Jump to content

phoenixe

Önerilen Mesajlar

http://img.webme.com/pic/g/gizliilimler/cennet_bursa.jpg

 

Vaktiyle her Süleyman'dan içeri bir Hazreti Süleyman varmış; alnında peygamberlik nuru yanar, başında hükümdarlık tacı parlarmış; Allah, ona "mührü Süleyman" derler tılsımlı bir mühür ihsan etmiş; bu sayede dağa taşa hükmeder; kurda kuşa sözü geçermiş... Oturduğu taht desen ne altın, ne fildişi; ya cin, ya peri işi bir tahtırevanmış! Dur derse durur; yürü derse yürür; uç derse uçarmış.Böylece dünyanın dört bir yanını dolanır; ağlayanla ağlar, gülenle gülermiş.

 

Günlerden bir gün tahtına kurulur; sağ yanına sağ vezirini, sol yanına sol vezirini alıp havalanır göklere... Dağlar eğim eğim eğilir; yollar erim erim erir; bir göz yumup açıncaya kadar gelir, dağların dağı Uludağ'ın tepeciğine iner, bakar ki, ne baksın! Bu dağın bir kanadı ses, bir kanadı renk; bir kanadı su, bir kanadı ışık!

 

Hazreti Süleyman: "Yaratan neler yaratıyor!" diyerek parmağı ağzında kalakalır. Neden sonra kendine gelip sağına döner, sağ vezirine:

 

"A benim vezirim; sen çok gezdin, çok gördün; imdi dünya gözüyle bakınca bu yerleri nasıl görüyorsun?" diye sorar.

 

Sağ vezir: "Ey benim sultanım, efendim; Allah her güzelliği buraya vermiş ama bunları görüp duyacak, derleyip koklayacak biri olmadıktan sonra neye yarar?" deyince, Hazreti süleyman bu söze mührünü basar. Sonra sola dönüp sol vezirine:

 

"A benim vezirim; sen çok yaşadın, çok bilirsin; dünyada bu güzelliklerden üstün bir güzellik daha var mı?" diye sorar. Sol vezir da aynı dilden cevap eyleyip:

 

"Var sultanım, var! Öyle ya, dal dal ötüşen kuşların sesi güzeldir ama, gönül yaylasını saran insan sesi daha güzeldir... Burcu burcu kokan güller güzeldir ama, hiçbiri gül yanaklar gibi domur domur açılmaz... Şu uçsuz bucaksız mavi su güzeldir ama, bir damla gözyaşının, yanan yüreklere verdiği ferahlığı veremez.. Şu pırıl pırıl gökyüzü güzeldir ama, hiç bir ayın on dördü sultan gibi, ay ile bahsedip gün ile doğamaz..." deyip kesince, Hazreti Süleyman bu söze de mührünü basar ve son sözü kendi alır:

"Ey benim vezirlerim; ikiniz de ağzı öpülecek adamlarsınız; bu yerlerin bir 'insan' eksiği var. Dediğiniz gibi bu güzellikleri görüp duyacak biri olsaydı, ya dile getirir, ya tele getirir de, böyle kaybolup gitmezdi, bu bir! Üstelik bunlara her güzellikten üstün bir de insan güzelliği katılırdı, bu iki!

 

"İmdi, siz de benim bu sözüme bir 'mim' korsanız, şu yaylaları yurt edinelim.. Bir saray yaptıralım, köşkü beraber; içinde bahçesi, suyu beraber... Bu saraya güzeller güzeli Belkıs'ın tahtını kuralım; bu bahçeye de dilediği gülü, bülbülü konduralım ve lakin köşkün anahtarı bende kalsın!"

 

Vezir vüzerası mim koymaya kalmaz; dağ taş dile gelip: "Belkıs, Belkıs!" diye inim inim inler...

 

Hazreti Süleyman o saatten sonra tezi yok, perilerini başına toplayıp onlara danışacak olur, ama perilerden bir peri, niyetini gözünden okuyup ağızsız dilsiz anlatır ona:

 

"Ya Süleyman; 'Can kavmi' derler bir kavim vaktiyle buralarda bir şehir kurmuştu ama 'Cin kavmi' dedikleri kavim de bu şehre göz koymuştu. Bin yıl dövüştüler durdular ya, son sonu ne onlara kaldı, ne bunlara; tufan erişip sular altında kaldı şehir! İşte bu dağın eteğinde gördüğün göller, göl değil, o tufanda göllenip kalmış sudur; o şehir de, sözüm ona, bu göllerden birinin altında yatıp duruyor..." deyince, Hazreti Süleyman mührü Süleymanı basar, vüzerâsı da birer mim kor bu söze...

