Jump to content

Matrix ( Makale )


Hush

Önerilen Mesajlar

Zehra Azade Soysal -MATRIX

 

Matrix sadece bir film değil, aynı zamanda doğu mistisizmiyle yoğurulmuş Batı felsefe, teoloji ve edebiyatının bir gövde gös­terisi; uzak doğu dövüş sa­natları ve silahlı kovalamacalarla çeşnilendirilmiş görselliğiyle gözümüze, edebî ve fel­sefî boyutuyla zihnimize hi­tap eden “Zekeriya Sofrası” misali bir ziyafet. Bence Matrixc’i bu kadar ilgi çekici ya­pan, birçok farklı perspektif­ten -sinematografik, edebî, felsefî, dinî vs.- değerlendiril­meye müsait oluşu. Ben Matrix’i bir tekst olarak ele aldım ve satır aralarını okuyarak edebi ve felsefî yönlerden ne anlamlar taşıyabilece­ğine dair önermeler çı­karmaya çalıştım…Matrix, derinliğini kullanılan sinema tekniklerinden ziyade edebî tenkitle­re borçlu. Maalesef Türkçe karşılığı olmayan tekniklerin başında edebiyat ve eleştiri literatürüne ünlü ingiliz şairi T.S. Eliot tarafından kazandırı­lan “Objective Correlative” geliyor. Bu teknikle yazar, (burada senarist ve yönetmen oluyor) okuyu­cuda (izleyicide) oluşmasını arzu ettiği belli duy­gu, düşünce veya çağrı­şımların uyanmasını, o duygu, düşünce ya da çağrışımı doğrudan doğruya beyan etmeden bir takım nesneler, durum veya olaylar zinciri kullanarak sağlamaya çalışır. Kullanılan diğer bir teknik de “Allusion” yani dolaylı yoldan yapılan atıflar, göndermeler. Her iki tekniğin de hedefi kolektif bilinçaltına yani ortak tarihî, sosyolojik ve kültürel geçmişe sahip kitlelerdir. Dolayısıyla Matrix’te yapılan atıfları / göndermeleri anlamak için Batı edebiyatı, felsefesi, mito­loji ve teolojisi ve hatta doğu mistisizmi hakkında yeterin­ce malumat sahibi olmak ge­rekiyor. (Tabii ki bunlar be­nim tezlerim, isteyen pekâlâ islâm Tasavvufuna veya başka kıstaslara göre de yorum­layabilir.)

 

Yapılan göndermelere gelecek olursak; ilk olarak filmdeki bazı isimlerin içerdiği anlam­lar üzerinde durmak gerekir: Filme adını veren Matrix’in sözlük anlamı; bir düzlem üzerinde sıralanmış bir dizi sayı, figür veya işarettir. Film­de Matrix’in bilgisayar ekra­nındaki görünüşü de sözlük anlamına uygun olarak kur­gulanmış, insan zihinlerinin tutsak alınıp köleleştirildiği sanal dünyaya Latince rahim anlamına gelen Matrix adının verilmesi yerinde olmuş, çün­kü insanın kendini en güven­li ve rahat hissetiği ortam içinde sürekli uyu­yup dış dünyanın ger­çeklerinden soyutlandığı tek mekân rahimdir. Filmde ise insanlar sun’î bir rahim olan tüplerin içinde yetiştirilmekte ve bu insanlardan yapay ze­kâ için enerji elde edil­mektedir. Gördüğü rüya­yı kâhinlere yorumlatmak istemesiyle Tevrat’a konu olan Babil kralı Nabukadnezar, filmde düş­sel/sanal dünyaya karşı verilen savaşın mobil ka­lesine, bir hoverkrafta is­mini vermiş. Hoverkraftın modelinin numarası olan Mark 3 no: 11 ise İn­cil’in Markus bölümü­nün 3. babının 11. mısraına tekabül ediyor. (Mark 3:11): “Murdar ruhlar onu gördükleri zaman önün­de yere kapandılar ve sen Al­lah’ın oğlusun diyerek hay­kırdılar.” Zion incil’de dünya­nın yok edilmesinden sonra Allah’ın iyi kullan için kura­cağı krallık olarak geçiyor. Filmde ise zaten mahvedilmiş dünyada Matrix’ten kurtarı­lan insanların yaşayacağı tek şehir, insanlığın kurtuluşunu sağlayacak kişiyi bulmaya kendini adayan ve potansiyel Mesihi düş dünyasından uyandırıp gerçekler dünyası­na davet eden karaktere Yu­nan mitolojisinde uyku tanrı­sı Hipnos’un oğlu olan Morpheus ismi verilmiş. Hristiyan teolojisinde Baba-Oğul-Kutsal Ruh’tan oluşan Teslis ya­ni Trinity filmde Asi-Zevce-Koruyucu şeklinde bir kadın kimliğiyle karşımıza çıkıyor. Filmde Morpheus’un Baba, Neo’nun Oğul, Trinity’nin de Kutsal Ruh olduğu bir tesli­sin varlığından da sözedilebilir. Cypher, Şeytanın isimle­rinden Lucifer’e, bir gönder­me. Âdem’in kendisinden üs­tün olmasını kabullenemeyerek isyan eden şeytan gibi Cypher da Neo’nun seçilmiş kişi olma olasılığını kabul et­meyip karşı safa geçiyor (John Milton’ın Kayıp Cennetinde Şeytan kendini oğul İsa’ya hatta Tanrı’ya üstün gördüğü için isyan eder). Morpheus ve Neo’ya ihanet etmesi göz önünde bulundu­rulursa, Cypher’ın İsa’ya iha­net eden havari Judas’ı tem­sil ettiği de söylenebilir. Öte yandan Cypher sıfır, hiç, önemsiz kimse veya şey ve şifre gibi anlamlan olan “Cipher” kelimesinin bozulmuş hâli de olabilir. Thomas Anderson ismi gördüklerinin dı­şında herşeyden kuşkulanan İsa’nın havarilerinden St. Thomas’a gönderme yapıyor. Ayrıca Anderson insanoğlu anlamına gelen ve İsa için kullanılan bir tabir. Thomas’ın bilgisayarla ilgili ille­gal, korsan işler yaparken kullandığı ismi Neo, basit bir oyun olan anagram ile yani harflerin yer değişimiyle One’a dönüşüyor. The One” Hristiyan teolojisinde “seçil­miş kul” manasına gelmekte. Nitekim Neo kendisini tanıyıp keşfettikten sonra bir mesih haline geliyor. Sonsuz anla­mına gelen “Eon” ise Neo’nun diğer anagramı. Edebî eserlere yapılan gön­dermeleri filmi kare kare inceleyip satır aralarını okuya­rak anlamak mümkün. Bu inceleme film karelerinin kro­nolojik sıralaması gözetilme­den rastgele bir sıralamayla yapılmıştır.

