AYATA Oluşturma zamanı: Nisan 8, 2009 Paylaş Oluşturma zamanı: Nisan 8, 2009 A. ÇİNGENE İNANÇLARI Çingeneler inanç olarak, bulundukları ülkelerinin dinlerini kabul ediyor gözükmektedir. Ancak bütün dünya çingenelerinde genel olarak bulundukları ülkelerin dinlerini kabul etmekle birlikte, bu dinlere karşı oldukça lâkayt kaldıkları yahut bu dinleri sadece görece kabul ettikleri ileri sürülmektedir. Prosper Mérimée meşhur romanı Carmen'de bu konuya temas ederek şöyle demektedir: "Kıptî seciyesinin şayanı hayret bir diğer noktası da, onların din hususundaki lakaydiliğidir... Bulundukları memleketlerin dini onların dinidir! Onlar memleket değiştirdikçe din de değiştirirler". Bununla birlikte bulundukları ülkelerin dinlerini gerçekten kabul edip, hayatlarını inandıkları bu dinlere göre tanzim edenlerin olduğunu da belirtmek gerekmektedir. Avrupa çingenelerinin Hıristiyan oluşu gibi, Türkiye çingeneleri de Müslümandır. Aralarında İslâm'ı gönülden kabul edip, bu dinin emir ve yasaklarına uyanları olmakla birlikte, kendi geleneklerindeki dini inançları yaşatanların sayısı da az değildir. Bizim buradaki amacımız, çingenelere yeni bir din ihdas etmek değil, bilakis onların bilmeden ya da bilerek geleneklerinde yaşattıkları inancın ne olduğunu ortaya koymaktır. a. Çingenelerin Anlayışları Genellikle bulundukları ülkelerin dinlerini kabul eden çingenelerin; günümüzde dini ayin, ibadet ve rituellerini ihtiva eden özel bir dinlerinin varlığından bahsetmek mümkün değildir. Ancak onların nesilden nesile mütemadiyen aktardıkları ve yaşatmaya çalıştıkları farklı dinî davranış ve dinî anlayışlarının varlığı da bir realitedir. Yaşadıkları ülkelerin dinlerini kolayca kabul etme özelliklerinden dolayı Türkiye, İran, Irak, Suriye, Filistin ve Kuzey Afrika çingenelerinin tamamı ve Güneydoğu Avrupa çingenelerinin bir kısmı Müslüman; Avrupa ve Amerika çingeneleri de Hıristiyandır. Ancak onlar bulundukları yöre inançlarının yanısıra, itikat ve mezhep farklılıklarının yoğunluğuna göre de kendilerini adapte edebilmektedirler. Çingenelerin geleneksel olarak yaşattıkları inançlarının incelenmesine geçmeden önce, Türkiye'deki itikadî dağılımları hakkında kısa bir bilgi vermek istiyoruz. Türkiye'de İslâm inancına sahip olan çingeneler, itikadî açıdan kendilerini Bektaşî-Alevi ve Sünnî olmak üzere iki gruba ayırmaktadır. Özellikle göçer durumda olanların pek çoğu Bektaşî-Alevî Müslüman, yerleşik durumda olanların büyük çoğunluğu ise Sünnî Müslüman olarak bilinmektedir. Kanaatimizce göçerlerin Bektaşî-Alevî itikadını benimsemelerinin en önemli sebebi onların yörüklerle içli dışlı olmalarından kaynaklanmaktadır. Çünkü göçer çingeneler, çoğu zaman yörüklerin göç yollarını kullanmakta ve onların yakınlarında konaklayarak rızıklarına ortak olmaktadırlar. Budan dolayı etkileşim kaçınılmaz olmaktadır. Yerleşik durumdaki büyük çoğunluğun da sünnî anlayışı benimseyen Müslümanlardan etkilenmiş olmaları mümkündür. Çingenelerin göçleriyle birlikte beraberlerinde getirdikleri ve hala yaşattıkları dinî anlayışları arasında; "Atalara Saygı", "Yüce Varlık ve Karşıt Güç İnancı", "Ana Tanrıça ve Korkulan Tanrıçalara Tapınma" ve bunlarla bağlantılı olarak "Hac", "Kehanet" (Falcılık) ve "Rituel Temizlik Tasavvurları" gibi önemli bir çok açıdan Doğu, bilhassa Orta Asya özelliklerini bulundurmaktadır. Bunları Hinduizmle irtibatlandıran araştırmacılar da vardır. Çingenelerin, bulundukları toplumların dinlerine karşı lakaydiliğini bir anekdotla belirgenliştirmek istiyoruz. Çingeneye; "Tanrı seni niye çingene olarak yarattı" diye sorulmuş. Çingene de; "Yemek, içmek, dans etmet ve uyumak için" cevabını vermiş. Sanırız bu anekdot, onların dini anlayışları hakkında net ipuçları vermektedir. aa. Yüce Varlık ve Karşıt Güç Türkiye"de yaşayan Romanların kendilerini "But Manışa" (Büyük Adam) kabilesi ya da boyu olarak isimlendiren Manuşların, Avrupa'daki Sinti ve Kalderaş çingenelerinin en yüce Tanrıları; "Baro Devel" (Yüce Tanrı) yahut "Del", "Odel", "Deloro", İspanyol Gitanolarında "Unbide" yahut "Undebel" şeklinde isimlendirilmektedir. Bu yüce Tanrı'nın düşmanı ise "o bengh"dir (Şeytan). "Banka" kelimesi Sanskritçe'de "bucklig" şeklinde ifade edilmektedir. "Banka" yahut "Bango" modern Hint dilinde de "bucklig" şeklinde kullanılmaktadır. "Beng", pistir ve insanları kandırmaktadır. Bundan dolayı ondan çekinilmektedir. Çingenelerin yüce varlık (devel, odel) ve karşıtı olan Şeytan (o bengh) tasavvurunun, ilk dönem Hıristiyanlıktan mı, yahut İran'daki erken dönem Zerdüştî ya da Maniheist inanclarından mı kaynaklandığı şimdiye kadar aydınlatılamamıştır. Eski İranlı din kurucusu Zerdüşt, tahminen M.Ö. 6. yüzyılda iyi ve kötü güçlerden oluşan dualist öğretisini geliştirmiştir. Onun getirmiş olduğu bu prensibe göre de dualist sistemde mütemadiyen bir mücadele vardır. Çingenelerin günümüzdeki dinî tasavvurlarını dualist bir inanç sistemi şeklinde sunmak mümkün değildir. Çünkü her dinde yahut din olduğunu iddia eden sistemde, mutlaka iyilik ve kötülük kavramı olacaktır. İyi güçlerle şer güçlerin mücadelesi de olacaktır. Bizim burada esas üzerinde durmak istediğimiz nokta, çingenelerin gerek Hıristiyanlık ve gerekse İslâm inacını kabul ettikten sonra ve gerekse bu dinlere dahil olmadan önce geleneksel inançlarında yüce bir varlık ve bunun karşısında da şer bir gücün olduğudur. Türkiye'deki Manuşların bir kısmı ve Almaya'daki Sinti isimli çingene grubunun bir çoğu "Baro Devel"i, çingeneleri seçkin bir halk yapan şahsî tanrıları olarak kabul etmektedirler. Onlara göre kainatı, mahlukatı ve seçkin ilk çingeneyi yaratan Tanrı "Baro Devel"dir. Nitekin onların bu inançları çingene mitolojisi bahsinde işlenecektir. ab. Ana Tanrıçalar Gerek Türkiye'de ve gerekse Avrupa'da yaşayan Manuş çingene grubu, "Ana Tanrıça" kelimesini karşılamak üzere "Desleskri-Day" kelimesini kullanmaktadırlar. Onların dinî inançlarında yaşattıkları "Durga", "Bibijaka" ve "Kara Sara" gibi tanrıçalar, Hinduizm'de de önemli bir yere sahiptir. Tanrıçaların merkezinde dünyanın yaratıcısı, koruyucusu ve yokedicisi olan "Durga" bulunmaktadır. İlahilerde o, "büyük ana" ve "dünyanın ebedî anası" olarak takdim edilmektedir. Bununla beraber bazen Tanrıça "Durga"nın sırlı ve çift tabiatli olarak algılandığı da olmaktadır: Ana Tanrıça, bakire (Kumarı) ve iffetli eş (Parvatı* ) temsili ile o; boynunda insanların kafa taslarından yapılmış olan zincir bulunan, kemikli ellerinde baston, kılıç ve tuzak olan ve kaplan kürkü giyinmiş, oldukça çirkin bedenli, iğrenç çehreli kadın olan "Kali"ye** karşı bulunmaktadır. Ormanlarda ve yüksek dağlarda yaşadığına inanılan "Bibijaka"ya (bibiaca) da tıpkı "Durga" gibi bir tanrıça olarak tapınılmaktadır. "Bibi", normal fanilerden daha büyük ve altın gibi parlar şekilde tasvir edilmektedir. Altın, çingenelerde ölümsüzlüğü sembolize etmektedir. Tanrıça "Bibi", geceleri görünmeden uçmakta, arabalara ve evlere girmekte ve çok az seçilmiş kişiye görünmektedir. Oldukça güzel ve zengin olan "Bibi", asla konuşmaz, yemez ve içmez. Eğer biri hasta olursa ona görünür ve onu uzaklara götürür, yani öldürür. Ancak hasta olan bir çingene bir köpek, kedi yahut domuzun kulağını keserek onu yiyecek olursa, o zaman "Bibi", o kişiye ilişemez. Ona, Mart ayındaki bir bayramla tapınılmaktadır. Yugoslavya'nın Belgrad şehrinin kuzeybatı kesiminde yaşayan çingenelerin, Tanrıça "Bibi" tasavvurlarının oldukça farklı olduğu görülmektedir. Onlar, Tanrıça "Bibi"yi bir tavuk şeklinde, "Yeraltı Anası" yani "Kötülük Tanrıçası" olarak telakkî etmektedirler. İnanışa göre; "Bibi" uçtuğunda, civcivleri de arkasından uçmaktadır. Onun civcivleri Şeytan, cadılar, humma, kolera, difteri gibi hastalıklar veya hastalıkların bütün şekilleridir. Bir başka tasavvura göre ise "Bibi" yanında iki kuzu ve iki melek yahut iki çocuk olduğu halde uçmaktadır. Çingenelerce büyük bir ehemmiyet verilen bir diğer tanrıça ise "Kara Sara"dır. Bu tanrıça günümüzde Hıristiyanların bakire "Meryem Ana" motifine çok benzemektedir. Gurbetî, Kalderaş ve Kale (Gitano) çingene grupları, "Kara