woodoo Oluşturma zamanı: Mart 29, 2009 Paylaş Oluşturma zamanı: Mart 29, 2009 Taoculuk nedir? İşte soruların en kolayı gibi görünse de, Taoculuk paradoksunun tipik bir örneği olarak, yanıtlanması hemen hemen imkansız olan bir soru. Bunun nedeni de yanıtların çok ve çeşitli olması. Öncelikle Taoculuğun ne olmadığından başlayalım: - Yeni değildir. Taoculuk insanlığın bildiği en eski geleneklerden biridir. Taoculuğun özüne ilişkin, tarihi İ.Ö. 5000 yılına dayanan belgelere rastlanmıştır.[1] - “Sabit” veya “katı” bir gelenek değildir. Taoculuğun çeşitli versiyonları mevcuttur; örneğin, günümüzde uygulandığı biçimiyle popüler Taoculuk, gelişmiş Şamanist bir din olmasına karşın, bir diğer büyük doğu geleneği olan Tantrik Budizm gibi, doğrudan Taoculuğun temel prensiplerinden kurumsallaşmıştır. Bir de büyük ölçüde Budizm’in Chian (Japonca’da, Zen) ekolüne dönüşmüş olan (Huston Smith’in isimlemesiyle) Ezoterik Taoculuk vardır. Ancak Ezoterik Taoculuk artık kaybolmuştur.[2] Geriye sadece ilkel Taoculuk’la eşanlamlı olan Felsefi Taoculuk kalıyor, ki orijinal Taoculuğa en yaklaşan gelenek budur. Çin toplumunu asırlar boyu yönlendiren bir ideal olan Felsefi Taoculuk, bu yazının da odağını oluşturacaktır. - Ataerkil değildir. Çin toplumun ataerkil olmasına karşın, gariptir ki, ilkel Taoculuk’ta durum farklıdır. Birazdan göreceğimiz gibi Taoculuk oldukça dişil değerleri olan bir gelenektir. - Metafizik değildir. Beden/ruh ikiliği Taoculuk’ta yer almaz. Taoculuk, fiziksel olarak gözlemlenemeyen hiçbir şey üzerinde yorumda bulunmaz. Beden/zihin/ruh üçlüsünü, hiçbir savunmaya veya açıklamaya gerek görmeden, ayrılamaz bir bütün olarak değerlendirir. - Vahyedilmiş bir din değildir. Taoculuk acı verecek derecede aşikar olan gerçeğe uyanık olmaktır. Hiçbir şey gizli değildir --düşünceli, duyarlı bir kişinin kendi başına keşfedemeyeceği hiçbir şey yoktur. Taoculuğun yeryüzü-kökenli bir din olma niteliğini test etmek için, Starhawk'ın “Yeryüzü-Kökenli Geleneklere dair Ortak Kavramlar” sıralamasına bir göz atalım: - Dünyada, doğada ve yeryüzünde form bulan ruhun kutsallığı. -“Herşey bağlantılıdır” anlayışı. -Ölüm, doğum, gelişme ve yenilenme döngülerine saygı. -Topluma, genel dengeye ve sağlığa önem verme. -Ölümden sonraya uzanan toplum kavramı, atalara ve doğmamış nesillere saygı. -Günah veya ceza nosyonu yerine, dürüstlük, kişisel ve toplumsal sorumluluk anlayışı. - Ritüellere, seremoniye, vizyona ve (vahiy edilmiş metinler veya dogma yerine) doğrudan deneyime odaklanma. -Kutsal çember, tıp çarkı ve dört kutsal yön. -Kapsayıcıdır, zorlayıcı değil. -Her gelenek engellemelerle karşılaşmış ve çeşitli baskılara direnmek zorunda kalmıştır. Kolay takip edilebilir ve mantıklı bir düşünce akışı sunduğu için burada aynı sırayı takip edeceğiz. Dünyada, doğada ve yeryüzünde form bulan ruhun kutsallığı The Tao Te Ching şöyle der: dünyayı geliştirmek mi istiyorsun? mümkün değil, inanmıyorum. dünya kutsaldır daha iyi olamaz. fazla kurcalarsan, zarar