 

Bunun üzerine su perileri sulara dalar; gölleri boşaltıp can şehrini ortaya çıkarırlar. Dağ perileri de dağlara tırmanır, getirecekleri kadar getirip, mermer taş, mermer direk bir saray kurarlar, köşkü beraber, bahçesi, suyu beraber.

 

Periler bu hayhayda iken, Hazreti Süleyman kuşun kanadıyla her yana haberler gönderip cümle ela gözlüleri buyur eder. Nerde var nerde yok, ela gözlüler de gelir, bu şehre yerleşir; Belkıs Sultan da varıp sarayına, tahtına kurulur; şehir şehir olur, saray da saray!

 

Sağ vezir bunu sağ gözüyle görür: "Cennet burası!" der; meğer sol vezirin bir kulağı biraz ağırmış; bu sözü "Cennet Bursa!" anlamasın mı?

 

O gün bu gün, bu şehrin adı "Bursa" kalır. Şehrin anahtarı kendisinde ya, Hazreti Süleyman da yılda bir kez olsun, felekten bir gün çalıp Bursa'ya gelir, Belkıs Sultan'la murat alıp murat verir.

 

Eh fâni dünya kimlere kalmış ki onlara kalsın, ömürlerini yakalarına dikmediler ya! Bir gün ikisi de bahtını yellere, tahtını ellere bırakıp bu dünyadan göçüp giderler, ama gel zaman git zaman, Bursa, Bursa olarak kalır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

H.Z Adem gibi burada'da H.Z Süleymanın iç dünyasının dış dünyasıyla ilişkisi değinilmektedir.

 

"Tanrı: SEVGİdir. insan düşüncesiyle müdahale edilmemiş, zihnen bölünmemiş, insanın bu pak nura karşı ruhen bir çekim hissetmesi bu mutlak SEVGİ idrakına yönelik tekamül(AŞAMA) sürecidir tüm sembolleriyle yaşam. Aslolan özbenliğine(SEVGİ) arayışına hissedilen AŞK'tır gönül yangınlığımız. Bu sevginin tam olarak ifade edilememesi onun kutsallığını tanrısallığını gerekli kılmıştır. Ve kalbine kulak verenlere tanrı dile gelmiştir.

"Ben hiç bir yere sığmadım mümin kulumun kalbine sığdım." MÜMİN kelimesi arapça

(M) ve (N) kökeninden türemiştir. Bu da, H.Z Muhammedin EMİN lakabıdır. Kendisinden emin olunan SEVGİye olan inancından şek ve şüpheden kurtulmadıkça, vahiy pınarlarından içemezsiniz. Vahiy pınarlarından yoksun olansa hayyum ve kayyum hayat sahibi diri bir tanrıya değil! Ölü ses gelmeyen konuşmayan putvari inançlardan birine kendine din kabul etmek zorunda kalırsın...

Temelde yaşam; İnsanın gönül alemiyle beden alemi arasında anlamladırılmaya kendini tanımaya dayalı yaşanan süreçtir.

"Ben gizli bir hazine idim bilinmekliğimi arzu ettim kainatı yarattım. Kainatı insanoğlu için insanları ve cinleri bana ibadet etsin diye yarattım."

Bu yukarıdaki ayettede tanrının bildirdiği üzere Kulluk ona buna yapılan bir ibadet eylemi değildir! Aksine insanın pak bir gönül dünyasıyla ancak hakikata mahzar olabileceğini bildiriyor.

Secde aslında kendi kibrini bencilliğini yere çalmaktır. Gönlünü, ruhunu çıkarlar uğruna alçaltmamaktır.

İbadeti yapanda sensin yapılanda sen! işte bu senler arasındaki farkı anlamaktır hakikat."

 

H.Z Süleyman bir peygamberdir. Hangi peygamber olursa olsun her peygamber tanrının(SEVGİ) nin elçiliğini üstlenir. Tanrının emirleri dışında, dilediği gibi bizler gibi kendi iradelerince hareket etme imkanına sahip olsalarda, kendi iradelerince hareket etmek yerine vahiyler doğrultusunda hareket etmeyi benimsedikleri için tanrının elçiliği görevini hak kazanmışlardır.

