monkeybusiness Oluşturma zamanı: Mayıs 31, 2009 Paylaş Oluşturma zamanı: Mayıs 31, 2009 (düzenlendi) İğnenin icadı Fransa'da, Taş Devri'nden kalma mağaralarda... Fransa'da, Taş Devri'nden kalma mağaralarda, 20 bin yıl önce kemikten yapılmış iğneler bulundu. İnsan, iğneyi, hayvan derilerinden daha kullanışlı bir giysi üretebilmek için yaptığı arayışlar sırasında buldu. Bu buluş, daha uygar bir yaşama yönelik, önemli bir adım oldu. 15. yüzyıldan itibaren metal iğneler, pek çok ülkede kullanılmaya başlandı. Ancak, iğne ve iplikle dikiş dikmek, yine de uzun yıllar göznuru ve büyük bir sabır isteyen bir uğraş olarak kaldı. 1830 yılında dikiş makinesinin icadı ile, dikiş ve terzilik son derece kolaylaştı. Haziran 2, 2009 Typhon tarafından düzenlendi Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
monkeybusiness Yanıtlama zamanı: Mayıs 31, 2009 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 31, 2009 Öyle bir şey bul ki, müşteri tekrar almak zorunda kalsın King Camp Gillette tarafından 2 Aralık 1901 günü patenti alındı. Aslında Gillette'e bu fikri, patronu William Painter vermişti. Bir gün ona gelerek, "Neden şöyle bir kere kullanıldıktan sonra atılabilecek bir şey yapmıyorsun? Öyle bir şey bul ki, müşteri tekrar almak zorunda kalsın!" dedi. Gillette, bu öneriyi 1895 yılma kadar hiç önemsemedi. O yıl, bir gün aynanın önünde durup yüzüne bakarken, usturanın yerini alabilecek bir şey yapmak fikri geldi. Derhal çelik üreticileriyle temaslara başladi. Ama, konuştuğu bütün ustalar, ona yeterince ince, yeterince düzgün, yeterince keskin ve yeterince ucuz bir kesici çelik yapmanın olanaksız olduğunu söylediler. Bir gün (28 Eylül 1901) Boston'da William Nickerson adlı bir teknisyene rastladı ve öteki bütün ustaların sıraladıkları güçlüklerin üstesinden birlikte geldiler. 1903 yılında, jilet üretimi başladı. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Hush Yanıtlama zamanı: Mayıs 31, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 31, 2009 eminim kimsenin bilekleri üzerinde kullanacağını düşünmemiştir:p ustura ne ya can alıcı gibi bırr:D iyi olmuş iyi Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
grim Yanıtlama zamanı: Mayıs 31, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 31, 2009 güzel paylaşım dostum.jiletinde nerden geldiğini öğrendik artık:D Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
thalese Yanıtlama zamanı: Mayıs 31, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 31, 2009 demekki 20.000 yıl önce insanlar elbise giyiyorlarmış. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
monkeybusiness Yanıtlama zamanı: Haziran 1, 2009 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 1, 2009 açıkta kalan yerleri örtmemek şimdilerde moda oldu eskiden böyle değildik biz Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Secret_Sun Yanıtlama zamanı: Haziran 1, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 1, 2009 http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/6/65/LA2-gutbrod-pressure-cooker-1864.png Tencere daha 14. yüzyılda hemen hemen tamamıyla bugünkü şeklini aldı. O zamanlar tencereler sadece yemek pişirmek için değil, su kaynatmak hatta içinde çamaşır yıkamak için bile kullanılıyordu. En eski düdüklü tencerelerin yan yüzleri basınca dayalı malzemeden yapılır. Kapaklan ise ilginçtir. Çevrilince tencerenin ağzını içten sıkı sıkı kapatırlar ve buharın kaçmasına mani