Kontrolsüz sanayileşme, den­gesiz kapitalist yayılım, I. ve II. Dünya Savaşları ve hızlı teknolojik gelişim edebiyatta anti-ütopik/distopik gelecek kurgulan şeklinde yeni bir janrın oluşmasına neden ol­muştur. Matrix’in de görsel bir anti-ütopya olduğu söyle­nebilir. Anti-ütopik dünya düzeni konusunun işlendiği en iyi ve en ünlü örneklerden biri olan George Orwell’in 1984′ünde olduğu gibi Matrix’te de insanların hayatının görünmez bir iarede tarafından denetlenip yönlendiril­mesi, kökleştirilmesi söz ko­nusu. 1984′te “Big Brother” (Büyük Ağabey) adıyla zihin­lerde somutlaşan bu irade, Matrix’te insanların kendi el­leriyle yarattığı ama kontrol­lerinden çıkan siberteknoloji halinde ortaya çıkıyor. 1984′te insanlar ekranlar (screens) muhbirler ve dü­şünce polisleriyle denetim al­tına alınırlarken, Matrix’te durum daha vahim, çünkü insanlar zaten zihnen ekranın içindeler, yani hayatları sanal ortamda farkettirilmeden manipüle ediliyor. Aynca 1984 ‘ün düşünce po­lislerinden de beter sanal or­tamın sağladığı ultra-doğaüstü güce sahip ajanlar da söz konusu. 1984′te rejim karşıtı Winston Smith’in sorgulandı­ğı o ünlü 101 nolu odaya ben­zer bir yerde yine potansiyel asi Neo’nun sorgulanması da ayrı bir paralellik. Neo’nun apartman daire numarasının da 101 olması böyle bir gön­derme olasılığını güçlendirir nitelikte. Cypher’ın Ajan Smith’le pazarlık yaptığı sah­nede “bilgisizlik mutluluktur” demesi 1984′teki “bilgisizlik kuvvettir” sloganını hatırlatı­yor.

Görünmeyen, ne olduğu bi­linmeyen iktidar teması 1984′te olduğu kadar Kafka’nın Şato ve Dava romanla­rında da işlenir. Matrix’te “gerçeğin çölü” (desert of the real) şeklinde takdim edilen çorak topraklar Waste Land’de hayat yerine ölüm veren topraklar olarak sunu­luyor. Eliot çizdiği anti-ütopik dünya portresinde gerçe­ğin bir avuç dolusu toz ve gölgeden ibaret olduğunu; gölgenin de ilüzyondan baş­ka birşey olmadığını ifade eder. Matrix’te ise bilgisayar ortamında yaratılan sanal dünyanın gerisinde gerçeğin kasvetli çölü uzanmaktadır. Neo’nun ajanlara karşı mücadeleye hazırlan­dığı eğitim programın­da günlük iş koşuşturmasındaki insanların gösterildiği sahne (kır­mızılı kadının da yer aldığı sahne) işyerlerine yetişme çabasıyla soluk soluğa, birbirlerinin yüzüne bakma­dan, gözleri kendi ayaklarına kilitlenmiş şekilde koşuşturan in­sanların betimlendiği Waste Land’in “Unreal City” (Gerçekdışı Şehir) adlı bölümüyle benzer­lik taşımakta. Matix’te de Çorak Ülke’de de sistem içinde kendilerine bi­çilen role kanalize olarak robotlaşan, hem kendilerine, hem birbirlerine, hem de ger­çeklere karşı yabancılaşan bi­reylere atıfta bulunulmakta­dır.

