schizophrana Oluşturma zamanı: Şubat 26, 2009 Paylaş Oluşturma zamanı: Şubat 26, 2009 http://www.alaturkaonline.com/pic_news/042508-serraYilmaz.jpg Türkiye, Fransa ve İtalya arasında gidip geliyor. Anadili İtalyanca olmadığı halde ‘meydan okurcasına’ İtalya’da tiyatro yapıyor. Üstelik oyun 5 yıldır kapalı gişe oynuyor. Serra Yılmaz’ın hedefi ise Fransa’da oyunculuk yapmak... Yetenekli bir oyuncu, deneyimli bir çevirmen ve mükemmel bir aşçı... Entelektüel, esprili ve duyarlı... Kısaca Serra Yılmaz... “Şekerpare”den “Anayurt Oteli”ne, “9”dan “Cahil Periler”e... Tam 26 yıldır onun kalbi sinema için atıyor. Serra Yılmaz’ın sahne serüveni ise daha eski. İlk sahne deneyimi, 1977’de “Gün Dönerken” ile Dostlar Tiyatrosu çatısı altında gerçekleşti, son beş yıldır da İtalya’da tiyatro yapıyor. Türkiye’de pişip, yetişen, yakın dostu Ferzan Özpetek’in filmleriyle İtalya’da ünlenen Serra Yılmaz’ın yeni hedefi ise oyunculuk hayatını Fransa’da sürdürebilmek. Yıllar önce yakalandığı kanseri savaşarak yenen, yaşamayı ve yemek yapmayı deliler gibi seven Serra Yılmaz, başbakan, cumhurbaşkanı ve hatta Papa 16. Benedict’e tercümanlık yapacak kadar donanımlı bir çevirmen. Serra Yılmaz, “yeryüzünde İstanbul’un bir karşılığı yok” dese de bir göçebe gibi yaşıyor, onun bir ayağı Fransa, diğer ayağı hep İtalya’da... Serra Yılmaz’ı hazır Cihangir’deki güzelim evinde yakalamışken sohbet edelim dedik. SİNEMA SEYİRCİSİ BİLİNÇLENDİ —Sinema adına yeni projeleriniz var mı? Önümüzdeki hafta “Gölgesizler” adlı filmi vizyona girecek olan Ümit Ünal’ın benim için yazdığı “Sultan Mutfakta”yı bu yıl çekeceğimizi umuyorum. Genç bir İtalyan kadın yönetmenin bir romandan adapte ettiği ilk filmi, “Victoria Meydanı’nda Bir Asansör İçin Medeniyet Çatışması”nda oynadım. Bu film ya yazın ya da sonbaharda gösterime girecek. Türkiye ve İtalya’da çalıştım artık Fransa’da oyunculuk yapmak istiyorum. Türkiye’deki sinema seyircisinin giderek bilinçlendiğini ve Türk sinemasının bir dönüşüm içerisinde olduğunu söylemeliyim. Bugünlerde !f İstanbul 8. AFM Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali’nin Keş!f Jürisi’ne başkanlık yapacağım (jürinin diğer üyeleri ise ünlü İtalyan korku sineması rejisörü Dario Argento, Motosiklet Günlüğü filmiyle Oscar’a adaylığı kazanan senarist Jose Rivera, Amerikan bağımsız sinemasının tanınmış prodüktörlerinden Molly Hassell ve Fransız Le Monde gazetesinin saygın eleştirmeni Thomas Sotinel.) —Ünlü konuklarınızı ağırladığınız bir yemek programınız var ve son dönemde “Yemekteyiz” çılgınlığı yaşanıyor. Yemek yapmak size neyi ifade ediyor? TürkMax’da’da yayınlanan “Temel İçgüdü” adlı programım sürüyor. Yemekteyiz’i ise izlemedim çünkü evimde televizyon yok. Aslında mobilyası da var, demek ki yakında bir televizyon almalıyım (gülüyor). Sevdiklerim için yemek yapmayı çok seviyorum. Bundan büyük bir haz alıyorum ve yemeğin bir çeşit hediye olduğuna inanıyorum. Kalabalık sofralar da güzeldir, Paris’te yaşayan sevgilimle baş başa yemek yemekte... (Serra Yılmaz, yemek yapma yeteneğini saray cariyesi anneannesinden kapmış.) —Örneğin siz aynı zamanda bir tercümansınız. Çok eskiden Fransızca öğretmenliği yaptım. O sabit bir işti ve sorumluluğu çok fazlaydı. Düşünün bir okulda öğretmensiniz, film çekmek için iki ay boyunca sınıfınızdan ayrı kalabilir misiniz? Öğretmenliğin ardından biraz da ekonomik nedenlerden dolayı çevirmenlikte karar kıldım. Türkçe ve Fransızca benim ana dillerim, çocukluk arkadaşım İtalyan idi, ben de kendi kendime İtalyanca öğrendim. Tercümanlık, oyunculuğa benziyor, ikisi de konsantrasyona dayalı ve her ikisi de freelance (serbest) meslekler... İş varsa yaparsın yoksa beklersin. İTALYA’DA ‘MEYDAN OKUMA’ —Yönetmen Ferzan Özpetek’in fetiş oyuncususunuz, nerede ve nasıl başladı bu birliktelik? Ferzan ile 1997 yılının Ekim ayında Strasbourg’da düzenlenen Türk filmleri festivalinde tanıştık ve dost olduk. Ferzan ile çalışmanın hem avantajları