Jump to content

Yergisel Bir Saldırı ; Ecinniler


schizophrana

Önerilen Mesajlar

BÖLÜM -I-

 

 

1869 yılı sonbaharında Rusya’daki bir taşra kentinde gelişen akıl almaz olaylar, bilerek bir kronik biçiminde düzenlenmiş Ecinniler romanının konusunu oluşturmakta, öte yandan da tanrı ile şeytan, iyi ile kötü arasındaki insanoğlunun öyküsü halinde açık seçik bir yoğunluk kazanmaktadır. Zaman ve uzam açısından dar bir alanla sınırlandırılmış konu bir cehennem makinesinin inceden inceye düşünülmüş mekanizması gibi işle­mektedir. Tıpkı Antik tragedyalardaki gibi kaçınılmaz felaket­ten sonra başlangıçtaki denge yeniden kurulmaktadır. Ancak burada, Aristoteles tarafından tragedyanın önemli bir öğesi ola­rak görülen arındırıcı etki eksikliğini duyurmaktadır.

 

Klasik tiyatronun kuruluş biçiminde nasıl temelin bir bölü­mü görünür duruma geliyorsa, Ecinniler’in yapısında da klasik Avrupa romanının geleneği gözden kaçmamaktadır. Bu yüzden insan Ecinniler’in Lesage’la[1] ya da 18.Yüzyıl İngiliz yergi romanlarıyla olan ortak noktalarını ister istemez aramaya baş­lamaktadır. Ancak tragedya ile vergisel ahlak romanları Dostoyevski’de özgün bir biçim alan iki ana üslup düzeyidir sade­ce. Kuşkusuz Ecinniler öncelikle 19 Yüzyıl Avrupa romanının dokusu içinde yer almaktadır ve Goethe’nin Werther’inden bu yana yeni biçimler altında hiç durmadan anlatılan “bir delikan­lının öyküsü”nün özel bir bölümü olarak da yorumlanabilir.

 

Romanda ayrıntılarına girilen toplumsal çelişkiler, edebi ge­lenekler ve çağdaş ideoloji sistemleri arasındaki çok katmanlı diyalektiği kavrayabilmek için, kitapta anlatılanların ve başka şeylerin değil de neden bunların anlatıldıklarının önce kısaca anımsatılması gerekmektedir: İki genç adam, Nikolay Stavrogin ve Pyotr Verhovenski, İsviçre’den doğdukları küçük taşra kentine dönerler. Her ikisi de insan yaşamının anlamını belirle­meye ilişkin dünya gizini çözme düşüncesine tutkuyla sarılmış­lardır: Stavrogin öznel-metafizik anlamda, Verhovenski ise top­lumsal ilişkilerin pratik-dünyevi alanında. Böylece bu küçük kent cinayet, yangın ve kargaşayla sonuçlanan bir dizi gizemli ve garip girişimlerin deney alanına dönüşmektedir. Sanki on­larla birlikte şeytan da kente yerleşmiş gibidir. Bunlar yazarın bir yan olaylar dizisiyle desteklediği karmaşık bir öykünün merkezini oluşturmaktadır. Bu yan olaylar, asıl olayları gizemli bir karanlık içinde bırakan yarı saydam bir perdenin yerini tut­makta, son bağlamlar da Verhovenski’nin kenti terketmesi ve Stavrogin’in intiharıyla açıklığa kavuşmaktadır. Ne var ki okur­lar bu olayların anlamını, ancak romanın doğuş öyküsünün tarihsel-biyografik ayrıntılarına dayanarak çözebileceklerdir.

 

1867 yılında Dostoyevski Berlin, Baden-Baden, İsviçre ve İtalya’yı kapsamına alan bir geziye çıkmıştır. Floransa’da Budala’yı bitirdikten sonra Dresden’e geçmiş ve ancak 1871 yazın­da kesin olarak Rusya’ya dönmüştür. Bu yolculuk da öncekiler gibi oldukça üzücü geçmiştir. Dostoyevski alacaklılarından ka­çarken kendisinden, sara nöbetlerinden ve Avrupa kumarhane­lerinin birinden ötekine sürüklenmesine neden olan, ancak 1871’de kurtulabildiği kumar tutkusundan kaçmayı başarama­mıştır. Yabancı ülkelerde geçen bu yıllar aynı zamanda büyük bir yalıtlanma dönemi de olmuştur. Sadece Rusya’ya yabancılaşmakla kalmamış -ki bu durum onu özellikle bunaltıyordu-, yurt dışında yaşayan Rus göçmenleriyle, yazar ve devrimcileriy­le de ilişki kuramamıştır. Kızı Sonya’nın ölümüyle daha da ağırlaşan bu maddi ve ruhsal bunalımlı durumda Dostoyevski Ecinniler’i yazmaya başlamıştır.