Neo’nun bilgisayarından ge­len mesajla uyandırıldığı bö­lüm aslında filmin özeti gibi­dir. Bu bölümde Neo’nun bir hacker olduğunu, birşeylerin ters gittiğini hissettiğini ve bunu araştırdığını, özellikle Morpheus adlı anarşistin yaptıklarıyla ilgili haberleri internetten takip ettiğini öğ­reniriz. Aslında Neo’nun bilgi­sayar sistemini ele geçirdiğini düşünmesi ironik bir durum ortaya çıkarıyor. Çünkü O, bilgisayarlara hükmettiğini zannederken, Matrix denen bilgisayar tabanlı bir sanal dünyada hayatına hükmedildiğinin farkında değildir. (irony of situation/karakterin içinde bulunduğu durumun farkında olmaması). Bilgisa­yar başında uyuyakalan Neo’ya filmin anahtar kelime­lerinden “Uyan” mesajı gelir, sonra da gerçek yüzüne vurulur, yani Matrix’in ona sahip olduğu… Derken kapı çalınır ve Neo gelen müşterilerine kapı açmakla kalmaz, aynı zamanda kendi algı kapıların­dan ilki de açılır. Neo’nun müşterileriyle arasında geçen konuşma filmin devamında neler olacağına dair ipuçlarıyla doludur (İngilizce tabiriyle bu kısım filmin foreshadwing’i). Meselâ Choi, Neo’ya “kurtarıcımsın” diyerek onun filmin ilerisinde mesih pozis­yonuna yükseleceğinin işare­tini verir. Yakalanması halin­de Neo’yu ele vermeyeceğini kastederek söylediği “Bu asla olmadı. Sen yoksun” sözleri de Neo’nun sanal dünyadaki fizikî/bedeni yokluğunu vur­gulamakta. Choi Neo’yu dans kulübüne davet ederken onun fişten çekilmeye (unplug) ihtiyacı olduğunu söyle­yerek yine tiyo verir; çünkü Choi Neo’nun uçmaya, rahat­lamaya olan gereksinimi kas­tederken aslında onun ileride kelimenin tam manasıyla zih­nini Matrix’e bedenini ise sun’î rahime bağlayan fişler­den çekileceğini haber vermiş olur. Filmin çıkış nok­tası -edebî tabirle fil­min temel çelişkisi (main conflict’i)- olan düş ile gerçek arasın­daki ayrım da ilk kez bu konuşma esnasın­da olur. Neo müşterisi­ne “uyanıkken rüya gö­rüp görmediğinden emin olamadığını his­settin mi hiç?” diye so­rar. Choi ise bu hissi meskalin olarak tanım­layarak içinde bulun­dukları ironik durumu vurgular (yine bir irony of sitııation), çünkü zaten bütün hayatları bir halisinasyondan ibarettir ve bunun ne­deni kesinlikle meska­lin değildir. Aldous Huxley’in yerlilerin meskalin alıp düş ile gerçek arasındaki sınırı aşmalarım bizzat kendisi de tecrübe ede­rek anlattığı Algı Kapıları isimli eserine ilk defa bu sıra­da göndermeler yapılıyor. Ka­pı simgesi bundan sonra bir­kaç defa kullanılıyor. Meselâ Morpheus Neo’ya iki kez şöyle der: “Ben yalnızca sana kapıyı gösterebilirim ama kapıdan kendin geçmek zorundasın”, insanların doğal yollardan doğmayıp sun’î bir şekilde yetiştirilmesi fikri de Huxley’in Yeni Dünya’sında insanların laboratuvarlarda üretilmesinden alınmış gibi. Yine filmin bu bölümünde bil­gisayardan gelen “beyaz tav­şanı takip et!” direktifi ile Ali­ce Harikalar Diyarında’ya göndermeler yapılmaya baş­lar. Neo kapısına gelen müş­terilerinden birinin -DuJour’un- omuzunda gördüğü beyaz tavşanın peşine takıla­rak gerçeklere açılan bir deli­ğin içine atlamış olur. Filmde yapılan en bariz gönderme de bu zaten. Morpheus Neo ile tanıştığında Neo’nun içinde bulunduğu durumun psika­nalizini de Alice in Wonderland benzetmesiyle yapar. Morpheus: -Gerçek olduğun­dan emin olduğun bir rüya gördün mü hiç Neo? Ya o rüyadan hiç uyanamazsan ne olur? O zaman gerçek ve düş dünyalarının arasındaki farkı nasıl anlarsın? Bu retotik sorular Jorge Lo-uis Borges’in Olağanüstü Ma­sallar adlı kitabında anlattığı bin menkıbeyi çağrıştırmak­ta: Çinli bir bilge rüyasında kelebek olduğunu görür, ama uyandıktan sonra rüyasında kelebek olan bir adam mı, yoksa kendini adam olarak düşleyen bir kelebek mi oldu­ğundan emin olamaz. Filmde ise herkes birbirinin rüyasın­da yaşamaktadır, çünkü Matrix kollektif bir rüyadan baş­ka bir şey değildir. Ajanlar onu yakalamaya gel­dikleri zaman Neo’nun çalıştı­ğı ofis birden labirente, Neo ise kendi yaptığı labirente tutsak edilen mitolojik kahra­man Dedalus’a dönüşür. La­birentten kaçarken babasının sözünden çıkıp güneşe çok yaklaşan İcarus’un balmumundan kanatlarının erime­siyle denize düşüp olması gi­bi Neo da Morpheus’un verdi­ği direktifleri tam olarak yeri­ne getiremediğinden labirent­ten kurtulamaz ve ajanların eline geçer.

