Jump to content

Thomas Stearns Eliot


KATA

Önerilen Mesajlar

YOLCULUK

 

(Orijinal ismi Journey of the Magi.

Bu şiirde yeni doğan İsa Peygamber’e

hediye götürmek için yola çıkan üç

Doğulu bilgenin yolculuğu anlatılıyor)

 

"Bir soğuk varıştı aldığımız sonuç

Yolculuk için yılın en kötü zamanı

Hem yollar da öyle uzun, hava öyle keskin

Kışın tam ortasıydı."

 

Develer yağırlı, develerin ayakları ağırlı

Eriyen karlar üstüne uzanıp yatıyorlardı serkeş

Zaman oldu, özlemle aradık

Bayırlardaki yazlık köşkleri, taraçaları

Ve bize şerbet ikram eden ipek giyinmiş kızları.

Sonra devecilerin sövmeleri, dırlanmaları

Ve kaçmaları, içki ve kadın istemeleri

Ve akşam ateşlerinin sönmeleri, barınacak yer yokluğu

Ve düşman şehirler ve dost olmayan kasabalar

Ve pis köyler ki her şey ateş pahasına:

Kısaca yolculuk burnumuzdan geldi.

İyisi mi geceleri yola devam edelim dedik

Zaman zaman aralıklarla uykuyu kestirerek

Yolculuğumuzun çılgınlık olduğunu söyleyen

Kulaklarımızda çınlayan bir tuhaf sesle.

Sonra tan yeri ağarırken ılık bir vadiye geldik

Kar çizgisinin aşağısında ıslak kokusu bitkilerin;

Çağlayan bir ırmak ve karanlığa vuran bir su değirmeni

Alçalan gökyüzünde üç ağaç

Yaşlı bir beyaz at kırlarda dörtnala koşup gitti.

Sonra lintonun üstünde asma yaprakları duran bir meyhaneye geldik.

Açık bir kapıda altı el zar atıyordu gümüşüne

Va ayaklar tekmeliyordu boş şarap tulumlarını.

Ne gelen vardı görünürde, ne haber, yola koyulduk

Geceleyin gide gide bir yere ulaştık

Sanımca kötü değildi.

Bütün bunlar çok zaman öncesiydi hâlâ hatırlarım

Bu yolculuğu tekrar yapmaya razıyım.

Ama şunu iyi belle, şunu iyi belle

Yolculuk bizi Doğuşun ve Ölümün

Ülkesine yönetmemiş miydi? Bir Doğum vardı, elbette

Kuşkumuz yoktu bunda ama, kanıtımız çoktu.

Görmüştüm doğumu ve ölümü

Onların ayrı şeyler olduğunu sanmıştım.

Bu Doğuş, Ölüm gibi, Ölümümüz gibi

Katı ve acı bir coşkuydu bize.

Geri döndük bu ilkelerle eski yerlerimize

Artık rahat değildik ama alınyazımızla.

Tanrılarına sımsıkı bağlanmış yabancı bir halkla

Bir başka ölüm de tatlıydı bana.

 

Çeviren: Osman Türkay

 

***

 

Çorak Ülke

1922

 

`Nam Sibyllam quidem Cumis ego ipse

oculis meis vidi in ampulla pendere,

et cum illi pueri dicerent: Sibulla ti thelis;

respondebat illa: apothanein tehelo.' (1)

 

Ezra Pound için

il miglior fabbro (2)

 

 

I. ÖLÜLERİN GÖMÜLÜŞÜ

 

Nisan en zalim aydır, gövertir

Leylakları ölü toprakta, yoğurur

Anılarla istekleri, uyarır

Uyuşuk kökleri bahar yağmuruyla.

Kış, sıcacık tuttu bizi, örter

Toprağı unutkan karla, sürdürür

Kısır bir hayatı kuru köklerle.i

Yaz şaşırttı bizi, Starnbersee'ye gelince

Deli bir sağnakla; sığındık sıra kolonlara,

Derken yeniden güneş, uzandık Hofgarten'a,

Birer kahve içip konuştuk bir saat kadar.