 

Büyük Bir Günahkârın Yaşamı romanının taslağı üzerinde çalışırken Dresden kitaplığında Rus ve Avrupa gazetelerini bü­yük bir ilgi ile okuyan Dostoyevski günün birinde heyecan ve­rici bir haberle karşılaşmıştır; 12 Kasım 1869 günü Moskova’da, devrimci-anarşist “Halkın Öncü Komitesi” terör grubunun ön­deri Sergey Neçayev, gruptan ayrılmak isteyen ziraat akade­misi öğrencisi Ivanov’u pusuya düşürerek öldürmüştür. Basının bu politik cinayetle ilgili haberleri o yıllarda Dostoyevski’nin ideolojik tavrına uygun düşen bir malzeme sağlamıştır. Batı Avrupa, burjuva, toplumuna olduğu kadar devrimci anarşizme de yönelik politik nefreti bu olayla adeta büyük ölçüde onaylanıyormuş gibi görünmekteydi. Moskova’da Razumovskiy parkındaki cinayetin üzerinden daha bir ay geçmeden Dostoyevski Ecinniler’in ilk satırlarını yazmaya başlamıştı bile. Dostoyevski nihayet çağıyla ilgili en önemli temayı bulduğuna inanmıştı. 1870 yılı şubatında ozan Maykov’a şunları yazıyordu: “Şimdi en­fes bir konuyu ele aldım. Bir parça Suç ve Ceza’ya. benziyor, ama gerçekliğe çok daha yakın ve günümüzün en önemli soru­nuna değiniyor.” (1).

 

Yaşam Öyküm’le ilgili ön hazırlıklar ve taslaklar daha çok bu yeni romanına yaramıştır. Dostoyevski gözde düşüncelerin­den bir bölümünü güncel bir malzeme üzerinde yerelleştirmek için sanki bu cinayet haberini beklemiş gibidir. Suç ve Ceza’da bireyin sorunsalı olarak sınırlı kalan ideolojik cinayet motifi şimdi çok daha geniş bir bağlam içinde irdelenecekti. Yazar Rus devrimci hareketini betimleyerek, kanısına göre hareketin merkezinde bulunan teröristleri halktan ve tanrıdan yalıtlayarak, Batı Avrupa’daki sosyalist düşünceler ve örgütlerle olan “uşakçasına” ilişkilerini ortaya çıkararak bir taşla iki kuş vurmak istiyordu. Romanın ilk bölümünü Rus Ulağı’na gönderdik­ten sonra 8/20 Ekim 1870 tarihleri arasında bir gün başredaktör Katkov’a otantik malzemeyle kendi çalışması arasındaki iliş­kiyi şöyle açıklıyordu: “Öykümdeki en önemli olaylardan biri İvanov’un Neçayev tarafından öldürülmesidir. Şunu da hemen belirteyim ki İvanov, Neçayev ve cinayetin ayrıntılarıyla ilgili bilgilerimi sadece gazetelerden edindim. Hem daha çok bilgim olsaydı bile tüm ayrıntıları kopya etmeyi düşünmezdim... Ayrıca imgelemim kendi yolunu izlemektedir, ve belki de gerçeklik­ten büyük ölçüde ayrılmaktadır...” (2).

 

İmgeleminin “kendi yolunda” gitmesini hangi düşüncenin sağladığını 9/21 Ekim 1870’te Maykov’a yazdığı mektupta açık­lamakladır: “Ulusunu ve ulusallığını yitirenler, atalarına ve tanrısına olan inançlarını da yitirirler. Bilmek istediğiniz ro­manımın konusu işte budur. Adı da Ecinniler ve bu ecinnile­rin bir domuz sürüsünün içine nasıl girdiklerini anlatmakta­dır.”