hem de dezavantajları var. Onun filmleriyle İtalya’da, Türkiye’den bile daha tanınır hale geldim. Ama bunun dışında İtalya’da bir yönetmen, beni yalnızca Ferzan’ın oyuncusu olduğum gerekçesiyle oynatmayabilir. —Şehir Tiyatroları’ndan atıldınız, bunu sizden dinleyelim. Memur anlayışıyla yönetilen ve vasatı aşamayan Şehir Tiyatroları’nın davranış kurallarına uymadım ve oraya ait olarak algılanmadım. Sonuçta kovulmama, küçük adamların iktidarı ve arkadaşlarımın küçük kıskançlıkları yol açtı. —İtalya’da tiyatro yapmak nasıl bir duygu? Bu benim açımdan başlı başına bir meydan okuma... İtalyanca benim ana dilim değil ki... Floransa’da küçük bir tiyatroda sahneye koyduğumuz “L’ultimo Harem” (Son Harem), çok beğenildi. Beş yıldır kapalı gişe oynuyoruz. Yakın tarihte de Paris’te Sedef Ecer’in “Sur Le Seuil” adlı tiyatro oyununda, Tilbe Saran ile birlikte oynayacağız. Sahnede olmak müthiş bir keyif ancak film seti daha da muhteşem... —Oyuncu ve örgütlülük... Türkiye’de oyuncular daha fazla örgütlenmeli... Aslında sadece oyuncular da değil, tüm film ekibinin sosyal haklar ve çalışma koşulları konusunda seslerini yükseltmesi gerekiyor. Özellikle set işçileri zor şartlarda çalışıyorlar. Adamın evine ekmek götürmesi, kirasını ödemesi lazım... İşsizlik ve ekonomik kriz gerekçesiyle zaten kendilerini elleri kolları bağlı hissediyorlar. Türkiye’de sinema yapan birinin geçinebilmesi için ya özel bir serveti ya da başka bir işi olacak. Ve bir oyuncu psikolojisini sağlam tutmalı çünkü bu sabit bir meslek değil, beklemekten oluşuyor. Sinema benim için düzenliliği ve emekliliği olmayan bir yaşam tarzı... KATİL PİNOCHET’Yİ ASLA UNUTMADIM —Siyasetle tanışıklığınız Paris’te öğrenciyken mi başladı? Yedi göbek İstanbullu bir ailenin tek kızıyım (13 Eylül 1954 doğumlu). Adnan Menderes’in idamı sırasında çocuktum, dünya görüşü bize çok ters de olsa annemin onun idamı sonrasındaki üzüntüsünü ve iki damla gözyaşını gördüm. Babam Semih Tuğrul, TRT Genel Müdür Yardımcısı, sinema eleştirmeni ve Sinematek Derneği’nin kurucuları arasındaydı. Cannes ve Berlin film festivallerinde jüri üyeliği yaptı. 12 Mart muhtırasının ardından sol görüşlü demokrat bir adam olan babama dava açıldı. Sonra Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamı... Beni oldukça etkiledi. Siyaset, üniversite öğrencisi olduğum yıllarda ete kemiğe büründü. Fransa’da psikoloji okurken 1968’lilerin varisleri olarak sokaklardaydık. Şili Darbesi’ne (11 Eylül 1973) karşı eylemler yapıyorduk. Hatta yıllar sonra 1995’te kızım Ayşe ile birlikte “Fas Filleri”ni izlerken Şili’nin faşist generali Augusto Pinochet’in portresi perdeye düştü, sanki o an bir bıçak yüreğime saplanmıştı. Ayşe bana “bu kim” diye sordu, onun tanımaması normaldi ancak ben Pinochet’i asla unutmadım. Bu katil cuntacının, hiçbir şekilde hüküm giymeden eceliyle ölmesi kabul edilir gibi değil —Peki, 12 Eylül? 12 Eylül Darbesi’nden doğrudan etkilendik, kızım Ayşe (şimdi 30 yaşında) henüz bebekti. Politika Gazetesi’nde çalışmaya yeni başlamıştım, daktiloma el koydular. O daktilo bir daha geri dönmedi. Eski eşim oyuncu Levent Yılmaz, 12 Mart döneminde sabotaj davasından tutuklanmıştı. O, üç ay boyunca işkence görmüş, bir buçuk yıl cezaevinde yatmıştı. Ta ki beraat edene dek... Levent, Bank-Sen ve Maden-İş için kültür merkezileri kurmaya çalışıyordu. 12 Eylül’ün ardından tutuklanma durumu oldu, ucuz kurtulduk. Ama uzunca bir dönem işsizlik çektik. —Günümüz politikacılarını nasıl değerlendiriyorsunuz? İtalya’nın aralarında bulunduğu birçok ülkede “Ünlüler Adası” adlı çok izlenen bir program var. Bir tür “Biri Bizi Gözetliyor” formatı bu... İnsanlar, onları röntgenliyorlar. İşte ben politikacıları, o ada da rekabet içerisindeki yarışmacılara benzetiyorum. Kim bilir, belki de bütün yaşadığımız sıkıntılar, haysiyet mevhumunun yokluğundan kaynaklanıyordur. Alper Turgut-Gerçek Gündem Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.