schizophrana Oluşturma zamanı: Nisan 27, 2009 Paylaş Oluşturma zamanı: Nisan 27, 2009 1985 sonuna dek yazınımızda Mallermé ismi var cismi yok şairlerdendi. Yalnızca antolojilerde yer alan, çevrilmiş şiirlerinin sayısı bir elin beş parmağını geçmeyecek kadar azdı. İlk kez, adı geçen yılda şairin Zarla Şans Dönmeyecek (Un coup de dés n'abolira pas le hasard) başlıklı uzun şiirini (poème) ve şiirlerinden ve düz yazılmış şiirlerinden (poèmes en prose) oluşan bir seçki halinde yayımlandı. Bu kitabın daha genişletilmiş ikinci baskısı, Mallarmé'nin ölümünün yüzüncü yıldönümü dolayısıyla, bu yılın kasım ayında Broy Yayınları'ndan ''Şairler Prensi Mallarmé'' adıyla çıktı. ERDOĞAN ALKAN Mallarmé deyince akla her şeyden önce sembolizm, simgecilik gelir. Ikına sıkına, yazan, marazlı, sıska, ufak, tefek, kendi halinde sessiz bir ozan, kim derdi ki; bir gün, toplam sayısı elliyi zor bulan şiirleriyle yeni ve büyük bir sanat akımının kurucusu olacaktı. Her yeni sanat akımı, ya da sanat okulu; siyasal güce egemen sınıfın beğenisi, artık ustalar yetiştiremediği için eski akımın bıkkınlık uyandırması ve yabancı yazının etkisi gibi üç etmenden kaynaklanarak doğar ve gelişir. Mallarmé'nin şiir serüveni, romantizmin yalnızca Victor Hugo'yla varlığını sürdürdüğü, egemen Parnasse Okulu yavanlaştığı için gençlerin arayış içinde olduğu bir döneme rastlar. Romantizm Fransız Devrimi'ne dek sanat ve şiir siyasal erki elinde tutan soylular ve kilise'nin beğenisine yöneliktir. Şiirin konusunu kralların, kral soyundan gelenlerin, derebeylerinin, tanrıların, yarı tanrıların, azizler ve melekler gibi kutsal kişiliklerin yaşam öyküleri oluşturuyordu. Dil tumturaklıydı. Biçim ve ölçü antik Yunan ve antik Roma şiirinin biçim ve ölçüsüydü. Şairler dizeyi kuyumcu titizliğiyle işliyorlardı. Sanat sanat içindir, sanat güzellik içindir görüşü egemendi. Fransız Devrimi soylular ve kilise'nin siyasal erkiyle birlikte onların beğenisinin ürünü olan klasizmi de ortadan kaldırdı. Halkın yaşamını konu alan ve halkın beğenisine yönelik romantizm doğdu: Artık yalnız soyluların ve göksel kişiliklerin yaşam öyküleri değil, her şey şiirin konusu haline geldi. Tumturaklı klasik şiir dilinin yerini sade bir sesle yazılmış, kişisel duyguları, kentsoylunun ve sokaktaki adamın duygularını yansıtan diri ve canlı bir halk dili aldı. Soylu kişilikler sürüldü, bireyin imgelemi, düşgücü ve duyarlılığı, ''ben''in kendinden geçişi ve kişisel lirizm egemen oldu. Şairler biçime değil, öze ağırlık verdiler. Antik Yunan ve Roma ölçüleri ortadan kalktı, şairler şiirlerini on iki heceden oluşan ulusal dizeyle (alexandrin) yazmaya başladılar. Zengin uyaklar gözden düştü. Romantik şiirin lirizminde doğa ve insan kaynaştı. Sanat özgürleşti, tiyatro klasik trajedinin kurallarını bir yana attı. Romantizmin şiirde kurucusu kabul edilen Hugo tekdüze kuralcılığın yerine, daha