Jump to content

Din Toplumu Neden Etkiliyor?


AYATA

Önerilen Mesajlar

Din Toplumu Neden Etkiliyor?

Dinin toplum üzerindeki tartışılmaz etkisini analiz edebilmek için

insanın doğası ile ilgili bazı temel ihtiyaçları incelemek gerekir.

Bu temel ihtiyaçlar iki ana gruba ayrılmaktadır.

A. Yaşama İçgüdüsü

İnsan, tüm canlılar gibi temel bir içgüdü olan yaşama içgüdüsü ile

dünyaya gelir. Ancak diğer canlılardan farklı olarak akıl ve düşünce

yeteneğine sahip olması, bu içgüdüyü şuurla kullanmasına yol açar. Yaşama

içgüdüsünün insandaki en belirgin göstergesi ölüme karşı olan korkuları

ve bu korkuların hareketlendirdiği direncidir.

O halde insan, dünya yaşamının sınırlı olduğunun bilincinde olan ve

bu sınırlılığın korkusu ile yaşayan bir varlıktır.

Din, sınırlı dünya yaşamına karşılık, ebedi ve sonsuz bir ruhsal yaşam

vaad eden bir öğretidir. Yaşama içgüdüsünün doğal bir sonucu olarak insanoğlu,

ebedi bir ruhsal yaşam vaadi karşısında korkularını yenebilmekte ve farklı

bir mekan ve biçimde de olsa, sonsuz yaşamı vaad eden dinde teselli

bulabilmektedir. Kaldi ki vaad edilen sonsuz yaşam modeli, madde

dünyasının şartları ile de kısıtlanmış değildir. Dünya yaşamındaki tüm

maddi ve manevi tatminsizliklere karşın, ebedi yaşam iyi kullara

sadece ruh huzurunu değil, her türlü ihtiyacını kolayca elde edebileceği,

hatta hiç çalışmadan elde edebileceği bir bolluk ortamını da vaad etmektedir.

Dünyada yoksul ya da sağlıksız bir yaşam süren bireyin, öbür dünyada hep

özlemini çektiği bolluğa, huzura kavuşma şansına ve umuduna sahip olması,

insanı hiç de küçümsenmeyecek ölçüde etkileyen bir yaklaşımdır.

Bir diğer önemli konu ise, insanın doğa yasaları karşısındaki

çaresizliği ve sınırlı korunma kapasitesi ile ilgilidir. Bilim ve

teknikte kaydedilen gelişmeler, insanın ortalama yaşam süresini uzatmış,

daha sağlıklı yaşama imkanlarını geliştirmiş, insanı çeşitli doğal

tehlikelere karşı önemli ölçüde korumaya almıştır. Ancak yaşama içgüdüsü

ile dünyaya gelen insanın asla karşı koyamayacağı doğa yasalarının önünü

almak mümkün olamamıştır. İnsan doğar, yaşlanır ve ölür. Yaşlanmayı

geciktirmek bilimle bir ölçüde sağlanabilse de tümüyle engellemek mümkün

değildir. Bazı hastalıkların tedavileri bulunmuş olsa da, yeni

hastalıklarla kitleler acı çekmekte ve ölmektedir. Doğal afetleri önceden

belirleyebilmek mümkün olmadığı için, fazla bir önlem alınamamaktadır.

Bütün bunlar, insanı kendi gücü dışında koruyucu bir güce yöneltmektedir.

İnsanın yaşama içgüdüsünün sonucu olan korunma ve sığınma isteği ise dinin

aracılığı ile Tanrı'dır. Çünkü din, Tanrının insandan istediklerini insana

ileten bir aracı kurum olduğu iddiası ile ortaya çıkmış ve kendisine

inananlara Tanrı'nın koruyuculuğunu vaad ederek, insanın en büyük ihtiyacına

cevap vermiştir.

İnsanoğlunun bir diğer zayıf yönü ise, bilgisinin zaman ve mekanla sınırlı

oluşudur. Bilimdeki gelişmeler günümüzde bilgi ufkunun gelişimine büyük

katkıda bulunmuştur. Ancak bilimin buldukları, bilinecek olanın

sonsuzluğunu daha da açık biçimde ortaya koymaktadır. Dinler ise,

insanlığın ulaşabildiği zaman ve mekan ötesi konularla ilgili aktarımlarda

bulunmaktadırlar. Özellikle melekler, cinler, şeytan, varoluş gibi

konular, tamamen inanç ile kabul edilmesi mümkün olan aktarımlardır. İnsan

için bilgi, zamanla sınırlıdır. Oysa dinler, gelecekle ilgili konularda

da bilgi vererek, insanın en büyük zaafı olan geleceği öğrenme arzusuna

hitap etmektedirler. Böylece insan herşeyi bilen, geçmişin, geleceğin mutlak

hakimi olan Tanrı'nın sözleri olarak kabul ettiği dine bağlanmaktadır.

Din, bireyin kimlik kazanması açısından da önemlidir. Bir inanç grubunun

ferdi olmak ve bu uğurda mücadeleye girmek, prestij ve üstünlük

kazandıncı bir ayrıcalıktır. Özellikle kutsal kitaplarda inananların ölüm

sonrası ruhsal yaşamda cennet vaadedilenlerden olması, onları diğer

insanlara karşı üstün ve seçilmiş konumuna sokmaktadır. Çeşitli maddi ve

manevi tatminsizlikler içinde yaşayan insan, dine inanarak ayrıcalıklı bir

statü ve dinsel bir kimlik kazanırken, hem ruhsal doyuma, hem de güce

ulaşmaktadır.

B. İktidar Güdüsü

Böylece herşeyi gören ve bilen, tüm varlık aleminin yaratıcısı olan,

koruyan, esirgeyen Tanrı'nın emir ve buyruklarını insana ilettiği

kabul edilen din, hem dünyadaki hem de dünya dışındaki yaşamı belirlemede

temel etken olmaktadır. Bu kabulün doğal sonucu ise, dinin buyruklarına ve

Tanrı'nın elçisine kayıtsız şartsız tabi olmaktır.

Dinlerin amacı homojen inanç toplulukları yaratmak ve dine

inananların sayısını artırmaktır. Dolayısıyla tüm dinler yayılmacı bir yol

izlemişlerdir. Yayılmacılık ise diğer inanç grupları ile çatışmayı kaçınılmaz

kılmıştır.

Yayılmacılık, beraberinde siyasal ve ekonomik gücü de getirmiştir.

Yeni fethedilen topraklarla birlikte, iktidar gücünü belirleyen iki ana

unsur olan servet ve insan sayısı artmıştır. Böylece dinler, kendilerine

inanan topluluklara ekonomik ve siyasal güç vaadeden öğretiler olmuşlardır.

Zaman içinde inanç mücadeleleri iktidardan pay alma savaşına dönüşmüş ve

bu pay, dini toplumun tüm üyelerinin iktidar olma güdüsünü tatminde önemli

rol oynamıştır.

Prof.Dr.Nur Serter

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...