nevermore Oluşturma zamanı: Mayıs 23, 2009 Paylaş Oluşturma zamanı: Mayıs 23, 2009 John Milton (1608-1674), kendisinden bir kuşak önce Cambridge’de okuyan Marlowe’dan çok farklıydı. Stenograflık ve kimi zaman da tefecilik yapan, sonradan Protestan olma bir babanın küçük oğluydu. Cambridge’de Milton’a, tartışmasız güzelliğinden çok, aşırıya kaçan ahlâkçılığından dolayı “Hanımefendi” lakabı takılmıştı. Ailesi onun din adamı olmaya uygun olduğunu düşünüyordu, ama onun düşüncesi başkaydı. Üniversitedeki yedi yıllık eğitim (lisans ve yüksek lisans için) döneminde yazdığı ve “İsa ‘nın Doğduğu Sabah” ile “L’Allegro “ve “İl Penseroso”yu da içeren şiirleri ona yerel bir ün ve edebi kariyeri düşünecek güveni sağlamıştı. Babasının cömertliği sayesinde, çalışmalarını sürdürmek üzere -Galileo’yu ziyaret ettiği- İtalya’ya gitti ve orada dinsel özgürlük lehine risaleler yazarak yirmi yıl geçirdi: Stuartlar dönemi, İngiltere’ye dinsel uyuşmazlıkları ve iç savaşı geri getirmişti. Buna ek olarak çevirmenlik ve editörlük yaptı ve bir süre de Oliver Cromwell’in hükümetinde politikacı olarak görev aldı. Üç evlilik yaptı, ilk karısından üç kızı oldu ve görme gücünü yavaş yavaş kaybetmeye başladı ve hep yazmayı umduğu büyük destanın bir sözcüğünü bile yazamadan önce, 1652’de tümüyle görmez oldu. II. Charles yeniden tahta oturtulduğunda, körlüğü sayesinde asılmaktan kurtulmuş olması olasıdır: Andrew Marvell’in onun için ricada bulunduğu söylenir. Milton’a kimi zaman “Puriten şair” de denir, ama en azından en büyük eserinde, bunun gerçekle ilgisinin olmadığı görülebilir. Milton, Calvinizm’in İngiliz Kilisesi’ne nüfuz ettiği bir zamanda bir Anglikan olarak yetiştirilmişti, ama Kaybedilmiş Cennet’in asli meselesi, mukadderatı çürütüp istenç özgürlüğünü göstermektir. Şeytan Cennet’te isyan etmeyi seçer ve kötü olmayı tercih eder; biz onun düşüncelerindeki her kötülüğü paylaşırız. Aldatılmış ve ahmak Havva seçişten muaf tutulabilir, ama Adem, Havva’ya olan aşkı Tanrı aşkına üstün geldiğinde, sonuçlarını değilse bile, meseleyi kesinlikle anlar. Aslında Paradise Lost’u [Kaybedilmiş Cennet] yazdırmaya başladığında (1667’de yayımlandı) Milton’ın dinsel görüşlerinde oldukça bağımsızlaşmış olduğu anlaşılmaktadır. Bu açıdan çağının diğer entellektüellerinden farklı değildi gerçi, ama ötekilerin çoğu fikirlerini saklayacak kadar akıllıydı. Milton şiirlerinde kendi görüşlerini bulanıklaştırdı ve onu izleyen kuşaklar, dini (ya da din karşıtı) ve çoğu zaman itirazlarla karşılanan kendi fikirlerini savunmak için kaybedilmiş Cennet’e başvurarak onu kendilerine mal ettiler. Şiirin kaynak malzemesi boldu. İspanyol Rönesansı’nın büyük oyun yazarları Miguel de Cervantes (1547-1616), Lope de Vega (1562-1635) ve Calderón de la Barca (1600-1681) tema olarak İblis’in kaderini işlemişti. Hollanda’da Hugo Grotius (1583-1645), Milton’ın haberdar olduğu Latince bir oyunu, Adamus Exul’u yazmıştı, Joost van den Vondel ‘in (1544-1590) Lucifer’i de meşhurdu. Guillaume du Bartas’ın yaratılış ve düşüş hakkında yazdığı ve 1605’te Josuah Slyvester tarafından The Divine Weeks and Works [İlahi Haftalar ve İşler] diye