olurlar. Su 100 derecede kaynar demek tek başına doğru bir ifade değildir. Düdüklü tencerenin pişirme prensibinde suyun kaynama özelliği yatar. Kaynama sıcaklığı atmosfer basıncı ile doğrudan ilgilidir. Basınç atmosfer basıncından düşükse, su daha düşük sıcaklıklarda da kaynayabilir veya basınç atmosfer basıncından yüksekse suyun kaynaması için daha yüksek sıcaklıklar gerekir. Normal tencere ısıtıldığında su 100 derecede kaynar ve tüm su kaynayana kadar bu sıcaklık sabit kalır, yemek de bu sıcaklık da pişer. Düdüklü tencerede ise buhar dışarı kaçamadığından tencerenin içindeki basınç gittikçe artar, dolayısıyla su 100 derecede kaynamaz, tenceredeki sıcaklık 130 dereceye kadar çıkar. Böylece pişirilmesi istenen besinlerin ısısı suyun kaynama derecesinden çok daha yükseğe çıkar. Bu yüksek sıcaklık yiyeceğe süratle nüfuz ederek, vitamin ve minerallerini kaybetmeden daha çabuk pişmesini sağlar. Bundan dolayı et haşlaması en çok yarım saatte, kuru sebzeler yirmi dakikada pişebilirler. Gelelim düdüklü tencerenin öyküsüne. 1682 yılının 12 Nisan akşamı Londra’da bir evde kraliyet sosyetesinden bir grup yemek yiyeceklerdir. Bu yemek o güne kadar yenmiş yemeklerden farklıdır çünkü davetlilerden Fransız mucit, 35 yaşlarındaki Denise Papin, yemeği son buluşu olan, her tarafı kapalı, üzerinde emniyet vanası olan bir kap içinde pişirecektir. Papin, gazlarla ilgili ana kanunları formüle eden İrlandalı fizikçi Robert Boyle’nin asistanıdır ve kabın içindeki buhar basıncını arttırarak, yemeğin sıvı kısmının kaynama noktasını yükselten bu buluşunu 1679′da gerçekleştirmiştir. Yemekte bulunanlar pişen etten o kadar memnun olmuşlardır ki, bu buharlı tencere süratle yayılmış, hemen hemen bütün yiyeceklerin hatta pasta ve pudinglerin pişirilmelerinde bile kullanılmıştır. Her icadın ilkinde olduğu gibi, bunda da bazı aksamalar olmuş, emniyet valfı sık sık tutukluk yapmış, güzel bir akşam yemeği yemeye hazırlananlar, tencere patlayınca yiyecekleri duvarlarda seyretmek zorunda kalmışlardır. Bu patlamalar düdüklü tencerenin neredeyse 150 yıl unutulmasına yol açmıştır. Tekrar popüler olması ise Napoleon Bonaparte sayesinde olmuştur. ‘Bir ordu midesi üzerinde hareket eder’ diye bir vecizenin sahibi olan Napoleon askerlerine yiyecek ikmalini sağlıklı yapamamaktan şikayetçi idi. Bu sorunu çözmek için parasal ödül vaat etmesi üzerine Fransız şef Nicholas Appert, Papin’in buluşunu geliştirerek günümüzdekine benzer pratik bir düdüklü tencere yapmış ve tekrar yaygın olarak kullanılmasını sağlamıştır. (alıntı) http://www.adergi.com/blog/wp-content/dosya/buluslar11.jpg Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Secret_Sun Yanıtlama zamanı: Haziran 1, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 1, 2009 http://s3.amazonaws.com/hgl/assets/4030/wrinkle_free_shirt_blog.jpg Ne erkeklerin ne kadınların vazgeçemediği bir giysi gömlek. Eldeki bulgular ilk olarak eski Mısır'da giyilmeye başladığını gösteriyor bu moda tarihinin vazgeçilmez giysisinin. Her ne kadar ağırbaşlı havası yüzünden bir dönem yalnızca soyluların gözdesi olsa da bugün her yaştan, her kesimden insan hitap ediyor. İsterseniz gelin hep birlikte gömleğin gizemli yolculuğuna şöyle bir göz atalım. Mısırlılar onu, kolların ve başın geçebilmesi için bırakılan boşluklardan oluşan dikdörtgen bir keten parçası şeklinde giymekteydiler. Ortaçağda kraliyet ailelerinin önemli sembolüydü. 