte ortaya çıkan devrimler başkaldırının özünden sapmıştır. Onun öngördüğü başkaldırı, absurde'e ve kötülüğe karşıdır ve insanı intihardan alıkoyar. Başkaldırma düşüncesinde, sınırlı bir özgürlük istemiyle birlikte, herkes için iyilik ve adalet, ölüme ve öldürmeye karşı olma vardır. Descartes'ın "düşünüyorum öyleyse varım"ı, Camus'de "başkaldırıyorum öyleyse varız"a dönüşür. Camus bu tür bir başkaldırıyı sanatta ve sendikacılıkta bulur. Sanat, özellikle de roman, insanın istediği birlik düşüncesini "yaratma"yı başardığı ve bunu yaparken de nihilizm ve cinayetten uzaklaştığı ölçüde başkaldırının kaynağında yer alır. Sendikacılıkta ise, birey ve toplum arasında bir denge kurulmuştur, birbirlerini ortadan kaldırmaya yönelmezler. Camus, Arthur Koestler ile birlikte yazdıkları İdam adlı kitabın kendisine ait "Giyotin Üzerine" adlı bölümünde, Başkaldıran İnsan'ın temel düşüncelerinden biri olan ölüm cezasını tartışır; faydasız ve suç arttırıcı olduğunu öne sürer. Ölüm cezası ona göre toplumsal bir cinayettir; bu cinayette devlet ve toplum suç ortaklığı eder. Buradan da hem Veba'da (1947), hem de Düşüş'te (1956) üzerinde durduğu insanın "suçsuz olmadığı" görüşüne ulaşır. Ona göre, bir insanı öldürmekle bir insanın ölümüne seyirci kalmak arasında bir fark yoktur. Düşüş'ün kahramanı cezalı-yargıç Clamence, kendisiyle yüzleştiğinde suçun kendi dışında değil, kendisinde olduğunu anlar. Aynı şekilde Veba'daki Tarrou, idama mahkûm edilen bir sanığın duruşmasını izlediğinde, yargıç olan babasına bu toplumsal suçtaki rolünden dolayı sırt çevirecek ve aynı zamanda kendisinin de bu suçtaki rolünü kavrayacaktır. Ona göre, böyle bir suça seyirci kalan hiç kimse masum değildir. Gerçekten masum olmak istiyorsak, insanları sevmemiz ve kötülükle savaşmamız gerekir. Tarrou, gittiği her yerde kötülükle savaşarak "Tanrısız bir aziz" olmaya çalışır. "Ölüm, hayatın değerini anlamamızı sağladığı oranda değerlidir" http://mavimelek.com/denemeler/veba_camus.jpg Veba, Oran kentinde başlayan veba salgınına karşı insanın mücadelesini konu alır. Veba hastalığı romanda dünyadaki kötülüklerin simgesi olarak sunulmuştur. Rahip Paneloux vebayı, insanların şimdiye kadar işledikleri günahların bedeli olarak görür ve hak edilen bir ceza olarak yorumlar. Tanrısız Dr. Rieux ise, vebayı bir kötülük olarak kabul eder ve kötülükle savaşılması gerektiğini düşünür. İnsanları sever ve onlara yardım etmeye çalışır. Bir hümanist ve ahlakçı olarak karşımıza çıkar. O ve arkadaşları dayanışma içinde vebayla savaşır ve başarılı olurlar. Ancak Dr. Rieux, bu başarının geçici olduğunu ve vebanın bir gün tekrar ortaya çıkacağını bilir. Ve bir şeyin daha bilincindedir; bir gün ölümle birlikte yok olacağımız halde yaşadığımız sürece kötülükle savaşmamız gerektiğinin. Camus'nün 1948 yılında yayımlanan Sıkıyönetim adlı eseri de Veba'yla benzerlik gösterir. Burada tarihsel kötülük konu edilmektedir. Veba ve sekreteri ölüm, Cadiz şehrini ele geçirir. Bu kötülüğe karşı Diego'nun insan sevgisinden kaynaklanan