Silence Oluşturma zamanı: Mayıs 6, 2009 Paylaş Oluşturma zamanı: Mayıs 6, 2009 “Carpe diem” Latince bir cümle; kimilerine göre anlamı “Günü yakalamak”, kimilerine göreyse “Zamanı yakalamak”. Ben onu “Anı yakalamak” olarak biliyorum; aslında bunun kelime anlamıyla tam olarak neyi açıkladığının da benim için önemi yok. Ben, “Carpe diem” in anlamını “Anı yakalamak” olarak algılamak istiyorum. Eğer Latince de bunu anlatan başka bir cümle varsa onu da kabul edebilirim. Internet üzerinde yaptığım araştırmada “Carpe diem” başlığı altında binlerce döküman buldum ve bu kısa cümleciğin dünyada ne kadar yaygın olarak kullanıldığını anladım. İşin ilginç yanı bu cümlecik altında bulduğum dökümanların da birbiri ile hiç ilgisi yoktu; sanırım herkes sevdiği için kullanmış. Cümlenin İngilizce karşılığını Internet’de “Seize the day” yani “Günü yakalamak” olarak geçiyor. Ben konuyu biraz daha felsefi açıdan ele almak istiyorum. Sizlere vereceğim bilgiler bu kısa cümleciğin altında yatan bir hayat felsefesidir. Varlığımızın nedenin sorguladığımızda aldığımız yanıtlar bizi yeni sorulara iter. Niçin ve neden soruları bizi sonunda hayatımızın sonlandığı ana getirir, ölüm anına. Ölüm ile ilgili yazdığım yazıyı bu köşeyi takip edenler hatırlayacaklardır. O yazımda ölüm anı geldiğinde kendi varlığımız ile hesaplaştığımızı anlatmıştım ve şunları söylemiştim: Şimdi, Ölüm anını düşünün, aklınız size hakikati öğretmemişse, inancınız sizi koruyamaz. Ölüm anını düşünün, istekleriniz görevlerinizin gereğine uymuyorsa, sizin için ümit kalmaz. Ölüm anını düşünün, geride sizi unutturmayacak bir iyilik bırakmadıysanız, ömrünüz boşa geçmiş demektir. Biz bazı gerçekleri görmek için yaşamın bitmesini mi beklemek zorundayız? Yaşamın bize verdiği zorluklar bizim yarattığımız hologramik görüntünün bir parçası. İnsan varlığını bir plana göre yaratır, fakat bir plana göre yaşamaz. Özellikle yaşamının anlamını ve görevini bilenler için planlar sürekli değişir. Bizi bekleyen gelecek bir kader değildir ve yazılmamıştır. Bazı uzay/zaman noktalarındaki özel kesişmeler dışında bizler kendi yaş*mını yönlendirme yeteneğine sahip varlıklarız. Bu noktalarda alacağımız kararlar bizi ya yükseltecek ya da yeni dersler almamıza neden olacaktır. Dikkat edilecek olursa varlığımızın farkına vardığımızda, ruhumuzu bir yükseliş yoluna soktuğumuzda kendi planımıza hakimiyetimiz söz konusu olmaktadır. Bu maddi değil, manevi bir yükselişi tanımlar. İçimizdeki gücün değerini bilerek atacağımız adımlar bizi bu yolda ilerletecektir. Yaşarken ölümü anlamak, ölümsüzlüğe atılmış bir adımdır. Ölüm bize yaşamın anlamını anlatmak için var. Yaşam ise güzellikler ve dersler ile dolu bir süreç. Almamız gereken dersler ise yaşamın her anını değerlendirmek, aklını kullanarak hareket etmek, arkamızda bizi unutturmayacak iyilikler ve eserler bırakmak, sevgimizi her an paylaşabilmek olmalıdır. Bunları yaptığımızda ömrümüzü boşa geçirmediğimizi söyleyebilirim. Bu felsefe bize yüce bir gücün varlığını ve yaratılışın yok oluşlar içinde gizlendiğini düşündürüyor. Deneyimlemek veya öğretmek amacıyla tekrar yaratılışların bir plan dahilinde yapıldığına inanıyoruz. Ruhun ölümsüzlüğü fiziksel bedenimizin ölümünde mi gizleniyor? Eğer yaşamımızı bu felsefe üzerine kuruyorsak verilecek cevap, evet olacaktır. Ölüm aslında bize hayatın bir kum saati gibi akıp gittiğini gösteren zamanı hatırlatır. Zaman ise üç boyutlu uzayımızda dördüncü boyuttur. Fiziksel bedenlerimizle hakim olduğumuz üç boyutlu evrenimizde zaman hakim olamadığımız birşeydir. Zaman bu nedenle üç boyutlu evrende yaşayan ve sadece bu boyutta algılayan varlıklar için doğrusal bir süreçtir. Karşı konulamaz, geriye döndürülemez bir süreç. Şimdi zamana hakim olduğumuzu ve dördüncü veya daha üst bir boyuta çıktığımızı düşünelim. Geriye veya ileriye gidebiliyorsak fiziksel bedenimizin tutsaklığını da yaşamak zorunda kalmıyoruz. O zaman işte yaşam ve ölüm arasında bir