 

“Ecinniler Ruslardan oluşan bir domuz sürüsünün, yani Neçayev’in, Serno-Soloviç’in vb. içine girmiş ve bunlar boğula­rak ölmüşlerdir ya da mutlaka boğulacaklardır; ama şeytanın terkettiği akıllanmış adam İsa’nın ayakları dibinde oturmakta­dır. Böyle olması da gerekir zaten. Rusya’nın yarattığı bir pis­liktir bu. Doğallıkla bu alçaklarda geriye, Ruslara özgü hiçbir şey kalmamıştır” (3).

 

Dostoyevski bu hiç çekinmeden açıkladığı roman-tasarımı­nı daha Ecinniler’in ilk yarısını tamamlamadan arkadaşına bil­diriyordu. Bu iki mektup romanın son biçimiyle karşılaştırıl­dığında (son bölüm Rus Ulağı’nda ancak 1872 yılı sonunda ya­yımlanmıştır), o zaman düşünce, taslak ve biçimlendirme ara­sındaki çelişkilerin 1870 Ekiminde henüz aşılmamış olduğu or­taya çıkmaktadır. Bu durum Dostoyevski’nin 1870 Ekiminden 1871 ilkbaharının sonlarına kadarki mektuplarında çok belirgin bir biçimde görülmektedir: “Çok korkuyorum; sonunu getire­bileceğimden endişeliyim; umutsuzluk içindeyim.” Maykov’a yazdığı 2/14 Mart 1871 tarihli bu mektubun son satırlarında şöyle demektedir: “Korkudan bir fare gibi titriyorum. Bu düşün­ce beni büyüledi... acaba üstesinden gelebilecek miyim, yoksa yüzüme gözüme mi bulaştıracağım? Tek tasam bu” (4).

 

1871 yazında ailesiyle birlikte Petersburg’a dönen Dosto­yevski böylece Neçayev davasını yakından izleyebilme olana­ğına kavuşmuş ve romana karşı ilgisi yeniden artarak büyük bir hızla Ecinniler’in ikinci bölümünü yazmaya koyulmuştur. Basında çıkan mahkeme belgelerinin bir bölümünü doğrudan doğruya romanına temel almıştır. 1872 yılının başlarında Mos­kova’ya giden Dostoyevski, Ivanov’un öldürüldüğü Petrovskiy-Razumovskiy parkını ve cesedinin atıldığı küçük gölü çevrele­yen mağaraların durumunu yerinde incelemiştir. Moskova’daki bu park 3. kitabın 6. bölümünde betimlenen Şatov’un öldü­rüldüğü Skvoreçniki parkının aynısıdır.

 

Buna koşut olarak Stavrogin-süjesi de gelişmekteydi. An­cak Dostoyevski 1871 yılı sonunda ikinci kitabın son bölümü olan Stavrogin’in İtirafları’nı redaksiyona teslim ettiğinde ro­manın dergide yayımlanışı yeniden kesintiye uğramıştır. Katkov bu bölümü yayımlamayı kesinlikle reddediyordu. Romanın bu üçüncü ve son bölümü ancak 14 aylık bir gecikmeyle 1872 yılı sonlarında yayımlanabilmiştir. Romanın doğuş öyküsü, Ecinniler’in ilk taslaklardan 1873’te kitap halinde yayımlanışına kadar bir evrim geçirdiğini göstermektedir. Bu evrim süreci içinde kitabin son şekli başlangıçtaki tasarıdan hayli uzaklaş­mıştır. Ayrıca karakterlerin ve süjenin son biçimi sanki güç be­la uyum sağlıyormuş gibi görünmektedir. O günlerde eleştir­menlerin bir bölümü Ecinniler’i bir gazeteci tarafından kaleme alınmış 60’lı yıllardaki siyasal davalar konusunda bir kronik, başka bir bölümü ise Rusya’daki devrimci “nihilistler”e karşı kin dolu bir yergi, kimileri de genç bir kızın çektiği aşk acıla­rına ilişkin dokunaklı bir roman ya da sonuçta vicdan azabı çe­kerek cehennemi boylayan aylak günahkârın Ortaçağ’a özgü gizemli oyunlarının başarısız bir çeşitlemesi olarak görüyorlar­dı. Son on yıl içinde yayımlanan romanla ilgili taslaklar ve not­lar, elyazmasının dergide ve kitap halinde basılmasıyla sadece bir rastlantı sonucu saptanmasının, yazarın yaratıcı ve çelişkili niyetlerine ilişkin tartışmaya bir son verdiği savını neredeyse haklı çıkarmaktadır. Ancak bu görünürde başına buyrukluğun ve düzensizliğin ardında, Ecinnilere çok iyi düşünülmüş, ama oldukça güç kavranabilen bir yapı kazandıran ideolojik motif­lerle kompozisyon araçları gizlenmektedir. Maksim Gorki 24.1.1935 tarihli eleştirisinde bu duruma dikkati çekmektedir: “...Dostoyevski’ye karşı tutumum oldukça uzun bir süre önce oluştu ve artık değişeceğini de sanmıyorum. Ancak Ecinniler romanı­nın Academia-yayınevince mutlaka basılmasından yanayım... Dostoyevski’nin romanı öteki birçok kitabından çok daha özen­li ve seçik bir biçimde kaleme alınmıştır. Karamazov Kardeşler’in yanı sıra Ecinniler yazarın en başarılı romanlarından biri­dir” (5).