Neo ile Kâhin arasında geçen konuşma da ipuçları içer­mektedir. Kâhin Neo’ya “O” olduğunu üstü kapalı bir şe­kilde söyler: Konuşmaları sı­rasında Kâhin Neo’ya “bekle­diğimden daha sevimlisin, kuşkusuz o (Trinity) senden hoşlanıyor” der. Neo ise “kim?” diye sorarak Trinity’nin ona âşık olduğunun farkında olmadığını gösterir. Daha önce Trinity’nin seçil­miş kişiye âşık olacağı kehanetinde bulunan Kâhin’in Neo’nun “O” olduğunu bildiği de ortadadır. Kâhin Neo’ya “O” olup olmadığı konusunda ne düşündüğünü sorar; Neo ise bilmediğini söyler.Bunun üzerine Kâhin Latince “kendi­ni bil” yazan levhayı göstere­rek ve “O” olmanın âşık ol­mak gibi bir şey olduğunu bunu içten içe, baştan ayağa bilebileceğini belirterek Neo’nun henüz kendisini ta­nımadığını ve ancak kendini tanıyıp keşfettikten sonra “O” olabileceğini ima etmiş olur. Kâhin Neo’nun bir şey (“O” olduğuna kendisini ikna edebi­lecek birşey, bir kanıt) bekle­diğini söyler. Burada Samuel Beckett’in Godot’yu Beklerken (Vaiting for Godot) adlı oyununa gönderme yapıldığı iddia edilebilir. Neo da içinde bulunduğu çıkmazdan kur­tulmak için ilâhî birşey bekle­mektedir sanki. Godot’yu Beklerken’de Godot tanrıdır ve asla gelmez, ama filmde Godot teslisin bir parçasını, kutsal ruhu temsil eden Trinity’dir ve filmin sonunda ge­lip Neo’yu ölümden kurtar­makla kalmaz, ayrıca “O” ol­duğunun ayrımına varması­nı, algı kapılarının sonuna kadar açılmasını sağlar. Bu­rada Trinity, dramada olayın dışındaki bir gücün bütün güçlükleri çözmesi, kahrama­nı çıkmazdan kurtarması de­mek olan “deus ex machina” görevi görüyor. Böylelikle Hristiyan teolojisindeki İsa’nın yeniden dirilerek (rection) insanlığı kurtarmaya geleceği (second coming) inancına paralellik çizilmiş ve Kâhin’in Neo’nun “belki diğer hayatında” One olabileceği kehaneti de doğrulanmış ol­makta. Morpheus yakalandıktan sonra Ajan Smith ile araların­da geçen, daha çok Ajan Smith’in monologu şeklindeki konuşma Darwin’in ünlü ese­ri Origin of Specise / Türlerin Kökeni’nde savunduğu çevre­sine en uyumlu olan türlerin varlıklarım devam ettirebile­ceğine dair teorisi (survival of the fittest)’ni çürütür nitelik­te. Ajan Smith’e göre insanlar memeli değillerdir, çünkü di­ğer memeliler gibi belirli bir habitatları yoktur ve doğayla uyum sağlamak yerine sürek­li çevre değiştirip kaynak tü­ketirler ve bu yolla varlıkları­nı sürdürürler. Yine bu ko­nuşmasında Ajan Smith insanların bir tür veba, kanser, virüs olduklarını belirterek Yahudileri yok edilmesi gereken haşere olarak gören hat­ta bunun için kimyasal zehir­li gazlar üreten Nazi zihniyeti­ni çağrıştırıyor. Neo kırmızı hapı aldıktan sonra Cypher’in ona “kemer­lerini bağla Dorothy, çünkü Kansas arkanda kalacak” de­diği sahnede Wizard of Oz/Oz Büyücüsü’ne ilk gönderme yapılıyor. Daha sonra filmin sonlarına doğru, ajanlarla Neo arasındaki kovalamaca sırasında tekrar gönderme yapılıyor. Fantastik, düşsel bir dünyaya gelen küçük kı­zın Öz Büyücüsü’nden yegâ­ne isteği evine, gerçekler dün­yasına dönmektir. Aynı şekilde Neo da telefonla bağlantı kurduğu Tank’e “Bay Büyü­cü” (Mr. Wizard) diye seslene­rek onu sanal ortamdan kur­tarmasını ister. Filmi janr bakımından tekno-modern bir destan olarak ni­telendirebiliriz, çünkü epik geleneğin birçok özelliğini ta­şımakta. Filmde hemen her destanın demirbaş karakter­lerinden bilge kişiyi Morpheus, kâhini orta yaşlı bir ba­yan, kahramanı ise Neo tem­sil ediyor. Her destanda oldu­ğu gibi filmde de yaşadığı olaylar ve tecrübeler sonucu şahsiyeti gelişen kahraman birşeylerin ayrımına varıyor (anagnorisis), çoğunluğun menfaati için kendini feda edip doğaüstü güçlere karşı savaşıyor. Destanlarda olaylar engin bir coğrafyada geçer ve bu şe­kilde evrensel bir kimliğe bü­rünür.Filmde de olayların geçtiği yer spesifık değil, böylelikle anlatılan sadece bir ulusun değil tüm insanlığın başına gelenler olarak yansıtılmış. Destanların temel motiflerinden “arayış” (quest) teması filmde gerçeği ve kendini arayış şeklinde iş­leniyor. Destanlarda görülen yolculuk (journey) motifi ise filmde reel ile sanal dünyalar arasında gidip gelme biçimin­de kullanılmış. Homeros’un Odysseia’sında yapılan yol­culuklar aslında kahramanın iç dünyasına doğru yapılır ve bu yolculuklar ile yaşanan her olayın neticesinde kahra­man biraz daha kendini keş­feder. Aynı şekilde filmin de içsel bir yolculuk hikayesi olduğu söylenilebilir. Filmin işlediği temalarsa muhtelif. Temalar genel ola­rak Neo’nun çevresinde geli­şen olaylar ekseninde verili­yor. Software firmasında çalı­şan Thomas Anderson, in­sanların kendilerine ve çevre­lerine karşı yabancılaşması (alienation) ve gerçeklere kar­şı körleşmesi temalarının so­mutlaşmış hali. Nitekim Neo’nun yeniden doğduktan sonra Morpheus’a gözlerinin neden acıdığını sorması ve Morpheus’un ona gözlerini daha önce hiç kullanmadığını söylemesi bunu gösteriyor. Neo’nun eğitiminden filmin final sahnelerine kadar geçen bölüm boyunca Sokrat’ın “Kendini Bil!” (Know Thyself!) deyişiyle belirtilen, kişinin kendisini keşfi ve ne olduğu­nun farkına varması (realization) temaları işleniyor. Neo’nun insanlığı kurtarma misyonu da ayrı bir tema. İnsanların ulaştıkları teknolojik seviyenin verdiği gururla sar­hoş oldukları bir anda başla­rına gelenler ise mitolojik ve dinî hikâyelerin temel temala­rından olan tufan temasın­dan başka birşey değil. Varo­lan otoriteye karşı başkaldır­ma, anarşi teması da filmin bütününde işleniyor. Neo’nun kırmızı hapı aldıktan sonra kaşsız,saçsız dev bir bebek görünümü ve saflığında bir tüpten doğması ve sulara ba­tıp çıkarak bir nevi vaftiz tö­reninden geçmesi ise ruhun geçmişteki günahlarından arınması, rejenerasyon ve ye­niden doğum gibi temaları ve­riyor. Aslında bu yeniden do­ğum sadece zihnin bedene dönüşü şeklinde, çünkü kur­tarılmış insanlar yani Zion ve Nebuchadnezzar’da yaşayan insanlar haricindeki bütün diğerleri gibi Neo da varoldu­ğu günden beri zaten o tüpün içindedir; bedeni yapay zekânın enerji elde etmesi için bir pil vazifesi görmekte, zihni ise yapay zekanın düzenlediği sa­nal dünya programındadır.Kırmızı hap sayesinde Neo’nun zihni bedenine geri döner yani, sun’î rahimde­ki uykusun­dan uyanır. Uyanma (awakening) kendi başına filmin temel temalarından birisi. Filmin anahtar kelimeleri uyan! (wake up) ve ayağa kalk! (get up!) ile doğ­rudan; Neo ile Kâhin konu­şurlarken çalan Duke Ellington’a ait “I’m beginning to see the ligth” (Işığı görmeye başlı­yorum) adlı parçayla dolaylı olarak belirtilen uyanma teması aydınlanma, gafletten uyanma, yakaza (açık gözle düş görme) halinden kurtul­ma, kalp gözünün açılması şeklinde açıklayabileceğimiz bir tema. Seçim yapma tema­sı ise yine film boyunca işle­nen temalardan. Neo’nun ka­pısına gelen müşterilerinin adları Choi ve Dujour Fran­sızca “günün seçimi” demek. Neo film boyunca seçim yap­mak zorunda kalıyor: Patro­nu Mr. Rhineheart Neo’ya se­çim yapma zamanının geldi­ğini söyler. Ajanlar onu yaka­lamaya geldiklerinde Neo ya Morpheus’un söylediği yolu ya da diğer çıkışı kullanmak zorundadır. Sorgusu sırasın­da ajanlar Neo’ya iki seçenek sunarlar; ya ajanların yararı­na çalışacak veya işlediği suçların cezasını çekecektir. Neo arabayla Morpheus’a gö­türülürken Switch “ya bizim yolumuz ya da otoyol!” diye­rek başka bir seçim sunar. Kırmızı hap-mavi hap seçimi ise Neo’nun hayatında dö­nüm noktası (reversal of fortune/turning point) olur. Eği­timi sırasında Morpheus Neo’ya “bizden biri değilsen onlardan birisindir” diyerek yeni bir seçim sunar. Kâhine gittiğinde Neo kendi hayatı ile Morpheus’unki arasında bir seçim yapmak zorunda oldu­ğunu öğrenir. Neo metroda ajanın ölmediğini gördüğün­de Cypher’ın tavsiye ettiği gi­bi kaçmak yerine mücadeleyi seçer.