16. yüzılda, dantellerle ve fırfırlarla süslenerek ağır ve soylu görünüme büründü. 18. ve 19. yüzyıllar Avrupada süslü ve çok katlı yakaların zamanıydı. Yakanın gömleğin en önemli unsuru olduğunun fark edilmesiyle birlikte, yaka gömleğe karakterini vermeye başladı. 20. yüzyıl ise gömlekte daha once kullanılmayan, alışık olunmayan renklerin kullanılmaya başlandığı bir dönemdi. Modellere gelince, moda tarihi boyunca akımlara bağlı olarak değişmiştir hep. Yüzyıl başında ABDde serbest yakalı beyaz gömlekler çok popülerken 1920'lerde inanılmaz bir renk çeşitliliği ve takılıp çıkarılabilen yakaların modası başlamıştır. 30'lu ve 40'lı yıllar hollywoodun etkisinin hayli hissedildiği yıllardır gömlek modasında. Etnik görünüşün öne çıktığı ve hippi akımının dünyayı kasıp kavurduğu 1960'larda erkekler vücudu sımsıkı saran gömleklerle boy göstermişlerdir. İşte lycra kumaşı da ilk kez bu dönemde gömlek üretiminde kullanılmıştır. Renkli geniş kravatlarla uzun sivri yakalı gömlekler 1970'lerde altın çağını yaşamıştır. Spor giyimin doruğa çıktığı yıllar olan 1980'lerde ise gömlek yakaları küçülmüş, kumaşlar iyice esnemiştir. 2000'li yıllarda ise gömlekle ilgili en önemli anekdot; hem rahatlık hem de şıklık olmuştur. Bir zamanların bir giyim eşyasından çok bir sınıf ayrıcalığı göstergesi olan gömlek, içinde bulunduğumuz dönemin modacılarının elinde şekilden şekile girerken kreasyonların belirleyicileri olarak ortaya çıkmakta. (alıntı..bilgimotoru) ***************************************** http://www.dragonstrike.com/egypt/images/cloth3.jpg Eski Mısır'dan Bugüne Gömlek Erkek ve kadın gardrobunun vazgeçilmez ürünü gömleğin öyküsünü hiç merak ettiniz mi? Latince ismi 'camisia' olan gömleğin hikâyesi Eski Mısır'da başlıyor. 'Kalasiris' olarak adlandırılan, başın geçmesi için ortasına bir delik açılmış bu giysi, insanoğlunun ilk gömlek modeli olarak moda tarihinde yerini alıyor. Eski Yunan'da ise kalasirisle benzerlikler gösteren 'chiton', Yunanlılara has drape metodu ile vücudu örten ikinci gömlek modeliydi. Zengine uzun, köleye kısa gömlek Babil'de, kalasiris, uzunluğuna göre sosyal statüyü de ifade eden özellikler taşıyordu. Uzun gömlek zenginlere, kısa gömlek ise kölelere layık görülüyordu. Roma İmparatorluğu döneminde ise, kalasiris, kollu olarak orta çağa kadar sürecek bu günkü gömlek görüntüsüne en yakın şeklini almaya başlıyor. 'Banniére' olarak adlandırılan, arkası bol kesilmiş gömlek şekli, turnuvalara katılan süvarilerin eşlerince diktirilir ve turnuva günü kocalarına uğur getirsin diye hediye edilirdi. Gömlek, XV. yüzyılda kollara manşet, XVI. yüzyılda boyun kısmına yaka eklenmesiyle evrimini tamamlıyor. Bu dönemlerde vücutla giysi arasında ter kokusunun geçmemesi için iç çamaşırı görevini üstlenen gömlek, XVII. yüzyıldan itibaren gerçek bir giysi olarak kadın gardrobunun önemli bir ürünü haline geliyor. İşlemeli, kolalı gömleklerin moda tarihine geçmesi bu döneme rastlıyor. XIX. yüzyılda Eski Mısır'da görülen gömlekle sosyal statü gösterme yöntemi bu kez, işçilerin mavi yakalı gömlek giymesiyle tekrarlanıyor. Beyaz yakalı gömlekler ise sadece patronlar tarafından kullanılabiliyor. Gömlek, Avrupa'da atasözü ve deyimlere de konu oluyor yüzyıllarca. Fransa'da yeni doğan erkek çocuklar, babalarının üstünden çıkardıkları gömleğe sarılırdı. İtalya'da, erkek aşık olduğu kıza sevgisini belirtmek için kapı eşiğine gizlice gömleğini bırakırdı. (gizliilimler) http://whyfiles.org/219everyday_archeo/images/clothes_compare.jpg Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