Sara" kutlamalarına büyük bir ehemmiyet vermektedirler. "Kara Sara" şenlikleri, 24-26 Mayıs'ta Güney Fransadaki deniz kenarında bulunan "Saintes-Marimes-de-la-Mer"de yapılmaktadır. Bütün dünyadan çingenler buraya, tanrıçalarına tapınmak ve hacı olmak niyetiyle gelmektedir. Her ne kadar müslümanlığı kabul eden Türkiye çingenelerinin "Kara Sara" uygulamalarını terk ettiği söylense de, her sene 5-6 Mayıs'da Kırklareli'nin Şeytan Deresi mevkiinde çingenelerce kutlanılan "Kakava Şenlikleri" de, "Kara Sara" uygulamasıyla büyük benzerlik göstermektedir. Nitekim bu konu ileride teferruatlıca işlenecektir. Çingenelerin perestiş ettikleri "Kara Sara" (Sara-Káli) motifinin menşei pek bilinmemekle beraber, Hıristiyan dinî menkıbesine göre o; M.S. 41 yılında kötü adamlarca Filistin sahilinden yelkensiz ve küreksiz bir gemiyle rüzgar ve dalgaların kucağına salınmış olan bir kıbtîdir. Bu gemide "Kara Sara"dan başka Maria Magdalena ve Havari Jakobus ve Yuhannan'nın anneleri olan ve Maria Jakobaea ve Maria Salomaea da bulunmaktadır. Kendi halinde denize salınan bu gemideki "Kara Sara"nın bahsi geçen kadınların hizmetçisi olabileceği ihtimali üzerinde durulmaktadır. Bu gemi, meleklerin denetiminde Provence sahilinde durmuştur. Buranın tam karşısına 1200 yılında "Saintes-Maries-de-la-Mer" kilisesi inşa edilmiştir . Azizelerin hizmetçisi olduğu tahmin edilen bu "Kara Sara"nın adı, ilk olarak 1357'de, daha sonra da 1521'de anılmaya başlanmıştır. Çingeneler, bu Hıristiyan menkıbesini bilmemektedir. Onların "Kara Sara"ya tapınmasının sebebi onun, çingenelere zaruret ve hastalık anlarında yardımcı olduğuna inanmalarındandır. "Kara Madonna" olarak da ifade edilen "Kara Sara", çingenelerin patroniçesidir. Onun çingenelerce kutsanmasının bir başka versiyonu Rhônedelta'da kendi grubuyla dinlenen yahut oranın yerli bir çingenesi olan "Sara Kalî"nin (Kara Sara), fırtınalı bir günde denizden sahile vuranları kurtarması ve onlara layıkı vechiyle yardımcı olarak, izzet ve ikramda bulunan biri olmasıdır. Çingene efsanesi, "Kara Sara"nın üç azize ile birlikte olmadığı, bilakis Les Baux köyünün yakınlarında yerleşik olarak yaşayan yaşlı bir ailenin kızı olduğunu söylemektedir. Efsaneye göre "Sara Kalî", üç azizenin boğulmak üzere olduğuna dair gördüğü bir vizyonla sahile koşmuş ve azizeleri kurtarmıştır. Fakat çingenelerin "Kara Sara"ya perestiş edişinin esas sebebi, onun bu olaydan sonra göstermiş olduğu pek çok mucizesidir. Ana Tanrıçaların dışında bilhassa Avrupa çingenelerinde aya perestiş edenlerinin kalıntılarının da mevcut olduğu bildirilmektedir. b. Diğer İnançları Bu konu altında çingenelerin "batıl inanışları" ve ana tabu sistemlerini teşkil eden "temiz" ve "pis" kavramları ele alınacaktır. ba. Batıl İnanışları Çingenelerin batıl inançlarının başında "mulo" (ölü) ile ilgili inançlar gelmektedir. Nitekim bunlardan bazılarını ölüm ve defin konusunda işlemiştik. İnanışa göre "mulo", çok farklı görünüm şekillerine sahiptir ve sadece geceleri görünmektedir. Eğer birine ölü ruhu göründüyse, onun hemen besmele çekmesi veya Hıristiyansa haç çıkarması gerekmektedir. En iyisi, çok karanlık gecelerde dışarıya çıkmamaktır. Hiç bir zaman da geceleyin mezarlığa gidilmemelidir. Kendilerini emniyette hissetmek ve ölü ruhuyla karşılaşmamak için geceleri dışarıya çıkmaktan kaçınmaktadırlar. Onların karanlık gecelerde dışarıya çıkamayışlarının bir diğer sebebi de, cin ve vampir inançlarından kaynaklanmaktadır. Cin çarpması veya vampirlere yem olma korkusu, çingeneleri karanlık gecelerde evlerine ya da çadırlarına bağlamaktadır. Çingene inanışına göre, kötü insanlar altı hafta boyunca Cehennem'de yanmak zorundadır. Bu süre zarfında ölünün akrabaları felakete uğrar ve korku duyarlar. Hayattakilerin, ölü için mevlit okutmaları durumunda, ruh hayattakilere zarar vermez ve onları terkeder. Aynı şekilde Avrupa'daki çingenelerde bizdeki mevlit okutmaya benzer bir uygulama vardır. Onlar "Kuddas Ayini" düzenlemekle, ölü ruhunun şerrinden emin olacaklarına inanmaktadır. Ayrıca