başkaldırısı yükselir. Camus'nün olumsuz başkaldırıyı örneklediği en önemli eseri Caligula (1938) adlı oyunudur. Caligula, Sade'ın "cinsellik" ve "cinayet" bağlamında geliştirdiği "sınırsız özgürlük" fikrinin ve nihilizmin açık bir eleştirisi olarak ortaya çıkar. Aynı zamanda, Tanrının yerine insanı geçirmekle sonuçlanan başkaldırının saptığı yanlış yolu gösterir. http://mavimelek.com/denemeler/tersi_ve_yuzu.jpgAslında Camus, yayımlanan ilk kitabı Tersi ve Yüzü'nde (1937) ortaya attığı düşüncelere bütün kitaplarında sadık kalmıştır. 1958 yılında ikinci baskısı yapıldığında, bu kitabın düşüncelerinin temelini oluşturduğunu doğrular. Sonraki kitaplarında yer alan; Akdeniz'in tabiatına duyduğu hayranlık ve tabiat sevgisi, aşk ihtiyacı, yaşam ve ölüm ikileminden kaynaklanan yaşam sevgisi, bu dünya insanın sahip olabileceği tek dünya olduğu ve tek gerçek olan ölüme ve yaşamda sürekli karşılaşılan felaketlere rağmen insanın yaşama aşkıyla mutlu olmaya çalışması gibi kavramlar ilk filizlerini Tersi ve Yüzü'nde verir. Hayat ve ölüm, mutluluk ve mutsuzluk, tarih ve tabiat, gençlik ve ihtiyarlık, iyilik ve kötülük hayatın iki yüzünü işaret eder. Ve ölüm, hayatın değerini anlamamızı sağladığı oranda değerlidir. Bu yüzden Camus "Mutlu Ölüm"den bahseder. 4 Ocak 1960 tarihinde bir trafik kazasında ölen Camus'yü ve eserlerini anlayabilmek için onun hayatını, yaşadığı dönemi, dönemin siyasi ve askeri olaylarını göz önünde bulundurmak gerekir. İki dünya savaşı, faşizm ve komünizm, çocukluğunu ve ilk gençlik yıllarını geçirdiği, tabiatına hayran olduğu, sık sık geri döndüğü Cezayir, Cezayir'in kanlı ayaklanmaları ve özgürlük mücadelesi, ayrıca gençlik yıllarında yakalandığı tüberküloz Camus'nün eserlerine damgasını vurmuştur. Bir umut olarak gördüğü komünizm onun en büyük hayal kırıklığıdır. O, insan ve tabiat sevgisine inanmış, bu yaşamda insanın hak ettiği mutluluğa ve barışa ulaşabilmesi için inancının temeline herkes için görece bir özgürlük, adalet ve ahlak fikrini yerleştirmiştir. Bu bakımdan Camus, tam bir hümanist ve tam bir ahlakçıdır. http://mavimelek.com/tl_curve_white.gifhttp://mavimelek.com/tr_curve_white.gif Esin Çoşkun 2 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
MALCOLMX Yanıtlama zamanı: Şubat 21, 2009 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 21, 2009 http://1.bp.blogspot.com/_8afSsw3jYp8/RvuCZ3jQmCI/AAAAAAAABvg/d_XPUJl6d9E/s320/Camus_NYWT%26S.jpg Çocukluğu ve gençliği 20. yüzyılın en güçlü Fransız yazarlarından biri olan Albert Camus, 1913’te Cezayir’in Mondovi kasabasında doğdu. Yoksul bir aileden gelen Camus'nün babası bir Cezayir Fransız'ı, annesi ise İspanyol'du. Birinci Dünya Savaşı sırasında, 1914'te babasını kaybetti. Annesi evlerde hizmetçilik yaparak oğlunu okutmaya çalıştı. Ancak Camus, daha bağımsız bir hayat sürebilmek için evinden ayrıldı. 1923'te liseye, ardından da Cezayir Üniversitesi'ne kabul edildi. Üniversite eğitimi sırasında sağlığı bozuldu ve 1930'da vereme yakalandı. Haslatığı yüzünden üniversite takımının kaleciliğini bırakmak zorunda kaldı. Bundan sonra çeşitli işlerde çalışmaya başlayan Camus, felsefe eğitimini ancak 1936'da tamamlayabildi. 