yumuşak olan düzgün anlatımı koydu. Şiir insanın duygularını olduğu kadar, yoksulluğunu ve toplumsal sorunlarını da kendine dert edindi. Yeni akım şiir ve roman alanında Chateaubriahd, Lamartine, Vigny, Hugo, Musset, Nerval, G. Sand, Balzac, Stendhal, Flaubert ve Mérimeéleri, tarih alanında Thierry, Tocqueville, Michelet ve Renan'ları, eleştiride Sainte-Beuve'leri, felsefede Taine'leri doğurdu. Parnasse Okulu Napolyon'un yenilgisinden sonra Fransa'da siyasal erk yeniden soyluların eline geçti. Kral tahtına oturdu. Kaçan aristokratlar döndüler. Unvanları ve el konulan toprakları geri verildi. Öte yandan kentsoylular da, gerek evlilik, gerek satın alma yoluyla soyluluk unvanları edindiler. Böylece kentsoylularla soylular kaynaştılar. Aynı şey yazın alanında da oldu. Romantizmin yerini klasik akımla romantik akımın bileşkesi Parnasse Okulu aldı. Okulun kuramcıları ''Sanat sanat içindir, sanatın güzellikten başka amacı yoktur. Ozan plastik sanatlarla bağlarını güçlendirmelidir. Biçim ve teknik zorunludur. Bir yapıt ne kadar teknik bir çalışmanın ürünü ise o kadar güzeldir. Sanatçı kolaylığı sürgün etmeli (Théophil Gautier)'', ''Kişisel lirizme ve kişiselliğe paydos. Nesneli aramalıyız, bu duygusallık anlamına gelmez. Şiir bireysel bir destanda kanatlanamaz. Bilge bir kuşaktanız. Çağın aydınlık yoluna girmek için geçmişe yönelmeli, geçmişten günümüze gelmeliyiz. Bilim ve sanat ve sanatın çeşitli kolları birleşmek zorundadır (Leconte de Lisle) diyorlar, dize üstünde önemle durup tiz ve tam uyaklara, ritme öncelik tanıyorlardı. Théodore de Banville, ''Uyak dizenin ta kendisidir'' diyecek kadar ileri gidiyordu. Théophil Gautier, Théodore de Banville, Leconte de Lisle, Catulle Mendès, Sully Prudhomme, Villiers de L'Isle-Adam, José-Maria de Heredia, François Coppée, Paul Verlaine vb... yeni okulun önde gelen kişilikleriydiler. Lise öğrencisi Stéphane daha çok romantizmin etkisi altındaydı. Duygularını kendiliğinden (spontané) gelen doğal haliyle dizeleştiriyor, sayfalar dolduruyordu. Arkadaşları ondan söz ederken ''Yazmaya başlamasın, durduramazsınız'' diyorlardı. Daha sonraki yıllarda Kötülük Çiçekleri'ni ve Baudelaire aracılığıyla Poe'nun şiirini tanıyıp sevince düşünceleri de köklü değişime uğradı. Her tür rastlantı çağdaş yapıttan sürgün edilmeliydi. Baudelaire ve Poe'nun yaptığı gibi, anlatıcı, duygusal ve düzensiz şiire sırt dönmekteydi esenlik. Şiirsel amacın temel yasası, sözcüğün tam anlamıyla ender ve güzel olanı yaratmaktır. ''Lisedeyken yirmi sayfalık alıştırmalar, öyküler yazabiliyordum. Şimdi ise, tersine, yoğunlaştırmaya aşıkım'' der. Özde bütün akımların dışına çıkıp göğün ''ether''li bölgelerinde kanatlanan Baudelaire'in şiiri de biçim ve teknik yönünden Parnasse okuluyla örtüşüyordu. Mallarmé'den söz ederken sık sık Baudelaire'e gönderim yapıyoruz, zira, Mallarmé'nin şiirsel yaşamının