çevirilen bir Huguenot şiiri İngiltere’de yaygın olarak okunuyordu ve Milton’ın bildiği de kesindi: Milton bu şiirden, III. Kitap’taki meleklerin ilahisi için “Değişmez, Ölümsüz, Sonsuz” dizesini kullanmıştı. Milton’ın olağanüstü devasa Şeytan’ının karakteri, genellikle ateşli bir şekilde, yüzyıllar boyu tartışıldı ama kozmografiye odaklanmak için biz bu tartışmadan uzak duracağız. Cennet’teki olağan savaştan daha sert geçen ve Mikail ve birliklerini desteklemek için Oğul’un gönderilmek zorunda kalındığı savaşın ardından Şeytan ve ordusunun başına gelenleri öğreniriz: William Blake'in Milton'un Kayıp Cennet'ine dair illistrasyonları Eterik Gök’ten alevler içinde başaşağı savruldular Çok perişan ve yanarak Dipsiz Cehennem azabına, Kırılmaz zincirlerle bağlı Cehennem ateşinde yanmaya Nihayet Cehennem Açıp ağzım onları tümüyle yutup kapanana dek, Cehennem onların layıkı, sönmez ateşler içinde Istırap ve acı mekânı Yanan bir göle düşerler ve etrafa bakınca parlak meleksi biçimlerinin çok değiştiğini görürler ve çevreleri: Korkunç bir Zindan, dört bir yanı çevrili Devasa bir Fırın’ dan alevler fışkırır, ama alevlerden Işık değil, Karanlık görünür Yalnızca, ıstırap manzaraları, Huzur ve rahat yüzü görmeyen Herkese doğan umudun hiç uğramadığı Kederin, kasvetli ruhların diyarı görülsün diye; Ama işkence durmaksızın sürer Ve her daim yanıp tükenmeyen Kükürtle beslenen ateş Tufanı da; Böyledir İlahi Adalet’ in asiler için hazırladığı yer Burasıdır onları bekleyen Zindan Zifiri karanlıkla ve onların kaderi, Tanrı dan ve Cennet’in Işığı’ndan Merkezin Kutbun ucuna uzaklığından üç kat daha uzakta. Zindan “mukadderdir” ama içine atılacak olanlar değil. Cehennem hazırdır, ama onların oraya atılmaları mukadderat değildir. Kırılması imkânsız zincirlerden nasıl kurtuldukları asla açıklanmaz (Milton’ın öncülleri de bunu açıklayamamıştır), ama onların gittikleri yer: Oradaki kasvetli Ova, ıssız ve yaban, Kurşuni alevlerin saçtığı Solgun ve boğucu ışıltı dışında Karanlık ve iç karatıcı Yine de Şeytan, durumdan en iyi şekilde yararlanmaya kararlıdır; Mefostofilis’in ağıtının tuhaf bir tersine çevriminde meydan okur: Elveda mutlu Çayırlar Neşenin ebedi olduğu: Selam size korkular, Selam Cehennemi dünya, ve sen en dipteki Cehennem Yeni Sahibini kabul et; Zaman ve Mekânla değiştirilemez bir niyet getiren. Bu niyet kendi yeridir ve kendinde Bir Cennet’i Cehennem’e. Cehennem’i Cennet’e çevirebilir. Hâlâ aynıysam nerede olduğumun. Ve Gök gürlemesinin daha muhteşem kıldığından daha aşağıdaysam, Ne olacağımın ne önemi var ki? Burada nihayet özgür olacağız; Kadiri Mutlak burayı Hasetinden kurmadı, bu yüzden bizi buradan kovmayacak: Burada güven içinde hükmedebiliriz, ve bana kalırsa Hükmetmek, Cehennem’de bile olsa hırs yapmaya değer: Cennet’te kul olmaktansa Cehennem’de efendi olmak yeğdir! Demonlar, gerçek anlamda Püriten bir şevkle, bir volkanın kıyısında görkemli bir saray inşa etmeye koyulurlar. Bu sarayın okurun zihninde Barok Roma’nın, Bizans Konstantinopolisi’nin, günahkâr Babil’in en uç aşırılıklarım canlandırması beklenir. Mimarı, pagan Olimpos’un ustası Hefastus ya da Vulcanus’un