AYATA Oluşturma zamanı: Nisan 24, 2009 Paylaş Oluşturma zamanı: Nisan 24, 2009 Din Toplumu Neden Etkiliyor? Dinin toplum üzerindeki tartışılmaz etkisini analiz edebilmek için insanın doğası ile ilgili bazı temel ihtiyaçları incelemek gerekir. Bu temel ihtiyaçlar iki ana gruba ayrılmaktadır. A. Yaşama İçgüdüsü İnsan, tüm canlılar gibi temel bir içgüdü olan yaşama içgüdüsü ile dünyaya gelir. Ancak diğer canlılardan farklı olarak akıl ve düşünce yeteneğine sahip olması, bu içgüdüyü şuurla kullanmasına yol açar. Yaşama içgüdüsünün insandaki en belirgin göstergesi ölüme karşı olan korkuları ve bu korkuların hareketlendirdiği direncidir. O halde insan, dünya yaşamının sınırlı olduğunun bilincinde olan ve bu sınırlılığın korkusu ile yaşayan bir varlıktır. Din, sınırlı dünya yaşamına karşılık, ebedi ve sonsuz bir ruhsal yaşam vaad eden bir öğretidir. Yaşama içgüdüsünün doğal bir sonucu olarak insanoğlu, ebedi bir ruhsal yaşam vaadi karşısında korkularını yenebilmekte ve farklı bir mekan ve biçimde de olsa, sonsuz yaşamı vaad eden dinde teselli bulabilmektedir. Kaldi ki vaad edilen sonsuz yaşam modeli, madde dünyasının şartları ile de kısıtlanmış değildir. Dünya yaşamındaki tüm maddi ve manevi tatminsizliklere karşın, ebedi yaşam iyi kullara sadece ruh huzurunu değil, her türlü ihtiyacını kolayca elde edebileceği, hatta hiç çalışmadan elde edebileceği bir bolluk ortamını da vaad etmektedir. Dünyada yoksul ya da sağlıksız bir yaşam süren bireyin, öbür dünyada hep özlemini çektiği bolluğa, huzura kavuşma şansına ve umuduna sahip olması, insanı hiç de küçümsenmeyecek ölçüde etkileyen bir yaklaşımdır. Bir diğer önemli konu ise, insanın doğa yasaları karşısındaki çaresizliği ve sınırlı korunma kapasitesi ile ilgilidir. Bilim ve teknikte kaydedilen gelişmeler, insanın ortalama yaşam süresini uzatmış, daha sağlıklı yaşama imkanlarını geliştirmiş, insanı çeşitli doğal tehlikelere karşı önemli ölçüde korumaya almıştır. Ancak yaşama içgüdüsü ile dünyaya gelen insanın asla karşı koyamayacağı doğa yasalarının önünü almak mümkün olamamıştır. İnsan doğar, yaşlanır ve ölür. Yaşlanmayı geciktirmek bilimle bir ölçüde sağlanabilse de tümüyle engellemek mümkün değildir. Bazı hastalıkların tedavileri bulunmuş olsa da, yeni hastalıklarla kitleler acı çekmekte ve ölmektedir. Doğal afetleri önceden belirleyebilmek mümkün olmadığı için, fazla bir önlem alınamamaktadır. Bütün bunlar, insanı kendi gücü dışında koruyucu bir güce yöneltmektedir. İnsanın yaşama içgüdüsünün sonucu olan korunma ve sığınma isteği ise dinin aracılığı ile Tanrı'dır. Çünkü din, Tanrının insandan istediklerini insana ileten bir aracı kurum olduğu iddiası ile ortaya çıkmış ve kendisine inananlara Tanrı'nın koruyuculuğunu vaad ederek, insanın en büyük ihtiyacına cevap vermiştir. İnsanoğlunun bir diğer zayıf yönü ise, bilgisinin zaman ve mekanla sınırlı oluşudur. Bilimdeki gelişmeler günümüzde bilgi ufkunun gelişimine büyük katkıda bulunmuştur. Ancak bilimin buldukları, bilinecek olanın sonsuzluğunu daha da açık biçimde ortaya koymaktadır. Dinler ise, insanlığın ulaşabildiği zaman ve mekan ötesi konularla ilgili aktarımlarda bulunmaktadırlar. Özellikle melekler, cinler, şeytan, varoluş gibi konular, tamamen inanç ile kabul edilmesi mümkün olan aktarımlardır. İnsan için bilgi, zamanla sınırlıdır. Oysa dinler, gelecekle ilgili konularda da bilgi vererek, insanın en büyük zaafı olan geleceği öğrenme arzusuna hitap etmektedirler. Böylece insan herşeyi bilen, geçmişin, geleceğin mutlak hakimi olan Tanrı'nın sözleri olarak kabul ettiği dine bağlanmaktadır. Din, bireyin kimlik kazanması açısından da önemlidir. Bir inanç grubunun ferdi olmak ve bu uğurda mücadeleye girmek, prestij ve üstünlük kazandıncı bir ayrıcalıktır. Özellikle kutsal kitaplarda inananların ölüm sonrası ruhsal yaşamda cennet vaadedilenlerden olması, onları diğer insanlara karşı üstün ve seçilmiş konumuna sokmaktadır. Çeşitli maddi ve manevi tatminsizlikler içinde yaşayan insan, dine inanarak ayrıcalıklı bir statü ve dinsel bir kimlik kazanırken, hem ruhsal doyuma, hem de güce ulaşmaktadır. B. İktidar Güdüsü Böylece herşeyi gören ve bilen, tüm varlık aleminin yaratıcısı olan, koruyan, esirgeyen Tanrı'nın emir ve buyruklarını insana ilettiği kabul edilen din, hem dünyadaki hem de dünya dışındaki yaşamı belirlemede temel etken olmaktadır. Bu kabulün doğal sonucu ise, dinin buyruklarına ve Tanrı'nın elçisine kayıtsız şartsız tabi olmaktır. Dinlerin amacı homojen inanç toplulukları yaratmak ve dine inananların sayısını artırmaktır. Dolayısıyla tüm dinler yayılmacı bir yol izlemişlerdir. Yayılmacılık ise diğer inanç grupları ile çatışmayı kaçınılmaz kılmıştır. Yayılmacılık, beraberinde siyasal ve ekonomik gücü de getirmiştir. Yeni fethedilen topraklarla birlikte, iktidar gücünü belirleyen iki ana unsur olan servet ve insan sayısı artmıştır. Böylece dinler, kendilerine inanan topluluklara ekonomik ve siyasal güç vaadeden öğretiler olmuşlardır. Zaman içinde inanç mücadeleleri iktidardan pay alma savaşına dönüşmüş ve bu pay, dini toplumun tüm üyelerinin iktidar olma güdüsünü tatminde önemli rol oynamıştır. Prof.Dr.Nur Serter Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
monkeybusiness Yanıtlama zamanı: Nisan 24, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 24, 2009 tamamen katılıyorum. Dinin her zaman bir yönetim şekli olduğuna inanmışımdır. Tabi böyle inanmam saygısızlık yapmamı tetiklemiyor... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
thalese Yanıtlama zamanı: Nisan 24, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 24, 2009 nur serter'in yazılarını hiç sevmedim / sevemedim zaten... kadının bir çizgisi olmadığı gibi, her meydanda at koşturuyor hala.... gerçi ben, dinin toplumu neden etkiledi ile değil, ekonominin beni nasıl etkilediği ile ilgileniyorum Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.