1934'te Fransız Komünist Partisi'ne katıldı. Bu hareketinin kaynağı, Marksist-Leninist doktorinine desteğinden ziyade, İspanya'da daha sonra iç savaşla sonuçlanacak politik duruma duyduğu kaygıydı. Ancak üç yıl sonra, Stalinist komünizme yakınlığından kaynaklanan Troçkist suçlamasıyla partiden atıldı. Camus 1934'te Simone Hie'yle evlendi. Simone bir morfin bağımlısıydı ve Camus'yle evlilikleri, Simone'nun sadakatsizliğine bağlı olarak son buldu. 1935'de "İşçinin Tiyatrosu"nu (Théâtre du Travail) kurdu fakat bu tiyatro 1939'da kapandı. Aynı yıl, verem hastası olduğundan Fransa ordusuna kabul edilmedi. 1940'ta piyanist ve matematikçi Francine Faure ile evlendi ve 5 Eylül 1945'te Catherine ve Jean adlarında ikiz çocukları oldu. Aynı yıl Paris-Soir dergisi için çalışmaya başladı. Daha henüz "Sahte Savaş" olarak adlandırılan İkinci Dünya Savaşı'nın ilk zamanlarında bir pasifist olarak kaldı. Ancak bu tutumu Paris'in Alman ordusu tarafından işgali ve 1941'de, komünist gazeteci Gabriel Péri'nin gözleri önünde idam edilmesiyle değişti ve onun da başkaldırmasına neden oldu. Paris-Soir ekibiyle Bordeaux'ya gitti ve aynı yıl ilk kitapları olan "Yabancı" ve "Sisifos Söyleni"ni tamamladı. Camus, Bordeaux'yu 1942'de terkedip Cezayir'in Oran şehrine gitti ve ardından Paris'e döndü. Edebiyat kariyeri Camus İkinci Dünya Savaşı sırasında Naziler'e karşı oluşmuş Fransız Direnişi'ne katıldı ve bu direnişin bir parçası olarak "Combat" adında bir gazete yayımlaya başladı. 1943'te gazetenin editörü oldu; fakat 1947'de "Combat" ticari bir gazete olunca buradan ayrıldı. Jean-Paul Sartre ile tanışması burada gerçekleşmiştir. Savaştan sonra, Sartre ve de Beauvoir gibi kişilerin buluştuğu Boulevard Saint-Germain'deki Café de Flore'u ziyaret etmeye başladı. Bu yıllarda, aynı zamanda Amerika'yı turlayarak Fransız varoluşçuluğu hakkında dersler verdi. Politik olarak sol görüşlere yatkın olmasına rağmen komünizme karşı çıkması, ona komünist partilerde arkadaş kazandırmadığı gibi Sartre'dan da uzaklaştırdı. Camus, 1949'da vereminin tekrarlaması yüzünden iki yıl inzivaya çekildi ve "Başkaldıran İnsan"ı yayımladı. Bu kitap, Fransa'daki birçok sol görüşe sahip arkadaşı ve özellikle de Sartre tarafından hoş karşılanmadı ve Sartre'la bütünüyle yollarını ayırdı. Kitabının tatsız yorumlarla karşılanması Camus'yü kitap yazmaktan tiyatro oyunları çevirmeye itti. Camus, 1950ler'de kendini insan haklarına adadı. 