diğer ismiyle Mulciber’dir ve inşaatçı, eski plütokratik dostumuz, “Cennet’ten düşen en değersiz Ruh/ Cennet’te bile bakışları ve düşünceleri/ Daima aşağı doğru kayan/ Cennet’in Altın kaplı kaldırımlarını/ İlahi ya da kutsala yeğleyen” Mammon’dur. Bunların ortak çabası, şaşırtıcı bir sonuç verir. Pandemonium (“Tüm Demonlar”), Cehennem’in tarihindeki en muhteşem yapıdır, Spenser’deki her şeyden daha büyük, Dante’nin Dis’in Kenti’nden daha heybetli, Hesiodos’un Styks’in Evi’nden daha göz kamaştırıcıdır. Şeytan, gösterişli toplantı salonunda bir konsil çağrısı yapar. Cehennemi konsil, edebiyat ve dramada gelenekseldir ama Milton’ınki tümüyle farklıdır. Yeni monark, yalnızca Shakespeare’in Kleopatra’sının altın kaplamalı saltanat kayığıyla kıyaslanabilecek bir şatafatla oturur makamına: Hürmüz’ün ve Hind’in ya da Kralları’na Görgüsüzce inci ve Altın yağdıran Muhteşem Doğu’nun zenginliğini gölgede bırakan Bir Saltanat Tahtında Bu kötü mevkiye layıkıyla yükselen Şeytan oturur haşmetle “Bahardaki anlar gibi” demonların binlercesi konsile üşüşür. Önde gelen demonlann her biri birer konuşma yapar. Molok savaş ister - o, Öfke’dir. Akıllıca, ama alçakça her türlü savaşa karşı olan Belilal ise Tembelliktir. Cehennem’in “Mücevherleri ve altınları” için kızgın sıkıntılara razı gelen Mammon, Tamahtır. Rütbece ikinci gelen Beelzebub, Kıskançlıktır; “Başka bir dünya, İnsan denilen bir ırkın mutlu diyarı”ndan söz eder ve onu yıkmayı “Cılız yerleşiklerini/Sürüldüğümüz gibi sürmeyi; ya da sürmezsek/ Onları bizim tarafa çekmeyi” önerir. Planı Konsili memnun eder ve uygulamak için oy verirler. Ama bu dünyayı ziyaret etmek için “karanlık dipsiz Abis’ten” kim geçecektir? Gururuyla Şeytan’dan başkası olamazdı bu. Stygian Konsili dağıldı, iblisler kahramanlık oyunlarına, arp çalmaya, felsefe yapmaya ve en önemlisi yeni dünyalarını keşfetmeye dağıldı. Gustav Doré'nin Milton'un Kayıp Cennet'ine dair illistrasyonları Bu kasvetli Dünyayı, belki daha yaşanılası Bir iklim için iyice keşfetmek üzere yeni bir cüz macera için Meşum sularını yanan göle kusan dört cehennemi nehir boyunca Uçan Birlikleri dört bir yana dağıldı; Ölümcül nefret tufanı Tiksinç Styks, Kederin elim Akheron’u, kara ve derin; Pişmanlık akıntısında duyulan ağalarıyla malum Kokytus; Ateş selinden dalgaları Öfkeyle yanan kızgın Phlegeton. Bunların çok uzağında sakin, sessiz bir akıntı, Unutuşun nehri Lethe, Onun sudan labirenti, içenin eski halini hemen unutturur, Hem neşeyi hem kederi, hem zevki hem acıyı unutturul’. Bu tufanın ardında donmuş bir Kıta uzanır Karanlık ve yaban, her daim kasırgaların ve korkunç dolu fırtınalarının dövdüğü Sert zeminde erimeyip biriken Ve harabet, kadim zamandan kalma gibidir; gerisi derin kar ve buzdan ibarettir. Arazi yapısı ve faunası, yaşamaya uygun değildir: Böylece, ümitsiz ve şaşkınca Boşuna dolanan maceracı Topluluk, önce tüyler ürpertici dehşetten benzi atmış Ve gözleri faltaşı gibi ağlanılası nasibini gördü Ve onlara huzur yoktu: Birçok karanlık ve hazin Vadiden Bir dolu azap Bölgesinden, Buzlu, Kızgın Dağlardan Kayalardan, Mağaralardan, Göllerden, Bataklıklardan, Çayırlardan