Filmin verdiği mesajlar kişi­den kişiye farklı algılanabilir ama genel olarak bir mesajın varlığından sözedilebilir: Morpheus Neo’ya Matrix’in hakikatlere karşı gözlerimizi körleştiren bir dünya olduğu­nu söyler. Hakikat ise herke­sin koklanamayan, tadılamayan veya dokunulamayan bir hücreye, yani zihinlerinin hapsedildiği bir hücreye doğ­duklarıdır. Gerçekten de he­pimiz zihinlerimizi önyargılar, batıl inançlar, korkular, kuş­kular, yersiz prensipler, kısıt­layıcı toplumsal kurallar ve bunun gibi fazla dünyevî olan kavramlarla oluşturulmuş bir hücreye hapsederiz; dünyevî şeyler bizi gerçeklere karşı körleştirir, algı kapılarımız kapanır, ingiliz şair William Blake’e göre de “algı kapıları­mız açılsa herşeyi olduğu gibi görebilirdik”. Nietzsche’nin dediği gibi her insan eşi olma­yan biricik mucizedir, yani her insan ayrı bir Neo’dur. İnanılmaz olana inanarak, kendimizi keşfederek, içimiz­deki O’nu {Neo’yu bularak, algı kapılarımızı açarak zihni­mizi bu hücreden kurtarıp serbest bırakmamız mümkün olabilir.

Filmi edebî yönden ilginç yapan aşina olduğumuz şeyleri bigane (alışılmadık, garip) ha­le getirmesi, ters-yüz etmesi (defamiliarization). Örneğin, Alice Harikalar Diyarında’da kahraman Alice’tir yani bir kız çocuğudur. Filmde ise genç bir erkek haline çevirilmiş. Kutsal Ruh, Baba ve Oğul’dan oluşan ve eril bir kimlik taşıyan Teslis, Trinity, bir bayan olarak vücuda geçi­rilmiş. Öz Büyücüsü’nün Dorothy’si de Neo tarafından temsil ediliyor. Smith ismi 1984′te kitabın kahramanı, sistem mağduruna verilirken; filmde sistemin devamını, yü­rümesini sağlayan ajana ve­rilmiş. Filmin finalinde ise Neo uyuyan güzele dönüşür­ken, Trinity de ona hayat öpücüğü veren prens haline gelmiş.

Matrix çağrıştırdığı felsefî akımlar bakımından da ol­dukça zengin bir menüye sa­hip. Filmin Platon’un idealar Kuramı’nı ters-yüz ettiği gö­rülüyor. Platon’a göre bizler duyularla algılanan fenomen­ler dünyasında yaşarız ve bu dünyadaki herşey idealar dünyasındaki gerçek ve mü­kemmel olanın kötü bir takli­di, yansımasından başka bir şey değildir. Diğer bir deyişle fenomenler dünyası Matrix gi­bi bir çeşit sanal dünyadır. Ancak, Platon’un kuramında herşeyin mükemmel aslı idealar dünyasındadır ve duyu­lar/fenomenler dünyasındakiler bayağı yansımalar, tak­litlerdir. Buna karşılık Mat­rix’te gerçekler dünyası kas­vetli, ürkütücü ve acılı; sanal dünya ise göz boyayıcıdır. Yi­ne Platonit felsefeye göre ide­alar dünyasını ancak aklımız yoluyla kavrayabiliriz, Matrix’e ise Morpheus ve ekibi beyinlerinden fişlenerek akıl yoluyla sanal olana, “matrix”e ulaşırlar.

Matrix’te Platon’un hocası Sokrat’a da doğrudan bir gönderme yapılıyor. Neo’nun seçilmiş kişi olup olmadığını öğrenmek için gittiği kâhinin mutfak kapısında yazılı “ken­dini bil” ibaresi Sokrat öğreti­sinin özü, filmin de dayandığı temellerden birisi. Sokrat’a göre bilgide önemli olan evre­ni bilmek değil, kendimizi bil­mek tanımak ve bu yolla er­demli olmaktır. Filmde Sokratik Diyalektik’in de kullanıldı­ğı söylenilebilir. Morpheus Neo’ya sürekli retorik sorular sorarak onun zihnini serbest bırakmasını, algı kapılarının açılmasını sağlamaya çalışır:

- Kadere inanır mısın Neo?

- Gerçek olduğundundan emin ol­duğun bir rüya gördün mü hiç Neo? Ya o rüyadan hiç uyanamazsan ne olur? O zaman ger­çek ve düş dünyalarının ara­sındaki farkı nasıl anlarsın?

- Gerçek nedir? Gerçeği nasıl tanımlarsın?

- Seni yenmeyi başardım? Bu­rada (bilgisayar programında) senden güçlü veya hızlı olma­mın kaslarımla bir ilgisi oldu­ğuna inanıyor musun? Şu an soluduğunun hava olduğunu mu zannediyorsun?

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Neo-platonist felsefede doğru­yu, gerçeği bul­ma, kişinin dün­yevi uykusun­dan uyanıp vecd ile üst bir bilince (superconsciousness) varmasıyla mümkün­dür. Bu ruhun yukarıya, Bir’e yükselişidir. Neo’nun filmin sonunda üstbilince erişip havaya yükselmesi hem Neo-platonist felsefedeki hem de hristiyan öğretisindeki ruhun yükselmesi (ascending) olarak yorumlanabilir.