 

BÖLÜM -II-

 

Nikolay Stavrogin romanda ilk kez göründüğünde “yirmi beş yaşlarında pek yakışıklı bir gençtir”, ve başlangıçta Stavrogin’i bize kendi bakış açısından tanıtan anlatıcı için “o zama­na kadar eşine rastlamadığı efendi bir adam”dır (6). Bu duru­ma, genç adamın adeta maskeye benzeyen ve insana tiksinti ve­ren yüz ifadesi bir karşıtlık oluşturmaktadır. Stavrogin’in ço­cukluk ve ilkgençlik günlerini anlatan bölümün başlığı “Prens Harry” adını taşımaktadır, ki yazar bununla Shakespeare’in aynı adlı oyunundan. IV. Henri’nin zevk düşkünü ve başlangıç­ta herkesçe yanlış anlaşılan oğlunu anıştırmaktadır. Bu Röne­sans kişisi halkla ilişkilerinde ruh sağlığını korumaktadır. Haz dünyasıyla amaçlı eylemlerini birleştiren prens Shakespeare’­in olumlu karakterlerinden biridir, ve Stavrogin’le karşılaştırıl­dığında önce benzerlikler göstermesine karşın, daha sonra bi­linçli bir karşıtlık etkisi yaratmaktadır.

 

Dostoyevski kahramanının ikili karakterini vurgulamakta, onu bir yandan “karanlık bir kişilik” ve “canavar” olarak, öte yandan da “gerçekten acınacak bir kişi” ve “gerçek bir Rus ka­rakteri” diye nitelemektedir.

 

Bir çiftlik sahibesiyle bir generalin oğlu olan Nikolay Stavrogin olaylara karışmadan önce klasik Avrupa roman kahra­manlarının tipik gelişim aşamalarından geçmiştir: Mesleki bir kariyer, kuşkulu serüvenler ve dönemin düşünceleriyle idealle­rini inceleyiş, özel öğretmenler, Petersburg süvari alayı, başken­tin eğlence dünyası ve 19. Yüzyılda Rousseau ile Karamzin’in düşüncelerini paylaşan Rusların gözde dinlence yeri İsviçre dağ­ları. Toplumsal eğitimin basmakalıp kuralları Stavrogin’i ku­sursuz bir efendi olarak yetiştirmiş, ama yarı çılgın bir hale de getirmiştir. Yaşamı öylesine hor görür ki, ne uygunsuz şakalar yapmaktan ne de suç işlemekten çekinir. Çağının gerçekliğini anlamamak ve değiştirmeye çalışmamak için gerekli zekâya fazlasıyla sahip olan Stavrogin gitgide kendi gevşekliğinin ve güçsüzlüğünün bilincine varır. İnandığı için değil, tersine can sıkıntısından ve yaşamı ilgisizce küçümsediğinden anarşist Verhovenski’nin grubuna katılır. Ancak yine de bir beyzade, zayıf karakterli, şımarık bir “efendicik” olarak kalır.

 

Romanla ilgili ilk notlarda Stavrogin henüz “prens” diye tanımlanırken Dostoyevski şunları yazmaktadır: “Prens can sı­kıntısından ne yapacağını bilmeyen, Rus yüzyılının yarattığı bir kişidir. Herkese yukardan bakmakta ve kendine bağlı kalma­sını, yani çiftlik sahipleri, batıcılar ve nihilistlerle araya mesa­fe koymasını bilmektedir… ancak bir soru yanıtsız kalmaktadır: Bu durumda kendisi neyi temsil etmektedir? Bulduğu yanıt, hiç­bir şeyi temsil etmediğidir... Ne var ki, o yüce ruhlu bir kişidir ve bir hiç olmak kendisini tatmin etmemekte, tersine üzmekte­dir. Hiçbir düşüncel temele dayanmadan sadece can sıkıntısı duymaktadır” (7).