1952'de Birleşmiş Milletler, Francisco Franco diktatörlüğündeki İspanya'yı üye olarak kabul edince UNESCO'daki çalışmalarını durdurdu ve kurumdan ayrıldı. Ayaklanmalarda insandışı bir sertlik kullanan Sovyet metodlarını eleştirdi. Pasifistliğini koruyan Camus, İdam cezasına karşı savaşını sürdürdü. Cezayir Bağımsızlık Savaşı 1954'te başladığında, Camus kendini ahlaki bir ikilem içinde buldu. Bunun nedeni, Cezayir doğumlu Fransızlar'ı betimlemek için kullanılan bir sıfat olan "siyah ayak" olmasıydı. Ancak, sonunda, savaşta Fransa hükümetini savunuyordu. Kuzey Afrika'da başlayan isyanın, aslında Mısır önderliğindeki yeni-Arap emperyalizminin ve batıya saldıran Sovyetler Birliği'nin işleri olduğunu düşünüyordu. Cezayir'in özerk, hatta bir federasyon olmasını savunuyordu; fakat bütünüyle bağımsızlığını desteklemiyordu. Öte yandan, Araplar'la "siyah ayak"ların beraber yaşayabileceğini düşünüyordu. Bu kriz sırasında ölüm cezasına çarptırılan Cezayirliler'in kurtulması için gizlice çalıştı. Camus, 1955 ve 1956 yıllarında Fransız "L'Express" dergisinde yazdı. Bunların ardından 1957 yılında Camus Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazandı. Genel yaklaşım bu ödülün bir önceki yıl yayımlanan "Düşüş" için değil, idam cezasına karşı yazdığı "Réflexions Sur la Guillotine" makalesi için verildiğidir. Stockholm Üniversitesi'nde yaptığı bir konuşma esnasında Cezayir konusundaki hareketsizliğini savundu; fakat daha sonra Cezayir'de yaşayan annesinin başına ne geleceği konusunda meraklandığını bildirdi. Çelişkili sayılan bu durum Fransız sol entelektüelleri tarafından tepkiyle karşılandı. Ölümü Camus, 4 Ocak 1960'ta, Sens yakınlarındaki küçük Villeblevin kasabasında "Le Grand Fossard" isimli bir yerde geçirdiği trafik kazası sonucu hayatını kaybetti. Daha sonra mantosunun cebinde bir tren bileti bulunmuştur. Büyük bir olasılıkla, Camus gideceği yere trenle gitmeyi planlamıştı; fakat arkadaşıyla birlikte arabayla dönmeyi tercih etti. İronik biçimde, Camus daha önce en absürt ölüm şeklinin ne olduğu sorulduğunda, araba kazasında ölmeyi bunlardan biri olarak nitelendirmişti. Kazanın gerçekleştiği Facel Vega marka otomobilin sürücüsü ve yayımcı dostu da Camus'yle birlikte hayatını kaybetti. Camus Lourmarin Mezarlığı, Lourmarin, Vaucluse, Provence-Alpes-Côte d'Azur'de gömülmüştür. Albert Camus, mezartaşı Camus'nün ölümünden sonra telif hakları Camus'nün çocukları olan, Catherine ve Jean Camus'ye devredildi. Ölümünden sonra 1970'te "Mutlu Ölüm", 1995'te de öldüğünde hala bitmemiş olan "İlk Adam" yayımlandı. Camus`ye göre saçma (absürt, uyumsuz) felsefesi Camus'nün felsefeye en büyük katkısı, insanların ne berraklık ne de anlam sunan dünyada bunları aramalarının sonucu olarak oluşan "absürt" fikridir. Filozof bu felsefesini "Sisifos Söyleni"nde açıklayıp "Yabancı" ve "Veba" gibi romanlarında da işlemiştir. Genelde varoluşçulukla birlikte ele alınan "Absürdizm" (Saçma, uyumsuzluk felsefesi) ile birçok yazar ilgilenmiş ve bu felsefi düşünce akımını kendine göre yorumlamıştır, Camus "saçma"`nın kurucusu değildir fakat bu düşünce akımında önemli bir yer tutar. Camus, makalelerinde okuyanı dualizmle tanıştırır. Mutluluk ve keder, yaşam ve ölüm, karanlık ve aydınlık.. Hayatın çeşitli biçimlerde geçtiğini ve insanın ölümlü olduğu gerçeği de budur. Sisifos Söyleni`de bu dualizm bir çelişki halini alır: Bir yanda yaşayarak hayatlarımıza değer vermekte öte yandan eninde sonunda yok olacağımız