schizophrana Oluşturma zamanı: Mayıs 17, 2009 Paylaş Oluşturma zamanı: Mayıs 17, 2009 Işıyacaktım. Ayrılmak zordu. O denli sıcaktım. Ölüm vardı. Ama ölüm güzeldi. Benim ölümüm! Döşemesi ak mermer, tavanları yüksek bir büyük salonda, benim, tek başıma. Biri daha tek başına. Yüz yüzeyiz. Tanıdığıma inanıyorum onu. Yanaklarında tanımaz parmaklarım geziniyor. Peki, diyorum, olsun, bu da benim. Duymadığını biliyorum. İkimiz birden gülümsüyoruz. Onun dışı, yüzü, içim kırışıyor benim, gerçekte. Bunu durdurup böylece saptıyorum. Sonra konuşuyoruz. Daha doğrusu o, hep o soruyor. Yanıtlarımı onun ağzından dinlediğimi iyice ayırdediyorum. Bunu da "bilebileceğim" anlarım için saklı tuttuğumun bilinci içinde bir ayrıca tutturuyorum. Tragedya'nın başlaması geçikti, dedim. Bunu ben söyledim. Sesim iyice budur, bilinsin! Krallar gibiydim. O başını çevirdi. Demir büyük kapı, yumuşak, hiç gıcırdamadan iki yanlardan çekildi. Bol aydınlığın ortasında onu o gördü. Ben birkaç düzlemde birden tek tek var idim. Işığa değin. Yüzümü kapamaz o. Kapanırım ben. Kötü kötü inik. Kolları yana düşük. Kavuşuğumdur ben. Öylece apaçık, dopdolu gözleri, dolu dolu, boşanmamış. Onu hiç kucaklamam. Pencerelere bakarım. Değirmilere dizili, parmak uçlarına kalkık, kısa kısa ak çoraplı, ak bacaklar gördüm. Belirsizce kıpırdanıştıklarını seziyordum bir yandan. Dudakları: "Öldü!" dedi, tir tir. Mavi etekliğine eğildim, dalgalanıyordu. Büktüm, bastırdım göğsüme. Al al saçları, sıcak sıcak. Al kırılıp, al kıyılıyorum. Bir yanda ak bacaklar. Tıkanığım nasıl. "Akciğer vereminden!" dedi, "biliyordum." Ciğerlerim söndü. TURP GİBİYİM. Böyle yan yana büyük, ama çarpık dizili. "Turp gibiyim diyordu ya." Pencereler açık. Niye? Niye açık? Koştum. Ardınaca. Unutmuşlar. Bu unutuşu unutmadım. Radyonun iki kocaman düğmesi yerinden oynamış, sallanıyordu. Birden, iki elimle birden çevirdim. Boş boş döndüler. Duraksamadan döndürdüm, boyuna boyuna. Ses çıkmıyordu. O vakit, işte bu türlü ölüyorsun, dedim, ben ölünce de sen bu türlü ölürsün. Bir sebepsiz hınçla. Onun nasıl öleceğini umursamadan. Ya da eksiksiz bir günü ile. Bunu duyurmadan, dedim, bunu da böylece bir uca iliştirdim. Ama tıkanıktım daha. Demek bir vakitte "özlemişim" derken, doğrunacaydı, dedim, gene öyle. Bilmiyecektim, bilmiyecektim, ne iyi! Öldü. Herkeslerden iyi öleceğim. Sonra şıkır şıkır biri girdi, bir ışık aralıktan, kırıla kırıla. Kırıla kırıla ağlıyordu. Şıkır şıkır. Bu böyleydi. Anlamıyordum. Anlamam gerek, hiç iyi değil. İstemem. Bilinsin! Bir ağıt yaktı: "Kocam, kocam, kocam! Benim canım, benim yavrum, benim kuzum!" Ortada bir set. Dizleri geniş genişti. Ardımda mavi etekliğin dalganışı. Ortalarındayım. Kapandım. Mavi eteklik ile. Ben bu geniş genişliğe karşı ağlıyamıbilirdim'i de düşündüm. Bütün set kıpkızıl yaş oldu. Böylece -bilmiyorum nasıl?- haykıra haykıra ağladım. Tırnaklarımı bütün doluluklara geçire geçire. Geride bir upuzunlukta, o geniş diz kapakları "taşına gencecik yazın" diyordu. Sonra elimle onu araştırdım. Tek düzlemde, benlerden ben. Yanı başımda yatıyordu. Yüzü mutlu bir karanlıkta. Bütün bunların olmaması iyi! dedim. Nasıl gerçek olmadığını bir ara bildim, bunu iyi bilemiyorum. Ya da gerçeğin olanlarla hiç ilintisi yok. Gerçek gerçekti, başka bir nen bile değil. Ocak 1957 Kaynak Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.