 

Yazar Stavrogin’i kendilerine örnek alan Kirillov ile Şatov’a, başlangıçta Stavrogin’in ortaya attığı, ama kendisini he­yecanlandırmayan düşünceleri benimseterek savundurmuştur. Mühendis Kirillov tanrı ve dünya karşısındaki mutlak özgür­lüğünü kanıtlamak için, insanlığın mutlu bir geleceği ve yaşam adına intihar etmek zorunda olduğuna inanmaktadır. Ancak Dostoyevski metafizikmiş gibi görünen bu paradoksu önemli bir güncelliğe sahip edebi bir biçime sokmaktadır. Romanla ilgili notlarında şöyle demektedir: “Kirillov’un kişiliğinde, gerçeğe ulaşmak için kendini gecikmeden feda etmeyi öngören bir halk düşüncesi yaşamaktadır. 4 Nisan günü gözleri kapalı ölüme gi­den mutsuz kişi bile (sözü edilen 4 Nisan 1866’da çar II. Aleksander’e suikast girişiminde bulunan D.V. Karakozov’dur) sui­kast anında kendi gerçeğine inanıyordu. Her şeyi gerçek için fe­da etmek - işte bu, günümüz kuşağının ulusal özelliğidir. Tan­rı onları kutsasın ve kendilerine gerçeği anlamaları için akıl versin. Çünkü sorun, gerçek kavramından neyin anlaşılması ge­rektiğidir. Bu roman işte bu yüzden kaleme alınmıştır” (8).

Dostoyevski Kirillov-Karakozov örneğinde sadece genç ku­şağın tutkuyla gerçeği arayışını değil, bu kuşak içindeki, soyut-mantıksal ve kendince tutarlı önermelerde bulunma yeteneği ile gerçekliğin akıl almaz bir şekilde göz ardı edilişi arasındaki çe­lişkiyi de sergilemektedir. Doğallıkla bu önermeler ve zorunlu olarak öne süren kişiler de toplumsal gerçeklik karşısında ba­şarısızlığa uğramaktadırlar. Bu durum hem Kirillov’un intihar-kuramı hem de Karakozov’un suikast girişimi için geçerlidir.

 

Şatov yaşamın anlamını tanrıyı aramada, “tanrıyı kendin­de taşıyan” Rus halkında, ve dünyayı ahlak yönünden yenileş­tirmekle görevli tek güç olan Rusya’da görmektedir. Ancak bu görünüşe göre taşkın milliyetçi-gizemli savunuya yine de ger­çekçi özellikler karışmaktadır. Şatov’un tanrıyı arayış kavramı öncelikle bu dünyayı hedeflemektedir. Tanrı onun için tüm halkın ve dinin bireşimsel kişiliğidir (licnost), bu halkın iyi ile kö­tü hakkındaki canlı tasarımıdır. Toplumsal ahlak sistemi olma işlevini yerine getiren tanrı ve din, yeni bir toplum için aslında temel oluşturmayan bilim ve akıl karşısında dengeyi sağlamak­tadır. Bu açıdan ele alındığında Şatov’un “Tanrıtanımaz” kav­ramına, Stavrogin’i nitelerken, nasıl bir sosyal-tarihsel içerik verdiği anlaşılmaktadır: “Siz tanrıtanımazsınız, çünkü bir bey­zadesiniz, son beyzade. İyi ile kötüyü ayırt edemiyorsunuz, çün­kü kendi halkınıza artık ilgi duymuyorsunuz. Yeni bir kuşak gelecek, hem de doğrudan doğruya halkın bağrından çıkarak ve siz onu hiç anlamayacaksınız” (9).

