schizophrana Oluşturma zamanı: Şubat 21, 2009 Paylaş Oluşturma zamanı: Şubat 21, 2009 Senin için yazmamış olduğum bütün aşkları, yeniden, baştan, yazmayı istedim. Sana.. hepsi senin olacaktı... Suçunu kimseye yükleyemem bir aşk sabahı yoluna çıkışımı. Gözyaşları ardına süzülen dünyaların kırık titrekliği ile eriyordun ışıkta. Işıklaşıyordu kapkara saçların. Başın önüne eğikti ve daha seni bilemeden, yüzünün yeniliğinde susmağa başladım. Üç defa ışıktan çalmak istedim seni.. bir kolun, bir koltuğun, bir elin kavrayışında. Üçüncüde ben kasıldım. Sense denizle ışığın boğuştuğu yerdeydin. Kış henüz geriniyordu; ötende nisanlaştı. Mevsimler uzunluğunca peşinden geldim. Susuyordum hep. Ama, yanına gelip, durduğumu, durup durup daldığımı, senin için söylediğim sözleri yanındakilere dönerek söylediğimi fark etmişsindir. Bir deniz kenarında, bir gün köprü üstünde, bir de kof bir lodosun çalkantısındaki güvertede, bakıp gülmüştün. Susuyor, anlıyor ve gene susuyorsun sanmıştım. Bir gün bir çocukluk resmini çıkardın bir kitabının içinden; kokulu, kırışmış. Aldım.. konuştuk. O zaman, nihayet çözülebilen iplerini gerisinde sürüyerek açılan bir sal gibi, arzuyu attığımı duydum. Gecesi, bir elektrik feneri altında, gözüne kaçan bir kirpikle uğraştım. Başını, öylece durgun ve boş, önüme uzatan ikinci çocuk oluyordun. Kirpiği çıkardıktan sonra bir an bakmıştım kapalı gözlerine. Başlarımızın arasından rüzgâr güç süzülecek oldu. Nefeslerimiz, nefesimiz ondan kuvvetli idi. Açılan gözlerinde iki yumuşak fener gördüm. Karanlıkta güneş titredi; deniz, sayısız hayvan yıllarının sesiyle uğuldadı... Uzaklaştın. Ayrıldık. Yürüdün ışığın altından. Ardında asfalt, ışıkla beraber eriyordu adımlarının içinden, sessizlikte. İşte o zaman seni, aşılmak istenmeyenin, kendi kendince diretilenin en büyük aşkında, vermemeğe mahkûm ettim. Saçlarının rüzgârı, derinin yıldızlılığı dindi, söndü. Denizlerin, una çevirdikleri kayalıkların anısında, gidip gelen elemini duydum. Zira denize, bu kumsaldan ancak çekilmek kalır. Sense, bu çekilmenin öldürücü sarılışında başkalarını hatırlayarak ağlıyordun. Gözyaşını silemedim: Deniz kurutamaz; tuzu ise yıldızlardan da yakıcı diyorlar. Ağlıyordun. Sana sarılıp, içinde, bir sıraya girmemi istediğinden. Sen karaya, sağlam toprağa doğru geriliyordun. Bense... Bir kedicesine gelip yanıma oturduğun temmuz gecesi, aramızda karanlıkla olgun bir dal yükü vardı: Aşılacak bir şey kalmamışlığın yemişi. Oturduğumuz tahta sıranın her bir çubuğu sert ve serin, çok serindi. Deniz sakin, ağaç sancılı... Kendimizi tekrarlamayalım, demiştim. Kanıyordum hep, sense emiyordun, bereketli toprakların bencilliği ile. Boyuna kanıyordum. Doymamış olacak, dedim, “Bir daha...” dediğinde. “Son bir kere; ama bir daha.” Aralık kapıların ayrılığında kanıyordum. Uykumda kanadım gene ve kan, bitmek bilmez sevinci ile, akıyordu hep, karanlık analıklara doğru. Ertesi gün, tesadüf bilmezliğin akışı ile anlattılar seni: “El tutmanın on yedi şeklini okutur,” dediler. Ben hâlâ cömertliğimde, kanıyordum. Işığın damlasına bile lâyık göremedikleri hayatını, başkalarına ait dünyanı söylediler. Pıhtılaşan kanlarımı arzu parçaladı. Kirli suyu sızdı kanın, bu parçalar arasından. Gece, karanlıkta, kanımı tabanlarında vıcıklaştıra vıcıklaştıra yaklaştın. Boğan, dirilten, zemberekçesine toplayan bir arzu ile yeniden kanadım. Nihayet sarılmamı umarak gelmiştin. Ondan sonrası kolay gözükmüştü herhalde. Başlamıştım ama... Kanımın ötesinde, ayrıldık. Gittin, son olarak. Yalnızım şimdi. Karanlık, kansız. Kimseler gelmesin yanıma. İçten sevinç taklidi ile selâmlaşmaya mecbur olmayalım. Yürüyeyim... İçime, birden öyle geldi ki, hayatım, sonuna kadar, bir yolun, bir şehir yolunun taş kenarında önüne dizilen bir sonsuz sıra eş ve kuru, tok adım sesinden ibaret olacak... Sonra uzaklardan, şehrin dalgalarca koparılan ışıkları... Her şeyin ölüme doğuşu, yeniden ölümle... (Kitaptan, Seçilmiş Hikâyeler, sayı 12, Ocak 1953) 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
