hexagram Oluşturma zamanı: Ocak 30, 2007 Paylaş Oluşturma zamanı: Ocak 30, 2007 Ezoterizm ve İnisiyasyona dair bir çok şeyi içeren bu yazıları eklemek eminim bir çok kişinin işine yaracaktır Yazılar alıntıdır.. Yazının İçeriği: Bölüm1-Genel *Dişrak-İçrek *Sükût Etmek *Sembollerle İfade *Kutsallik *Gelenek *Müşterek Bilgi *Bilgiyi Nakletme *Semboller *Merasimler Bölüm2-İnisiye Adayinin Macerasi *İnisiyasyon *İnisiyasyon Şartlari *Ezoterizmde Merkez ve Kalp Nedir? *İnisiyasyonda Büyük ve Küçük Sirlar *Büyük Sirlar *İnisiyatik Yolda Neler Kullanilir? *Ejderha ve Kiliç Sembolü *Ezoterizmde Amel *Büyük Eylem (Cihad-i Ekber) *Büyük Bariş (Sükût-u Ekber) *Kolektif Güç Alani *Mantra *İçsel Dua *Mutavassit Âlem *Bu Âlemin Yaratiklari *Düşünceyi Kontrol Altina Almak *Aldanmalar Bölüm3-Doğu Ezoterizmi *Hint Ezoterizmi *Hint Ezoterizminin Kozmogonik İnançlari *Hint Ezoterizminde Ölüm ve Ahiret Hakkindaki İnançlar *Ahiret (Öteâlem) İçin Düşünceleri *Ölüye Ait Ayinler *Upanişadlar'da Ahlâk Anlayişi Bölüm1-Genel **Dişrak-İçrek Ezoterizm, bazi seçilmiş kimselere -ki bunlara mürit diyeceğiz- sözlü olarak verilen bilgilerdir. Bu bilgiler sayesinde mürit kendisi ve evren hakkinda çeşitli bilgiler elde eder. Daha doğrusu, bütün bunlara ait hakikatlere nüfuz etmeye çalişir. Bir de bunun zitti olan bir öğreti şekli vardir: Haricilik ya da "Egzoterizm". Buna da, Türkçe bir karşilik olarak "Dişrak" denilmektedir. Dişrak ve içrek öğreti... Aslinda, ezoterizme girmek için önce egzoterizmden geçmek gerekir. Yani önce bir şeyin "diş anlamindan" başlanir, ondan sonra yavaş yavaş "iç anlamina" doğru gidilir. Doğrudan doğruya bir hakikatin kendisiyle karşilaşmanin imkâni yoktur. Birçok tarikatlarda "Dişrak ve İçrek" olmak üzere insanlari hemen ikiye ayirirlar. İçrek olanlar, hakikati daha çok yakindan sezmiş ve anlamiş olanlar, dişrak olanlar da bu hakikate daha temas etmemiş, fakat o yolda çalişanlardir. Bu tip bir ayrim, her doktrinde zorunlu olarak vardir ve çeşitli kelimelerle ifade edilmiştir; apaçikgizli, geniş yol-dar yol, büyük tekerlek küçük tekerlek, kabuk-çekirdek gibi. Bunun gibi zitliklar aslinda bir şeyin ifadesini kolaylaştirmaktadir. Gizli'nin muhakkak bir ziddi vardir, o da "apaçik olan"dir. Çünkü "apaçik"i ortadan kaldirirsaniz, her şey gizlidir. Ya da gizliyi ortadan kaldirirsaniz, her şey apaçiktir. İkisinin birarada bulunabilmesi ancak bizim için bir kavram teşkil edebilmektedir. Bunlar, dolayisiyla, birbirlerini tamamlamak üzere mevcut olan iki kavramdir. İkisi, birbirinden çok farkli şeyler de değildir. Ezoterizmin en eski metinlerini bize aktaran eski Yunan'da dinler, felsefeden önce bu yolu seçerlerdi. Yani bütün dinler ezoterik mahiyetteydi. Dinsel sirlar gizli olma anlamini içerirdi, ayni zamanda. Dinsel sir hem bir ağiz kapanikliğini, suskunluğu ihtiva eder, hem de gizlidir; onu herkes bilmez. O dine mensup olan ona ait bilgiyi siki siki saklamak zorundadir. Zaten ezoterik olarak anlatilan eski Yunan dinlerinden (Dionisos, Orfizm, Fisagor) hepsi aşaği yukari bu yolu takip ederler ve bunu uygularlardi. Bir sirra eren kimse için "Mist" tabiri kullanilirdi eski Yunan gizemciliğinde. Bu kimse, içinde bulunduğu