gerçeğini de bilmekteyiz. Bu çelişkiyle yaşamak "Absürt"`ün ta kendisidir. Eğer hayatımızın anlamsız ve boşuna olduğunu biliyorsak, kendimizi öldürmeli miyiz? Bu trajedik kısır döngü nasıl aşılabilir? Camus saçma kavramını burada kurar: yaşamın beyhudeliğinin bilincinde olan insan. Fakat Camus intihardan yana değildir, yaşamın anlamsızlığının yok edilemeyeceğinin bilincindedir fakat bununla savaşmaktan kaçınmaz. Varoluşuluk ve absürdizm hakkındaki görüşleri Bazı eleştirmenler Camus`yü kategorize etmeye çalışarak onun bir varoluşçu ya da absürdist olduğunu söyler. Eleştirmenlerin mi ya da Camus`nün kendi ifadesinin mi doğru olup olmadığı tartışılmakla birlikte, Camus etiketlenmeyi sevmediğini belirterek varoluşçu olduğu tanımına karşı çıkar: "Hayır, ben bir varoluşçu değilim. Sartre ile isimlerimizin yan yana anılmasına hep şaştık. Sartre ve ben kitaplarımızı birbirimizle gerçekten tanışmadan önce yayımladık. Birbirimizi tanıdığımızda ise ne kadar farklı olduğumuzu anladık. Sartre bir varoluşçudur, benim yayımladığım tek fikir kitabı Sisifos Söyleni`dir ve sözde varoluşçu filozoflara karşı doğrultulmuştur. Bir absürdist olup olmadığı hakkında da şunları söyler: "Absürt kelimesinin kötü bir geçmişi var ve bunun beni rahatsız ettiğini itiraf ediyorum. Absürt`ü Sisifos Söyleni`de ele alırken, bir metod arıyordum doktrin değil. Sistemli bir şüphe pratiği yapıyordum. Daha sonra bir şeyler inşa edebileceği düşüncesiyle "tabula rasa" yöntemini kullanmaya çalışıyordum. Eğer hiçbir şeyin bir anlamı olmadığı varsayarsak, dünyanın absürt olduğu sonucuna ulaşmalıyız. Fakat gerçekten hiçbir şeyin hiçbir anlamı yok muydu? Bu noktada kalabileceğimize hiçbir zaman inanmadım." http://1.bp.blogspot.com/_8afSsw3jYp8/RvuDw3jQmDI/AAAAAAAABvo/m5x-bZXOZUE/s320/cooltext66609599.jpg 1-politik özgürlük kavrmı;insanda,insan kavramının gelişmesini saglar. 2-özgürlük olgusu,insanın özgürlük bilincine oranla gelişmemeiştir.başkaldırı haklarının bilincine varmış kişinin işidir. 3-kutsal,dinsel yapı başkaldıran insanın önüne bir engel olarak çıkmıştır. 4-başkaldıran insan,kutsalın öncesinde yada sonrasında yer alan,bütün yanıtların insansal,yani akla uygun olarak belirlenmiş oldugu bir düzen isteyen insandır. 5-kutsalın ve salt degerlerin ötesinde bir davranış kuralı bulunabilir mi? başkaldırının getirdigi soru budur. 6-insanların birbirine baglılıgı başkaldırı edimine dayanır. 7-insan varolmak için başkaldırmak zorundadır ama başkaldırının kendi kendinde bulundugu,insanların üzerinde birleştikçe varolmaya başladıkları sınıra saygı göstermesi gerekir.öyleyse başkaldırmış düşünce belleksiz edemez: o sürekli bir gerilimdir. 8-başkaldırı anlayışında dünyanın uyumsuzlugu ve görünüşteki kısırlıgı vardır.uyumsuz deneyimde,acı çekme bireyseldir. 9-başkaldırıyoruz,öyleyse varız. 10-bazen insan kendi durumu içerisinde kendine biçilene karşı çıkarken bazı insanlar insan olarak kendisine verilene karşı çıkar yani ikincisinde insanı degersiz kılan herşeye başkaldırı sözkonusudur.birincisinde bireysellik,ikincisinde ise evrensellik söz konusudur. 