mezarlıktan çiçek koparan kimsenin kısa zamanda öleceğine ve mezarlık gülü koklayan kişini de kendi kokusunu mütemadiyen kaybedeceğine inanılmaktadır. Bir başka çingene inanış ise başkasının saçını okşama durumlarında, okşanandaki gücün okşayana geçeceği inancıdır. Bundan dolayı küçükler saçlarından okşanmamalıdır. Bazı yetişkinlerin bundan korktuğuna şahit olunmuştur. Bu araştırma esnasında Türkiye'nin çeşitli yörelerinde inceleme yaptığımız yerlerdeki çingene çocuklarını, yakınlık kurmak amacıyla başlarından okşuyorduk. Başını okşamak istediğimiz her çocuğun, kafasını eğmesine ve başını elimizden kaçırmak istemesine bir anlam verememiştik. Araştırmamızın ilerleyen safhalarında bunun nedenini anlayabildik. Türkiye'nin bazı yörelerinde emzikli çocukların boynuna üç yaşına kadar muska takılmaktadır ve başlarından öpme yasağı vardır. Aynı uygulamaların, Avrupalı çingenelerde de varlığını sürdürdüğü bildirilmektedir. Çingeneler, çocuklarının düşürdükleri süt dişlerini yanlış ellere geçmemesi ve çocuğun traş edilen saçlarını da çocuğa kötü niyetli gücün geçmemesi için saklamaktadırlar. Ancak günümüzde bu uygulamanın büyük ölçüde terk edilmeye başlandığı gözlenmiştir. Bir diğer inanışları ise, doğumla alakalı olanıdır. Yeni doğum yapan kadına yemek pişirtilmemekte ve eline süpürge alarak temizlik yaptırılmamaktadır. Onların "Temiz ve Pis" inançları bahsinde üzerinde teferruatlıca durulacağı üzere, yeni doğum yapan ve ay hali gören kadının, pis olarak kabul edildiği süre zarfında yatağı ailenin diğer bireylerinkinden ayrılmaktadır. Ona, yemek yaptırılmadığı gibi, kendi üzerindeki murdarlığı (pisliği) bulaştırmaması düşüncesiyle, hiç bir surette temizlik yaptırılmamaktadır. Böyle bir olaya Iğdır'da konaklamış olan bir göçmen çingene çadırında şahit olduk. Yeni doğum yapan kadın, bebeğiyle birlikte ailenin diğer bireylerinden uzakta çadırın bir köşesine yatak sererek ayırt edilmişti. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
AYATA Yanıtlama zamanı: Nisan 8, 2009 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 8, 2009 Ülkemizde olduğu gibi Avrupa çingenelerince de mendil de pis olarak kabul edildiği için, diğer çamaşırlardan ayrı yıkanmaktadır. Ayrıca ayakkabı ve çizme de tıpkı kadının elbiseleri gibi pis olarak kabul edilmektedir. Birine bot veya ayakkabıyla vurulması, büyük hakarettir. Ayrıca, sabahleyin yatağından sol ayağıyla kalkan kişinin katiyen kavga yapmayacağına inanılmaktadır. Geceleri uyuyamayan kişiye cadılar oyun etmektedir. Böyle durumlarda ayağa kalkılmalı, bir bıçak alınarak yere atılmalıdır. Böylece cadı kovalanmış ve uykusuzluk çeken kişi rahatına kovuşmuş olur. Bir başka inanışa göre, güzel kalabilmek ve temiz bir yüz görüntüsüne sahip olabilmek için Mayıs ayında çingene kızlarının her sabah güneş doğarken kalkmaları ve çiğ (şebnem) ile yüzlerini yıkamaları gerekmektedir. Bir diğer inanış da gece aynaya bakmakla alakalıdır. İnanışa göre bilhassa genç kızlar gece aynaya bakmamalıdır. Çünkü gece aynaya bakan genç kızın gurbete gelin olarak gideceğine inanılmaktadır.Bu inanış Manisa yöresi çingenelerinde yaygındır. Batıl inançlar, "Temiz ve Pis" kavramıyla "ölüm ve defin" konusuyla da iç içe olduğu için, bu konularda da çingenelerin batıl inançlarına temas edilmiştir. Tekrara kaçmamak maksadıyla, biz sadece bahsi geçen konularda işlenenlerden farklı olan batıl inançları burada değerlendirmeyi uygun gördük. b. Temiz ve Pis (Tabu Sistemi) Çingene inanç ve geleneklerinin bütün sistemi, "Temiz" ve "Pis" (uzo-marime) kavramlarına bağlıdır. Bu iki kavram bir taraftan ölünün hayatı ve diğer taraftan da çingene olmayanları çingenelerin dünyasından ayıran görünmez bir bağ oluşturmaktadır. "Marime" (pis) kavramı ölüler, öldürme anlamına gelen "mar" kelimesinden gelmektedir. O, çingene tasavvurunun insan, hayvan, kainat ve tabiatla sıkı bir bağlantısıdır. Ağır yaralanma, ırza geçme, öldürme, çingene geleneğinin ihlali günah (bezeh) kabul edilmektedir. Ölüm ve defin bahsinde, tapınma ve defin rituellerinde