pagan Yanıtlama zamanı: Şubat 22, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 22, 2009 Sunuş, Serdar Soydan, s. 9-12. Yön veren, ışık tutan tek bir satırın borcudur bazen aylarca süren bir araştırma. Bazen çok daha azı, çok daha fazlasıyla yola koyulma gücünü bulurum kendimde. Bilge Karasu'nun ilk dönem yazılarını toplamaya girişmem de benzer bir arzudan doğdu. Öteki Metinler'le başlayan paylaşımımız, Metis Yayınları tarafından titizlikle hazırlanan on bir cilde yayılmış Bilge Karasu metinleri tüm çetin cevizliklerine, hatta ketumluklarına rağmen hayatımın çeşitli aşamalarında yol göstericim olmuştu. Bir gün, nereden, nasıl öğrenmiştim, hatırlamıyorum, Bilge Karasu'nun dergilerde, gazetelerde kalmış yazıları olduğunu öğrendim. Bu yazıların varlığından haberdar olmamla bu yazıları toplamaya girişmemin arası adeta yok gibidir. 2007 yılının yazında, metinlerin metinlere yönlendirdiği üç aylık bir süreç sonunda, koltuğumun altında çok sayıda metinle Metis Yayınları'nın yolunu tuttum. Bulduğum metinleri türlere göre sınıflandırmış, farklı dosyalar oluşturmuştum. Görüştüğüm Müge Gürsoy Sökmen ihtiyatlıydı. Bilge Karasu ölmeden önce çok sayıda metninin yayımlanmamasını vasiyet etmişti. Acaba bu metinler de onlardan mıydı? Bilge Karasu'nun vasiyeti uyarınca bu konuda danışılması gereken, onayı olmadan yayınevinin hiçbir şey yapmadığı ve yapmayacağı kişi Füsun Akatlı idi. Füsun Akatlı'ya gittim. Füsun Hanım topladığım tüm metinleri okuyup elinizde tuttuğunuz bu kitabın basılması için onay verdi. Sanırım kitabın öyküsü bu şekilde özetlenebilir. Bilge Karasu'nun ilk edebi verimleri 1950 yılında gazete, dergi sayfalarında görülmeye başlar.(1) Araları gitgide açılmakla birlikte, bu tarihten ölümüne kadar Karasu'nun pek çok konudaki telif yahut çeviri yazıları süreli yayınlarda yer alır. Yazarın bu yazılarının saptanabilenlerinin sayısı iki yüzün üzerindedir. Ki bunlardan çok azı şimdiye kadar yayımlanan kitaplarına alınmış, pek çok metin arşiv raflarında, saklanan gazete kupürlerinde kalmıştır. Yukarıda da değindiğim gibi, Bilge Karasu ölmeden önce o tarihe kadar yayımlanmamış pek çok yapıtının ölümünden sonra da yayımlanmamasını istemiştir. Ancak bir kısmı Susanlar'da yer alan, çoğunluğu 1952-1960 arasında yayımlanmış pek çok yazısı, öyküsü, denemesi, çevirisi, hiç yokmuş, yazılmamış gibi, Karasu tarafından bu değerlendirmenin dışında tutulmuştur. Bu eserler hakkında herhangi bir şerh yahut hükmü yoktur. Oysa yazarın 1974 yılında bu dönemi de kapsayan bir bibliyografya hazırladığını, Enis Batur'un da dahil olduğu bazı arkadaşlarına bu listeyi verdiğini, Batur'un konu hakkındaki yazısından biliyoruz.(2) Oldukça eksik olmakla birlikte bu liste, Karasu'nun bu eserleri unutmadığını, üstüne üstlük listeleyip başkalarına dağıtarak hatırlattığını gösteriyor. Peki, neden bu yapıtların hiçbirini kitaplaştırmamıştı yazar? 