öğretinin büyük sirlarina, bilgilerine vakif olmuş bir kişiydi. Büyük gerçekler hakkinda hemen hemen hiç kimseye bir şey söylemezler, hatta bunun için yemin ederlerdi. Bu yemin merasimlerinin en güzelleri "Elözis" tarikatina mensup yazili belgelerde mevcuttur. Elözis tarikatinin en büyük simalarindan birisi de Eflâtun'dur. Nedense 18,19 ve 20. yüzyilin felsefi akimlari içerisinde spiritüalist filozof olarak isimlendirilen Eflâtun aslinda büyük bir tarikat kurucusudur. Yani Elözis tarikatinin en büyük şahsiyetlerinden biri. Fisagorculukta adayin karakterini ölçmek için, onun kendisine verilecek bilgileri ne derecede sükût içerisinde saklayip saklamadiği hususu da takip edilirdi. Başkalarina öğrendiklerini gelişigüzel söyleyip söylemediği gizliden gizliye izlenirdi. Sirri saklayabiliyor mu saklayamiyor mu? Bu anlaşilmaya çalişilirdi. Bazi gizli tarikatlarin artik bugün gizlilikleri de pek kalmamiştir. Örneğin, Roz Kruvalar (GülHaç), Tampliyeler, Fran Masonlarin. Bunlar çok eskilerde gerçek bir gizli tarikat tarzinda çalişirlardi ama, artik gizliliğe de pek gerek kalmamiştir. Zira bilim denen merakli göz, evren ilkelerini teker teker ortaya çikartmakta serbesttir. Eskinin "sir" olarak mevcut olan bilgileri bugün artik bu özelliğini koruyacak durumda değildir. Bilim adaminin lâboratuvarinda gerçekler yavaş yavaş ortaya çikmaktadir. **Sükût Etmek Susmak, dolayisiyla "sükût etmek", bir meslek, sanat ve ilimle ilgili uygulamaya ait teknikleri de içeriyor. Çünkü eskiden "Lonca'lar vardi. Loncalar sanatkârlarin kurduklari bir örgüttür. Loncalarda da susmak en önemli hususlardan biriydi. Kendi mesleklerine ait sirlar kendi meslektaşlarindan başkalarina, hatta ehil olmayan meslektaşlarina bile verilmezdi. Ezoterizmin burada da geçerliliğim görüyoruz. Ezoterizm o devrin bilim adaminda da vardir. Örneğin tipla meşgul olan bir araştirici elde ettiği bilgileri saklayacaktir. Ezoterik karakter, zihinlerin eşitsizliği, dinleyenlerin anlayişlarindaki farkliliktan çikar. Bu da tekâmülün bir yasasidir. Çünkü tekâmülde herkesin kendi çabasina göre, bir yükseklik kazanmasi, söz konusudur. Dolayisiyla zihinsel eşitsizlikler insanlar arasinda zaten vardir. Herkesin zihni ayni yönde ve ayni şekilde çalişmaz. Söylenen bir söz, yapilan bir işaret, işitilen bir ses, görünen bir manzara anlayiş ve zihni yetenek bakimindan farkliliklar gösteren insanlar arasinda çok değişik yansimalara, çok değişik çağrişimlara sebep olur. En basitinden bir tiyatro eseri seyretmiş olsak, bunun her seyircideki etkisi başka başka olacaktir. O tiyatro eserinin ezoterik karakterini, seyretmekte olan kişiler kendi zihni seviyelerine ve anlayişlarina göre yorumlayacaktir. Bu da demektir ki, zihinler eşit değildir. Anlayişlar da birbirinden farklidir. **Sembollerle İfade Başka bir gizli türü, söylenenin ve yapilanin sembolleştirilmesidir. Genellikle ruhsal öğretilerde daima sembolik ifadeler kullanilmiştir. İfadesi pek güç, zihni imajlari olmayan bazi öyle kavramlar vardir ki, onlarin içerdiği hakikati ifade etmek için semboller kullanilir. O sembol, farkli anlayiş ve farkli zihin seviyelerinde bulunan insanlar arasinda, belirli bir anlami ifade edebilir. Çünkü