temizlik emrinin en eski insanlık haberlerine ait olduğunu belirtmiştik. Temizlik emirleri, ilâhî dinlerin temelini oluşturmaktadır. Zira Kur'an-ı Kerim; Tevrat, Zebur ve İncil'in hidayet ve nur kaynağı olduğunu belirtmektedir. Hidayet ve nur kaynağı olan kutsal kitaplardan biri olan Kur'an'da temizliğin önemi üzerinde ısrarla durulmakta ve yiyeceklerin helal ve haram olanları müslümanlara bildirilmektedir. Hijyeninin eski tecrübî değerlerde önemli bir rol oynadığı bir realitedir. Biz burada, çingenelerin bulaşıcı hastalıklarla alakalı temizlikleri, ölü ruhunun korkusuyla ölüm olaylarından sonraki temizlik rituelleri ve uğursuz olarak nitelendirilen belirli hayvanların etlerinden sakınmalarından, ay hallerindeki veya doğumdan sonraki belirli zaman dilimlerindeki cinsî münasebetlerine varıncaya kadar, her husustaki "temiz" ve "pis" anlayışlarını inceden inceye tetkik etmek istiyoruz. Günümüzdeki bazı çingene gruplarının rituel temizlik emirlerinin, eski Hint köklerine mi dayandığı yahut Yahudilerle veya eski Hıristiyan cemaatleriyle etkileşimi sonucu ortaya çıktığı konusu henüz kesinlik kazanmamıştır. Ayrıca Maniheizm yahut Anadolu'daki Athinganoi gibi gnostik mezheplerin tesirleri de göz ardı edilmemektedir. Çingenelerin büyük göçü esnasında bazı çingene gruplarının farklı tasavvurlara ulaştığı da bilinmektedir. Çingene gruplarının geleneksel "Tabu Sistemi", aşağıdaki branşlara sıkı sıkıya bağlıdır: 1) Kadın bedeni ve organizması 2) Yaş kademelerine göre cinslerin ayırımı 3) Çingene olmayanların (gaco) ayırımı 4) Gıdalar 5) Ölüm. Çingenelerin ölüm ve defin rituelleri hakkında daha önce bilgi verildiği için, biz şimdi ilk dört saha ile ilgili bilgi vereceğiz. 1. Kadın Bedeni ve Organizması Çingenelerde doğum olayından sonra anne olan kadının pis (murdar) telakki edilmesi söz konusudur. Eğer bir kadın oğlan çocuğu doğurursa, o zaman tıpkı ay hali münasebetiyle temiz olmadığı günler gibi, yedi gün boyunca pis olarak kabul edilmektedir. Fakat doğum yapan kadın, kanının temizlenmesi için 33 gün daha evde yahut çadırda kalmaktadır. O, 33+7= 40 gün boyunca kutsal şeylere dokunamamaktadır. Eğer kız çocuğu dünyaya getirmişse, bu takdirde tam iki hafta boyunca pis (murdar) olarak kalmaktadır. O, bu iki haftaya ilaveten 66 gün daha evde kalmak zorundadır. Yani 14+66= 80 gün boyunca evde kalmaktadır. Avrupa çingenelerindeki uygulama da tıpkı Türkiye çingenelerine benzemektedir. Yeni doğum yapmış olan kadın, tıpkı kanlı hastalar gibi tabu olmaktadır. Onun yatağı ailenin diğer bireylerinden ayrılmaktadır. Kadın, pis olarak kabul edildiği bu günler boyunca, kendindeki bu murdarlığı bulaştırmaması için kendini ailenin diğer bireylerinden uzak tutması gerekmektedir. Bu süre zarfında kadına yemek yaptırılmamakta ve batıl inançlarıyla alakalı olarak eline süpürge aldırılmamaktadır. Çünkü murdar olarak kabul edilen kadının yemek pişirmesi durumunda, onun pişirdiği yemeği yiyenlere de onun murdarlığı bulaşacak veya evi temizleme durumunda, murdarlık bütün eve sirayet edecektir. Bu önemli tabuya bağlı olarak, evin yetişkin kız çocukları veya erkeğin diğer hanımları yemekleri pişirmekte ve temizliği yapmaktadır. Türkiye çingenelerinin "marime" dedikleri bu murdarlık (pislik) durumu, aynı şekilde Alman çingenelerinde de varlığını sürdürmektedir. Ancak Alman Sintileri, pis kavramını "prasto" kelimesiyle ifade etmektedirler. Yeni doğmuş çocuk da tıpkı annesi gibi pis olarak kabul edildiği için baba, çocuğuna üç günden evvel dokunamamaktadır. Hatta bazı durumlarda yeni doğan çocuğun pislik durumu, beş veya onbeş gün boyunca sürmektedir. Keza doğum bahsinde belirtildiği üzere doğum yapan, ay hali gören kadın veya kız, yaralı hastalar ve ölü pis olarak kabul edildiği için tabudur ve temizlik müddetinden önce bunlara dokunmaktan titizlikle kaçınılmaktadır. Aynı şekilde ilkel toplumlarda da cenaze, yeni doğmuş çocuk, adet gören kadın ve kanlı şeyler tabudur. Çingenelerin sıkı sıkıya uydukları ve korunmaya çalıştıkları bedenî pisliğin bulaşıcılığı