inlerden ve ölümün gölgelerinden geçtiler, Bîr ölüm Evreni, ki Tanrı lanetle kötülüğü yarattı Çünkü kötülük yalnızca tüm yaşamın bittiği, ölümün hüküm sürdüğü, Ve doğanın, masalların taklit ettiğinden ya da korkunun hafsalasına girenden Daha iğrenç, daha berbat ve ağıza alınmaz olan, Gorgonlann, Hidraların ve Kimeraların ürktüğü Canavarca, devasa şeyleri yarattığı yerde iyidir Bu arada Şeytan “alelacele” üçü pirinçten, üçü demirden, üçü de sert kayadan yapılmış olan ve kişileştirilmiş Günah ve Ölüm olduğu anlaşılan iki yenilmez karakterce korunan Cehennem’in “üç kere üç katlı” kapılarına doğru yükselir. Beline kadar Kadın gibiydi ve güzeldi, Ama gerisi pul pul boğumlarla Kat kat ve geniş, ölümcül ısırıklarla donatılmış Bir Yılandı: Orta yuvarlağı civarında Büyük Kerberos ağızlarıyla, durmadan avazı çıktığı kadar uluyan Ve çirkin bir ses çıkaran Cehennem köpeklerinin çığlığı: Ama istediklerinde, seslerini hiçbir şey kesmezse, sürünerek Rahmine girer ve yuvalanır, orada havlayıp ulur Görünmezden. Gözde Miltonik konuları “Şeytan, Günah ve Ölüm” olan çizerler, kolayca anlaşılacağı gibi, Günahla daima sorun yaşamışlardır. Ölüm’de genellikle, Milton’ın mızrak sallayan, taç takmış şekilsiz hayalet tarifine pek aldırmadan, yalnızca geleneksel XV. yüzyıl iskeletini ya da kurumuş ceset kullanmışlardır. Günah’ın, Athena’nın Zeus’un başından çıkması gibi, Şeytan’ın alnından olgunlaşmış olarak fışkıran kızı olduğu ve Ölüm’ün de Şeytan’ın ondan ensest ilişki sonucu doğan oğlu olduğu belirlenince, Günah kapılan açar ve bir an için hepsi Kaos’a bakarlar. Bu noktada, Milton’ın Cehennem’inin nerede olduğu merak edilmeye başlanabilir. Geleneksel olarak düşünülen yerinde, yeryüzünün merkezinde olmadığı kesin. Milton’ın asi melekleri düştüğünde yeryüzü henüz yaratılmamıştı. Klostrofobik bir Cizvit zindanı değildir ama asiler, Günah, Ölüm ve olağanüstü canavarlar dışında (henüz) dolmamış geniş bir dünyadır. Öyle görünüyor ki, tümüyle başka bir gezegende ya da onun içinde bir yerdedir. Günah kapılan açtığında, burada Kaos olsa da Şeytan sanki boşluğa adım atmak üzeredir. Ve Kaos, evrenin genel olarak anlaşıldığı haliyle evrenin dışındadır. Kaos’ta elementler gürültü içinde birbirleriyle savaşırlar, bu arada Şeytan, ilk durağı olan kişileştirilmiş Kaos ile eşlikçisi Gece’nin pavyonuna ulaşana kadar darbe alarak zar zor ilerler. Burada, Cehennem’in bu durumun “altında” olduğunu ve yeni “Dünya”nın, “Cennet’in senin Lejyonlannın düştüğü tarafına /Altın bir Zincirle bağlı” olarak Kaos’un “üzerinde” asılı olduğunu öğreniyoruz. Aslında, bu sarkan nesne hiç de bir dünya değil, dünyanın çevresinde dönen dokuz küreli eski Ptolemaios evrenidir. Galileo ile tanışıklığına karşın, Milton ondan vazgeçmeyi şiirsel açıdan çok daha yararlı buldu. Şeytan arkasına bakınca Günah ve Ölüm’ün ardında bir köprü kurduklarını görür, ardından ilerisinde Cennet’in opal kulelerini ve safir burçlarım ve altın bir zincirle ondan sarkan, Cennet’e kıyasla ayın yanındaki bir yıldız kadar küçük görünen “askıdaki Dünya”yı görür. Şeytan, bu “dünya”nın, yeniden yapılanmamış Roman Katolikler için ayrılan ve göründüğü