ifadesi güç bir şeydir. Zihinde de bunu tasavvur etmenin imkâni yoktur. Bunu biz bir sembolle ifade etmek zorundayiz. O zaman bütün bu ifade güçlüğü, zihinde imaj yaratamama güçlüğü de bir bakima ortadan kalkmiş olur. Ezoterizmde iç içe üç ayri zarf vardir: 1- Sir, sükûnet içinde, sessizlik hâlinde alinir. Sonra ondan kimseye söz edilmez, hatta ondan söz etmek de güçtür. Zaten gerçek gizlinin tabiati da böyledir. Bir şeyin gizli olmasi, onun ifade edilmesindeki güçlüğe bağlidir. İfade edilmesi ne kadar güçse, o şey o kadar gizli demektir. Belki de o derecede hakikate yakin bir bilgidir. Müride o şekilde bir hakikat gösterilir ki, onu başkalarina açiklayacak bir gücü de kendisinde bulamaz. Çünkü o önce kendi kendine bunu kavrayip hazmedecek durumda değildir. Bir tarife göre, bir insanin gelişmişliği, alişi ve verişi nispetindedir. Bir şeyi ne kadar aliyorsunuz ve başkalarina ne kadar verebiliyorsunuz? Bu alma ve verme arasindaki dengeyi kurduğu zaman mürit, ezoterik olarak gelişmiş bir varlik sayilir. Aslinda bütün varliklar bu aliş ve veriş işleminde birer vasitadan ibarettir: Tesirlerin yukaridan alinip, başkalarina nakli işi... Sonsuzdan gelen büyük bir zincirin halkalarindan ibarettir insan. Bu anlaşildiği zaman, gerçek insan dedikleri insan karşimiza çikmiş oluyor ki, o da kendisini beşeri hürriyete götürecektir: Normal insana (âdemoğluna) has her türlü bağlardan siyrilip, evrensel bir hürriyet içerisinde, evrensel bir insan hâline gelinecektir. 2- Ezoterik bir öğretinin dişinda kalmiş (profan) bir insan için böyle bir sir ne anlaşilabilir, ne de kavranilabilir bir durumdadir. Bunu da temin eden husus sembolizmdir. Tarikatin dişinda kalan kişilerin bu sirlara erememesi için bu sirlar tarikat mensuplari arasinda semboller vasitasiyla aktarilir. Dişarida bulunan birisi ancak sembolü görür fakat ihtiva ettiği anlami anlayamaz. Bir tür şifre... Hariçte bulunan kişi kendine göre bir şey anlayacaktir. Asil anlam hakkinda bir malûmata sahip olamayacaktir. Çünkü bir inisiyasyondan geçmemiştir. 3- Üstattan müride nakledilen sirrin kendisi değil, sembolüdür. Onu anlaşilir hâle getiren ruhsal tesirdir. Bir üstadin bir müride öğretmek istediği şeyde sembolle birlikte özel bir ruhi tesir de vardir. Mürit burada üstadindan bir nevi tesir almaktadir. O tesirle beraber o sembol onun zihninde gelişecektir. Yine, hazir bilgi, inisiye olmuş bir müride de apaçik olarak verilmemektedir. Yine sembol nakledilmektedir ama bilginin anlaşilmasina yardimci olacak bir ruhsal içerik de onunla birlikte verilir. Aslinda ezoterik çalişma bu yüzden zordur. Yani mürit büyük çabalar sarf edecektir. Ezoterik bilgi alinirken birtakim merasimler yapilir, müride bazi şekiller gösterilir. Bunlar objektif şeyler olduklarindan hislere hitap eden hususlardir. Bu şekillerin diş görünüşünden bile inisiye olmamiş bir kimse hiçbir şey anlamaz. Birinci baraj bu olmaktadir (objektif vasif). İkinci baraj kişinin gelişmiş olmayişidir. İlk başlayan kişi (müptedi) elbette ki gelişmiş bir kişi değildir. Bu da ezoterik bilginin içine nüfuzu zorlaştiran bir özellik olarak ferdin karşisina çikmaktadir. Buna sübjektif vasif denir. Üçüncü vasif da tabiatin