hususu, Eski Ahit'te de geçmektedir: " Ve eğer bir kadının akıntısı olur ve bedeninin de akıntısı kan olursa, yedi gün murdarlığında kalacak; ve ona her dokunan akşama kadar murdar olacaktır. Ve murdarlığında üzerinde yaptığı her şey de murdar olacaktır. Ve onun yatağına dokunan her kişi elbiselerini yıkayacak ve akşama kadar murdar olacaktır...Ve eğer adam o kadınla cinsel ilişkide bulunursa, yedi gün boyunca murdar olacak ve üzerinde yattığı her yatak murdar olacaktır". Eski Ahit'te rituel olarak tarif edilen kirliliğin, temasla geçen bulaşıcı hastalık gibi kabul edildiği görülmektedir. Çingenelerin temizlik, pislik ve gruptan tecridin alameti için farklı işaretler kullanıldığına şahit olunmaktadır. "Melalo" kelimesi "kirli", "pis" ve "temiz olmayan" gibi manalara gelirken, "uzo" kelimesi ise "temiz" ve "saf" gibi manalara gelmektedir. Rituel kirlilik için ise onlar, "márimé" kelimesini kullanmaktadırlar. Çingenelerde kadının belden yukarı kısımları temiz, belden aşağı kısımları ise pis olarak kabul edilmektedir. Temiz olarak kabul edilen üst bölgeleriyle, kirli kabul edilen alt bölgeleri arasında mantıkî bir ayırım söz konusudur. Bu ayırıma göre kadın bedeninin alt kısımları, bilhassa genital organlar doğum ve kanın sırlarıyla alakalı bulunan ve kirlenme olarak isimlendirilen "márimé"nin ana kaynağıdır. Bu sebepten dolayı bedenin üst kısımları; sabun, havlu, tıraş aleti, tarak, temizlik kabı gibi şeyler yahut yastık, masa örtüsü, gıda kabı ve gıdanın kendisi gibi ağızla temasa gelebilecek şeyler, hiç bir surette kadın bedeninin alt kısımlarıyla yahut kuşağının (kemerinin) alt kısımlarında kalan elbisesiyle temas etmemelidir. Şahıslar veya şeyler kasıtlı veya kasıtsız olarak bu şekilde kadının pis kabul edilen bölgelerine yahut eteğine dokunacak olursa, dokunan şeyin kendisi de pis (márimé) olmaktadır. Türkiye ve Avrupa çingenelerinde çok katı şekilde uygulanan bu "temiz" ve "pis" ile alakalı tabu sisteminin Amerikalı çingenelerde de hâlâ canlılığını muhafaza ettiği bildirilmektedir. 2. Yaş Kategorilerine Göre Cinsiyet Ayırımı Çingenelerde "kirlenme" ihtimalleri yaş kademeleriyle bağlantılıdır. Onlar, genellikle emzikli bebekleri, çocukları, gençleri, evlilikten sonraki gençleri ve yüksek yaştakileri birbirinden ayırmaktadır. Annesiyle sıkı teması münasebetiyle emzikli bebek, geleneksel çingene gruplarında tıpkı annesi gibi pis (márimé) olarak kabul edilmektedir. Avrupa'daki emzikli bebeğin bu kirlilik hali, vaftiz olana kadar yahut kabile reisinin resmî bir açıklama yapışına kadar devam ederken, ülkemizdeki çingenelerde bebeğin kirlilik hali sekiz gün sürmektedir. Bazı yörelerde bebek, sekizinci gün sünnet edilerek bu kirlilik durumundan kurtarılmaktadır. Bütün dünya çingenelerinde olduğu gibi, Türkiye çingenelerinde de bir erkek çocuk 12 yaşından itibaren "çav" (çavo), kız çocukları "çay" olarak isimlendirilmektedir. Bu yaşlardaki genç kız ve erkekler, birlikte yıkanabilmektedir. Ancak çocukluktan sonra ailesi, oğulları için evlendirmek üzere kız aramaya başladıklarında, bu genç "çavbaro" olarak isimlendirilmektedir. Yani "delikanlı" olmaktadır. Adet görmeye başladıktan sonra bir genç kız "çaybari" yani "büyük genç kız" olarak isimlendirilmektedir. Artık bu andan itibaren genç kız ve genç erkekler, "márimé" kuralına ve cinsiyet ayırımına sıkı sıkıya uymaktadırlar. Mahcubiyet hissinden dolayı "çaybari", bacaklarını uzun bir etekle tamamen örtmekte ve çamaşırlarını annesinin ve diğer büyük kız kardeşlerinin çamaşırlarından ayrı yıkamaktadır. O, temizlik kuralına özellikle de erkeklere karşı olan kurallara tam uymak kaydıyla ay hali süresince ev temizliği yapabilmektedir. Cinsiyet ayırımı, "márimé" kuralıyla alakalı olarak muhafaza edilmektedir. Avrupa'daki Kaldaraş, Lovara, Sinti ve bir kaç akraba grubun geleneklerinde de, kadının kemer altı bölgeleri, tıpkı Türkiye'deki gibi potansiyel "márimé" olarak telakkî edilmektedir. 