nevermore Oluşturma zamanı: Nisan 26, 2009 Paylaş Oluşturma zamanı: Nisan 26, 2009 (düzenlendi) Ben kendimi sevmiyorum. Sen beni kendimi sevmediğim için sevmiyorsun. Ben kendimi sevsem, sen de beni seveceksin. Ben seni beni sevmediğin için sevmiyorum. Ben hem seni hem de kendimi sevmiyorum. Düşmanımın düşmanı dostumdur derseniz, sen kendimi seviyorsun ve kendim de seni seviyor. “Ben n’olcam peki?” derken şunu unutturdum: ben seni seviyorum; çünkü “Sen de beni seveceksin” dedim. Diğer ihtimalin üzerinde durmuyorum ki ezilmesin. Ben kendimi sevsem sen de beni seveceksin; ama burdaki ben o “ben” olmayacak. “Ne zor işmiş kendini sevdirmek” diyemiyorum; kelimelere tutsak oldum. Hep senin yüzünden. Suçu sana attım. çok da haksız olamam değil mi? Benle kendimi ayırıp kendimin yerine seni koymaya çalışıyorum. Üstelik senin haberin bile yok sevdiğin “kendim”i diskalifiye ettiğinden. Bir insanın benliğini ben ve kendim diye ayırması çok anlamsız. Me, Myself and Irene gibi… Dalga geçilesi bir şey. Nasıl oluyor da böyle oluyor? Kendim dediğim popülist b.k (Sansürleyince daha da b.kumsu oluyor). Kahrolası bir süperego mu yoksa kolektif bilinç mi? Şu anda herkesi kendilerini gizli tutmakta böylesine başarılı oldukları için suçluyorum (Kendilerinden bile saklıyorlar şerefsizler…) Yine de kimseyi suçlamaya hakkım yok. Ben nasıl bu hale geldim ki? Sana dönelim. Sen bana sarılsan neyin ne olduğunun önemi kalır mı? 3 yıl görüşmedikten sonra aradığımda beni hatırlamayan psikoloğumu özledim. Bir o beni anlıyor gibi yapıyordu. Sen bana sarılsan ve beni kendimle olan ilişkimdeki her ihtimalde seveceğini söylesen kendimle ben eminim ki öpüşüp barışırlardı. Sonrasını düşünemiyorum yalnız. Sonrasını düşünemedikçe de aslında kendimi az çok sevdiğime de inanır gibi oldum; lakin böyle dersem yazı biter, söz kaçar. Başkalarını yargılarken birleşen kendim ve ben… Ben… Sizi anlayamıyorum. Siz derken tam olarak hangilerinizi kastettiğimi de seçemiyorum. Bence hepiniz benim gibisiniz. Ben herkesin ruhundaki bir parçanın temsilcisiyim. Belki bendeki ben oranı %99 ise sizdeki %0,001 filandır; bilmiyorum. Bendeki %1′lik oransa sizdekiler diyelim. Aslında hepimiz aynı öze sahibiz; lakin benim bahsettiklerim benim gibi fakir ruhlar. Açık açık söylemekten utanıyorum. Fakir ruh, özünü bildiğini unutan ruhtur. Belki de benim bütün acımın sebebi budur. Aslında ne “ben” var ne “kendim”. Var olmadığımı kavrayabiliyorum; fakat insan içine çıkınca bu beni ve kendimi nereye saklayacağımı şaşırıyorum. İşte tam bu esnada dükkanı kapatıp deniz kenarında gazoz içmek var. Hoşçakal demek lazım. sana sarıldığımda hissedeceğim tamlık duygusu gibi yok olma duygusu da. Yüzyıllardır süregelmiş bir metafor burada da çıktı işte. Benim tek gerçek umudum bu. Yine de ben fakir bir ruhum (Birden ruh oldum bakın; çözüm burada). Biliyorum. İdrak edemiyorum. Biliyorum. Üşeniyorum. Biliyorum. Kaçıyorum. Nereye? Sana sarılma duygusuna. Bir nevi pilot mutluluk. Sonralarda bir gün için randevu alıyorum biyolojik ritmimden. “Ne zamana?” diye sormuyor. Ölene kadar oyalanabilir çünkü o. Bu yüzden sana ihtiyacım var. Herkes bunu yaşıyor biliyorum ama başka türlü anlamlandırıyorlar. Seni o kadar çok seviyorum ki.. Seni düşünürken bile gözlerim doluyor, sadece “sen” kelimesine biçtiğim anlamı.. Bir kere sarılsan ve beni sevdiğini söylesen… Sonrasını düşünmek istemiyorum. Mesela seninle kavga ettiğimizde neler olacağını… Yine de düşünüyorum işte. Seninle kavga etsek sen hep haklı çıkacaksın; çünkü ben “ben” olmak için sana muhtaç gibi bir şeyim. Başkaları olsa buna