H.Z Süleymanın krallığı bu cihan sultanlığı değil gönüller sultanlığıdır. H.Z Süleymandan öncede pek çok kavim yaşamıştır yer yüzünde fakat tarih boyunca pek çok kavimler sürekli olarak bir birleriyle savaşmışlardır. Tanrı insanları insanca yaşayabilecek bir vasıfta bulunmalarından dolayı elçilerini bu kavimleri uyarmak için yer yüzüne göndermiştir. Bir kavime bir elçi gönderilmeden o kavim için bir hüküm verilmemiştir.

İşte H.Z Süleymanın içinde bulunduğu zamanda insani vasıflar yerine cinni vasıflar taşıyan insan toplulukarı arasında sürekli savaş ve çatışma yaşanmaktadır.

Buradaki hikmet: CİN arapça kelime kökenince © ve (N) kökeninden türemiştir. Bu da gözle görülemeyen manasına gelmektedir. Cin kelimesi kuranda sadece bir manada değil pek çok manada gözle görülemeyen manasında kullanılmıştır. Bu insani vasıflar yerine gizli işler çeviren kötü emeller içinde bulunan cinliklere başvuran insan vasfı için kullanılmıştır. Mikrop olarakta olarakta kullanılmıştır insanı mikrop çarparmazmı? Birde halk arasında dedikodularla kafası dolanan halk bilinçaltına yerleşen halisünasyonlarla cin görebilirler ileriki aşamalarda şizofren teşhisi konması kaçınılmazdır. Bir manadan konuşuluyorsa bunun hangi konu içinde hangi manada ne maksatla ifade edildiğini anlamamız gerekir.

H.Z. Süleymanda vezirlerine yanına alarak havalanır göklere: Buradaki mana H.Z Süleyman kendinde gönlü kral ederek bedeni ise gönlün hizmetine vermiştir. Buradaki vezirler ise GÖNÜL krallığına hizmet eden süleymanın cismi(sol) ve ruhanisi(sağ) dir. Ruh ve beden ancak insanın mabedi olan gönül krallığı altında huzuru bulabilir.

 

Aşağıda belirtildiği incelikse: "A benim vezirim; sen çok gezdin, çok gördün; imdi "dünya gözüyle" bakınca bu yerleri nasıl görüyorsun?" diye sorar.

-Burada evliyaların gönül gözü deyimince maneviyattan dünyaya bakılınca dünyanın tüm güzelliklerinin ancak maddi ve manevi çatışmadan bir bütünlük içinde KAMİL İNSAN için var olduğunu, cinni insan vasıflarının aç gözlülük ve savaşla bu nimetlerden mahrum olacağını bildirir.

Sağ vezir: "Ey benim sultanım, efendim; Allah her güzelliği buraya vermiş ama bunları görüp duyacak, derleyip koklayacak biri olmadıktan sonra neye yarar?" deyince, Hazreti süleyman bu söze mührünü basar.

 

Sonra sola dönüp sol vezirine:

"A benim vezirim; sen çok yaşadın, çok bilirsin; dünyada bu güzelliklerden üstün bir güzellik daha var mı?" diye sorar. Sol vezir da aynı dilden cevap eyleyip:

 

"Var sultanım, var! Öyle ya, dal dal ötüşen kuşların sesi güzeldir ama, gönül yaylasını saran insan sesi daha güzeldir... Burcu burcu kokan güller güzeldir ama, hiçbiri gül yanaklar gibi domur domur açılmaz... Şu uçsuz bucaksız mavi su güzeldir ama, bir damla gözyaşının, yanan yüreklere verdiği ferahlığı veremez.. Şu pırıl pırıl gökyüzü güzeldir ama, hiç bir ayın on dördü sultan gibi, ay ile bahsedip gün ile doğamaz..." deyip kesince, Hazreti Süleyman bu söze de mührünü basar ve son sözü kendi alır:

"Ey benim vezirlerim; ikiniz de ağzı öpülecek adamlarsınız; bu yerlerin bir 'insan' eksiği var. Dediğiniz gibi bu güzellikleri görüp duyacak biri olsaydı, ya dile getirir, ya tele getirir de, böyle kaybolup gitmezdi, bu bir! Üstelik bunlara her güzellikten üstün bir de insan güzelliği katılırdı, bu iki!