Bin gar keine Russin, stamm' aus Litauen, echt deutsch. (3)

Ve çocukluğumuzda, arşidüklerde kalırken,

Yeğenimgillerde, kızakla gezdirirdi beni,

Ve ben korkardım. Ama o, Marie, derdi,

Sıkı tutun Marie! Ve yamaçtan kayardık.

Dağlardaysan, orada özgür bulursun kendini.

Çoğu geceler okurum, kışın da güneye giderim.

 

Hangi kökler kavrar, hangi dallar bezer

Buradaki taş yığınını? Ey insanoğlu

Bunu bilemez, sezemezsin, çünkü bildiğin yalnız

Bir kırık putlar yığınıdır ki güneşte kavrulur

Ve ona ne ölü ağaç gölge, ne cırcırböceği erinç,

Ne de kuru taş su sesi verir. Yalnız

Burası gölge, altı bu kızıl kayanın,

(Sığın gölgesine bu kızıl kayanın),

Ve ben öyle bir şey göstereceğim ki sana,

Ne seni durmadan izleyen sabahki gölgendir,

Ne kalkıp seni karşılayan akşamki gölgendir,

Sana korkuyu göstereceğim bir avuç tozda.

 

Frisch weth der Wind

Der Heimat zu

Mein Irisch Kind,

Wo weilest du? (4)

 

"Bana sümbülleri ilk verişin bir yıl önceydi,

Sonra sümbül kız koydular adımı."

- Ama döndüğümüzde, gün sonu, sümbül bahçesinden,

Kolların dolu, saçların ıslak, bir türlü

Konuşamadım, gözlerim de seçmedi, sanki

Ne diriydim, ne ölü, ne de bir şey biliyorum,

Sırf bakıyordum ışığın gözüne, sessizlik.

Oed' und leer das Meer. (5)

 

Madam Sosostris, şu ünlü falcı,

İyice üşütmüştü kendini ama

En akıllı kadın diye bilinir Avrupa'da

Elinde bir deste hayın kağıtla. İşte, dedi,

Senin kağıdın, boğulmuş Finikeli gemici,

(Şu inciler onun gözleriydi bir zamanlar, Bak!)

İşte Belladonna, Kayalıkların Ecesi,

Durumların ecesi.

İşte üç değnekli adam, işte Çarkıfelek,

Ve işte tek gözlü tüccar, bu kağıda gelince,

Bu boş kağıt, tüccarın sırtındaki şeydir,

Onu da görmem yasaktır. Peki nerede

Asılmış Adam! Suda ölümden sakın.

Kalabalıklar görüyorum halka olmuş yürüyor.

Falınız tamam. Sayın Mrs. Equitone'u görürseniz,

Deyin ki yıldız falını kendim getiririm:

Öyle zamandayız ki su uyur düşman uyumaz.

 

Düşçül Kent,

Kirli sisi altında bir kış sabahının,

Bir kalabalık aktı Londra Köprüsünden, sürüyle,

Ummazdım, ölüm çökertsin insanları sürüyle.

Duyulan, kesik ve seyrek, iç çekişlerdi,

Ve gözleri kendi adımlarındaydı her adamın.

Aşıp tepeyi aktılar King William Caddesinden

Saint Mary Woolnoth Kilisesine, kulede çan

Ölü bir sesle tınlarken son vuruşunda dokuzun.

Bir tanış görüp durdurdum haykırarak, "Stetson!

"Sen ha! Gemilerdeki yoldaşım benim, Mylae'de!

"Şu ceset, bıldır diktiydin ya bahçene,

"Filiz verdi mi? Bu yıl durur mu çiçeğe?

"Yoksa o beklenmedik don bozdu mu tarhını?

