schizophrana Oluşturma zamanı: Şubat 26, 2009 Paylaş Oluşturma zamanı: Şubat 26, 2009 Bir takım insanlar dünya işlerini, ciddi olan işler, ciddi olmayan işler diye ikiye ayırıyorlar. Böyle bir tuhaflığa, zaman zaman kendim de düşmüş olmalıyım ki bu güne kadar o adamlara: “hangi işler ciddidir, hangisi değildir?” diye, yahut ta “Ciddiden neyi kastediyorsunuz?” diye sormadım. Ne cevap verirlerdi, kesin olarak bilmiyorum –her halde kendileri de bilmezler- ama az çok kestirebiliyorum. Meselâ bazılarına göre, ilim ciddîdir. Sanat değildir; nesir ciddîdir, şiir değildir; tragedya ciddîdir, komedya değildir; olgun adamlar ancak ciddi işlerle uğraşıp ciddi olmayan işlerle uğraşan adamları ciddiye almamak lazımdır. Hükümlerine esas olan ölçüler nelerdir, bunu da anlayamıyorum. Bakıyorum, bir zat, günün birinde bir hikâye kitabı çıkarıyor. Ama kendisi ciddi olduğu için, ciddi mevkiler elde etmiş olduğu için kitabının üstüne imzasını koymuyor. Öyle ya, politika işleriyle uğraşmış, yüksek mevkilere çıkmış; yakışık alır mı bu kadar önemli bir zatın hikâye gibi gayrı ciddi bir esere imza atması. Bu memleketin yüzlerce politika adamı yetiştirip beş tane hikâyeci yetiştirmemesi mühim değildir. Mühim olan ciddiyettir. Yüz sene sonra bugünün ünlü politikacısını kimsenin bilmeyeceği, fakat gerçek bir hikâyecinin asırlarca yaşayacağı meselesi de hiç mühim değil. Tek, bugün ciddiyeti elden bırakmamak lazım. Hani mesleğin yahut zenaatin iyisi kötüsü olmaz, derler. Ben de işin ciddisi yahut gayri ciddisi olabileceğine inanmıyorum. Bence, ciddiyet işi benimseyiştedir. Yani bir iş o işi gören tarafından ciddiye alınıyorsa ciddîdir, alınmıyorsa değildir. Bütün ömrünü karikatürcülüğe vermiş bir insanı, bir komedya yazarı olabilmek için kırk sene çile çekmiş bir adamı ciddiye almayacağız da, ilmi bir tartışmaya alay olsun diye karışıvermiş bir insanı mı ciddiye alacağız? Ortaya bir iş koyabilmek için varını yoğunu feda eden kişi, gördüğü iş ne olursa olsun ciddidir. O iş bir karikatür olabilir, gülünçlü bir fıkra olabilir, bir tekerleme olabilir, her şey olabilir. Yeter ki onu meydana getiren insan, o işin önemini anlamış, heyecanını duymuş olsun. Sahneye çıktığı vakit tirtir titreyen bir komedya oyuncusu, çatık kaşlı insanlar karşısında bir konferans irad eden bir bilginden daha az ciddî değildir; en az onun kadar ciddidir. Demek ki ciddiyet, işte değil, iş görende; daha doğrusu işi görüş şeklinde. Gelgelelim, ciddiyet meraklıları oraya da burunlarını sokmuşlar. Ciddî'yi getire getire, bir tavır haline getirmişler. Bu satırları yazarken en çok edebiyatı düşünüyorum. Ciddiyet, edebiyata galiba lûgat paralama hastalığından miras kalmış. Nihayet o hale gelmiş ki bir edebiyat eserinin ciddi sayılabilmesi için anlaşılmaz bir dille yazılması şart olmuş. Bir makalede hiçbir fikir bulunmayabilir; ama mutlaka cafcaflı bir dille yazılmalıdır. İstediğiniz kadar fikir söyleyin, açık bir dille, halkın diliyle konuşuyorsanız beş para etmez. Satamazsınız kendinizi. Meselâ bir yazar vardır, son zamanlarda bir siyasi parti tarafından kiralandı, senelerdir aynı fikirleri geveler durur. Söyleyecek hiçbir şeyi kalmamıştır. Ama yine de ciddîye alır. Sebebi o cafcaflı dille konuşması. Bir Hacivat edasıyla yüksek perdeden konuşmasıdır. Kulağını mı gösterecek kestirme yoldan göstermez. Edebiyatın da kendine mahsus âdabı vardır. Kolunu ensesinden dolaştırır, öyle gösterir. Hiçbir yazısını okuyamıyorum. Arada bir tek cümlesi gözüme ilişiyor. O ciddiyet yaldızının altında sırıtan fikir boşluğu rikkatime dokunuyor. Bir gün o biçim adamlardan biriyle konuşuyordum. Bana bir aralık “vezinsiz kafiyesiz şiirlere ne dersiniz?” diye soracak oldu. Ama kitaplara has olan o dil, adamcağızı o kadar zehirlemiş ciddiyet o öyle içine işlemişti ki soracağını düpedüz soramadı. Aradan yıllar geçti, ilk cümlesini hala unutamıyorum. Şöyle başlamıştı: “Vezinsiz ve kafiyesiz şiir meselesi son zamanlarda efkârı umumiyeyi yakından alakadar etmektedir diyebiliriz” Bu zat, meselâ “teşekkür ederim” diyeceği yerde, her halde şöyle bir cümle kurmayı daha ciddi daha doğru bulur: “Sonsuz teşekkürlerimi arzetmekle kesbi şeref eylediğimi bildirmekten mütevellit memnuniyetlerimi beyazla müfterihim.” Bir gün de Düzce'de bir otelin sahibiyle konuşuyordum. İlkin benimle herkesin konuştuğu gibi konuşuyordu. Sonradan, şair olduğumu öğrenince, ağzını birdenbire değiştiriverdi. “iki ay mukaddem mehma imkân, evleviyetle” falan gibi kelimeler kullanmaya başladı. Herhalde “bir şairle konuşmak, halkla konuşmaya benzemez” diye düşünmüş olmalı. Bu ciddî insanlar karşısında duyduğum üzüntü bana, şairliğimi düşündüğüm zaman daha ağır geliyor. Kimi zaman da “ne olurdu, bende onlar gibi ciddi olabilseydim!” O zaman ciddiyeti emeğimde aramayacak, şatafatlı edamla yetinip rahat edecektim. Öyle ya ciddi olabilseydim herhalde Rakı şişesinde balık olsam demedim.. Ciddiyeti manasında olan sözler söyler, nutuk gibi şiirler yazardım. Varsın şiir olmasın. Rakı şişesinde balık olsam diyeceğime, meselâ insanlık kan ağlıyor der, daha çok ciddiye alınırdım. Ama değil. Ben de biliyorum ciddînin ne olduğunu. Gördüğüm işin iş olduğuna, güç olduğuna inanmak istiyorum. Şiir mi söyleyeceğim, her şeyden evvel şiir söylemeliyim. Romancı mıyım, her şeyden evvel roman. Hiçbir şey olmadan ciddi olmak! Ne yalan söyleyeyim, aklım ermiyor buna. Kaynak : Varlık, sayı: 321, 1947 (Nesir Yazıları, s. 30-33) 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.