Jump to content

Sanatta Trajik


nevermore

Önerilen Mesajlar

Diğer Antikçağ düşünürleri gibi Aristoteles de sanatı etikle ilişkilendirmiştir; sanattan estetik değil, etik haz beklenir. Bundan ötürü Aristoteles için tragedya en üstün sanattır. Çünkü tagedya ahlâksal bir ereğe yönelmiştir. Bu erek, katharsis’tir, yani; korku ve acıma duyguları uyandırarak ruhu tutkulardan arındırma.

Tragedyada trajik etkiyi gösterecek olan kimi şeyler vardır; beklenmedik bir anda ortaya çıkan olağanüstü bir olay, baht dönüşü; yani eylemlerin düşünülenin tam tersine dönmesi, kahramanların mutluluk ya da felaketlerine yol açacak şekilde tanınmaları ve acı veren bir eylem. Trajik kahraman bir suçla suçlanmıştır, ancak Aristoteles tragedyanın moral anlamının dışında bir metafizik anlamı üzerinde durmadığı için, trajik kahramanın neden böyle bir suçla suçlandığını soruşturmaz.

 

 

Çağdaş düşünürlerden K. Jaspers’e göre: “trajik olan, suçun sonucu ve suçun kendisi olarak anlaşılır. Trajik kahramanın mahvoluşu da bu suçun bedelidir. (...) Trajik olanın özünü oluşturan suç, tek bir insanın eylemleriyle belirlenmez, suç, insan dediğimiz varlığın var oluşunda temellenir. N. Hartmann’a göre ise trajik, insansal üstün bir değerin çöküşüdür. Hartmann şunu sorar: nasıl olur da biz üstün bir değerin çöküşünden zevk alırız? Hartmann’ın buna yanıtı, böyle bir hazzı duyabileceğimiz yerin yaşam değil, sanat olduğudur. Çünkü: «Estetik-trajik, çöküşün kendisi değildir, tersine onun görünüşüdür. İnsansal bir üstün değerin çöküşü pekâlâ estetik bir değere sahip olabilir ve ahlâk duygusunu yaralamaksızın, seyretmeden doğan bir haz meydana getirebilir. Böyle bir duygu ise, yüce dediğimiz katıksız bir değer duygusudur.» Yüce olan, insandaki kötülük değildir, kötülüğe dönüşen insandaki büyüklüktür. Kaldı ki, kötü, insan özgürlüğünün bir seçeneğidir ve bu özgürlük de insanın iyi ya da kötü olabilen ahlâksallığının ana niteliğidir.

 

 

Trajiği, sadece insansal üstün bir değerin çöküşü olarak ele almak, trajik kavramındaki problematiği görmezden gelmek olabilir. M. Scheler, “sanatta olsun yaşamda olsun trajiği, bir değerin yok olması, bu değerin yok olmasına da başka bir değerin yol açması olarak belirler.” “Trajik insanın eylemi onu diğer insanların üstüne çıkarır, ama öbür yandan da yok olmasına yol açar çoğu zaman.” Trajik insan, yaşamdaki trajikliğin farkında olandır; insanın kendisini yaparken başkalarını yıktığının farkındadır. Bu yüzden onun “ya nedensel akışa karşı gelip bir değeri gerçekleştirmesi ya da değere gözlerini kapayıp, kendini nedensel akışın sürüklemesine bırakması gerekir.”

 

 

Neden sanatçı trajiktir? Çünkü sanatçı bir dünya içinde “Ben” demenin bedelini öder. Dünya herkes kendi dünyasını getirmeden önce boş bir formdur. Ancak gelenler dünyaya kendi dünyalarıyla birlikte gelirler ve kendi dünyalarını diğer dünyalarla çakıştırmaya çalışırlar.

 

Böylelikle benzerler ortalama bir dünya yaratmış olurlar. Bu “biz” dünyasında çok az kimse “ben” demeyi başarır. Sanatçı karşısındaki dünyayla kendisi arasındaki gerilimin farkındadır; kendisi olmayı ister ancak bu dünyaya karşı işlenecek bir suçla mümkündür. İşlenecek bu suç, sanattır. Suçtur çünkü kafaların ve ortalama dünyanın düzenini bozar. Oysa ortalama dünya hep kendi düzenini korumaya çalışır ve tehlikeli gördüğünü dışarı, korunaksız yere çıkarır. Yine de ortalama dünya bozulmaya bağışıklıdır. Bu yüzden kendisine karşı işlenen bir suçu, suça alışmaya, kafası suçlunun kafası gibi işlemeye başlar başlamaz, yüceltir. Suça çabuk iştirak eder çünkü alıştığı şeye çok kolay benzer. Diğer yandan sanat, ortalama dünyada ortaya çıkartılmak istenmeyen ya da çıkartılamayan “Ben” ile özlem giderme aracı olur.