birinci dönemi Baudelaire'i öykünmekle, ikinci dönemi ise Baudelaire öykülerini temizlemekle geçti. İki şairin yazgıları da birbirine benzer. Baudelaire altı yaşındayken babası öldü, annesi bir yıl geçmeden yeni bir evlilik yaptı. Mallarmé beş yaşındayken annesi öldü, babası bir yıl geçmeden yeni bir evlilik yaptı. Yuvadaki bu yabancılaşmalar yüzünden her ikisi de pansiyonlarda, aile ocağı sevgisinden uzak büyüdüler, sevgiden yoksun çocukluk daha sonra bunalımlı, nevrastenili yetişkinleri yarattı. Tüm nevrastenikler gibi kurtuluşu yabancı ülkelere kaçışta aradılar. Ama, korkak ve kendilerine karşı güvensiz olduklarından yer değiştirmekten çekindiler. Baudelaire ömrü boyunca -o da ailenin dayatmasıyla- bir kez yolculuk yaptı. Sözde Hindistan'a dek gidecekti. Ama başka bir gemiye binip, Reunion Adaları'ndan Fransa'ya döndü. Mallermé'nin gittiği en uzak yer ise Londra (1). Evet, liseyi bitiren Stéphane Şens Sicil Bürosu'nda iki yıl çalıştıktan sonra, kendinden yedi yaş büyük, çocuk bakıcısı, Alman Marie Gerhardé ile Londra'ya giderek hoşlanmadığı işinden kurtulur. Amacı, Amerikan şairi Edgar Allan Poe'yu (1809- 1849) daha iyi okuyabilmek için İngilizcesini, ilerletmek. Maria Gerhardé ile Londra'da evlenir. Fransa'ya döner. İngilizce bilgisini belgeleyerek, Akdeniz Bölgesi'ndeki küçük taşra kenti Tournon Lisesi'ne yardımcı İngilizce öğretmeni olarak atanır. En güzel şiirlerini, Mavilik, Çiçekler, Sızı (Soupir), İmbat (Brise Marine), Şiirin Armağanı (Dondu Poème), Azize, Hérodiade ve Kır Tanrısı'nı bu küçük kentte yazar. Henüz yirmi iki yaşında, ama rüzgârdan ve romatizmalarından yakınıyor: ''Romatizmalar yüzünden yerimden kıpırdayamıyorum, iskemleye çivilendim. Tournon'u ebediyyen perişan eden korkunç karayele haraç ödüyorum. Rüzgâr tozu dumana katıyor burda. Hava bulanık ve buz gibi. İnsanın içini karartmaya tek başına bu bile yetiyor.'' Tournon'daki İngilizce öğretmeni, yeni evli şair delikanlı bir dostuna ''sade ve dingin bir yaşam'' derken doğruyu söylemiyor. İmbat'ta konuşan sanki yirmi üç yaşındaki bu genç değil de, kırkı aşmış, yıpranmış, kaçıp kurtulmak isteyen, kırkı aşkın bezgin bir adam: ''Devirdim sayfaları gönlümde yine hüzün var / Kaçmak! oralara kaçmak! Nasıl da mutlu kuşlar/ Göklerle köpükler arasında kanat çırpmaktan (...) Hüzün bu, acımasız umutlarla aldanıyor/ Sallanan mendillere yine inanıp kanıyor.'' Çağdaş Parnesse Dergisi on şiirini yayımlar (12 Mayıs 1866) Dostu Cazalise'e yazdığı mektupta çok yorucu bir yıl geçirdiğini söylüyor. ''Korkunç bir yıl geçirdim; düşüncem kendini de gözden geçirip 'saf bir kavram'a ulaştı. Dolayısıyla, bu süreç içinde pek garip şeylerin acısını çektim. Ama, şükür ki ölüyüm ve ruhumun atılabildiği en rezil bölge ebediyet (...) İnan, şimdi nesnelim ve tanıdığın o Stéphane değilim artık, -tinsel evrene en uygun varlığım, benim aracılığımla kendini