thalese Yanıtlama zamanı: Haziran 1, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 1, 2009 süper bi icat ama dikkatli kullanılmazsa, ufak bir bomba oluverir Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nazirella Yanıtlama zamanı: Haziran 1, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 1, 2009 Hayatımızın çeşitli zamanlarında yardıma koşan ve olmadık zamanlarda yolda,yolculukta yaşanan ufak tefek kazalarda bizi kurtaran bu buluşun tarihi eskilere dayanmaktadır. Patent kayıtlarında Çengelli iğne 1849 yılında Walter Hunt adınadır. Ancak çengelli iğne aslında çok daha eski bir buluştur. Bu tarihten 2000 yıl öncesinde Romalıların yaylı bir çeşit çengelli iğne kullandıklarına dair kanıtlar var. Romalılar birçok buluşa isimlerini yazdırmışlar ancak çoğu unutulup gitmiştir, taa ki yeniçağda tekrar icat edilene dek. 1842 yılında Thomas Woodward tarafından Amerika’da farklı yapıya sahip bir çengelli iğne için patent alınmıştı. Bu iğne, sıradan bir iğnenin uc kısmına takılan metal parça ile tutturuluyordu. Ancak bu hem güvenlik hemde kullanış sorunları doğuruyordu. Bazı buluşlar tesadüf eseri, bazıları birşeylerden esinlenilerek bazıları ise yıllar süren uzun çalışmalar sonucu ortaya çıkmaktadır. Çengelli iğne ise Hunt’ın teknik ressamlara olan borçlarını ödeyebilmek için geliştirdiği bir buluştur. Hunt oldukça zeki ve üretken bir mucittir. Hunt’ın borç yaptığı insanlar ortaya bir iddia atmışlar ve bir tel parçası ile işe yarar bir buluş yapması halinde borçlarını kapatacaklarını ve üzerine para vereceklerini taahhüt etmişler. Hunt’ta bunun üzerine 3 saatlik bir çalışma sonrasında çengelli iğneyi icat etmiş. Hunt bu icadından sadece ödül olarak aldığı 400$ ile yetinmiştir. Çünkü anlaşma yaptığı kişilere bu icadın patentini devretmek zorunda kalmıştır. Çengelli iğne 150 yılı aşkın bir süredir çok fazla bir değişikliğe uğramadan günümüzde hala kullanılmaktadır. aradım bulamadım varsa özür dilerim alıntı. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Secret_Sun Yanıtlama zamanı: Haziran 2, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 2, 2009 http://ambar40.files.wordpress.com/2008/07/sabun.jpg Sabun ve Tarihçesi Her zaman temizliği ve saflığı hatırlatan sabun, günlük yaşantımızın önemli bir parçası Geçmişi M.Ö. altı binlere kadar uzanan sabun kullanımı, zamanla günlük yaşantımızın önemli bir parçası haline geldi, vazgeçilmez oldu. Fenikeliler sabunu bulana kadar, kül ve kil geleneksel temizlik aracı olarak kullanıyordu. M.Ö. 600′de bulunan ve kullanımı ortaçağda genişleyen sabun, tarih içinde kimi zaman değerli bir değiş tokuş aracı olarak kimi zamansa ilaç olarak kullanıldı. Geçmişte Fenikeliler ile Galyalılar arasında önemli bir takas aracı olan sabun, Roma döneminde,kadınların en gözde temizlik aracı haline geldi. Sabun niteliği taşıyan maddelerle ilgili ilk yazılı belge ise, Mezopotamya'da M.Ö. III. bin yıldan kalma kil tabletleri Bu tabletlerde, potasyum ve yağla karıştırılarak elde edilen bir maddeden söz ediliyor. Eski zamanlardan kalma bir Roma masalına göre, sabunu ilk defa kadınlar keşfetmiş. Hayvanların kurban edildiği Sapo Dağı'nın kıyısında bulunan Tiber Nehri'nde çamaşırlarını yıkayan kadınlar, çamaşırlarını eskiye oranla daha az çaba sarf ederek temizledikleri fark ettiler. Çünkü, hayvanların kurban edildiği Sapo Dağı'ndan Tiber Nehri'ne, yağmurla birlikte hayvan yağları ve odun külleri karışıyordu. Bu karışım ise, bayanların çamaşır günü için hoş bir hediye oluyordu. İngiltere'nin eski halklarından Keltler de, hayvansal yağlar ve bitki küllerinden ürettikleri sabuna “Saipo” adını verdi, bu sözcük daha sonra “Soap” olarak değişti. M.