verirsin ona bir nesne gibi davranırsan, kaybedersin. Taocu üstat dünyayı müthiş gizemli, kutsallıkla dopdolu ve varolan herşeyin kutsal olduğu bir yer olarak görür. Yüce Tao her yerde devinir. herşey ondan doğar, ama ondan varolmaz. O sonsuz dünyaları besler, ama onları sahiplenmez .En eski Taocu mitolojide, gökyüzü tüm yaradılmışların babası, yeryüzü ise annesi olarak ifade edilir Diğer mitlerde tanrıça ve tanrıların farklı versiyonları ve kozmozun doğuşu tasvir edilir. Ayrıca Vedik mitolojiyi anımsatan bir şekilde yeryüzünün bir yumurtadan çıkışını betimleyen hikayeler de mevcuttur. Yeryüzü doğrudan bir tanrıça olarak değil de, Tao’nun temsilcisi olarak tanımlanabilen tanrıçanın bir parçası olarak düşünülür. Tao çoğu Batılı için kavranılması zor, çok yabancı bir kavramdır. Tao Te Ching’in ilk beyitinin bizi uyardığı üzere, Tao kelimelerle anlatılamaz, ancak sezgilerle idrak edilebilir. Tao, Batılı tanrıların çoğu gibi kişisel bir tanrı değil, ancak ilahi uyumdan daha azını ve muhteşem kaostan daha fazlasını vaat etmeyen (ki ikisi de aynı kapıya çıkar) yargısız bir güçtür. Alan Watts’a göre “…ilk olarak netleşmesi gereken şudur ki, Tao, yönetici, hükümdar, lider, mimar veya evrenin yaratıcısı anlamında bir ‘Tanrı’ değildir. Bir askeri ve siyasal süper başkan veya doğadışı bir yaratıcı imajının Tao’da yeri yoktur.” Lao Tzu (Tao Te Ching’in efsanevi yazarı), "Tao herşeyi besler ama onları yönetmez” sözleriyle aynı fikri dile getirir Bu gücün erotik niteliği, başta Lao Tzu’nun dizeleri olmak üzere çok sayıda yazıda ifade edilmiştir. Watts’a göre Lao Tzu’nun çizdiği Tao imajı paternal değil, maternaldır, (babasal değil anasal). Söz konusu olan, kadınlara atfedilen karakterde pasif bir güçtür. “Tao, Yüce Anne olarak anılır: Bomboş ama tükenmeyen ve sonsuz dünyaları doğuran.” Başka bir tercümede şöyle geçer: “O gizemli dişi olarak bilinir. Bu gizemli dişinin kapısı, gökyüzü ve yeryüzünün köküdür.”Tao’yu içtenlikle kucaklayan bir üstat, yaşamında bu dişil enerjiyi tezahür ettirmesi yönünde Lao Tzu tarafından “erili tanı, ama dişili seç.” sözleriyle teşvik edilir. Tao ile bağlantısı hakkında hiç de alçakgönüllü olmayan Lao Tzu, bu yakınlığı şu sözlerle dile getirir: “Ben sıradan insandan farklıyım. Ben Yüce Anne’nin göğüslerinden besleniyorum.” Herşey bağlantılıdır Taoculuğun merkezinde bağlantılılık kavramı yatar. Hiçbir şey bir vakum içinde yer almaz ve ne kadar küçük olursa olsun bir nesne etkilendiğinde, buna bağlı olarak tüm evren fayda veya zarar görür. Bunun nedeni, Tao’nun herşeyin sadece kaynağı değil, aynı zamanda mekanı olmasıdır. Tao varlıkları doğurur, besler, yaşatır, şefkat gösterir, rahatlatır, korur. onları kendilerine döndürür. yaratmak, sahiplenmeden davranmak, beklentisizce yönlendirmek, yönetmeden. Doğu felsefelerinin çoğunda ortak bir tema olarak “birlik” doktrini mevcuttur. Hindu inancına göre, farklılıkların dünyası sadece bir maya, bir illüzyondur. Gerçekte, şimdi ve sonra, burası ve orası, sen