"Öyleyse uzak tut köpeği, insanların dostudur,

"Yoksa tırnaklarıyla kazıp çıkarır gene!

"Sen! hypocrite lecteur! - mon semblable, - mon frère!" (6)

 

 

II. BİR SATRANÇ PARTİSİ

 

Kadının koltuğu, yaldızlı bir taht gibi,

Çil Çil yansıdı mermerde ve ayna

- Destekleri salkımlı asmalarla bezenmiş

Birisinden bir altın Küpidon baka kalmış,

(Biri de gizlemiş gözlerini kanadıyla) -

Çiftleyip alevlerini yedi kollu şamdanın

Yansıttı ışığı masanın üzerine, tam da

Yükselirken mücevherlerinin parıltısı

Öbek öbek atlas döşeli kutulardan;

Fildişi ve renkli camdan şişeciklere,

Tapasız, sinmiş acayip, sentetik parfümleri,

Macun, toz ya da sıvı - bunalttı, şaşırttı

Ve boğdu duyuları kokularla; tedirgin olup

Pencereden gelen esinle, kokular yükseldi

Besleyerek upuzun alevlerini şamdanın

Ve savurdu dumanları bölmeli tavana,

Tedirgin edip desenlerini oymalı tavanın.

Geniş kızılağaç kaplama, renkli taşlarla çevrili,

Bakır kakmalı, bir yeşil, bir turuncu yanıyor

Ve bu içli ışıltıda oyma bir yunus yüzüyordu.

Antik şömine üstündeki tabloda anlatılan,

Sanki bir pencereydi ormana açılan,

Değişimiydi Philomel'in, o barbar kralın

Onca zorladığı; ama bülbül kesilmiş orda,

Sarmıştı tüm çölü kirletilemez bir sesle,

Ve hala ağlıyordu ve dünya hala o yolda,

"Cik cik!" kös dinlemiş kulaklara.

Ve zamanın öbür solgun artıkları da

Anlatılmıştı duvarlarda; ısrarla bakan biçimler

Dört yönden sarkmış, eğilip susturuyordu odayı.

Sürüklendi merdivende adımlar.

Ocağın ışığında, fırçanın altında, saçları

Alevli oklar gibi dağılmış

Işıl ışıl konuşurken, artık zalimce susacaktı.

 

"Sinirlerim bozuk bu gece. Çok bozuk. Gitme kal.

"Bir şeyler anlat. Neden konuşmazsın hiç. Konuş.

"Ne düşünüyorsun? Ne düşüncesi bu? Ne?

"Ne düşünürsün böyle bilmem ki hiç. Düşün bakalım."

 

Sanırım biz dönekler geçidindeyiz,

Ölü adamlar orda yitirmişti kemiklerini.

 

"Nedir bu gürültü?"

Eşikten esen yel.

"Peki ya bu gürültü? Zoru nedir bu yelin?"

Hiçbişey gene hiçbişey.

"Bilmez

"misin hiçbişey? Görmez misin hiçbişey? Hatırlamaz mısın

"Hiçbişey?"

Hatırlarım

Şu incilerdi adamın gözleri bir zamanlar.

"Diri misin, değil misin? Hiçbişey yok mu kafanda?"

Ama

O O O O şu Şekispiyerimsi cümbüş-

Hem ne incelik

Ne yetkinlik

"Ne yaparım şimdi ben? Ne yaparım ben?

"Öyleyse hemen fırlayıp sürterim sokaklarda,

"Saç baş darmadağın. Peki ne yaparız yarın?

"Ve her günü Tanrının?"

Sıcak su saat onda.

Yağmur varsa, kapalı bir araba saat dörtte.

Sonra bir el satranç oynayacağız,

Kapaksız gözlerimiz kısılmış, kulağımız kapıda.

 

Kocası terhis edildiğinde Lil'e dedim ki -

Esirgemedim sözümü, hem yüzüne söyledim,

VAKİT TAMAM, BEYLER, KAPATIYORUZ

Bak Albert dönüyor, çekidüzen ver kendine biraz.