11-insanlar,herkeste herkesce benimsenen ortak bir degere dayanamıyorsa,insan için insan anlaşılamaz kalıyor demektir.ayaklanmış insan,bu degerin açıkça benimsenmesini ister,çünkü sezer yada bilir ki,bu ilke olmazsa yeryüzünde karışıklık ve cinayet egemen olacaktır. 12-dogaya başkaldırmak,kendi kendimize başkaldırmakla birdir.başını duvarlara vurmaktır. 13-tutarlı olan biricik başkaldırı intihardır. 14-insanın karşı çıkışına anlam veren tek şey,her şeyin yaratıcısı,dolaysıyla herşeyden sorumlu olan kişisel tanrı kavramıdır.böylece çelişkiye düşülmeden başkaldırının tarihinin batı dünyasında,hristiyanlık tarihinden ayrılamayacagı söylenebilir.gerçektande başkaldırının geçiş düşünürlerinden,hepsinden daha derin bir biçimdede Epikuros ile Lukretius'ta dile gelmeye başladıgını görmek için ilk çag düşüncesinin son anlarını beklemek gerekir. 15-insanların bütün mutsuzlugu,kendilerini kalenin sessizliginden koparan,kurtuluş bekleyişi içinde surlara atan umuttan gelmektedir. 16-tanrıları unutalım,hiç düşünmeyelim onları,o zaman " ne günün düşünceleri,nede geceki düşleriniz sıkıntı verir size." ----------------------- 1-en çok kuşkuyu duyan ruh,en büyük yazgıcılaga sarılacaktır. 2-tanrının bir insan olması için,umudunu kesmesi gerekir. 3-dinler tarihinde, öldürmenin bir tanrı ayrıcalıgı oldugu görülür. 4-doga,yaratmak için yoketmek gerekir ilkesine göre işler. 5-sınırsızca arzulamak,sınırsızca arzulanmayıda benimsemek demektir.yok etme serbestligi,yok edeninde yokedilebilmesini içerir.öyleyse çarpışmak ve buyruk altına almak gerekecektir.gücün yasasından başka bir şey degildir bu.dünyanın yasası,dünyayı güç istemi yönetir. 6-hiçbir şey yokedilemez,bir kalıntı mutlaka kalır. 7-cellatlar,gözleriyle birbirini tartarlar. 8-başkaldıran insan,kendini suçsuz buldugundan kötülükle savaşmak için iyilikten vazgeçer ve kötülügü yeniden yaratır. 9-romantikler,yanlızlıkta böyle güzel söz etmişlerse;yanlızlık gerçek acıları oldugu,katlanılamıyacak acı oldugu için sözetmişlerdir. 10-faşizm ile Rus komünizminin ereklerini özdeşleştirmek dogru olmaz.birincisi celladı celladın kendisinin göklere çıkarışını simgeler;ikincisi,daha acıklı bir biçimde celladı,kurbanların göklere çıkarışını.birincisi,bütün insanları kurtarmayı hiçbir zaman düşlememiş,ancak geri kalanları boyunduruk altına alarak birkaçını kurtarmayı düşünmüştür.ikinci,en derin ilkesiyle bütün insanları geçici olarak köleleştirerek hepsini kurtarma eregini güder.yönelimindeki büyüklügü kabul etmek gerekir.buna karşılık,ikisininde seçtigi yolları siyasal aldırmazlıkla özdeşleştirmek yerinde olur.her ikiside aynı kaynaktan aktöre yoksayıcılıgından çıkarmışlardır bu aldırmazlıgı. ------------------- 1-bugün yoksayıcılar tahtlarda,devrim adına dünyamızı yönetmeye kalkan düşünceler,boyun egiş ülküleri oldu,başkaldırı düşüngüleri degil.işte bu nedenle çagımız,kişileri ve kitleleri yoketme tekniklerinin çagıdır. 2-devrim,yoksayıcılıga boyun egerken,başkaldırı kaynaklarının karşısına geçti.