raskolnikov Oluşturma zamanı: Şubat 21, 2009 Paylaş Oluşturma zamanı: Şubat 21, 2009 Yirmi yıldır hücremdeyim, yirmi yıldır iklimsizim ve yirmi yıldır yalnızım... Gözlerimin sürekli parlak asfaltlı yollara bakan şoförler gibi donuk baktığına aldırmayın. Boyumdan kısa hücremin yirmi yıldır hep gri boyalı duvarlarına hapsolmasındandır, benim gibi. Şu duvarlar olmasa aslında umutlarım gibi çok parlaktır onlar da. Yirmi yıldır aynı yeri geziyorum. Bir geliyorum bir gidiyorum, bir gülüyorum bir ağlıyorum, bir seviyorum bir nefret ediyorum. Her şeyin karşıtı var bende; bir susuyorum bir susuyorum sonra yine susuyorum, yirmi yıldır hep susuyorum. Sadece susmanın karşıtı yok bende. Sizin gibi geniş bir dünyam yoktur benim. Altında oturup çay içeceğim ya da sevgilimi düşleyeceğim kavak ağaçlarım yok mesela. Onun için hiçbir zaman yel esmez başımın üzerinden. Tablolarım olmadı hiç, bakıp da: 'Ne adammış ulan' diyebileceğim. Ayağım takılıp hiç düşmedim ben; çünkü hiç acele işim olmadı, olsa bile hemen yetiştim iki buçuk metre kare öteye. Sevincimden hiç havalara uçamadım, buna beynimin ortasına yediğim tavan duvarları sürekli engel oldu. Hayal dünyamı canlandıracak çok az şeyim var: Ranzam, çaydanlığım, sigara paketim, ikisi bir arada tuvalet - banyom ve tespihim... Islak falakalardan sonra yaşadığım korku nöbetlerinde kıvrılıp titreyerek yattığım ranzam hücremin hemen giriş demirlerinin solunda. Ama ranzamda her zaman kötü günler geçirmem; bazen yatmaya yakın zamanlarda ellerimi başımın altına koyup seveceğim kızları hayal ederim. Kahrımdan ölen annemin beni tekrardan emzireceği günü düşlerim bazen de; çünkü buradan çıkan insan yeniden doğmuş gibidir. Böyle diyor çıkan arkadaşların mektupları. Çaydanlığımı artık ranzamın altına koyuyorum; çünkü gardiyanların, içeri girdikten sonra tekmeledikleri ikinci şey çaydanlığım oluyor. Yerini değiştirdiğim için bana kızmış. Ranzam söyledi. Olsun dedim ranza bir denizim olsaydı bu iyiliği denize atardım ama gözlerimde dahi bir deniz parıltısı olmadığı için onu da içime atıyorum. Kızdığı için çayları artık acı ikram ediyor ve arası şimdi ranzamla daha iyi. Ama ben çok üzülmüyorum; çünkü daha uzun yıllar beraberiz elbet bir gün o da yumuşar ve barışırız. Sigara paketim sürekli dayak yeme korkusuyla atan kalbimin üzerindeki cebimde. Böyle olunca ulaşması daha kolay oluyor. Onunla ayrılmaya hiç niyetim yok. Tespihimi genellikle tuvalette çekiyorum. Köyden kadim bir dostum getirdi. Hakiki Erzurum malıymış, öyle dedi. Oltu taşından yapıldığı için çekerken 'çık çık' diye ses geliyor ve gardiyanlar: 'Tünel mi kazıyorsun lan?' bahanesiyle dövüyorlar. Çaydanlığım ranzamla nasıl iyi dost olduysa ben de tuvaletle iyi dost oldum. Aslında çok çıkamıyorum tuvalete; çünkü haksız yere yediğim dayaklara karşı koyamadığım için kronik hazımsızlık çekiyorum. Geçenlerde annemle konuştum rüyamda. Biraz özlemlerimi anlattım ona. O da kendisini söyleyeceğimi düşünerek en çok oğlum en çok neyi özledin? Özlemlerim de çok büyülü değil anne dedim? Tek isteğim bir papatya. Evet, saçları sarı teni bembeyaz bir papatya. Ülkemin baharından kopup gelmiş bir papatya. Anne ben bir papatya koklamayı çok özledim. Sonra dudağımın kıvrımları yüzünden kesintiye uğrayan gözyaşlarımın tuzunu hissettim dilimde. Uyandım sonra. Burada her şey düş gibidir. En olmaz şeylerle dost olurum en olmaz şeylerle düşman. Ama hepsi geçicidir. Kin duymam hiç; çünkü dışarıyı özlerim ve özgürkenki gibi davranma lüksüm