ve ben, haz ve acı arasında bir ayrım söz konusu değildir. Herşey ‘bir’dir. Chuang Tzu’ya göre, “Evren bizimle beraber varolmuştur; bizimle herşey ‘bir’dir.” Bu görüş, düşünen insana inanılmaz çağrışımları olan bir perspektif sunar. Örneğin, eğer sen ve ben ‘bir’ isek, nasıl düşman olabiliriz? Huai Nan Tzu Chu Shih şöyle der: “Gökyüzü, yeryüzü ve evren tek bir insanın bedenidir. Buna göre evren, bir parçasındaki rahatsızlığın bütünün sağlığını etkilediği tek bir organizma gibidir. Bundan daha fazla bir bağlantılılık düşünülebilir mi? Peki, Tao herşeyi kapsadığına ve herşey ‘bir’ olduğuna göre, bir Taocu ben/ego ile nasıl başa çıkar? Lao Tzu bunu şöyle yanıtlar: dünyayı kendin gibi gör olanın doğasına güven. dünyayı kendin gibi sev, böylece herşeyi gözetmiş olursun. Bu bağlantılılık olgusu fiziksel ve geçici olanın ötesine uzanır; aynı zamanda varoluşu tanımlar. Şu klişe koan, bu kavrama harika bir örnek oluşturur: “Eğer ormanda bir ağaç devrilirse, ama etrafta duyacak kimse yoksa, ses çıkarmış olur mu?” Dünya, karşılıklı etkileşim platformudur. Watt’ın dediği gibi; “hiçbir organizmanın olmadığı bir ortam mevcut değildir. Herşey, her olgu, ancak bir diğeriyle bağlantılı olarak gerçeklik kazanır. Güneşin aydınlığı, gören gözlerle vardır. Bunun gibi, evren de bilinçte varolur.” Bu noktadan bakışla, varoluş alemindeki göreceli önemsizliğimizi ve inanılmaz önemimizi bir an önce idrak etmemiz gerekir, çünkü evren bizim bilincimizde yansımakta ve kendini orada hayranlıkla izlemektedir. Nikos Kazantzakis yazdığı şekliyle, “yeryüzü sizin beyinlerinizde ayağa kalkar ve tüm bedenini ilk defa olarak görür. Bu bağlantılılık hali, sadece kozmik dengenin korunması için değil, varoluşun sürekliliği adına da gereklidir. Yaratılış ağı öyle mükemmel örülmüştür ki, insan egosunun ‘biz daha iyi yapabiliriz’ kurgusuna karşın, yaratılan herşey kendiliğinden bir uyum içine girer. Üzerinde ısrar ettiğimiz ve yeryüzünün ancak kabataslak uyabildiği ‘keyfi, yapay ve soyut düzen nosyonu’ ancak yıkıcı olabilir. Üstelik bu ‘düzen’ anlayışımız sadece nesnelerle sınırlı değildir. ‘Zaman’ da çarpıttıklarımız arasındadır: “Sebep-sonuç nosyonu, başta tanımlayabilmek adına birbirinden ayırdığımız bir olayın evreleri arasında, sonunda yeniden bağlantı kurabilmek çabasıyla başvurduğumuz aksak bir yöntemdir. Kendimize ters düşerek, bu evreleri sonuçta tekrar sebep-sonuç zamkıyla birbirine bağlanan farklı olgular olarak düşünürüz. Gerçekte tek olay, evrenin kendisidir... Kendi hallerine bırakılırlarsa, herşey birbiriyle uyumlanacaktır... dışsal bir zorlama olmadan.