 

Kendisini etkilemeyi başaramayan Kirillov ve Şatov’la ko­nuştuktan sonra Stavrogin manevi kişiliğini yitirdiğini farketmektedir. Gelecek tasarıları her ne kadar karşıt ve verimsiz olsa da Kirillov ile Şatov dünyayı değiştirmeye tutkuyla hazır oluşları nedeniyle Stavrogin’in karşısında yer almaktadırlar. Onlar gerçeği aramaktadırlar ve düştükleri büyük yanılgılara karşın, gelecekte akılla tutkuyu anlamlı bir şekilde birleştirecek olan devrimci gençliğin öncüleridirler. Stavrogin ise yenil­miş, çaresiz bir biçimde ahlaki nihilizmine teslim olmuş, kendi kendini yok etmenin çekiciliğine kapılmıştır. Apokalips’teki ka­rar romanda onun için verilmektedir: “Ne soğuksun ne de sıcakkanlı; sadece ılıkkanlı olduğun için çıkarıp atacağım seni bağrımdan.”

 

Stavrogin figürü Ecinniler’in doğuşundan önce tip ve karak­ter olarak çoktan biçimlenmişken, romanın ana çizgileri daha çok genç Verhovenski figürünün etkisi altında ortaya çıkmış­tır. Yazar romanla ilgili notlarında onu “Neçayev” diye tanım­lamakta, böylece bu temel örneği gözden kaçırmadığını belirt­mektedir. Bu figürün evrimi, Dostoyevski ile dönemindeki sos­yalist hareketin teori ve pratiği arasındaki ilişkilerin ne denli karmaşık ve çok katmanlı olduğunu göstermektedir. Katkov’a yazdığı mektupta Neçayev-Verhovenski hakkında şöyle demek­tedir: “Pyotr Verhovenski’m ile Neçayev arasında benzerlikle­rin bulunmaması mümkündür... Bu kişinin elimde yarı komik bir figür haline gelişine ben bile şaştım, bütün olay da bu iş­te... ancak yalnızca ayrıntı ve geri plan” (10), “Neçayev sos­yalist değil, bir asidir. İdeali de kargaşa ve yıkım, ‘benden son­rası Nuh tufanı’” (11). Bu notlar Verhovenski’nin romandaki itirafına uymaktadır: “Ben sosyalist değil, bir dolandırıcıyım” (12).

 

BÖLÜM -III-

 

Dostoyevski bilinçli olarak bu temel örnekten uzaklaşıp kahramanın karanlık kişiliğini vurguladığında belirli bir ideolojik tasarımı izlemektedir. Ecinniler’e ilişkin notlarında “Neçayev’in ilkeleri”ni şöyle özetlemektedir: “Kendi çıkarlarını devle­tin, ahlakın, dinin ve toplumun üstünde tutmak. Toplum içinde amaçlarına ulaşmak için tüm çarelere (kabagüç, yalan, hile, cinayet, iftira ve hırsızlık) başvurmak” (13). Bu “ilkeler” garip bir fenomene dikkati çekmektedir: Devrimci anarşist Neçayev eylemlerini, Max Stirner’in felsefesindeki kendini korumaya ve tatmin etmeye ilişkin burjuva-bireyci bir ilkeyi temel alarak ör­gütlemektedir. Neçayev-Verhovenski ile kuramcısı Şigalev’in çizdikleri sahte-sosyalist toplum düzeni tasarısında burjuva ide­olojisinin bir ilkesi -kişilik ideali olarak sınırsız iktidar ve mül­kiyet çabası ile buradan doğan deha ve kitle arasındaki doğal çelişkiye ilişkin yapıntı- aşırı biçimlere sokularak ad absurdum’a vardırılmaktadır. Verhovenski’nin çağın sosyalist ku­ramları karşısında açığa vurduğu nefreti de ilginçtir: “Bence bütün bu kitaplar, Fourier’ler, Cabet’ler... bütün bunlar, yüz-binlercesi yazılabilecek roman gibi şeylerdir, estetik bir şekil­de zaman geçirmekten başka bir şey değildir” (14). Kendisi için, genel bir yıkımdan sonra, Şigalev’in sosyalizmle artık ilgi­si bulunmayan eşitlik ilkesidir geçerli olan sadece: “Şigalev... Fourier’den daha cesur, Fourier’den daha güçlü... O eşitliği buldu, Şigalev’de herkes köle ve kölelikle eşit. Daha da olmaz­sa iftira ve cinayet, ama önemli olan eşitlik”(15). Böylece sos­yalizm artık bir maske, bir bahane yerine geçmektedir. Örneğin Huxley’in Yeni Dünya’sında (1932) betimlenen 20.Yüzyıldaki olumsuz sosyal düşüklüklerin ve de faşist toplum kuramıyla pratiğinin dahicesine öncelenişi bu noktada özellikle belirgin bir duruma gelmektedir.