germek ve geliştirmek zorunda.'' Görüyoruz ki, öğrencilik yıllarında ''Ya Béranger gibi bir şair ya da rahip olurum'' diyen Mallarmé yavaş yavaş yapısında zaten var olan metafizik bir evrene doğru yöneliyor. Yazının ağır işçisi Yazının, şiirin ağır işçisidir Mallarmé. Hatta ağır işçiden bile öte. Yazamadığı zaman yaşayamaz, ruhsal bunalımlara düşer, ölümcül depresyonlara girer. Yazma süreci de perişan eder onu, güçsüz kalır. Tek kurtuluş doğumdadır. Ancak ürün tamamlandığı zaman esenliğe kavuşur. Çektiği bu yaratma sancısının izlerine şiirlerinde de rastlarız: ''Boşuna çekiyorum ülküyü çalan halatı / Bir tutam tüy söylüyor soğuk günahlarımı / Sesler usul ve kof geliyor kulağıma artık / Ve bir gün, yorgun boşuna çekmekten bu ipi / Taşı atıp ucuna asacağım kendimi'' (Zangoç şiiri). ''Beynimin cimri ve soğuk arazisinde / Gece yeni bir çukur kazmaktan yorgun (Acı dinlenmeden yorgun)'', ''Duru alay, kayıtsızca güzel çiçekler gibi / Çorak, kısır bir hüzünler çölünün arasında / Dehasına kargışlar yağdıran güçsüz şairi / Eziyor ölümsüz maviliğin ağır sisinde (Mavilik)'', ''Denizde ıslanan yüreğimi bu yolculuktan / Hiçbir şey durduramaz, ne gözlerin yansıttığı / O yaşlı bahçeler, ne lambanın tenha ışığı / Aklığın savunduğu boş kâğıda bakıp duran (İmbat)'', ''Ürperdi mavi ve kısır yalnızlık (Şiirin Armağanı).'' Şairin şiirlerine en çok giren sözcüklerden biri de kısırlık, verimsizlik, çoraklık, stérilité. Yorucu ve yıpratıcı bir çalışma içinde olduğu halde hep kuşkuluydu, başarısızlık endişesi içindeydi. Ünlü İmbat şiiri de bir duygunun eseridir. Önündeki boş kâğıda bakıp duran şair kurtuluşu, karısını ve çocuğunu bırakıp başka ülkelere kaçmakta arar. Parnasse'dan sembolizme Dört şair ele avuca sığmıyordu. Baudelaire ölümsüz dizelerini bütün akımların dışında yazıyor ve gelecekte kurulacak olan surnaturel ve supernaturel, sembolist, dadacı, gerçeküstücü tüm akım ve okulların kapılarını şimdiden aralıyordu. Soğuk plastik güzelliğe başkaldıran Verlaine, tül altından görünen örtülü güzelliğe yöneliyor, geleneksel biçimin yanı sıra yeni biçimler, yeni dizeler araştırıyordu. Rimbaud Mayıs Sürgünü'nü uyaksız, Gemicilik ve Devinim şiirlerini ölçüsüz, özgün dizelerle yazdı. Mallarmé ise Parnasse Okulu'nu biçimde değil, şiirin özünde yaptığı değişikliklerle yıkıyordu. Açık anlatıma, nesnelerin adlandırılmasına karşıydı: ''Bir nesneyi adlandırmak, şiirin bütünü azar azar bularak ortaya çıkarma mutluluğunun dörtte üçünü yok etmektir. Nesneyi esinlemek, işte düş budur. Sembolü oluşturan bu gizem en etkin bir biçimde şöyle kullanılabilir: Bir ruh halini göstermeliyiz ya da tersine, bir nesneyi seçip, bir dizi çözümlerle, bir ruh durumunu ortaya çıkarmak için, nesneyi azar azar çağrıştırmalıyız'' diyordu. Dört öncünün hazırladığı ortam sonucu, yeni akım sembolizm, 1886'larda gün ışığına çıkar. Kimi eleştirmenlere göre