Birbiriyle çelişen ve uyumlu olan birçok ayrı görüşten olu­şan eski Hint felsefesinin te­melinde ilimde verilmeye çalı­şılan mesaj yatar: Kendimiz ve çevremizdekiler hakkında bildiklerimiz yanlış veya ye­tersizdir. Bunu aşabilmemiz için ya aldatıcı yanların bü­yük gücünden (maya) kurtul­mamız, ya da dış görünüşle­rin arkasındaki büyük tanrı­sal oyunu farkederek bu oyu­nun içine dalmamız gerekir. Thomas Matrix’te yaşarken diğer insanların da, kendisi­nin de köle olarak doğdukla­rından habersizdir. Neo ger­çek dünyaya gelip, kendisini tanımaya başlayarak ve zih­nini korku, kuşku ve inanç­sızlıktan kurtarıp serbest bı­rakarak bilgi zanettiği yanlış­ları aşar. Sanal olanın geri­sindeki gerçekliği kavrayarak Matrix denen büyük tanrısal oyunun içine beyninden fişle­nip zihin yoluyla girer. Sahip olunan bilgilerin doğ­ruluğundan, duyularla algıla­nan varlıkların gerçekliğin­den kuşku duyma septik felsefenin temelidir. Mouse, yenilen yiyeceklerin tadının doğruluk ve kesinliğinden tat alma duyusunu kullanmakla emin olunamayacağını belirterek septik bir tavır sergiler.Kuşguyu amaç değil araç olarak kullanmasıyla Septik’lerden ayrılan Descartes, düşünce yoluyla kendisine yönelip kendi gerçekliğini kanıksayarak Kartezyen felsefesinin özü haline gelen “düşünüyorum, öyleyse varım” sonucuna varmıştı. Neo’yu rahatsız eden, uykularını kaçıran, yalnızlığa iten ve gecelerini bilgisayarının başında geçirmesine sebep olan, beyindeki bir kıymık gibi onu delirten de gerçeklikten duyduğu kuşkudur ve düşünce vasıtasıyla çıktığı içsel yolculuk neticesinde kendi gerçekliğine ulaşır.

Filmde Sokrat’ın öğrencileri­nin oluşturduğu bir felsefî akımın, Kyniklerin (Kelbiler) etkileri de görülüyor. Kynikler de kendini bilmenin bir er­dem ve elde edilebilecek en doğru bilgi olduğuna inanır­lar. Ayrıca Kynikler gerçek mutluluğu kişinin içindeki bağımsızlık ve özgürlük iste­ğinde aramak gerektiğini sa­vunurlar. Filmin baş karak­terlerini Matrix’e karşımaya itenin bu istek olduğunu söyleyebiliriz. Ferdlerin mut­lak özgürlüğü­nü yerleşmiş iktidarın / otoritenin ortadan kaldırılmasıyla elde edebilece­ğini savunan Anarşist ideolo­ji filmin çıkış noktalarından birisi. Neo he­nüz kurtarılma­dan önce bilgisayarla ilgili kuralları ihlal ederek anarşist yanını sergi­ler. Matrix’in kurallarının na­sıl alt-üst edileceğini ve kırı­lacağını öğretmek ise Neo’nun eğitiminin amacıdır, insanları baskı ve kaba kuvvetle değil, gerçek yanılsamasının verdiği haz ile elinde tutmayı ve sö­mürmeyi başaran yapay zekâ’ya karşı Morpheus ve şü­rekasının vadedebilecekleri gül bahçesi değil, sadece öz­gürlüktür. İlk yüz yüze görüş­melerinde Neo Morpheus’a kadere inanmadığını, çünkü hayatının kendi kontrolünde olmadığı düşüncesinin onu rahatsız ettiğini söyler. Hal­buki bütün hayatı yapay zekâ tarafından idare edilmiş, kontrol altında tutulmuştur (irony of situation). Neo özgürlüğü seçer, ama diğerleri için bu seçimi yapmak kolay değildir. Her ne kadar gerçek gibi görünse de, alışkın olunan dünya görünüş ve düzenine benzese de Matrix insan özgürlüğünü kısıtlayan bir sistemdir,kontroldür. Gerçek dünya ise kasvetli ve çetindir. Bu durumda insanlar ye ne pahasına olursa olsun anarşizme göre insanlık onuru demek olan hürriyetlerini seçecek ve kurtarılmaya hevesli olacak, ya da Matrix’in onlara sunduğu ilüzyonu sömürülme ve köleleştirme pahasına kabul edeceklerdir. Bu seçimin zorluğunu bilen Morpheus Neo’ya çoğu insanın sisteme umutsuzca bağımlılıklarından ötürü onlara karşı koyacağı, Matrix’i korumaya çalışacakları uyarısında bulunur.

Anarşizm ile büyük benzerlik gösteren hatta bu yüzden ço­ğu kere eşanlamda kullanılan Nihilism’e göre de varolan sosyal, politik, dinî, vs. ku­rumların ortadan kaldırılması gereklidir. Matrix’teki tüm bu kurumlar bir kandırmacanın parçasıdırlar; dolayısıyla yok edilmelidirler. Neo’nun Choi’ya satacağı kaçak bilgi­sayar disklerini Jean Baudrillard’ın Taklit ve Hayaller (Simulacra and Semidation) adlı eserinin nihilizim hakkında olan bölümüne (On Nihilism) saklaması bir tesadüf olmasa gerek. Neo filmin sonunda yaptığı telefon konuşmasında kuralsız, kontrolsüz, hudut veya sınırlamaların olmadığı, nihilistik dünya özlemini dile getirir.