 

Verhovenski uydurduğu eşitlik yalanı için sahte bir veliahta gereksinim duymaktadır. Mariya Lebyadkina’nın Stavrogin’­in kişiliğinde gördüğüne inandığı sahte prensin çarlık tacını giymesi de gerekmektedir; tıpkı Karamazov Kardeşler’de Büyük Engizisyoncunun herkesi aldatarak İsa’nın yerini alması gibi.

 

Sosyalist kuramların yetersizliği karşısında Dostoyevski’nin uğradığı düş kırıklığı ve sahte-sosyalist bir devrimden duydu­ğu tiksinti uzun süre etkilerini sürdürmüştür. Bu noktada Marx’ın düşülküsel sosyalizme yönelik eleştiri­sini anımsatmak yararlı olacaktır. Ekonomi-Felsefe Elyazmaları’ndaki özel mülkiyeti tanımlayışı yalnız burjuva ulusal eko­nomisini değil, “mülkiyetsizlikle mülkiyet arasındaki karşıtlığın önemsiz” olduğu eşitlikçi “kaba komünizm”i de hedef almakta­dır: “Bir yandan maddi mülkiyetin egemenliği onun (kaba ko­münizmin) karşısında öylesine büyüktür ki, özel mülkiyet ola­rak herkes tarafından sahip olunmaya elverişli bulunmayan her şeyi yok etmek ister; zora başvurarak yetenekten vb. yalıtlanmak ister. Fiziksel, dolaysız mülkiyet onun için yaşamın ve varolmanın tek ereğidir... Özel mülkiyetin ilk olumlu kaldırı­lışı, yani kaba komünizm, kendisini olumlu ortaklık olarak ka­bul ettirmek isteyen özel mülkiyet alçaklığının görünüş biçim­lerinden biridir sadece” (16). Bu “kaba komünizm” kapitalizmin basit bir şekilde olumsuzlanmasıdır yalnızca ve bu biçimiyle kapitalizmle aynı düzeyde bulunmaktadır. Kapitalizmin temel yasaları, Marx-öncesi sosyalizm kuramları ve Rusya ile Avrupa’daki devrimci örgütlerin anarşist eylemleri arasındaki işte bu içsel bağı Dostoyevski şaşılacak bir kesinlikle saptamıştır.

 

Ecinniler’in kitap olarak yayımladığı 1873 yılında Marx, Bakunin’in ve Rusya’daki temsilcisi Neçayev’in anarşizmini acı­masızca eleştirerek Neçayev-olayının nedenleri üzerine bir ince­leme kaleme almıştır. Marx 1869 yılında Mihail Bakunin tara­fından kurulan anarşist Uluslararası Sosyalist Demokrasi Birliği’ni, “kendi kısıtlı düşüncelerini utanmadan Birliğimizin (Ulus­lararası İşçi Birliği) kapsamlı programının, görkemli çabalarının yerine geçirmeye çalışan” (17) bir güruh olarak nitelemektedir. Marx Neçayev-olayını da ele alarak şöyle sürdürmektedir söz­lerini: “Bu güruh nihayet Rusya’da Uluslararası İşçi Birliği’nin yerini alarak onun adı altında dolandırıcılıklar yapmış, adi suçlar ve bir de cinayet işlemiştir; hükümetle burjuva basını bü­tün bunlardan Birliğimizi sorumlu tutmaktadır. “Marx bu ör­güte özgü anarşist düşüncelerin burjuva kökenini açığa çıkarmıştır (Bakunin’deki dünya imgesinin, Proudhon’la Marx Stirner’in eklektik bir şekilde bir araya getirilen düşüncelerine da­yanması bir rastlantı değildir).

 

“Her şeyi biçimsizleştirmek isteyen, her şeyi yıkan bu anar­şistler burjuvazinin ahlaksızlığını aşırı şekilde abartarak anar­şiyi ahlakın içine de taşımaktadırlar.” Marx’a göre “Birlikçi (Bakunin’in Birliği) ahlak” “tümüyle Hıristiyanlıktan kaynak­lanmaktadır” ve “katolik, yalnız incil’e dayanan ve kutsal Ro­ma kilisesinin yerine kendi koyu anarşist ve her şeyi yıkan dev­rimlerinin ‘kutsal edimleri’ni” (18) geçirmektedirler.

 

Bu siteden alıntılanmıştır

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...