Mallarmé, öncü olmaktan da öte, yeni akımın bizzat kurucusudur. Sembolizmin ilkeleri şöyle özetlenebilir: Soğuk plastik güzelliği öğen özdekçi ve olgucu (positiviste) Parnasse'cılara tepki olarak sembolistler ülkücülüğü (idealisme) ve sezgiciliği (intitionisme) savunurlar. Onlara göre güzellik ülkelere ve dönemlere göre değişkendir. Duruk'un (statique) karşısında yer alır, oluşumu (devenir) kutsarlar. Örtülü güzelliği severler, doğaya, nesnelere, olaylara buğulu bir camın ardından bakarlar. Anlamda da örtülü güzellikten yanadırlar, gerçeğin yalın, çok açık biçimde değil simgelerle sunulmasını, okurun şiirin anlamına, bilincin yanı sıra, bilinçaltıyla ve sezgilerle yaklaşmasını isterler. Sembolist ozan konuya, bir sembolle ya da birden çok sembollerden oluşan sözcükler topluluğuyla girer, düşünceyi geliştirir, açar ve ana düşün'ü (mére-idee) ortaya koyar. Duyular (renk, koku, ses vbg) düşüncelerin işaretleridir, düşünceye duyulardan gidilir. Ozan sembollerle, sözcükler ve simgelerle duyular arasında iletişim ağı kurar ve böylece ruhsal gerçeğe ulaşır. Şiir yüreğin bir şarkısıdır. Sembolist ozan parnasse'cı ozan gibi nesnelliği değil, bireysel bir öznelliği yansıtır. Anlatımı büsbütün kapalı değil, ama örtülüdür. Nesneleri açıkça anlatmaz, ustaca çağrıştırır. Dil gerçek dişinin, bilinçaltının kapılarını açmaya yarayan bir anahtardır. Sembolist şair dilbilgisi kurallarına, sözdizimine (syntaxe) sıkı sıkıya bağlanmaz. Ezgiye büyük önem verir, şiiri ve müziği birleştirir. Mallarmé'nin şiiri saydığımız bu özellikleri taşır ve bu nedenle de şair sembolizmin kurucusu kabul edilir. Baudelaire, Verlaine ve Rimbaud gibi öncülerin yanı sıra Jules Laforgue, Tristan Corbiére, Charles Cros, Henri de Regnier, Albert Samain, Jean Moréas, Maurice Maeterlinck (2), Saint-Pol-Roux ve zincirin son halkası Guillaume Apollinaire sembolizmin diğer şairleridir. Mallarmé ve özgür dize Jules Huret'nin kendisiyle yaptığı bir söyleşide şunları söyler Mallarmé: ''Dizenin eski biçimi kesin, tek ve değişmez bir biçim değildir. Temel ilkelerin dışına çıkarak da şiir yapılabilir. Afişler ve gazetelerin dördüncü sayfaları hariç, dilin olduğu, ritmin olduğu her yerde dize vardır. Düzyazı dediğimiz türde, bazen hayran kalacağımız kadar, her çeşit ritmden dizeler buluruz. Aslında düzyazı yoktur, alfabe vardır, az çok birbirine geçmiş ya da az çok sağa sola dağılmış dizeler vardır.'' Görüldüğü gibi düzyazıya dize diyecek kadar ileri giden Mallarmé genç şairlerin başlattığı özgür dizeyi hararetle savunuyordu. Ancak kendisi, ölümünden bir buçuk yıl öncesine kadar, aşırı bir teknikle işlenmiş, ölçülü, uyaklı klasik dizeyle yazmayı sürdürdü. Ancak 1897 Mayısı'nda yayımlanan Zarla Şans Dönmeyecek uzun şiirinde (poème) yalnızca ölçüyü ve uyağı değil, noktalama işaretlerini de şiirden attı. Ayrıca, sayfa düzeni alanında da yenilikler denedi. Yazınımızda