kadanyla Ahmaklar Cenneti denilen bir Limbus’un bulunduğu en dış küresine konar. Cennet’e giden bir merdiven bulur, ama sabit yıldızlann küresinden geçerek oradan uzaklaşır, Satürn’ü, Jüpiter’i ve Mars’ı geçip başmelek Uriel’in yönettiği güneş küresine doğru gider. Sevimli bir kerub kılığına bürünerek yol sorar ve Uriel onu, Adem’in mekânı Eden’e yönlendirir. Ve Şeytan hemen hızla Niphatos Dağı’na gidip müthiş iç konuşmasını yapar, ki kısmen şöyledir: Ne bedbahtım! Hangi yöne uçacağım? Sonsuz gazaba ve sonsuz umutsuzluğa? Nereye uçsam Cehennem; ben kendim Cehennemim; Ve en dipte bile, daha bir dip Beni yutmak için sonuna kadar açılıyor, Öyle ki, çektiğim Cehennem bir Cennet kalır yanında. Peki ya son bir merhamet: Nedamet ve Af için Hiç yer yok mu? Boyun eğmeden asla; ve bu söz Kibir beni men eder ve utanç korkum Aşağıdaki Ruhlar arasında, boyun eğme dışındaki Vaatler ve ödüllerle kandırdığım, Kadiri Mutlak’ı dize getirmekle övündüğüm. John Martin'in Milton'un Kayıp Cennet'ine dair illistrasyonları 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Mayıs 23, 2009 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 23, 2009 Bu bölüm, en azından üç nedenden ötürü ilginçtir. İlk olarak, Marlowe’un ve yoksunluğun poena damni’sinin yankısı vardır; ikincisi, şiirin özgür istenç savının altını çizer, ve üçüncü olarak da XVII. yüzyılda ciddi olarak tartışılmaya başlanan Origenes’in evrensel kurtuluş teorisine imada bulunur. Şeytan bile tövbe edebilir, ama artık bunu yapması hem birliklerine hem de gururuna ihanet etmek olurdu. Şeytan’ın yolculuk hikâyesi karışıktır. Milton, Cehennem ve Cennet’i Ptolemaios evreninden tümüyle çıkarırken arşıâlâ yerine de Kaos İlk Devindirici’yi harekete geçirir, Cehennem ve Cennet onun tam karşı tarafında iki ayrı alan ya da evren - ya da Cehennem bir tür tavan ya da platformdur. Milton’ın kozmozunun mantıklı bir haritasını çıkarmak imkansızdır ama bu haritacıları denemekten alıkoymamıştır. Milton’ın kendisi, Christian Doctrine’de “Cehennem evrenin sınırlarının ötesinde konumlanmış görünüyor” der ve Kaos’un doğruluğunu kanıtlamak için Luka İncili’nden 21.8’i alıntılar. Bir “paralel evren”den söz etmek için parçacık fizikçisinin ya da bilimkurgu yazarının söz dağarcığını kullanmayı seve seve kabul edebilirdi. Eski bir nüktedan, oldukça doğru bir tespitle, Milton’ın, Kaos’u anlatırken yazdıklarının garip şekilde kaotikleştiğinden yakınmıştı. Ve T.S. Eliot acı bir şekilde “Milton’ın göksel ve aşağı bölgeleri büyük ama ağır konuşmalarla dolu iyi döşenmemiş dairelerdir” diyordu. Ancak Milton’ın yazdıklarını çizenlerden biri, Cehennem’den dikkat çekici bir anlam çıkardı. Bu John Martin’di (1789-1834). Martin, zamanında büyük hayranlık uyandırdı ama kısmen resimlerinin artık cafcaflı ve fazla ayrıntılı görülmesinden, ayrıca da inanılır bir insan figürü çizememesinden dolayı saygınlığı uzun sürmedi. Kıyamet ve destan onun özel alanıydı ama çok büyük ölçekli mimari ve mühendislik de (özellikle kanalizasyonlar) onu ilgilendiriyordu. Bir maden kasabasında büyümüştü ve kardeşlerinden biri deliliğiyle meşhur bir kundakçıydı. Belki de bu ilgi ve