 

-Burada ise ister manevi yönüyle isterseniz maddi yönünüzle bakınız. Her şeyin akıl melekeleriyle saf bir kalbin vahiyle beslenen KAMİL İNSAN için huzurla yaşanılıbilicek hayattır yaşam. Hayatın ise sadece dünya hayatıyla sınırlı olmadığını bizlere gösterir. Bu dünyada insani değil cinni vasıflarla kin nefret şiddet kanla beslenenler için bu dünya nimetlerini farkedemezler. Bu dünyada sevginin insani vasıflarıyla beslenenler için yaşamın bir sonraki aşaması boyutu olan bilince erinim daha burada kazanıldığı için sevgi dolu şükür içinde olacaklardır. Şiddetle beslenenler ise benliklerinin kendi yarattıkları cehenneminde tutsaklık içinde yaşarlar. Yani sevgiden mahrum olmaklığın yansımasıdır azap. Sonsuza dek ne cehennem var nede cennet bunların hepsi farklı aşama bölümleri mutlaktan bir gelinim varsa ve "benden yaratıldığınız gibi tekrar bana geri dödürüleceksiniz demiştir tanrı." Bu durumda tanrının bir parçası cehennemde kalamıyacağına göre! mutkakiyetin kendi varlığında bir iklik mümkün olmamasıyla sonsuz ne cennet nede cehennem olamaz.

 

"İmdi, siz de benim bu sözüme bir 'mim' korsanız, şu yaylaları yurt edinelim.. Bir saray yaptıralım, köşkü beraber; içinde bahçesi, suyu beraber... Bu saraya güzeller güzeli Belkıs'ın tahtını kuralım; bu bahçeye de dilediği gülü, bülbülü konduralım ve lakin köşkün anahtarı bende kalsın!"

 

Vezir vüzerası mim koymaya kalmaz; dağ taş dile gelip: "Belkıs, Belkıs!" diye inim inim inler...

- Burada ise insan olarak insan olan süleymanın şanı gönül ve ilim zenginliği derin hikmet sahibi olması dil den dile dolaşarak büyük bir kabilenin sultanı olan belkısı etkilemiştir. Belkis kendi cihan sultanı olsada bu hikmetler sultanına vurulmuştur. SEVGİNİN kulu elçisi süleymandaki SEVGİYE(TANRIYA) aşık olan bu ince hikmetlere sultanlığını eğen belkistan yani dişil yada erkil bu gönül ehlinden SEVGİ insanlık züriyeti devam edecektir. Bu cihan sultanıyla gönül sultanının birleşimimiyle diğer kabilelerde birleştirilerek hatta cinni vasıflı insanlar bile bu maddi krallığın inşasında çalıştırılmışlardır. Buradaki periler ise melek gibi adam dediğimiz melek vasıflı bilge insanlar, kötü insanların topluma egemen oldukları ve sürekli çatışmaların ve göçlerin olduğu bir yerleşimin kurulamadığını bildiriyorlar. yüzyıllarca insanın iç savaşında şiddete yenilmesi toplumsal yapıdada çatışmayı kaçınılmaz kılmıştır. Ve savaşın kazananın olmadığını bildirmişler. Ve maddi ve manevi cihan ve gönül sultanı iç ve dış toplumda egemen olunca geçmiş yıkık ve hiç uğruna savaşılan değerlerden bir krallık inşaa edilmiştir.

 

Hazreti Süleyman o saatten sonra tezi yok, perilerini başına toplayıp onlara danışacak olur, ama perilerden bir peri, niyetini gözünden okuyup ağızsız dilsiz anlatır ona:

 

"Ya Süleyman; 'Can kavmi' derler bir kavim vaktiyle buralarda bir şehir kurmuştu ama 'Cin kavmi' dedikleri kavim de bu şehre göz koymuştu. Bin yıl dövüştüler durdular ya, son sonu ne onlara kaldı, ne bunlara; tufan erişip sular altında kaldı şehir! İşte bu dağın eteğinde gördüğün göller, göl değil, o tufanda göllenip kalmış sudur; o şehir de, sözüm ona, bu göllerden birinin altında yatıp duruyor..." deyince, Hazreti Süleyman mührü Süleymanı basar.

 

-Benim H.Z Süleymandan anladığım budur.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...