 

Ancak yine de sanatçı -ben olabilen, ortalama dünyaya karşı kendi dünyasını öne sürebilen kimse- yeni bir bozgun olasılığı taşıdığından dışarda bırakılır. Çünkü, sanatçı ve sanatının yalnızca uzaktan bakılacak bir şey olarak kalması, onun gibi “ben” demekten daha az tehlikelidir. Böylelikle trajik kahraman (sanatçı), kendisini gerçekleştirmek için ortalama dünyaya karşı işlediği suçun cezasını dışarıda kalarak öder. “Trajik olaylardaki suç, her zaman haklı bir eylemdir, ama suç olmaktan geri kalmaz.” “Trajik zorunlulukta kişi özgür davranır” Yani dişlerini sıkıp bir şeyler üretmeyebileceğini ve kendisini unutabileceğini bilir ancak zorunlulukla onu kendisi yapacak eylemi yapar.

 

 

Sanatçının bu ortalama dünyaya karşı işlediği “ben” olma suçunun ve bu suçun bir aleti olarak sanat yapıtının trajikliği bir Apollon-Dionysos çatışmasıyla anlatılabilir. Nietzsche sanat görüşünü bu çatışma çerçevesinde dile getirmişti. Nietzsche bu Apollon- Dionysos çatışmasını yalnızca sanatta bulmuyor. Onun için zaten sanatla yaşam arasında bir ikilik yok. “Eski Yunan pantheon’unda, bu tanrıların görevleri karşıtsa da, her ikisi sanatla ilgili tanrılardır. İki tanrıyla nesnelleşen bu karşıtlık, Nietzsche için dünyanın özünde bulunan ana bir karşıtlıktır. Kendilerini gerçekleştirmek için sürekli bir çatışmada bulunan bu iki güç, yalnız arada sırada barışır; bu barışmayla da trajedi, yaşam da aynı zamanda ortaya çıkar.” Apollon plastik sanatların ustasıdır, Dionysos ise müziğin. Apollonik olan görünendir, “ona kalırsa biçimsizlik en çok kaçınılacak şeydir.” Dionizik içinse “ne sınır ne de görüntü vardır... [o], görünürlere bakmaz, görünürlere dalar, temelde olanı konuşturur.” Dionizik; sarhoştur, çoşar, kendini dağıtır ve “tam yokluğa karışacağı sırada, Apollon’a kendi adına sığınır, (...) kendini (...) yokluktan, yok olmaktan korur.”

 

 

Apollon sıkı biçimciliğiyle bir orta alanı belirler. Bu ortak alanın belirlenmesiyle her şey ölçüye vurulmuş olur. Yalnız Dionysos dışarıdadır; o “ben” de değildir, çünkü “ben” kendini ölçüye vurur vurmaz gösterir ancak. Dionysos ölçü dışındadır. Dionysos tehlikeli bir başıboşluğa sahiptir, iki kelimeyi bir araya getiremez, çünkü zaten kelimeleri yoktur. O “ben”in altında yatar ve her şeye o kadar karışmıştır ki ondan diğer şeylere ortak olanlar ya da olmayanlar ayrılamaz, bu yüzden dilin dışındadır ve bu yüzden dile getirilemez. Çatışmanın trajikliği burdadır; dile gelmek isteyen Dionysos, ancak Apollon’a baş eğdiğinde görünür. Sanat yapıtında Dionysos, Apollon’un öngördüğü bir sanat formunda açığa çıkar. Apollon tanınabiliri, bölünebiliri, kıyaslanabiliri elinde tutar. Bundan ötürü Dionysos açığa çıkabilecekse tanınabilir bir form bulması gerekir. İzleyici, yapıtta tanınabilir unsurla kendisine yabancı olan Dionysos’a ulaşır. Gerek yaşamda gerekse bir sanat yapıtı karşısında, izleyici eğer trajik bir göze sahip değilse; trajik bir eylemi ya da sanat yapıtındaki trajikliği göremez. Trajik bir eylem kaşısında o, basitçe suçluyu arar ve onu kuşkuya düşmeden itham eder. Bir sanat yapıtının karşısında ise sadece kendi tanıdıklarını (Apollon’un biçimlerini) arar, bilmediklerini merak etmez, hep Apollon’un hükmü altında kalmak ister çünkü Dionysos’un derinliği, ölçülemezliği korkutucudur, o bununla baş edemez ya da günün modası itibariyle Apollon’u sıradan bulur, sınırsızlıkları, ölçüden kopmuş olmayı, sanatın özgürlüğü sanır ve biçimsizlikte Dionysos’u gördüğünü sanır. Oysa biri ya da diğeri insanın sıradan eylemlerinden farksızdır, sanatı günlük insan eylemlerinin üstüne çıkaran şey onun trajikliğidir.

 

Nil GÖKSEL

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...