Matrix’te Darwin’in evrim ku­ramının çarpıtılıp değişik bir bakış açısıyla yeniden değer­lendirildiğinden daha önce bahsedilmişti. Öyle görünü­yor ki, film Darwin’in evrim teorisinden ziyade, Nietzsche’nin evrim üzerine görüşle­rini benimsemiş. Nietzsche doğal seleksiyonun neticesin­de yani zayıf olanların elenmesiyle, isan türünün sonunda üst-insan soyu (race of supermen) meydana getire­ceğine inanıyordu. Nietzsche’ye göre bu soy sadece fizik­sel açıdan değil, aynı zaman­da karakterlerinin sağlamlığı, ahlâkî değerleri ve erdemle­riyle de üstün olacaktır. Nietzsche, asilce savaşacak ka­dar güç ve cesaretten yoksun, ahlâkî zaafları olan, pasif ve hedonist insanların elenme­sinden yanaydı. Yapay zekâ ile asiller arasında yapılan mücadele filmin doğal seleksiyonudur. Bu mücadele so­nucu gerçeklerin ağırlığını kaldırabilecek güçte erdemli ve onurlu insanlar varlıkları­nı sürdürecek; Sanal dünya­ya bağımlı olan zayıf karak­terdeki insanlar ise elenecek­tir. Neo Nietzsche’nin üst-insan kalıbına uygun olarak hem fiziksel yönden kusur­suz, hem erdemli, hem de üst-insan’a (superman’e) has özel yeteneklere sahiptir. Fil­min sonunda süpermen gibi göklere uçması da bunu gös­teriyor.

Filmin varoluşçu felsefeden de izler taşıdığı söylenebilir. Varoluşçu/egzitansiyalist fel­sefe de bireyin kayıtsız şartsız özgürlüğünü amaçlar. Varo­luşçulara göre varolma özden önce gelir. Yani insan kendi özünü kendi belirler; bir kor­kağı korkak, bir kahramanı kahraman yapan kendileridir. İnsan kendi tasarısıdır. Kişi özünü yaratmak için içindeki potansiyeli fark etmeli ve or­taya çıkarmalıdır. Neo uzun bir süredir sun’î rahim içinde bedenen, sanal dünyada ise zihnen varolmasına karşın özünü gerçek dünyaya gel­dikten sonra bulur. Nitekim Kâhin’e giderlerken Neo bir restoranı göstererek orada yemek yediğini, oranın güzel makarna yaptığını, daha bir sürü bu tip gerçekte hiç ol­mamış hatıraları olduğunu söyler ve bunun anlamını so­rar. Trinity ise cevaben “Matrix sana kim olduğunu söyle­yemez” der. Çünkü Matrix’te kişilerin hayatları istenildiği şekilde manipüle edilebilme­sine rağmen, kişinin özü an­cak kendi tasarısıdır ve buna yapay zekâ bile müdahale edememektedir. Henri Bergson ismiyle özdeş­leşmiş olan Sezgiciik’in de fil­min yararlandığı felsefî akım­lar arasında olduğunu göre­biliriz. Henri Bergson’a göre sezgi gerçeği bilme yetisi, bil­gi ise kendi bilincine varma içgüdüsüdür. Bu yüzden Kâ­hin seçilmiş kişi olmanın âşık olmak gibi içgüdüsel bir bilgi olduğunu belirtir. Filmde yine Bergson’a ait olan zamanın göreceliliği kuramından da yararlanılmış. Bergson’a göre zaman insanların yarattığı bir kavramdır, zamanı takvim, saat gibi yollarla ölçmek veya sınırlamak boş bîr çabadır ve her birey zamanı kendine gö­re algılamaktadır. Gerçekten de zamanı bu şekilde ölçmek yanıltıcı olabiliyor. Mesela 2000 yılına gireceğimizi dü­şünürken aslında eski Roma takvimine göre 2753, Musevi takvimine göre 5760, evren­sel takvime göre 290.091.200.500.000.000 yı­lına gireceğiz. Ma’mafîh Morpehus Neo’ya “1999 senesi ol­duğuna inanıyorsun, fakat aslında 2199′a yakın bir ta­rihteyiz. Hangi senede oldu­ğumuzu söyleyemem, çünkü açıkçası bilmiyoruz” der. Filmi ilginç yapan tarafların­dan birisi de Post-modernist yaklaşımlar taşıması. Modernistlere göre hayat kaotiktir, ama düzenin sağlanabilmesi mümkündür. Postmodernistler ise düzenin geri kazanıla­bileceğine inanmazlar. Neo ve ekibi mevcut sanal düzenin yıkılıp yeni bir düzen kurula­cağı umudunu taşımakla bir­likte, yeni düzenin asla yapay zekânın egemenliğinden ön­cekine benzemeyeceğini, sanal düzenden daha zor, çe­kilmez ve kaotik olacağını bilmektedirler. Bu bakımdan filmin post-modernizme daha yakın ol­duğu muhak­kak. Öte yan­dan film, post-modernizmin temel sorusu olan gerçeği de sorgulamakta­dır. Filmin başlarında Neo’nun evinde gördüğümüz Jean Baudrilard’ın düş ile gerçeğin değerlendirmesini yaptığı kitabı Simulacra and Semulation’ın da ortaya koy­duğu gibi post-modernizmde imajlar, ikonlar ve simgeler temsil ettikleri gerçeklerden daha fazla önem kazanmıştır. Hatta temsil ettikleri gerçek­lik artık varolmamaktadır. Matrix’in kendisi imaj, ikon ve yansımalardan ibarettir ve artık temsil ettiği dünyanın yerinde kasvetli bir çöl uzan­maktadır. Post-modernizm tüketici toplumu da sorgular. Ancak filmde insanlar birşeyler tükettiklerini zannederler­ken aslında kendileri bir tü­ketim maddesi, enerji elde edilen piller haline gelmişler­dir. Post-modernizm hayatın bir kolaj olduğunu iddia eder. Buna benzer bir şekilde film de çeşitli edebî, felsefî akım­lar ve eserlerden oluşturul­muş bir kolaj niteliği taşı­makta.

Film edebî ve felsefî açıdan bu kadar yoğun olmasına rağmen bir takım zaaflara da sahip. Söz gelimi Cypher’ın operatör Tank’ın yardımı ve kendisini fişleyecek birisi ol­madan nasıl Matrise geçip Ajan Smith ile pazarlığa oturduğu; bunu başarsa bile pa­zarlık sırasında nasıl olup da Nebuchadnezzar tayfasından birinin dikkatini çekmediği bir muamma. Morpheus’un yardımına gelen Trinity ve Neo’nun açtığı yaylım ateşin­de nasıl vurulmadığı da ayrı bir merak konusu. Asansö­rün patladığı sahnede daha önce Trinity ve Neo’nun mah­vettiği kolonlar ise sapasağ­lam görünüyor. Filmin en önemli paradoksu ise Zion hakkında. Zion kurtarılmış insanların yaşadığı, gerçek dünyada yer alan bir şehirse nasıl bir bilgisayar giriş kodu oluyor?