3. Çingene Olmayanların Ayırımı Çingeneler, kendilerini çingene olmayanlardan(gaco) ayırmaktadırlar. Bu ayırımın çeşitli sebepleri vardır. Ancak ayırımdaki en önemli etken, çingene kültür ve geleneğinin muhafazası içindir. Bu sebeple onlar "endogamik evlilik" (iç evlilik, grup veya akraba evliliği) şeklini tercih etmektedirler. Eğer bir kız, çingene olmayan (gaco) bir erkekle evlenirse, ailesinin prensiplerini inkâr ettiği gerekçesiyle gruptan ihraç edilmektedir. Prensip olarak çingeneler, çingene olmayanları "pis" (márimé) telakkî etmektedirler. Bir çingene kızının bir gaco ile evlenmesi halinde kız da "pis" olmaktadır. Ancak çingene olmayan bir kızın çingene kültürünün bütün değerlerine tam uyması halinde, bir çingene genciyle evlenmesinde hiç bir sakınca yoktur. Aynı şey, çingeneliği kabul edecek gaco için de geçerlidir. Türkiye genelinde yaptığımız bu ampirik (tecrübi) araştırmamız esnasında; hem çingene erkeklerinin çingene olmayan kızlarla evlendiklerine ve hem de çingene olmadığı halde, çingene kızıyla evlenip onların geleneklerine uyarak tamamen çingeneleşen insanlara rastladık. Avrupa çingenelerinde de aynı katı kuralların olduğu tecrübî olarak tespit edilmiştir. Tabu sistemiyle alakalı olarak çingenelerin, çingene olmayanların (gacoların) yıkandığı nehir veya akarsuda yıkanmadıklarına da şahit olduk. Onlar, gacoları "pis" olarak telakkî ettikleri için, onların yıkandığı ırmak veya akarsuya da pisliği bulaştırdıkları inancıyla yıkanmıyorlar. Aynı şekilde çingene inancına göre, kadınların belden aşağı kısımlarının bulaştığı sular da pislenmiş kabul edildiği için, erkek çingeneler kadınların veya gacoların girdiği akarsu da yıkanmamaktadır. Erkekler genellikle aydınlık gecelerde akarsuya girerek yıkanmaktadır. Çünkü gece ne kadınlar ve ne de yabancılar ıakarsuya girmeyecekleri için su, temiz olmaktadır. 4) Gıda ve Hijyeni Burada özellikle söz konusu edilecek olan husus, çingene geleneğince "temiz" ve "pis" telakkî edilen hayvanlarla ilgili uygulamalardır. Türkiye çingenelerinin hayvansal gıdalarla ilgili geleneksel inançlarıyla, dünyanın diğer yörelerinde yaşayan çingeneler arasında büyük benzerlik vardır. Hemen hemen bütün çingene geleneklerince kedi ve köpek "murdar" (márimé) olarak kabul edilmektedir. Bilhassa Doğu Avrupa çingene masallarında beyaz köpeklerin, ölülerin refakatçisi yahut ölü ruhunun bekçisi olarak önemli bir oynadığı görülmektedir. Sinti, Kaldaraş, Lavora ve bazı akraba çingene gruplarında kedi ve köpek etinin yanısıra at eti de murdardır ve tabu olarak kabul edilmektedir. Türkiye çingeneleri ve bilhassa kendilerini "But Manışa" (Fazla Adam) kabilesi diye adlandıran çingene grubunun sığır eti yemedikleri müşahede edilmiştir. Onlar daha ziyade koyun ve keçi gibi küçük baş hayvanların etini tercih etmektedir. Bütün Hindularca inek; yer, gök ve hava aleminin anası olarak kabul edildiği için mukaddes sayılmakta ve onun eti yenilmediği gibi, öldürülmesi de çok büyük cinayet kabul edilmektedir. Çingenelerin sığır eti yemeyişlerinin gerisinde Hinduizm inancının kalıntıları olabilir. Katı sığır eti yeme yasağı olmayan diğer çingenelerde ise, dana eti yendiği ve büyük baş hayvanların etini yemedikleri gözlenmiştir. Türkiye'deki bütün çingenelerin en çok sevdikleri ve yedikleri yiyeceğin başında tavuk (kâhni) eti gelmektedir. Öyle ki onlar, güne tavuk yiyerek başlamaktadırlar. Çingenelerde en çok sevilen yiyeceklerden biri de kirpi etidir. İlkbaharda pis olduğu kabul edilen kirpi, yazın beslenek temizlenmekte ve sonbaharda ise çok lezzetli hale gelmektedir. Avrupa'daki Sinti ve Manuş çingenelerinin de kirpi etini çok sevdikleri bildirilmektedir.Kedi ve Köpek pis olarak kabul edilirken, atın temiz olduğu telakki edilmektedir Gıdaların hazırlanışında ise, "márimé" emirlerine bağlı olarak belirli kurallara uymak gerekmektedir. Esasen hiç bir gıda çamaşır veya insanın yıkandığı kaba konmamaktadır. Kadınlar buna dikkat etmek zorundadır. Kadınlar yemek tencerelerine etekleriyle dokunamazlar. Yemek kabına veya gıdaya kasıtsız olarak dokunduğunda veya yerde duran meyvelere yine eteğiyle değdiğinde yahut akarsuyu