koşullar kombinasyonu onun Kaybedilmiş Cennet için yaptığı bir dizi oyma, mezzotint ve resimde, etrafı hep bir şeylerle sarılı ölgün ateşlerin aydınlattığı uçsuz bucaksız yeraltı kasvetini nasıl böylesine iyi ifade edebildiğini açıklar. Milton’ın Cehennemi’nin, tüm coğrafi niteliklerine karşın, tam anlamıyla bir lağım çukuru değilse bile, aslında büyük ve derin bir içsel yeraltı dünyası olduğunu anlayan tek çizerdi. Kaos Köprüsü’yle de harika bir iş yaptı. Pandemonium, ilgisini öyle çekti ki birçok kez ona yeniden döndü ve fasa fiso filmleri toplayanlar, D.W. Griffitli’in Intolerance filmindeki Babil dekorlarının (1028 kilometrekaresinin) muhteşemliğini doğrudan Martin’in demonik saraylar görüsüne borçlu olduğunu öğrenmekten keyif alacaklardır. Ancak Martin bu görüleri bu denli görkemli gösteren ilk sanatçı değildi. Çünkü elimizde “Şeytan Birliklerini, Pandemonium Sarayı Yanındaki Ateş Gölü’nde Topluyor: Milton’dan”ın tiyatral panoramasının harika bir tarifi var. Bu, 1782’de, Philippe Jacques de Loutherboung’un Londra’da yarattığı ve Eidophusikon adını verdiği, filmlerin habercisi niteliğindeki bir tür hayali fener gösterisiydi: Burada, eteklerinden en yüce tepelerine dek çok renkli alevler saçan dağlar arasında sınırsızca uzanan manzaranın ön planında, kaotik bir kütle karanlık bir ihtişamla yükselir, yavaş yavaş biçim almaya başlar ve erimiş pirinç kadar parlak, söndürülemez ateşten yapılmış gibi, muhteşem mimaride büyük bir tapmağın iç kısmı olur. Bu heybetli sahnede, lambaların önündeki renkli camların etkisi tümüyle sergilenir, seyirciden gizlenmiş olarak tüm etkisini sahneye yayar, hızla değişir, bir sülfür mavisi olur, ardından parlak kırmızı ve sonra yeniden soluk renkli bir güçlü ışık olur ve sonunda değişik metalleri eriten parlak bir fırının sergilediği gibi, gizemli bir cam kombinasyonuna dönüşür. Bu harika görüntüye eşlik eden sesler seyircilerin hayretler içindeki kulaklarına doğaüstü geldi, çünkü gök gürlemeleri ile gülleleri ve taşlan anlatılamaz gümbürtü ve gürültüyle savuran uğultulu düzeneğin eşlikçilerine daha huşu verici bir karakter katmak için uzman bir asistan tefin yüzeyine başparmağını sürterek cehennemlik ruhlardan gelen iniltileri çağrıştıran sesler çıkarıyordu. Ne yazık ki Eidophusikon, XIX. yüzyılın başında bir yangınla yok oldu. Yeniden Kazanılan Cennet’de Milton Şeytan’ın hikâyesine İsa’nın Günaha Teşvik’ini da kattı; ama Cehennem’in Ayıklanması’na girmedi. XVII. yüzyılın sonlarına doğru artık, İsa’nın Cehennem’e inip ecdadı kurtarışı gözden düşmeye başlamıştı. Ayrılıkçı Protestan toplulukları, amentülerinde daima “O Cehenneme İndi” ifadesini kullandılar, ancak bu inanmaktan çok gelenekten kaynaklanıyor gibiydi; yirminci yüzyılda, daha sonraki tarikatlar, özellikle Metodist konsiller, büyük olasılıkla Limbus ile Cehennem arasındaki farkın artık yaygın olarak anlaşılmaması nedeniyle, bu ifadeyi sessizce terkettiler. Ayrıca Cehennem’in Ayıklanması, Şeytan’ı çok önemli kılar ve Milton’dan sonra Şeytan ve diğer iblislerin Cehennem’le ilişkisi giderek azalmıştı. CEHENNEM’İN TARİHİ Alice K. TURNER İngilizceden çeviren: Ayhan Sargüney not: konu bir cok yere tasınabilir .. siir,edebiyat,mitoloji, vs vs... uygun yeri belirleyecek olan yonetici arkads geregini yapacaktır. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