“ Evreni parselleme çabamız beyhudedir. Lao Tzu’nun yazdığı gibi, insan Tao’nun işine karışırsa, gökyüzü kirlenir, yeryüzü çoraklaşır, denge dağılır, yaratıkların soyu tükenir. Taocu’ya göre çözüm, herşeyi oluruna bırakmaktır. Kişi olguları zorlamaya çalıştıkça sıkıntıya düşer; oysa herşey olduğu gibi mükemmeldir, insanlar bile! “Gökyüzü ve insan, güçlerini bir ahenk içinde ortaya koyarlarsa, tüm değişimlerin başlangıçları belirlenmiş olur.” Ölüm, doğum, gelişme ve yenilenme döngülerine saygı Ölüm olgusunu, Batı toplumlarında algılandığı biçimiyle yaşamın sonu olarak değil de, yaşamın çeşitli evrelerinden biri olarak değerlendirmek, yeryüzü-kökenli ve yerel ruhsal geleneklerin ortak anlayışıdır. Bu konuda Taoculuk da farklı değildir. Taocu için değişim ve oluşumların sonsuz döngüsü içinde, Yin’in bir ucu Yang, Yang’ın bir ucu Yin’dir. Biz Batılılar herşeyden çok ölümden korkarız, çünkü bizim için ölüm bir sondur. Oysa Taoculuk ve diğer yerel geleneklere göre, “Ölüm varoluşun bir veçhesidir, tıpkı yaşam gibi. Ölmek, bir varoluş formunu bir diğeriyle takas etmektir sadece.” Tıpkı Yang’ınYin’e ve Yın’in Yang’a dönüşümü gibi… Chuang Tzu’nun yazdığı gibi, “Yaşam ve ölüm ‘bir’dir.” Din bilgini N.J. Girardot’un eski Taoculukta kaosun niteliği üzerine çeşitli düşünceleri vardır. Ölüme dair şunları yazar: “Çocukluk veya ölüm koşullarına dönüş, kaos koşullarına kozmik bir dönüş yapmakla benzeşir… İnsan yaşamı dört büyük değişim veya transformasyon evresinden geçer: çocukluk, gençlik, yaşlılık ve ölüm. Fakat bu planda, çocukluk ve ölüm sembolik olarak eşdeğerdir. Tao’nun kozmik yaşam perspektifiyle bakıldığında, ölüm çocukluk koşullarına dönüştür, ki uyumun en üst seviyesinde, kişinin enerjileri yoğunlaşmış, istekleri yeniden bütünlenmiştir.” Ölüm, başlangıç noktasına geri dönüştür… Bir kişi öldüğünde, onun “dinlenmeye çekildiği ve tekrar en üst noktaya yükseldiği” söylenir. Bu noktada, yeryüzü-kökenli dinlerde sıkça rastlanan başka bir kavramla karşılaşıyoruz: reenkarnasyon. Ancak popülaritesi yükselişte olan Budizm’den farklı olarak, Taoculuk reenkarnasyonu bir trajedi olarak değil, Tao’un, veya olanın doğasının, bir diğer sembolü olarak görür. Bir kaçış aranmaz, çünkü Tao’nun yolu, sürekli bir yaşam ve (Tao ile uyum içinde yaşandığında) süregen bir mutluluk vaat eder. Tıpkı Budizm gibi Taoculuk da kişiliğin varoluş süreci konusunda net değildir, ama Raymond Van Over’in söyledikleri bir fikir verecektir: “Ölüm ve doğum sadece bir transformasyon olarak görülmelidir. Sonsuz yaratılış alemi tek bir türdür, herşey arasında bir akrabalık vardır. ‘Büyük Saflık’ ile özde birliğini kuran kişi, formsuzluğun krallığında yol alır. O ki, özdekini kirletmez, cesaretini kötüye kullanmaz… Ruh, tüm evrenin yaşayan bir parçasıdır ve herşeyin net olarak bilindiği bir alanda bulunur.” Böyle bir perspektifle, kişi evrendeki gerçek konumunun farkına varır: Küçük bir parça, ama aynı zamanda bütünle ‘bir’. Taocu, Batılı biri gibi insanı yaratılışın merkezine yerleştirmek yerine, insanın yaratılışın bir parçası olarak yerini araştırır. Lao Tzu şöyle der: “Eğer güçlü kadın ve erkekler kendilerini Tao’da merkezleyebilirlerse, tüm dünya doğal ritmi içinde, kendiliğinden değişip dönüşecektir. Kaynak:http://www.facebook.com/photos.php?id=1216737751#/topic.php?uid=57930122427&topic=7658 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.