ölümden ve ölüm tanrısından nefret eden kişi olarak,ölümden sonra yaşamdan umudunu kesen insan,insan türünün ölümsüzlügünde kurtuluşa ermek istedi.ama topluluk dünyaya egemen olmadıkça,yine ölmek gerekir. 3-yaşamın yüzü igrençse,ölümsüzlügün geregi ne? 4-yıldırı,kin dolu yanlızların insan kardeşligine sundukları saygıdır. 5-her devrimci ya ezen kişi yada sapkın olur sonunda.seçtikleri tümüyle tarihsel evrende ,başkaldırıda,devrimde aynı ikileme çıkar;ya polislik ya çılgınlık. 6-başkaldırı ilk gerçekliginde,tümüyle tarihsel hiçbir düşünceyi dogrulamaz.başkaldırı birlik ister,tarihsel devrimde tümlük.birincisi bir "evete" dayanan "hayır"dan yola çıkar,ikincisi salt yoksamadan yola çıkarak çagların sonuna atılmış bir "evet"i yaratabilmek için bütün köleleikleri bagrına basar.biri yaratıcıdır,öteki yoksayıcı.birincisi gittikçe daha çok varolmak için yaratmaya adanmıştır,ikincisi daha iyi yoksaymak için üretmek zorundadır.tarihsel devrim durmamacasına yıkılan şu bir gün varolma umudu içinde eyleme yönelir. 7-bütün başkaldırmış düşünceler bir söz sanatı yada kapalı bir evren içinde belirlenir. 8-sanatçı kendi hesabına tekrar tekrar yeniden kurar dünyayı.sanatçı,doga kargaşalıgından kafa ve yürek için yeterli bir birlik çıkarır.her sanatçı bu dünya taslagını yeniden yapmaya eksigini tamamlayarak ona bir "biçem" katmaya çalışır. 9-sanat gerçege karşı çıkabilir ama gerçekten kaçamaz. 10-sanat tüm çagların sanatı olamaz,tam tersine çagıyla belirlenir o. ---------------------- 1-tarih her türlü ilkenin dışında,devrimle-karşı devrim arasında bir savaştan başka bir şey degilse,bu iki degerden birsini benimsemekten başka çıkar yol yoktur,ölümde buradadır dirilişte. 2-adalet istegi yüzyıllar boyunca devrim tutkusunu haklı çıkaran tek istek degildir devrim aynı zamanda herkese karşı bir acılı dostlık geregine dayanır.adalet için ölenler,bütün çaglarda,birbirlerine "kardeş" demişlerdir.şiddet,hepsi için ezilmişler toplulugu adına,yararına,düşmana yöneltilir.ama devrim tek degerse,her şeyi ister,hatta hafiyeligi,dolaysıyla dostlugun kurban edilmesini bile.bundan böyle şiddet,soyut bir düşünce yararına,dost-düşman demeden herkese yönelecektir. 3-iki insan ırkı.biri yanlız öldürür ve bunu canıyla öder.öteki binlerce cinayeti dogrular,buna karşılık onurlandırılmayı benimser. 4-artık ne köleleik nede güç erişebilecek mutuluga,efendiler hırçın,köleler asık suratlı olacak. 5-eylem adamları inançsız olunca,eylem devinisinden başka hiçbir şeye inanmamışlardı Hitler'in savunulamaz çelişkiside sürekli bir devinim ve bir yadsıma üzerine degişmez bir düzen kurmak istemiş olmasıdır. 6-herşeyden umut kesmiş olanlara inanç verebilecek olan şey uslamlar degil,yanlız tutkudur. 7-tek deger devrim oldumu hak yoktur,görevler vardır yanlız. 8-gelecek,ateistlerin biricik aşkınlıgıdır. 9-çagdaş nihilizmin iki ayrı yüzü;biri burjuva,biri devrimci. 10-yirminci yüzyılın gerçek tutkusu köleliktir. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.