anlaşilmaz oluşudur. Biz tabiati ancak duyular vasitasiyla taniyabiliyoruz. Duyularimiza çarpan tabiati taniyabiliyoruz. Yani tabiatin bütün vasiflarini duyularimizla algilayamiyoruz. Duyularimiza çarpan kismi kadar tabiati taniyoruz. Ezoterizmde bütün problem duyularimiza çarpmayan bu fizik ötesi tabiati tanimaktir. Zaten ezoterizmin özü de bu olmaktadir. Bütün geleneksel doktrinler bu metafizik öz bakimindan içsel (deruni) bir şekilde birbirlerine bağlanirlar. Ezoterizm ile egzoterizm ayni şeyler değildir ama birarada bulunmaktadirlar. İçsel olan dişsal olana hâkim vaziyettedir. İçsel olan dişsal olani aşar ve onu da ikmal eder, olgunlaştirir, eksikliğim giderir. **Kutsallik Genellikle sirlari, dini sirlar olarak ifade ederler. Dinlerin bir diş görünüşü, bir de iç anlamlari vardir. İbadetlerde diş görünüşün ardindaki anlam, sembolik ifade ile anlaşilmaya çalişilmiştir. Bu yapilirken de akil yolundan çok gönül yolu izlenmiştir. Burada yeri gelmişken belirtelim ki, "sadece dinler kutsal bilgi ihtiva ederler" ifadesi de çok yanliştir. Kutsal bilgi, dinin tekelinde değildir. Kutsalliği din de kullanmiştir. Ama dinin dişinda pek çok öğreti şeklinde de kutsal olanla biz sik sik karşilaşiriz. Ezoterizm, kutsal bilgiler hakkinda kendi kendine yeterli değildir. Kutsal bilgilerin anlaşilmasina yardima olan bir öğreti şeklidir. Her türlü form içerisinde karşimiza çikan gerçekleri bize ifade etmek için kullanilan bir yoldur. Ezoterik bilgilerde "gizli" olarak ifade edilen hususlar dinde "sir" ismini almiştir. Ezoterik çalişmalarda görünenle hissedilen tabiatin ötesinde, görünmeyen güçler tarafindan iskân edilen yüksek bir realitenin varliği da anlatilir. Eski klâsik düşünürler bunu böyle bilirlerdi. Yalniz ne var ki, insan evrenin ta göbeğine yerleştirilmiş mütekâmil (tekâmül etmiş) bir varlik değildir. Eski ezoterik diyagramlarda bir evren modeli çizildiği zaman insan ortaya konurdu. Evreni çeşitli kisimlara, iç içe dairelere ayirirlardi. Biz genellikle "insan" denildiği zaman dünyada yaşayan zeki (daha doğru bir ifadeyle akilli) insani aklimiza getiririz. Halbuki insan evrensel bir modeldir. Ve bu modelin formu ile bizim aramizda hiçbir alâka yoktur. Sadece ezoterik ve metafizik anlamda bir insan vardir. Form olarak biz herhalde evrensel insanin formunu taşimiyoruz. Böylece, biz yine konumuza dönelim, eski ezoterizmin evreni üçlü bir görünüme ayirdiğini hatirlayalim: Maddesel, psişik ve ruhsal. Niçin insani merkeze koymuşlardir? Çünkü insanda bu üç dünyayi da ihtiva eden unsurlar mevcuttur. Madde de vardir, psişe de, ruh da... Her üçünü de ihtiva ettiği için onu merkeze koymak isabetli olmuştur. Fisagorcular ilk defa olarak insani küçük evren (mikrokozmos) olarak nitelendirmişlerdir. Ayni zamanda bir de büyük evren (makrokozmos) vardir. İnsan sanki diş evrenin bir modelidir. İnsan ile evreni birleştiren bu ahenkli analoji insandaki üçlü mevcudiyeti ayirt etmeye izin veriyor: Bedene karşilik, maddesel âlem; Cana karşilik, psişik âlem; Ruha karşilik, spiritüel âlem. Bu üçlü ayrim ilk disiplinin çikişina sebep oluyor. Buradan doğa bilimleri ortaya çikiyor. Sonra ruh biliminden psikoloji ortaya çikiyor. Zihinsel