Bilmek ister n'aptın sana verdiği parayı,

Dişlerini yaptırman için. Verdi, hem de yanımda.

Gel çektir tümünü, Lil, güzel bir takım yaptır,

İnan ki, demişti, yüzüne bakasım gelmiyor.

Al benden de o kadar, dedim, Albert'ciği düşün bir,

Dört yıldır askerdeydi, gününü gün etmek ister,

Bunu sende bulamazsa, başkaları var, dedim.

Ya, öyle mi dedi. Olabilir a, dedim.

O zaman bir kapı bulurum, dedi, ama açık konuşsana.

VAKİT TAMAM, BEYLER, KAPATIYORUZ

O işten hoşlanmasan da dayanmalısın, dedim.

Yok, yapamam, dersen, başkaları seçip kapar.

Albert çekip giderse, bilir miydim? deme sakın.

Utanmalısın, dedim, böyle yaşlı görünmekten.

(Oysa ancak otuz birinde.)

Elimden ne gelir, dedi, suratını asarak,

Hep aldığım o haplar, düşürmek için, dedi.

(Beş tane vardı, minik George'da az kalsın ölüyordu.)

Ezzacı her şey düzelir, dedi, ama nerde eski halim.

Sen eni konu aptalmışsın, dedim,

Ya Albert rahat bırakmazsa, sil baştan, dedim.

Çocuk istemiyordun da niye evlendin?

VAKİT TAMAM, BEYLER, KAPATIYORUZ

Neyse, Albert geldi o pazar, sofrada sıcak domuz budu,

Yemeğe bırakmadılar beni, tatmalıymışım sıcacık -

VAKİT TAMAM, BEYLER, KAPATIYORUZ

VAKİT TAMAM, BEYLER, KAPATIYORUZ

İğgeceler Bill. İğgeceler Lou. İğgeceler May. İğgeceler.

Haydi eyvallah. İğgeceler. İğgeceler.

İyi geceler leydiler, iyi geceler sevimli leydiler,

iyi geceler, iyi geceler.

 

 

III. ATEŞ TÖRENİ

 

Irmağın tentesi çökmüş: damar parmaklarıyla

Son yapraklar kavrayıp gömülür ıslak setlere. Yel

Arşınlar kavruk ülkeyi duyulmadan. Su perileri gitmiş.

Nazlı Thames, usulca ak, bitinceye kadar türküm.

Üstünde ne boş şişeler, sandviç kağıtları,

Ne ipek mendiller, karton kutular, izmaritler,

Ne de başka izi yaz gecelerinin. Su perileri gitmiş.

Ve dostları, kent kodamanlarının aylak mirasçıları,

Gitmişler, adres filan bırakmadan.

Leman gölünün kıyısında oturdum da ağladım.

Nazlı Thames, usulca ak, bitinceye kadar türküm,

Nazlı Thames, usulca ak, sessiz ve kısadır sözüm.

Ama ansızın soğuk bir yel ve duyarım ardımda

Kemik takırtıları ve kikirdemeler, kulaktan kulağa.

Bir sıçan otların arasından usulca süzüldü

Yapış yapış karnını toprağa sürterek,

Avlanırken ben durgun sularında kanalın

Havagazı fabrikasının ardında, bir kış akşamı,

Aklımda kral kardeşimin uğradığı deniz kazası

Ve kral babamın ölümü, ondan önce.

Aşağıda ıslak toprakta çıplanmış ak gövdeler

Ve basık ve kuru tavanarasındaki kemikleri

Yıllardır takırdatan ayaklarıydı sıçanların.

Ama ben ardımdan, zaman zaman, duyarım

Korno-motor seslerini ki getirirler nasılsa

Sweeney'i Mrs. Porter'a baharda.