1952-53 yıllarında Seçilmiş Hikâyeler dergisinde çıkan sekiz öyküsünü niçin Troya'da Ölüm Vardı yahut sonraki kitaplarına almamıştı? Burada, Bilge Karasu'nun, yapıtlarını titizlikle tasarlayan, sınırlarını, içeriklerini çok önceden belirleyen bir yazar olduğunu hatırlatmak gerekir. Örneğin Göçmüş Kediler Bahçesi kitabına alacağı masalları, kitabın basılmasından yıllar önce dergilerde yayımlarken bile, ileride, eksik parçaları yazıp hepsini bir araya getirdiğinde nasıl sıralayacağını biliyor, bunu belirtiyordur. Yani hiçbir zaman süreli yayınlarda yayımlanan eserlerini arka arkaya dizerek külliyatını oluşturan bir yazar olmamıştır Karasu. Ancak Seçilmiş Hikâyeler'de çıkan öykülerde de benzer bir planlılık görülür. Öykülerden dördünün üst başlığı "Susanlar"dır. Öyleyse, eninde sonunda kendi başına bir bütün oluşturacak bu projesini neden bitirmemiştir Karasu? Ya da "Yazar-Okurun Defteri" başlığı ile paylaştığı okuma notlarını? Yazarların, ilk dönem eserlerini, diğer bir deyişle ilk göz ağrılarını beğenmemesi, gergef işlercesine inşa ettikleri "yazar" kimliklerinin bir parçası olarak gö/ste/rmemesi, okuyucu ile paylaşmaktan kaçınması... Bu kaçınma, sakınıp saklama hali sadece Karasu'ya özgü değildir elbette. Pek çok edebiyatçının ilk dönem yaratıları, yaratıcılarının isteği ile hiç basılmamış, yahut "daha geç dönem" eserlerinden sonra değerlen/diril/miştir. Burada yayıncı ya da araştırmacıların bazı eksikliklerinden de bahsetmek gerekir. Bugün, Bilge Karasu gibi edebiyat kanonunda yer alan azımsanmayacak sayıda yazarımızın eserlerine bile derli toplu ulaşılamamakta, külliyatlarının eksik parçaları halen tamamlanmayı beklemektedir. Tüm bu eksik metinlerse arşivlerde, tozlu ciltlerin içinde yeniden gün yüzüne çıkmayı, okuyucularına yeniden kavuşmayı arzulamaktadır. Ayrıca Türkiye'de kültürel değerlere sahip çıkma, arşivleme bilinci yeterince gelişmediği için, var olan arşiv materyallerinin gitgide yıprandığı da göz önüne alındığında, zaman daralmaktadır. Ne mutlu ki Bilge Karasu'nun süreli yayınlarda kalan metinleri içerisinde bugüne dek kitaplaşmamış olanların bir kısmı bu kitapta bir araya getirilerek okuyucu ile yeniden buluşuyor. Susanlar, Karasu'nun çoğunlukla ilk dönem çalışmalarını içerdiği için ayrı bir değer de taşıyor. Yazarın daha sonraki eserlerinde ele alacağı pek çok izleğin, pek çok biçimsel denemenin ortaya çıkışını, gelişimini bu kurmaca metinlerde takip ederken, kurmaca dışı eserleri sayesinde, okuduklarını, düşündüklerini, yazma eylemini nasıl sorunsallaştırdığını izleyebiliyoruz. Karasu'nun şiir denemeleriyse yazarın pek bilinmeyen bir yönünü ortaya koyuyor. "Susanlar" başlığı altında yazarın dokuz öyküsü ile beş şiiri, "Yazar-Okurun Defteri" başlığı altında okuma notları, edebiyat, sanat yazıları bulunuyor. Karasu'nun otuz yıla yayılan bir süreçte verdiği röportajların bir kısmı da "Söyleşiler" başlığı altında projeye eklendi. Farklı yayınlarda ve tarihlerde çıkmış bu metinler bir araya getirilirken yazarın daha sonra netleştirdiği ve eserlerinde uyguladığı yazım ve noktalama kuralları uyarınca bazı düzeltmeler yapıldı. Bu derlemeyi oluştururken Virgül'deki yazısı(3) ile bana ilham veren, yolumu aydınlatan Enis Batur'a, topladığım tüm metinleri okuyup projenin basılması için onay veren, Bilge Karasu'nun ölümünden sonra titizlikle hazırladığı iki ciltle –ki okuduğum ilk Karasu metni de bu ciltlerden biri olan Öteki Metinler'di– bana örnek olan Füsun Akatlı'ya teşekkür ederim. Onlar olmasalar bu kitap olmaz, en azından böyle olmazdı. Kitapta yer alan bazı metinlerin üst başlığının "Susanlar" olması, kitabın adını da esinledi. Bu başlık, Bilge Karasu külliyatının bugüne dek dillenmemiş, yeterince paylaşılmamış, adeta unutulmuş tüm metinlerini imlemektedir aynı zamanda. Son olarak, bu seçki içindeki metinlerle sınırlı olmayan Susanlar'ın, Bilge Karasu'dan kalan, Bilge Karasu'yu anlatan, Bilge Karasu'nun anlattığı tüm metinlerin, yakın bir gelecekte tamamen dillenmesi dileği ile... ALINTIDIR:Metiskitaptan alıntılanmıştır!! ------ Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.