bilimlerden de metafizik ortaya çikiyor. Ezoterizmde can, bireysel bir yetenek değil, varliği üstün hâllerle birleştiren evrensel bir melekedir. Evrenin de zeki olduğu, bir evren zekâsinin var olduğu, hem bilim adamlari hem de din adamlari tarafindan da kabul edilmektedir. Dolayisiyla eski ezoterik bilgilerin şu ifadesiyle, bugünkü astrobiyolojik çalişmalarin sonucunda ortaya çikan evrenin zekiliği durumu birbirine hemen hemen bağlanmiş oluyor. Bu üçlü ayrim sonradan da devam etmiştir. Yunancada zihne "nous", cana "psihe", bedene "soma" denir. Lâtincede karşiliklari: Spiritus: zihin, zekâ; anima: can (animal:canli gibi); psihe karşiliği olmak üzere; korpus: beden. Osmanlicada bunlar kelâm, nur, hayat'tir. Spiritüel bilgilerde de bunlar için ruh, beden ve her ikisi arasinda olmak üzere de perispri terimleri kullanilmaktadir. **Gelenek Ezoterizmde sezgi, akil, müdrike (yüksek bir anlayiş, entelekt) özel tarzda bilgi edinmeye özgü üç melekedir. Bunlar, insanlarin özel bir tarzda bilgi edinebilmeleri için üç araçtir. Beden için sezgi (bedene ait bir araç, çünkü bedensizken sezmesine gerek yoktur), can için imajinasyon veya psikomantal, yani can halindeyken bilgi elde etme yolu oluyor. Nihayet ruh için saf entelekt ya da aşkin sezgi tabir edilen bir kavram kullanilmaktadir. Ezoterizmde "gelenek" tabirinin de özel bir kullanilişi vardir. Bugünkü sosyolojide kullanilan anlaminin dişinda bir anlamda kullanilmaktadir. İnsan, hayatin sebeplerini kendi kendine bulacak ve evrenin sirrini tek başina çözecek güçte değildir. Bundan dolayi kâinat düzenindeki sonsuz ilkenin şuuruna varmayi kolaylaştiran kutsal bir aracin bütününü nakletmek, gelenektir. Biraz daha açiklamak gerekirse, şöyle diyebiliriz: Evrende bir düzen var. Bu evrendeki düzeni tayin eden sonsuz bir ilke var. Bu sonsuz ilkenin şuuruna varmayi kolaylaştiran birtakim kutsal araçlar vardir. İşte bu araçlari soydan soya nakletmeye gelenek (anane, tradisyon) denilmektedir. Evrende, muhakkak ki, her şey belirli kurallar dahilinde cereyan ediyor. İnsan sezgisiyle bunlari anliyor. Bunlari anladiği zamanlarda bir yere not ediyor. Bu not ettiğiniz bilgiyi güvendiğiniz birisine bir yerde söylüyorsunuz. Bu şekilde o kişi sizinle beraber birtakim ilkeleri saklayan kimse oluyor. Ve bunu doğal olarak sizden sonra gelecek olan soylara da aktarmak istiyorsunuz. (Tesiri nakletme ilkesi: Bu nedenle Mevleviler "sema" sirasinda bir ellerini yukari açarlar, bir ellerini de aşaği tutarlar. Bu ezoterik bir sembolizmdir. İslâmi ezoterizmde onlarin pek çok niteliklerini daha ayrintili olarak inceleyeceğiz.) Tesirin bir yerden alinip başka bir yere nakledilmesi en büyük ilkelerden biridir. Bunu yaptiği sürece insan evren tekâmülünde mevcut bulunan hiyerarşik zincirin bir halkasi vazifesini görebilir. Bilginin kuşaktan kuşağa geçmesinde bir görev yapmiş olur. Yukaridan beri "gelenek" sözcüğüyle bunlar kastedilmektedir. **Müşterek Bilgi Bu nakil işinde üstat ile mürit arasindaki spiritüel bağ önemlidir. Çünkü kendisinden (üstattan) sonra gelecek olan kuşak odur (mürit). Bu bir bakima üstadindan devamli olarak ilhami aliyormuş gibidir. Halbuki gelenek olarak çok eskilerden beri akip