fark kalmıyor. Yaşamı sona erdiren ölüm aslında yeni bir yaşama başlangıç oluyor. Ama halen üçüncü boyutta yaşadığımızı unutmayalım. Bu boyutta çoğumuza dayanılmaz gelen yaşamın sona ermesi, dördüncü boyut seviyesinden bakıldığında daha farklı algılanmaktadır. Varlığımızın yükselmesi ölümün bir korku olmaması gerektiğini hatırlatıyor. Kendini üç boyutlu evrene mahkum edenler için ölüm acı verir ama düşünceleri ile bunu aşanlara vermez. İşte bu nedenle hayata bakışımız bizi ya üç boyutlu evrene mahküm edecek ya da daha üst boyutlardaki evrenlere taşıyacaktır. Zaman nedir ve onu aşmak bizi ölümsüz yapacak mı? Zaman bakış açısına göre değişir. Kimine göre doğrusal ve durdurulamaz bir süreç, kimine göreyse değil. Zamanı aşmak onu yakalamak demektir. Onu yakaladığımızda tüm yaşamlarımız bir olur. Tüm yaşanmışlıklar bir olur. Herşeyi bir an kadar kısa ama tüm yaşamlarımızı içine alacak kadar bir süreye sığdırabiliriz. İşte sonsuzluk o anda gizli. İŞTE ŞİMDİ ANI YAŞAYIN… MUTLU VE GÜZEL ANI… SINIRLI AMA, SINIRSIZ; BİLDİĞİNİZ AMA, CESARET EDEMEDİĞİNİZ; TEK OLDUĞUNUZ AMA, SÜREKLİ ÇOĞALDIĞINIZ; SONSUZ VE UÇSUZ BUCAKSIZ ANI DUYUMSAYIN. İŞTE ŞİMDİ BUNA HEMEN BAŞLAYIN… YAŞARKEN ÖLENLERDEN OLMAYIN. “Carpe diem” Anı yakalayın. Bazıları için hayat sadece yaşadığı sürece, bazıları içinse bir anında vardır. Ama bu an aslında tahmin edilenden de uzundur. “Ben, yaşamın karşısında ölü olmaktansa, ölümün karşısında yaşamayı tercih ederim” diyor Giordano Bruno. Yani ölümün bir son olmadığını biliyor ve ondan korkmuyor. Engizisyon mahkemesi tarafından işkence edilerek ve yakılarak öldürülen büyük filozof bu nedenle yapılan her türlü haksızlığı ve zülmü büyük bir vakarla karşılamış. Ölüm kararını okuyan hakimlere “Sizler bu hükmü okurken, beni onu dinlerken titrediğimden çok daha fazla titriyosunuz” demiş. Evet ölüm kimileri için korku dolu bir son, hatta kararını vermek bile çok zor. Yaşamı, yaşadığı hayatın ötesine taşıyanlar içinse o zaten olması gereken. Yaşamın sonsuzluğuna varabilmek işte bunu anlamak ile mümkün. Evreni yaratan Sevgi Yasası bizim var oluş nedenimiz ise sonsuza ulaşmak için bu yasayı uygulamak gerekir. Varlıklar arasındaki sevgi, onların etten yapılmış giysilerinin ve bunların süresinin ötesine geçer. Sevgi yaratılışın başında vardı ve uzay/zamandan bağımsız hep olacak. Bazen küçük bir çocuğun gülümsemesinde, bazen yardım isteyen birisine elinizi uzattığınızda onun gözlerinin derinliklerinde, bazen sevdiğiniz bir insana dokunduğunuzda içinizde, ama hep olacak… İşte o anı yakalayanlar için artık zamanın bir önemi yoktur, düşünce ve sevgisi onu sonsuza taşımaktadır. “Carpe diem” O anı yakalayanlar için… Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Demian Yanıtlama zamanı: Mayıs 6, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 6, 2009 Son dönemlerde herkesin diline doladığı şu meşhur rönesans deyişi. Kulağa geldiği kadar uygulaması basit olsaydı herşey ne güzel güllük gülistanlık olurdu. Ama maalesef o kadar basit değil. İnsan ya geçmişine takılır kalır, ya da gelecek kaygısıyla ''An''ını yaşanmaz hale getirir. Oysa doğada hayvan dostlarımız ne güzel de başarırıyor sadece ''An''ı yaşamayı. Tabii ki de zaman zaman ''An'' yakalanabilir ama süreklilik sağlanabilinirmi, bundan pek emin değilim. --Anı yakalayabilmemiz dileklerimle... Teşekkürler konu için! Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
thalese Yanıtlama zamanı: Mayıs 22, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 22, 2009 tek gerçek zaman dilim var, o da bu "an". dün gitti, yarın kesin değil, tek elimizdeki gerçek, tek hükmedebileceğimiz zaman işte bu "an". Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
duad Yanıtlama zamanı: Mayıs 22, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 22, 2009 Dead Poets Society (Ölü Ozanlar Derneği) 1989 filmi. Tavsiye ederim Carpe Diem güzel işlenmiş. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.