Ooo! Dolunay doğup üstüne parlasın

Mrs. Porter'la kızının

Onlar sodalı suda yıkar ayakların'

Et O ces voix d'enfants, chantant dans la coupole! (7)

 

Cik cik cik

Cık cık cık cık cık cık

Onca zorlanmış

Tereu (8)

 

Düşçül Kent

Boz sisi altında bir kış öğlesinin

Mr. Eugenides, İzmirli tüccar,

Tıraşsız, bir cebi kuşüzümü dolu,

CIF Londra: Belgeler para ödenince,

Kaba bir Fransızcayla, ne dersin, dedi,

Canon Street Otelinde öğle yemeğine,

Sonra hafta sonu tatiline Metropole'de.

 

Erguvanımsı saatte ki bakışlar ve sırt

Doğrulur masadan ve insan makinesi bekler

Avara çalışan, bekleyen bir taksi gibi,

Ben Tiresias, iki hayat arası bocalayan, kör,

Pörsük dişi memeli yaşlı adam, nasıl sezmem,

Erguvanımsı saatte, akşam saatinde ki çırpınır

Yuvaya doğru, gemicileri yuvaya getirir denizden,

Daktilo kız çay zamanı yuvada, sabah sofrasını tpolar,

Sobasını yakar, düzenler hazır yiyecekleri masada.

Pencerenin dışına korkusuzca astığı

İç çamaşırları güneşin son ışınlarıyla yanar,

Ve yığılmış üstüne divanın (geceleri yatağı)

Çoraplar, terlikler, kombinezonlar, korseler.

Ben Tiresias, pörsük hayvan memeli kocamışa yeter

Yeter de artardı bu sahne, gerisine gelince -

Yolu gözlenen konuğu bekledim ben de.

Adam, iğrenç suratlı bir gençtir, gelir,

Sıradan bir emlakçı katibi, küstah bakışlı,

Aşağı kesimden biri ki kurumlu hali sırıtır

Bir Bradford milyonerinin ipek şapkası gibi.

Umduğu gibi, zaman en uygun zamandır,

Yemek bitmiş, kadın oyalamaya çalışır,

İstemese bile engel de olmaz kadın.

Ateşlenmiş ve kararlı, adam hemen saldırır;

Hiçbir engele rastlamaz yoklayan eller;

Karşılık mı bekler adamdaki kör gurur,

Kayıtsızlığı da hoş karşılar.

 

(Ve ben, Tiresias, önceden acısını çekmiş

Aynı yatak-divanda oynanan oyunların,

Ben ki Thebai surlarına sırtımı dayamış,

Yürümüşüm safında en aşağılık ölülerin.)

Adam son bir öpücüğe daha kıyar,

El yordamıyla iner ışıksız merdiveni.

 

Kadın döner, bir an pencerede görünür,

Sanki habersizdir aşığının gittiğinden,

Kafasından puslu bir düşünce geçer:

"Neyse bu da bitti, iyi ki bitti hem."

Bir gün gelir düşer de yosma kadın

Yalnızken gene dolanırsa odasında,

Eli saçlarına gider kendiliğinden

Ve bir plak koyar gramafona.

 

"Sulardaydım, bu ezgi çalındı kulağıma"

Ve Strand boyunca, Queen Victoria Caddesine dek.

Kent, ey Kent! arasıra duyarım

Lower Thames Caddesinde bir meyhaneden

Bir mandolinin hoşa giden dertlenişini

Ve öğle yemeğindeki gürültüsüyle sohbetini

Balıkçıların ki orda yaşar duvarlarında

Magnus Martyr Kilisesinin,

Büyülü görkemi İyon beyazıyla altın renginin.

 

Irmağın terlediği

Yağ ve katran,

Mavnalar sürüklenir

Alçalan sularda,

Al yelkenler

Dopdolu

Yelle, yelpirder koca serende.

Mavnalar yıkar

Sürüklenen paraketeleri

Varırlar Aşağı Greenwich'e

Köpekler Adasından ileri.