gelen bilgileri üstadin kanalindan almaktadir. Kendisinde bir iç bilgi oluşur. Bu iç bilginin şöyle özellikleri vardir: Hayatla müştereken var olma hâli, yani artik kendinizi tek kişi hâlinde görmüyorsunuz. "Ben"cilik yok, "Biz"cilik var. Müşterek (ortak) varlik kavrami ortaya çikiyor. Bundan öte de, biz beraberce vardik, bundan sonra da beraberce yürüyeceğiz anlamina varilabilir. Daha da ileride müritte ya da müritlerde "müşterek bilgi" oluşur. Benim bilgim, onun bilgisi, ötekinin bilgisi yoktur; "bizim bilgimiz" vardir. Herkesin teker teker bilgisi hepimizin bilgisi demektir. Şunu tekrar belirtelim ki, bu yine ezoterik çalişanlar arasinda olur. Müritler birbirlerine devamli olarak bilgi aktarir dururlar. Artik herkes birbirine ilham vermektedir. Bu bakimdan varlik, naklettiği kadar varliktir, naklettiği şeyle vardir, naklettiği ölçüde vardir. Ezoterizmin önemli ilkelerinden biri de budur. Varlik aldiği tesiri karşi tarafa ne derecede nakledebiliyorsa, o derecede vardir. Hangi tesiri, neyi naklediyorsa, onunla vardir. Hangi plândan hangi tesiri alip, neyi naklediyorsa o kadar vardir. Son olarak da naklettiği ölçüde vardir. Devamli mi? Kesik kesik mi? Bunlar aslinda bireyselliğin çok üstün bir hâle gelmesiyle elde edilecek durumlardir. Egoizmin kaldirilip, ruhi bireyselliğin ortaya çikarilmasi lâzimdir. Kaba, maddesel taraf teker teker parçalanir ama bu arada büyük bir şey de ortaya çikar. Bencillik kabuğu kirilir, onun altindan ÖZ dediğimiz gerçek bireysellik ortaya çikar. **Bilgiyi Nakletme İnsanlik tarihinin başlangicinda ilkeler bilgisini herkes biliyordu. Beşeriyet ilahiyatin en yüksek ve en mükemmel biçimleri içinde gelişiyordu. Sonra, tebliğ edenle, tebliğ alanlar arasinda derin boşluklar meydana geldi. Bilgi doğrudan doğruya anlaşilmaz oldu. Seviyeler, dolayisiyla anlayiş farklari artti. Bundan dolayi açiklamak ihtiyaci doğdu. Üstat durumunda olan varlik ayni zamanda nakletmek zorundadir. Çünkü kendisi için aldiği ve verdiği oldukça önemlidir. Nakil işini yapmasi muhakkak lâzimdir. Elbette ki bu nakil işinde birtakim diş görünüşler, merasimler, kökene ait anlam ve kelimeler de vardi. Bunlarda birtakim kutuplaşmalar, zitliklar ortaya çikiyor ve bilgiler içsel hâle dönmeye başliyor. Bir üstadin herhangi bir kelimeyi kullandiği zaman ifade etmek istediği anlam, karşi tarafa istediği şekilde intikal etmeyince o kelimeye verdiği anlam kendi içinde kalmiş olmaktadir. Artik anlamlar, giderek bu şekilde içselleşmeye başlamiştir Bu nedenle bir şey söylediğiniz zaman, onun size ifade etmiş olduğu anlami karşi taraf kavrayamamaktadir. Çok eski zamanlarda bu ilkeler gayet kolaylikla nakledilirdi. Ve arada büyük bir boşluk yoktu. Örneğin, sizin işaret parmağinizi belirli bir tarzda karşidaki insanlara göstermenizin bir anlami olsun. Karşi taraf sizin kadar onun anlamini anlamiyor. İçerdiği manayi kavrayamiyor. Dolayisiyla siz parmağinizi gösterirken belki de birkaç türlü anlami zihninizde tutuyorsunuz. Ama karşinizdaki ne anliyor, bu belli değil. Böylece anlamlar karanliğa doğru çekilmeye ve anlaşilmaz hâle gelmeye başliyor. Ve zamanla da sizin elinizi o şekilde havaya kaldirişiniz, olduğu gibi taklit edilerek dinsel bir görünüş hâlini almaya başliyor. Ve ilk hareket, asil anlami yitirilmiş olarak gösterilmeye başlaniyor. O hareketi yapan kişi, altinda büyük bir anlam olduğunu biliyordu ve belki de, kendi zamanindaki insanlar da biliyordu ama zamanla anlam (bilgi) yitirildi, geriye şekil kaldi. Bunlar, zamanla üç unsur hâlinde karşimiza çikiyor: 1- Zekâyi tatmin etmek için dogmalar (nas). 