GunduzGezen Yanıtlama zamanı: Mayıs 23, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 23, 2009 ya dostum alaymı ediyorsun benle. 7 gün gündüz olsada okuyamam yaw bunu yada okumaya üşeniyorum diyelim şuna olsun emek emektir. paylaşım adına teşekkürler... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Mayıs 23, 2009 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 23, 2009 resimleri cıkartırsak cok uzun sayılmaz Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
ecesssu Yanıtlama zamanı: Mayıs 23, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 23, 2009 çok güsel bi yazı olmuş tebrik ederim Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
whitekristal Yanıtlama zamanı: Mayıs 24, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 24, 2009 Çok güzel bir çalışma...okumaktan büyük keyif aldım...hem de tanımadığım bir şairi ve dekor üstadlarını öğrenmiş oldum...emeğin için teşekkürler Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Mayıs 24, 2009 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 24, 2009 Ne demek efendim ,ben teşekkür ederim bukadar uzun yazıyı okumaya değer bulduğunuz ve beğendiğiniz için . Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
whitekristal Yanıtlama zamanı: Mayıs 25, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 25, 2009 Yazının uzun olması önemli değil...içeriği önemli. Okunan her yazı ya da belge ruhunuzu biraz daha özgür bırakır.Bilmediğim bir yeri keşfetmeyi ve öğrenmeyi severim.Hele de hazır önüne konulmuşsa...Okumamak sanırım yazan kişiye ve senin uğraşına hakaret olurdu.Aile terbiyesi aldık aşkolsun yani Şaka bir yana bakış açını sevdim...devam et.Ben de öğrenmeye ve özgürlüğümü çoğaltmaya devam edeyim.. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
vampir_kedi Yanıtlama zamanı: Haziran 21, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 21, 2009 çok süper bi yazı =) Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
pureprision Yanıtlama zamanı: Haziran 22, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 22, 2009 Cehennemin tarihi hımm.. Güzel paylaşım teşekkürler açıkçası William Blake in eserleri daha çok ilgimi çekti ve daha betimleyici buluyorum tabii kayıp cennet ele alınacak olunursa Blake çokta iyi sayılmaz yinede hoş paylaşım. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Haziran 22, 2009 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 22, 2009 Cehennemin tarihi hımm.. Güzel paylaşım teşekkürler açıkçası William Blake in eserleri daha çok ilgimi çekti ve daha betimleyici buluyorum tabii kayıp cennet ele alınacak olunursa Blake çokta iyi sayılmaz yinede hoş paylaşım. Paradise Lost grup olarak da iyi müzik yaparlar Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
pureprision Yanıtlama zamanı: Haziran 22, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 22, 2009 Evet bilirim sevgili Nevermore Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.