yoktur. Eğer kin duyarsam beni buraya getiren gerekçelerimi hatırlarım ve sürekli, hiç dışarı çıkamayacağım yani hiç özgür olamayacağım o kahrolası günü düşlemeye koyulurum. Buradaysam ve bu benim gerçekliğimse olmayacak şeyler için hayal etmemem gerektiğini bilirim. Çünkü bunun yıpratıcı etkisini ilk on yılımda fazlasıyla yaşadım. Savaşırım burada her duygumla. En güzel şeyleri bile niye düşünüyorsun diye kızarım kendime. Ne yapacaktım yani? Akşam eve geldiğinde elleri şeker kokan babamın o şefkat dolu kucağına mı atlayacaktım? Ya da anneme, yatağıma getirdiği süte şeker atmadığı için itiraz mı edecektim? Ben çocuk değilim çocuklar. Hiç çocuk olmadım ben. Çocukluğumu, köyümüze mayın eken sert bakışlı çiftçiler çaldı. Tıpkı bana süt getirecek annemin kadınlığını çaldıkları gibi. Yoksa sizin gibi mi yapmalıydım? Akşam hazırladığım sıcak çorbaya eşlik edecek yavrularımın eve dönmesini mi beklemeliydim ya da eşimin evlilik yıldönümümüz dolayısıyla getirdiği çikolatalı yaş pastaya üniversiteden yeni mezun olan kızımın yerleştirdiği mumları mı söndürmeliydim? Ben anne değilim anneler. Hiç anne olamadım ben. Bir gün Meryem gibi kendi kendine çocuk sahibi olma umuduyla bir rahibenin, kapatıldığı kilisede yaşadığı o ilahi acıyı ben de kapatıldığım hücremde, acımasızca kısırlaştırıldığımın farkına varmadan, ömrümün sonuna dek yaşayacağım. Acaba sizin gibi mi yapsam? Yaşadığı anı nasıl geçirdiğini sorgulamadan, hiçbir gelecek kurgusu olmadan, hiçbir zaman bir çöpçünün soğuk bir kış gününde çöp toplarken ellerinin nasıl buz kestiğine aldırmadan sevgilisinin göğsünde sıcak nöbetler tutan bir aşığı mı oynasam. Açlıktan ölmeye yüz tutmuş ve yağmurdan dolayı tüyleri diken diken olmuş sıska bir köpek gibi titreyen sokak dilencisine aldırmadan kafede sandviç yiyen bir insanı mı oynasam? Ben insan değilim insanlar. Hiç insan olmadım ben. Hep bir tutsaktım. İnsanlığımı bu gri duvarlar arasında çürüttüler. Sırf sevdiğim için kendim dışındaki insanları. Titreyen sokak dilencilerini, öldürülen çocukları... Duyun beni ey insanlar. Sizin yaşamınız için size daha güzel bir yaşam sunmak için kendi yaşamını iki buçuk metrekarelik bir hücrede çürütme cesaretiyle insanlığı size sunan bir tutsağın isteğidir bunlar. Farzedin ki bir Nazım, bir Yılmaz'ın isteğidir bunlar. Söyleyecek çok şeyim yoktur benim. Çok aramayın beni. Ben sizin hiç bulamayacağınız vicdanınızın içindeyim. Ben oradayım, nereye bakarsanız beni görürsünüz. Hücremin her karesinde ben varım: Havasında, suyunda, ranzasında, çaydanlıkta, sigara paketimde, ciğerlerimin süzdüğü buz mavisi dumanda, tespihimin taşlarında, bazen gardiyan sopalarında... Her yerde ben varım, beni görürsünüz vicdanınızı yakan özgürlük ateşinde. Sizden çok şey istemiyorum, iki buçuk metrekarelik bakış açısıyla bakmak yeterli olacak beni görmeniz, hiç olmazsa hissetmeniz için. Şaka yaptım size. Hüzünlü bir şaka... Siz de hemen düştünüz işte. Gözleriniz doldu ister istemez, insani duygular sebebiyle. İsterseniz hiç duymayın. Hiç hissetmeyin beni. Ben hep özgürdüm ve benim için özgürlüğün hiçbir zaman mekanı olmadı. Bana göre dağ özgürdür, taş özgür. Deniz özgürdür, 'ADA' özgür. Her yer özgürdür, her şey özgür. Unutmayın ki bir özgür hiçbir zaman bir tutsaktan özgürlük istemez yine unutmayın ki özgürlük insani hislerle dökülmüş en masum gözyaşından daha masum ve insanidir ve son olarak unutmayın ki özgürlük değerlidir. Salih BARAN 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.