Weialala leia

Wallala leialala

 

Elizabeth'le Leicester

Çekilen kürekler,

Teknenin kıçı

Yaldızlı deniz kabuğu

Al ve altın,

Sert soluğanlar

Yıkadı kıyıları,

Güneybatı yeli

Çan seslerini

Ak kulelerin

Weialala leia

Wallala leialala

 

"Tramvaylar tozlu ağaçlar.

Highbury'denim. Richmond'la Kew idi

Beni mahveden. Bir kanodaydı, dapdar,

Richmond'un yanında kaldırdım dizlerimi."

 

"Moorgate'in gediklisiyim ve gönlüm

kırık dökük. Her şey olup bitince

Ağladı adam ve sözerdi 'yeni bir yarın'.

Ses etmedim. Nemeydi benim gücenme."

 

"Margate kumsalındayım.

Bağlayamam ki

Hiçbir şeyi hiçbir şeyle.

Ucu kırık turnakları kirli ellerin.

Benim halkım gönülsüz halk, ummaz ki

Hiçbir şey."

la la

 

Sonra vardım Kartaca'ya

 

Yanıyor yanıyor yanıyor yanıyor

Ey Tanrım Sen kurtar beni

Ey Tanrım Sen kurtar

 

yanıyor

 

IV. SUDA ÖLÜM

 

Fenikeli Phlebas, öleli iki hafta olmadan

Unuttu martı çığlıklarını, soluğanları

ve kâr ile zararı.

Bir akıntı, deniz altında,

Sıyırdı kemiklerini fısıltılarla. Yüksele alçala

Yeniden yaşadı evrelerini yaşlılığıyla gençliğinin

Kapılırken burgaçlara.

Yahudi ol, olma

Sen, ey çarkı çevirirken yelden yöne bakan!

Düşün Phlebas'ı, o da yakışıklı ve boyluydu eskiden.

 

V. GÖK GÜRÜLTÜSÜNÜN DEDİKLERİ

 

Vurunca meşale kızıllığı terli yüzlere

İnince dondurucu sessizlik bahçelere

Başlayınca can çekişme taşlık ülkede

Bağıranlar ve ağlayanlar

Mapusane ve saraylar ve yankıması

Gök gürlemesinin, bharda, uzak dağlarda

O adam ki yaşıyordu, şimdi ölüdür

Bizler ki yaşıyorduk, şimdi ölüyoruz

Sabrımız tükenmiş

 

Burada su yok yalnız kaya var

Kaya ve susuzluk ve kumlu yol

Yol döne döne tırmanıyor dağlara

Dağlar ki sırf kaya, su yüzü görmemiş

Su olsaydı durup içerdik birer birer

Kayalar arasında kim durur, kim düşünür

Ter kupkuru, ayaklarsa kuma gömülü

Hiç olmazsa su olsaydı arasında kayaların

Ki ölü dağın çürük dişli ağzıdır, tüküremez

Kişi burda dikilemez, oturamaz, yatamaz

Üstelik sessizlik de yok bu dağlarda

Ama kuru kısır gök gürlemesi var, yağmursuz,

Üstelik çile yerleri de yok bu dağlarda

Ama asık mor suratlar sırıtır ve hırlar

Çatlak duvarlı evlerin kapılarından

Su olsaydı

Kaya olmasaydı

Kaya olsaydı ama

Su da olsaydı

Ve su

Bir pınar

Bir gölcük kayalar arasında

Hiç olmazsa su sesi olsaydı

Değil ağustosböceği

Ve türküyen kuru otlar

Ama bir su sesi kayalardan

Şakırken yalnızgezer ardıç kuşu orada çamlarda

Şıp şıp şip şıp şıp şıp

Ama ne gezer su

 

Kimdi o üçüncü, hep yanında yürüyen?