2- Ruh için ahlâk kurallari. 3- Beden için de birtakim merasimler (giyinmeler, danslar, dua şekilleri vs.) Bu süre içinde de derin anlam gizlileşmeye (ezoterikleşmeye) başliyor. Bu yüzden özellikle Bati'da gelenek yoluyla gelen bilgilerin karanlikta kalmasi durumu ortaya çikiyor. Bu şekilde eski uygarliklarin gerçek yüzü geçmişin karanliklari arasina gömülüp gitmiştir. **Semboller Ezoterik bilimde semboller (simgeler) önemli yer tutar. Ruh ve beden arasinda köprü kurarken semboller bütün anlaşilabilir kavramlari hissedilir hâle getirirler. Sembol, özellikle göze hitap eden bir imajdir. Kelime tarzinda olduğu zaman anlayişa hitap eder ve yine imaj niteliğini yitirmiş değildir. Semboller analitik olmaktan çok bütünsel tarzda bir fikir topluluğunu ifade ederler. Örneğin elinde meşale tutan bir kol, semboldür. Aslinda bütünleyicidir. Pek çok fikirleri hatta bilgileri biraraya getirmiştir. Herhangi bir kimse, kendi kapasitesi hangi seviyede olursa olsun, bunlari yorumlayabilir. İkinci özelliği, ifade araci olmaktan çok teşhir araci olmasidir. Teşhirde açiklama yoktur, sadece "gösterme" amaci vardir. İnsana bir şey empoze etmez. Herkes kendi seviyesine göre yorum yapar. Taraf tutmaz, sadece bir görünüşten ibarettir. Sembolün toplayici olmasi da önemli bir noktadir. Sembolik çalişmalar esasinda tabiattan gelmektedir. Semboller bilimi doğal ve doğaüstü çeşitli realite düzenleri arasinda mevcut olan bir mutabakat üzerine kurulmuştur. Doğal olanda doğaüstü olani göstermek için doğaüstü realite sembolleştirilmiştir. Doğal olani müşahede ettiğimiz zaman onda doğaüstü olani da görmemiz lâzim. Bunu başarabiliyorsak, ezoterik olarak çalişiyoruz demektir. Bir bitkiyi, hayvani, insani, olayi müşahede ederken onda doğaüstü bir şeyler olduğunu sezdiğimiz anda biz zaten ezoterik olarak çalişiyoruz demektir. Burada ilham yoluyla bazi gizli bilgiler veriliyor demektir. O zaman karşimizdaki objeler ya da olaylar, o görünümleriyle bize doğaüstünün bir sembolüdür. Evren bizzat evrenüstü bir ilkenin sembolüdür. Evrenin kendisine ait bilgileri deşmeye başladiğimiz zaman evrenüstü olan ilkeleri yakalamaya başlariz. Belirli bir düzenin realitesi daha az yüksek düzenin realitesi tarafindan temsil edilebilir. Örneğin, (A) seviyesindeki bir gerçeği ifade etmek, onu sembolleştirmek için, onun biraz üzerindeki (AA) gibi bir realiteyi ele almak gerekiyor. Yani her sembol ifade ettiği gerçeğin biraz üzerindedir. Kendisi sembol olmaz. "A" denen şeyi sembolleştirmek istiyorsaniz, onu "A" derecesinde sembolleştiremezsiniz. Biraz üzerinde sembolleştirmeniz gerekir. Daha geniş bir manayi ele alirsaniz, olur. Örneğin mektup ile zarfini ele alalim: Zarf ile mazruf (zarfin içinde olan). Mazruf, daima zarftan küçüktür. Aksi hâlde zarfin içine girmez. Burada mazruf, elimizde