sadece “Onu çok sevdiğim için bıdı bıdı edemedim, vs.” der ama söz konusu ben olunca iş dallanır budaklanır. Benim taleplerim geçersiz olur eminim; çünkü ben 1-0 yenilmiştim daha baştan. Herkesin yaraları var, herkesin sevgiye ihtiyacı var. Benim tek farkım bunları cümleler haline getirmek mi? Aşırı dürüstlük mü? Senin hakkında tek bildiğim “sen” olduğun ve hayalimde yaşadığın. Bir de benim acılarımdan yaşamıyorsun. Sen de herkes gibisin. Aramızda ego var. Nefsinden sıyrılmış biri olma ihtimalin var mı? Çok ümitsizim. Bu yüzden sana sarıldığımdan sonrasının hayalini kuramıyorum. Aklımı aşıyor hayallerim. Benim ne olduğum apaçık. Nasıl apaçık olduğumu unuttum ama. Her unutuşumda bir kitaba daha sarılıyorum ve bazen bu kitapları ben yazmışım gibi geliyor. Senin bir hayalden ibaret olmadığına inanmak istiyorum. Sanatçılar neden anlaşılmak istemezler? Kafka neden tüm yazılarının yakılmasını istedi? Neden herkes havadan sudan, işten güçten konuşuyor? Neden kendiyle problemi olanı eziyor insanlar iç dünyalarında? Neden? Herkesin sorunu bendekinden değilse neden insanlar bir şeylere bağımlı oluyor? Neden sevgilileri terk edince ağlıyorlar? Ağlamayanlar da var elbet ama ben onları Kleopatra Adası’ndaki kumlara benzetiyorum. Rahat, gösterişli ve yapaylar. Neden gösterişliler? Çok basit. Bizim gibilerin gözünde gösterişliler (Sonunda kendimi birilerinin arasına sokmayı başardım). Yani acı çeken insanların… İnsan, diğerlerini de kendisi gibi sandığı için hayranlık duyuyor Kleopatra Adası’ndaki kumlara. Okyanustaki taştan bozma kumlar şaşıp kalıyor o parlak kumların nasıl olup da parlak göründüğüne ve o adada bulunduğuna. Çok basit. O kumlar oraya götürüldü. O kumlar, bizim gibi taştan bozma kumlardan da olabilirdi. “Boyunlarına, çenelerine kadar varan demir halkalar geçirmişizdir, bunun için başları yukarı kalkıktır.” ( Yasin 8 ) Şu hayatta hiçbir şeyden emin olamıyorum. Tek kurtarıcım, o “Tek kurtarıcım” oluyor. - Sevgili sen… Goblin Kralı’nın Labirent’te Sarah’ya yalvardığı gibi beni sev diye yalvarmak istiyorum sana… Bak, ben böyleyim. Bunları söylememin tek amacı benim en derin derdimi bildiğin halde beni sevdiğini bilmek. Sana bir şey ispatlamak gibi bir derdim yok. Hatta sevdiğim insanı “kendim” (Bıktım bu kelimeden). Yerine koyabiliyorum demiştim. Sadece sarıl bana. Sonra bir gün sevgi yolu kinle, ego tatminiyle tıkansa bile umrumda değil. Ah… Yine de eminim ben dünyadaki tüm problemlerin kaynağının benim açık açık yazdıklarımın gizlenmesinden olduğuna. Kimse inanmıyor. Benim sana sarılışımı kendilerininki gibi sanıp küçümsüyorlar. Tabi ki inanmazlar. Onlara acıyabiliyorum; çünkü sana sarılmaktan söz ediyoruz. “Kendine güven!”. Hayır. Kimse kendine güvenmemeli. Bunu birkaç kişiye kabul ettirebilirsem o zaman bir oh çekebilirim. Tabi o zaman kendime bir güven gelir ve kendimi beynimden vurmuş kadar olurum. Nasıl vıcık vıcık bir paradoks bu. Beni duygularım yönetiyor. Sizi? Cevaba gerek yok. O zaman siz öküzsünüz. Ben de zaman zaman öküzleşiyorum ama hemen pişmanlık duyarak dengeliyorum. Tezimde ısrarcıyım. Beyninden vurulmak tek bir şartla ölümcül olmayabilir: beyninizde zaten bir kurşun boşluğu varsa. Bir tünel gibi, bir solucan gibi. Her şeyin göreli oluşuna bakılırsa, kendime güven duymamaktan ötürü kendime bir güven duyarsam kurşun o tünelden geçer. Ben kefilim. Yalnız silahın ayarıyla oynamayın. Zaten hep şeytan dolduruyor. Dolduruşa getiriyor... Yazar: Aycan Aydemir Kaynak:futuristika Mayıs 27, 2009 schizophrana tarafından düzenlendi Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.