schizophrana Oluşturma zamanı: Mart 10, 2009 Paylaş Oluşturma zamanı: Mart 10, 2009 http://www.abolitionist.com/borges.jpg Latin Amerika edebiyatını önemli yazarlarını derinlemesine irdeleyen ünlü edebiyat eleştirmeni Rita Gibret, Borges’e bir soru yöneltir: -“Gözlerinizi kaybetmek yaşamınızı nasıl etkiledi?” Borges ilk kez bu denli duyarlı bir konuyu söyleşi masasına taşıdığı için Rita’ya teşekkür eder ve içtenlikle yanıtlar: -“Baba tarafından gözlerini kaybeden beşinci veya altıncı kuşaktan birisi olarak, kendi baba ve baba-annemin körlüğüne tanıklık ettim. Hiçbir zaman öyle şahane bir görme duyusuna sahip olmadım ve nasıl bir geleceğin beni beklediği konusunda az çok bir fikrim vardı. Babam kendi körlüğüne teslimiyet içinde sadece bir sene dayanabildi ve o süre içinde babamı takdir ettim. Belki de böylesine bir direnç körlere özgü bir şeydir. Çabuk incinme ve asabiyetin sağırlara özgü bir şey olması gibi. Görme özürlü bir insan çevresindeki insanların sıcaklığını hissedebilir..halk nezdinde görme özürlülerle ilgili yaratılmak istenen mizahi durumların tümü geçersizdir. Gözlerimin geçirdiği cerrahi müdahale sayısını ben bile unuttum. Sadece şunu anımsıyorum 1955 yılında zamanın “devrimci hükümeti” beni Milli Kütüphane’nin başına getirdiğinde artık kitap okuyamıyordum. İşte tam da o dönemlerde “ Bağışlar” şiirini kaleme aldım ve orada şunu dedim: “ Tanrı, görkemli şuh gözlerle, kitapları ve karanlığa bana bağışladı”. Burada yani şiirimde Milli Kütüphanede bulunan 800.000 cilt kitaptan söz ettim ve işte tam da o dönemlerde zifiri karanlıkla fazla bir mesafe kalmamıştı aramda. Ama bu süreç çok da acıklı olmadı, çünkü akşam karanlığı birden bire çökmez! Bir dönem sadece büyük harflerle basılmış kitapları okuyabiliyordum, bir dönem sonra sadece başlıkları ve kenar notları okuyabildim, bir aşamadan sonra artık okuyamaz oldum. Gece karanlığı beni kendinde usulca boğdu, üstelik beni fazla üzmeden, incitmeden bunu yaptı. Şimdilerde ise çok az görebiliyorum, şu an yüzünüzü tam olarak göremiyorum. Biliyorum, hiç görmemekle, azıcık görmek arasında çok fark var…ben karanlığa tutsak değilim, kent caddelerinde gezebiliyorum, -İster Cambridge olsun ister Buenos Aires de-en azından özgür olma vehmiyle gönlümü hoş tutmaya çalışıyorum. Elbet ki yardım almaksızın caddeden geçemiyorum, New England ve Buenos Aires halkı çok sevecen ve edepli oldukları için beni kaldırımda gördüklerinde gönüllü olarak yardımıma koşuyorlar. Kesin olan bir şey var ki, gözlerimden yoksun kalmak yapıtlarımı da etkiliyor. Asla roman yazmadım, çünkü biliyorum romanın okur nezdinde bir sürekliliği-sürükleyici durumu var , onun için bu durum yazar içinde geçerli olduğu için roman yazma sevdamdan şimdilik vaz geçtim, öte yandan öyküyü tek solukta okuyorsunuz, Poe’nin dediği gibi “ uzun şiir adında bir şeyimiz yok”. Poe sadece kısa şiirler yazdı. Yazdıklarım için aşırı titiz olduğum için, öykü yazarlığını bıraktım, yeniden klasik şiir biçimine döndüm. Buna Gazel biçimi de denilebilir. Gazeller zihinde taşınabilir şeylerdir. Kent ortasında gezerken kendimle beraber yine bir gazeli zihnimde dolaştırabiliyorum, sonra onu beynimde ciladan geçiriyorum. Uzun ve düz bir yazıya aynı işlem (ezbere) zihinde uygulanamaz. Milonga için de birçok şiirler yazdım(Folklorik şiirler) keza Fable üslubunda kısa parçalar da yazdım. Bunların tamamı bir sayfayı geçmezler.Bu tarz işleri zihinde çok rahat depolayarak daha sonra üzerinde çalışılabilir. Bir başka noktayı daha ilave etmek istiyorum(körler için geçerli olan), zamanın çok farklı biçimdeki akışıdır. Bir zamanlar yarım saatlik bir tren yolculuğu bana çok uzun gelirdi, o yarım saati mutlaka okumakla doldurmam gerekiyordu; şimdilerde ise yaşamımın uzun geçen o yalnızlık saatlerine alıştım. Düşüncemi uzun saatler farklı konulara odaklıyorum, insan bu durumda belki de sadece “var olduğu” için kendini hoşnut tutmalı ve varlığını zamanın akışına bırakmalıdır. Eskisinden daha sakin, daha dingin bir ruh haliyle düşünme fırsatım oluyor, bu yüzden sanki hafıza kapasitem arttı. Belki de eskiden dilediğim zaman bir kitabı geri dönerek okuyabilme durumu zihnimi tembelleştirmişti. Şimdilerde çevremde bulunan birisi bana bir şeyler okuduğu zaman o sayfaları tekrarlatma olanağım artık yok. Yüksek sesle okunan sayfaları daha dikkatli ve o an o sese yoğunlaşarak dinliyorum. Bir zamanlar hafızam “görsel” temelliydi, şimdilerde ise “işitsel”..şimdilerde kilimimi çok farklı yöntemlerle sudan çekip çıkartıyorum.( Borges burada yaşadığı zorluklara işaret ediyor). İyi bir hafızaya sahip olduğumu düşünüyorum, 1955 yılından itibaren, yani artık okuyamadığım dönemlerden itibaren çok eski zamanlarda kullanılan İngilizce dilini öğrenmeye başladım. Öğrenmekle kalmadım, üniversite öğrencilerine bu alanda seminerler verdim. Bir keresinde onlardan günümüz İngilizcesinde “th” sesini veren iki “Rounic” harfini kara tahtada çizmelerini istedim.(Rounic: Germenler ve İskandinavların üçüncü yüzyılda kullandıkları harflere verilen ad olarak bilinir../ defter). Ben yüzlerce çok eski Anglosakson şiirini ezbere bilirim, ama bu eski şiirlerin yazıldığı o eski harfleri görme şansım hiç olmadı, ta ki öğrencilerime o kara tahtada büyük, çok büyük boyutta çizdiriğim güne kadar, şimdi o harfler hakkında az, çok bir fikrim var. Bu siteden alıntılanmıştır. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.