akış yukarı geçtiğinde yiyecekler veya içecekler pis olmakta ve yenilmemektedir. Bundan dolayı bütün çingene aileleri, temiz ve pisi birbirinden tam bir şekilde ayırmaktadır. Bu kurala bağlı olarak bir çingene kesinlikle pis (márimé) olan bir şeye dokunmamalıdır. Aynı kural Avrupa çingeneleri için de geçerlidir. Hastalık da pis olarak kabul edildiği için, hastanın kullandığı yiyecek malzemeleri sağlıklı olanlarınkinden ayrı tutulmaktadır. Hasta kişi iyileşteği zaman, hastayken kullanmış olduğu kap kacağı atmaktadır. c. Çingene Mitolojisi Çingeneler günü birlik yaşayan bir topluluktur. Onların yaşam biçimleri masallarına da yansımaktadır. Genellikle masallarında ölümün ve yaşlılığın olmadığı bir dünya hayatını konu edinmektedirler. Çingene mitolojisi hakkındaki bilgileri de yine masallarından öğreniyoruz. Çingene masalları çok farklı motiflerden oluşmakla beraber, ağırlıklı olarak; doğum ve ölüm, kozmos düzeni, insan cinsinin düzeni ve esmer insanın yaratılışı gibi temalar üzerinde de durulmaktadır. ca. Kozmos ve İnsan Cinsinin Düzeni Çingene masallarında bazen kozmos düzeni ve belirli maddî nesneler ana temayı oluştururken, bazan da bunlar talî motif olarak sunulmaktadır. Bu masallarda gökyüzünün, gezegenlerin, rüzgarın ve diğer tabiat olaylarının menşei açıklanmaktadır. Kozmos düzeninde insan; tıpkı tabiat ruhları, ölü ruhları, periler, cinler, cadılar, yahut şeytanlar ve ejderler gibi doğa üstü bir varlığa sahiptir. Hayvanlardan ise bilhassa kurtlar, tilkiler, ayılar, yılanlar, kuşlar ve atlar kozmos düzeninde önemli bir yere sahiptir. Nadiren de köpekler, kediler, tavşanlar, yaban domuzları ve davarların önemi ön plana çıkmaktadır. Kozmosun içindeki maddeler ise bütün mitoloji ve masallarda olduğu gibi, yerlerini hakkıyla doldurmaktadır. Bu masallarda objeler şartlara göre değişmekte, değişim bozulmakta yahut insanların ruhlarını muvakkaten almaktadırlar. Çingenelerde büyü ve büyücülüğün önemi bu değişim inancına bağlanmaktadır. Zira bu değişimi yahut büyüyü bozabilmek için çingeneler çeşitli teknikler geliştirmiştir. İnsan topluluğuna uygun olarak masallar kadın ve erkekler, kız ve erkek kardeşler, aileler ve çocuklar arasındaki ilişkileri tetkik etmektedir. İnsan cinsinin düzeni ile alakalı baş şahıslar; kalaycılar, cambazlar ve müzisyenlerdir. Fakat bazan da balıkçılar, köylüler ve dilenciler ön plana çıkmaktadır. Çingene kralı veya kraliçesi de çingene masallarında vazgeçilmez motifleri oluşturmaktadır. cb. Esmer İnsanın Yaratılışı Çingene mitolojisinde dünya ve esmer insanın yaratılışı şöyledir: " Başlangıçta su yoktu. Tanrı Devel, orada kumu yarattı. O, bu kumdan yeryüzünü şekillendirdi. Bütün erkek ve kadınları, Manuşlardan ayrı olarak bu ağaçtan yarattı. Tanrı herşeyi yarattığında işini beğendi ve ondan memnun oldu. Kısa bir müddet sonra bazı eksiklerin olduğunu hissetti. Uzun uzun düşüdükten sonra, yaratılış tacının eksik olduğunu farketti. Bu yaratılış tacı; gerçek adam=rom ve gerçek kadın=romni idi. Böylece Tanrı, herkesten farklı olarak çingeneleri yarattı. Fakat Devel, çingeneleri diğer insanlardan farklı bir şekilde yarattı. Çünkü o, çingeneyi kendi elleriyle yapmak suretiyle yarattı. Böylece onun yaratma işi tamamlanmış oldu". Çingenelerin esmer tenli olarak yaratılışı ise şöyledir: "Tanrı, yeryüzünde yaşayacak olan insan mahlukunu yaratma işini bitirdiğinde, o, biraz da cennet balçığı aldı. O balçığı biçimlendirdi ve kızartmaya karar verdi. Fakat Tanrı, kendi eserini fırından biraz erken çıkartmıştı. Pişirme tonu kabaydı ve netice beyaz adamdı. Tanrı, daha iyisini yapabilme umuduyla ikinci bir deneme daha yaptı. Fakat Tanrı Devel, bu defa da balçığı fırında uzun süre bekletmişti. Netice siyah adamdı. Nihayet Tanrı Devel, gerçekten takdim edebileceği insan şeklini oluşturmak için bir denemeye daha karar verdi. Üçüncü denemede Tanrı, istediğine ulaşmıştı. Uzun bekleyişten sonra esmer adam "rom"un yaratılışı gerçekleşmişti". (Türkiye çingeneleri.com) Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.