bulunan gerçek, zarf da onu kapsayan semboldür. Birisine bir mektup geldiği zaman eline aldiği zarf içindekinin bir sembolüdür aslinda. Yollanan, postalanan, işlem gören, kiymetlenen şey aslinda zarf değil, zarfin içinde gönderilendir. Zarf, onun dişinda bir semboldür. O sembolün hakikati onun içindedir. Böylece semboller daima saklamak istedikleri şeyin biraz üzerine çikarlar. Burada "üzerine çikmak" demek, daha büyük kiymet kazanmak değildir. Zarf her yerde zarftir. Bütün zarflar birbirinin aynidir ama içindekiler, zarf sayisi kadar birbirinden değişiktir. Parça, bütünü sembolize eder. Mikrokozmos, makromozmosu temsil eder. Gerçek sembol keyfi değildir. Yüksek realitenin sembolü olarak kabul edilen, bizzat doğadan çikmiştir. Her sembol ters yönde yorumlanabilir. Aynadan ve sudan yansiyan cismin hayali gibi. İlkeler düzeninde ilk ya da en büyük olan; tezahürat düzeninde sonuncu ya da en küçük olandir. Bu ifadede ilkeler düzeni bir metafizik alan olarak, tezahüratta eşya âlemi (gördüğümüz ya da göremediğimiz yönleriyle titreşimlerden meydana gelmiş olan fizik âlem) olarak düşünülebilir. Zamanla içte olan sonradan dişta kalabilir. Bunun başka bir ifadesi de "Birinciler sonuncu, sonuncular birinci olacaktir." şeklinde ortaya konmuştur. **Merasimler Burada bir ritm ve tavirlanma söz konusudur. İnsan her şeyden önce bir ahenk iletkenidir. Ahengi, ritmi naklederiz. Doğumundan ölümüne kadar insan hareketli bir dalga akimi içinde sürüklenip gider. Bu dalga akimi içinde seneler, mevsimler, günler vardir. İnsan ahengi sever ve onu arar. Ahengin temel karakteri birbirini izleyen bir değişim dahilinde bir denge kurma eylemi içinde birleşmekten ibarettir. Şöyle ki, aslinda bu ahenk ve ritm içerisinde bir düalite vardir. Kalkiş ve variş noktalari (doğum ve ölüm) arasinda dengeyi kurmak için ritmik yaşar. Hâlâ sürüp gelmekte olan geleneklerden yayilan kolektif kuvvetler vardir. İşte bu kolektif kuvvetlere iştirak etmek isteriz. Bu iştirak içinde bir yerden izin almak gerek. Bu iştirak iznini temin etmek için insanlar merasimlere başvururlar. Örneğin Uzak Doğu'da mantralar (Konsantrasyon nesnesi ve konusu olarak kullanilan kutsal bir kelime veya cümle.) vardir. Orta Doğu'dakiler mantra karşiliği olmak üzere "zikr"leri kullanirlar. Kutsal danslar yapilir, ilâhi ve şarkilar söylenir. Sessiz dualar yapilir. Hatta bu dualar sirasinda vecd (ekstaz) hâlleri bile yaşanabilir. Dua eden ya da başka türlü bir merasimde bulunan kimse, kendi ruh ve bedeninin içinde bulunduğu ahenkle daha büyük bir ahenge akort olmaya çalişir. Bu şekilde tüm dünyaya ait daha kapsamli büyük bir ahengin içerisine girmiş oluyor. Buna Platon (Eflâtun) Elözis öğretisinde "Kürelerin Müziği" deyimini kullanir. Müridin küreler arasindaki müzik ahengine akort olabilmesi, onunla bir olabilmesi için önce kendi ruh-beden ahengini kurmasi lâzimdir. Merasimlerin hepsi, insanlarin akişkan unsurlarinin değişimini uyarir. Cennetle ilgili bir hâl olan yalin bir hâle dönüşünü kolaylaştirir. Doğaldir ki burada anlatilmak istenen merasimler, bugün mabetlerde yapilan merasimlerle hiç ilgisi olmayan şeylerdir. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.