Sayınca bir sen varsın, bir de ben

Ama ne zaman uzayıp giden ak yola baksam

Birisi daha var daima yanında yürüyen

Akıyor sanki boz harmanisiyle, kukuletalı,

Bilemem artık erkek mi, kadın mı

- Ama kimdir öbür yanında yürüyen?

 

Yücelerden gelen şu ses de nedir

Anaların yaktığı ağıdın mırıltısı,

Nedir şu kukuletalı insan yığını, kaynaşır

Sonsuz ovalarda, tökezler çatlak toprakta,

Ki kuşatılmış dümdüz bir ufukla yalnız,

Hangi kenttir şu dağların üstündeki

Çatırdı ve sessizlik ve patlamalar erguvan gökte

Yıkılan kuleler

Kudüs Atina İskenderiye

Viyana Londra

Düşçül

Bir kadın uzun kara saçlarını gerdi eliyle

Ve zırıldattı tellerinde bir ezgiyi

Ve bebek yüzlü yarasalar erguvan ışık içre

Islık çaldılar ve kanatlarını çırptılar

Ve kara bir duvardan aşağı sarktılar başaşağı

Ve havada tepetaklaktı kuleler

Çalarak hatırlatan çanları ki saatleri vurur

Ve boş sarnıçlarla kör kuyulardan yükselen türküler.

 

Dağlar arasındaki bu kokmuş çukurda

Solgun ayışığında, otlar türkü yakıyor

Çökmüş mezarlar üzre, kilise avlusunda

Bomboş bir kilise, yelin cirit attığı,

Cam çerçeve yok, kapı gıcırdar durur,

Kuru kemikler incitmez ki kimseyi.

Sırf bir horoz kurulmuş çatı direğine

Ku ku riku ku ku riku

Bir şimşeğin yalazında. Sonra çileyen bir bora

Yağmur getiren.

 

Ganj cılızlaşmıştı ve bitkin yapraklar

Yağmur bekliyordu, kara kara bulutlar

Yığılırken çok uzaklarda, Himalayalarda.

Cengel sinmiş, kamburlaşmıştı sessizce.

Derken konuştu gök gürültüsü

 

DA

 

Datta: Verdiğimiz nedir?

Dostum, tutkuyla titremekte yüreğim,

Bir anlık kapılışın korkunç ataklığı,

Ki bir sakınganlık çağı da onaramaz bunu,

Bununla ama sırf bu tutkuyla varolduk

Ve bu, ne ölüm ilanlarımızda izlenebilir

Ne iyiliksever örümceğin sardığı anılarda

Ne de mühür altında, sıska dava vekili kırar

Bomboş odalarımızda

 

DA

 

Dayadhvam: Duydum anahtarlar

Bir kez döner kapıda, ve yalnız bir kez döner

Düşünürüz anahtarı, herkes kendi zindanında

Düşünmekte anahtarı, bir zindanı onar herkes

Ancak akşam saatinde, göksel söylentiler

Bir an için umutsuz bir Coriolanus yaratır

 

DA

 

Damyata: Tekne yanıtladı

Neşeyle, yelken ve kürekte usta ellere

Deniz durgundu, yüreğin yanıtlayacaktı

Neşeyle, çağrılsaydı bir, usulca atarak

Altında yoklayan ellerin

 

Oturmuş kıyıda

Avlanıyordum, ardımda çorak düzlükler,

Topraklarımı işleyebilecek miyim hiç olmazsa?

Londra Köprüsü yıkılıyor yıkılıyor yıkılıyor

Pi s'ascose nel foco che gli affina (9)

Quando fiam uti chelidon - Ey kırlangıç kırlangıç (10)

Le Prince d'Aquitaine à la tour abolie (11)

Bu parçalarla yıkıntılarımı payandaladım

Ya, siza uyarım öyleyse. Hieronymo delirdi gene.

Datta. Dayadhvam. Damyata. (12)

Shantih shantih shantih (13)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...