Mallermé 1985 sonuna dek yazınımızda Mallermé ismi var cismi yok şairlerdendi. Yalnızca antolojilerde yer alan, çevrilmiş şiirlerinin sayısı bir elin beş parmağını geçmeyecek kadar azdı. İlk kez, adı geçen yılda şairin Zarla Şans Dönmeyecek (Un coup de dés n'abolira pas le hasard) başlıklı uzun şiirini (poème) ve şiirlerden ve düz yazılmış şiirlerinden (poèmes en prose) oluşan bir seçkiyi kitap halinde yayımladım (3). Bu kitabın bir kat daha genişletilmiş ikinci baskısı, Mallarmé'nin ölümünün yüzüncü yıldönümü dolayısıyla, bu yılın kasım ayında Broy Yayınları'ndan ''Şairler Prensi Mallarmé'' adıyla çıktı (4). Diyebiliriz ki yazınımız bu ünlü şairi uzun yıllar yalnızca La Brise Marine (5) şiiriyle tanıdı. Yazınımızda da köklü bir etkisi olmadı. Örneğin, sembolist olduğunu söyleyen Ahmet Haşim bile sembolizmi ikinci elden, ikinci sınıf bir şair olan Henri de Regnier ve akımın son ucu Apollinaire aracılığıyla tanıdı. Yahya Kemal okuduğu Fransız şairleri arasında Mallarmé'den de söz eder. Ne kadar okudu bilemeyiz, ancak Sessiz Gemi şiiri geniş ölçüde Brise Marine'in etkisini taşır. Yahya Kemal'in öğrencisi Ahmet Hamdi Tanpınar ise Mallarmé'den esinlenmeyip, Nerval, Baudelaire, Verlaine, Rimbaud ve Vigny gibi şairlerin yanı sıra Mallarmé'nin Brise Marine'deki ''Denizde ıslanan yüreğini bu yolculuktan / Hiçbir şey durduramaz, ne gözlerin yansıttığı / O eski bahçeler, ne lambamın solgun ışığı'' dizelerini de Yolculuk adlı şiirine aktarmakla yetindi: ''Hiçbir şey bağlamaz beni bu yere / Ne hatıraların yalvaran sesi / Ne ağaçların kuytu gölgesi / Rüya besteleyen eski bahçeler / Ne lambam ki soluk bir ışık serper...'' (6) Okurlarımızın Mallarmé'nin Zarla Şans Dönmeyecek adlı uzun şiirine bir göz atmalarını isterim. Yazınımızın çok iyi tanıdığı bir biçimle karşılaşacaklar. Dizeyi kıran Nâzım Hikmet'in Mayakovski'den etkilendiğini biliyoruz. Rus şiirinin Fransız şiirinden önemli ölçüde etkilendiğini de biliyoruz. Acaba Mayakovski dizeyi kırarak uyguladığı şiir şeklinde esinini Mallarmé'den mi aldı? Ya da Fransızca bilen Nâzım Hikmet Mallarmé'nin bu poème'ini okumuş, görmüş müydü? Bu sorulardan birine evet diyebilirsek, Mallarmé dolaylı ya da dolaysız, biçim yönünden Nâzım Hikmet'i etkilemiş oluyor. Ancak bu, yeni bir araştırma konusu. (1) Her iki şair Belçika'da da konferanslar verdiler. Ama bu bir yolculuk sayılmaz. (2) Maeterlinck Belçikalı bir şairdir, ama şiirlerini Fransızca yazdı. Zaten anadili de Fransızca. (3) Zarla Şans Dönmeyecek, Stéphane Mallarmé, Deyiş Yayınları, 1985. (4) Şairler Prensi Mallarmé, Erdoğan Alkan, Broy Yayınları, Kasım 1998, 125 sayfa. (5) Brise Marine: Bu şiiri Kemalettin Kamu, Orhan Veli ve Can Yücel, Deniz Meltemi adıyla çevirdi. Ben, İmbat adıyla çevirdim. (6) Şiir Sanatı, Erdoğan Alkan, Yön Yayınları, s.428. Kaynak Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.