Filmin sorguladığı meselelere gelince, filmin, temel mesele­lerinden birisi kişinin kendi­sini kalıplaşmış düşünce ve önyargılardan kurtarması, zihnini serbest bırakması. Ni­tekim Neo mücadelesi sıra­sında zihnini serbest bıraktığı ölçüde başarılı oluyor. Filmin irdelediği diğer bir konu akıl ve ruh ayrımı. Bilimde ruhun varlığı (parapsikoloji gibi bi­limselliği tartışılır dallar dı­şında) kabul edilmezken, mistik alanlarda ruhun akıl­dan üstün tutulduğu görülür. Filmde seçimin akıldan yana kullanıldığını söyleyebiliriz. Doğu mistisiz­minde ruhun bedenden ayrılıp, beden ol­maksızın hareket edebildiği varsayımı, film­de aklın bedenden ayrılıp Matrix’e gitmesi şeklinde ortaya çıkıyor. Neo Morpheus’a sanal ortamda ölürse, gerçekte de ölüp ölmeye­ceğini sordu­ğunda Morpheus ona bedenin akıl/zihin olmadan yaşaya­mayacağını söyler. Buradan da filmin akıl ve ruhu “akıl/zihin” adı altında bir tuttuğu çıka­rılabilir. Filmde akıl yoluyla fiziksel güçlükleri aşabilme olasılığı üzerinde fazlasıyla durul­ması toy gençlerin rağbet ettikleri % 100 dü­şünce gücü, pozitif düşünce gibi isimlerle pi­yasaya çıkan kitapları çağrıştırıyor. Filmin vurguladığı en önemli çelişki ise düş ile gerçek arasındaki ayrım. Matrix hoş olanı, du­yulara hitab eden güzellikleri, kanıksadığımız realiteleri kurtulunması gereken bir aldatma­ca ve ilüzyon; acı verici olanıysa aklı selim in­sanların seçmesi gereken gerçekler olarak yansıtmış. Ajan Smith’in de kastettiği gibi, biz insanlar müspet olanın ardında menfilik arayan türde mahluklarız. Bizler için mutlak mutluluk ancak hayal, acı ise salt gerçektir. İlk yapılan ütopik Matrix’in değiştirilip acı ve olumsuzluklarla çeşnilendirilerek tekrar ya­zılmasının nedeni de budur. Mavinin sakin­leştirici, teskin edici; kırmızınınsa kışkırtıcı bir renk olduğu göz önüne alınmış olsa gerek, düş ile gerçek arasında yapılacak seçim kır­mızı ve mavi hap seçimi olarak sunulmuş. Bu seçim aşaması tıpkı Robert Frost’un “The Road Not Taken” (Gidilmeyen Yol) adlı şiirindeki seçimi gibi. Frost iki ayrılan yol sapağında da­ha az kullanılmış olan yolu seçer: “Koruluktan, yol ikiye ayrıldı, ve ben daha az kullanılmış olan yola saptım. Ve bu bütün farkı yarattı.”

Neo da mavi hapı alarak bildiği yola gitmek­tense, kırmızı hapı seçerek daha önce çok az insanın geçmiş olduğu yola girer. Zaten Trinity ve arkadaşları onu arabalarına aldıkları zaman da aynı seçimi yapar. Switch alterna­tifleri netlikle ortaya koyar: “bizim yolumuz ya da otoyol!” Burada kullanılan otoyol benzet­mesi AC/DC’ye ait “Highway to Hell (cehenne­me giden otoyol) isimli parçaya bir gönderme gibidir. Trinity’nin de dediği gibi otoyolun ne­reye gittiği bellidir ve öteki yol denenmeye de­ğerdir. Nitekim Neo da seçimini bilmediği yol­dan yana kullanır. Morpheus’un belirttiğine göre Kâhin’in işlevi sadece Neo’ya doğru yolu bulmasında rehberlik etmektir. Peki doğru yol nedir? “Tao” insanların içsel dinginlik ve uyuma ulaşması için takip etme­si gereken en doğru yol demektir. Hristiyan öğretisinde ise biri cennete, öteki cehenneme giden iki yol vardır. Morpheus Neo’ya yolu bil­mekle yolu yürümenin farklı olduğunu söyler. Ama asıl farkı yaratan bilmediğimiz yolda yü­rümek olsa gerek…

* Bu makale ÜLKE Dergisi’nin Aralık 1999 sayısından (41. Sayı) alınmıştır.

 

 

filmin bilim kurgu olmadığı belliydi ancak bu yönden bakılınca insanı hayrete düşürüyor.bu yapımlar bu sene de oldukça tutuldu,bilim kurgu adı altında incil işleniyor.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

güzel ve açıklayıcı bir yazı olmuş... matrix'in neredeyse her sahnesi incelenmiş ve nerelerden esinlenildiği açıklanmış yazınında anlatmaya çalıştığı gibi matrix sadece bir film değil çeşitli bilgilerin harmanlanıp uyum içinde felsefesik alanda irdelenmesidir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

yani bana kalırsa matrıxtesin.buna matrıx denilirse tabi.ama gerçek bir dünyada olmadığın kesin..arkadaşım gerçekten çok güzel bir yazı olmuş ellerine sağlık.yani matrıx filminin sadece bir film olarak değilde içinde türlü mesajların olduğunu bir öğreti olduğunu anlaması ve yorumlarması hoşuma gitti.. ++

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

zaten tüm hollywood filmleri öyledir, yalnız tek enteresan olan şey bu son dönemde bu filmlerin sayısı çok artmış olmasadır. neredeyse haftada bir bilimkurgu adı altında sinemalarda okültistik, ezoterik filmler yer alıyor. eğer ciddi ciddi merakın varsa sana çizgi romanları öneririm. çizgi romanların neredeyse tamamı ezoterizm üzerinedir. tabii bunu farkeden çok az insan vardır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...