Ö. 1500′e ait Ebers Papirüsinde, kişisel temizliklerine düşkün olan Mısırlılar'ın, hayvan ve sebze yağları ile alkalinli tuzdan elde edilen sabunsu bir maddeyle yıkandıkları belirtiliyor. Yunanlılar'a bakacak olursak, onlar da en az Mısırlılar kadar temizliğe önem veriyorlardı. Sabun kullanmayan Yunanlılar, vücutlarını yağ ve killerle sıvadıktan sonra, kum ya da sünger taşı parçalarıyla fırçalıyor ve “strigil” denen kavisli metal bir aletle vücutlarında oluşan tabakayı kazıyorlardı. Bunu suya girerek yıkanma ve zeytinyağı ile yağlanma izliyordu. Kişisel temizliği oldukça önemseyen Roma ulusunda ise, banyo kültürü oldukça yaygındı. Hamamlara aşırı düşkün olan Romalılar'da banyo yapmak en temel sosyal görevdi. M.Ö 25 yılında yüzlerce hamamın bulunduğu Roma'da banyonun altın çağı başladı. Roma'da yaşanan zengin banyo kültürünü, Erken Hıristiyan Kilisesi dini açıdan uygunsuz olduğu gerekçesiyle çok çabuk saf dışı bıraktı. Fakat M.S. 476′da Batı Roma'nın yıkılmasıyla birlikte Avrupa'da, hamam alışkanlığı tarihe karıştı. Kişisel temizlikte gözlenen bu gerileme ve sağlıksız yaşam koşulları, Ortaçağ Avrupasında büyük sorunlara neden oldu. Temizlik, artık halk kültürünün bir parçası değildi. Yaklaşık 17. yy'a kadar yaşanan bu karanlık dönemde ihmal edilen kişisel temizlik aynı zamanda 14. yy'da büyük veba salgınını doğurdu. Eski Romalıların sabun yapımıyla ilgili bilgilerinin Avrupa'ya yayılmasıyla önemli sabun yapım merkezleri ortaya çıktı. Sabun yapımcılığı 7. yy'da Avrupa'da meslek haline geldi. Sebze ve hayvan yağlarına bitki külleri ve güzel kokular katan sabun yapımcıları kendi ticaret ağlarını kurdular. Güzel kokuların da katılmasıyla artan sabun çeşitleri çamaşır yıkamada ve banyo yapmak için kullanıldı. Sabuna talep arttıkça üretimi de arttı ve sabuncular bir esnaf grubu oluşturdu. 10. Yüzyılda Bizans'ta esnaf loncaları içinde sabuncu esnafı grubu da vardı. Türkler yaklaşık olarak 11. yy'a kadar sabun yerine sulardaki soda, çöven, saparma, sabun otu, süt kökü, kaşık otu, kılaya kavuğu, acı ağaç, herdemtaze, tavşankulağı, hintkestanesi gibi saponinli maddeleri ve kül kullandı. Belgelere göre bugünkü sabunun ilkel şekli ilk çağlarda Araplar tarafından yapıldı. Sabunculuk, ortaçağda İslam ülkelerinde gelişmiş bir imalat koluydu. Osmanlı'nda sabun esnafı tertip edilen törenlerde esnaf alaylarında yer alıyordu. Osmanlılarda sabun imali ve tüketiminin oldukça yaygın olduğuna arşiv vesikalarında rastlıyoruz. Sabun üretiminin 12. yy'da başlandığı İngiltere'de ise, 1622 yılında I. King James, sabun üretim tekelini yılda 100 bin dolar karşılığında bir sabun yapımcısına verdi. Fakat, sabun lüks sayılıp yüzde yüz vergiye tabi tutulduğundan halkın banyo yapması imkansızdı. Temizlik ve su sistemleri Roma ve Girit'teki sistemlerle yarış edecek düzeye gelmiş olmasına rağmen, ülkede temizliğe karşı genel bir isteksizlik hakimdi. Dickens dönemi, korkunç bir pislik içinde geçti. Hastalıklar iyiden iyiye yayılıyordu. 1842′de, İngiltere Fakir Yasası Komisyonu sekreteri olan Edwin Chadwick'in çabaları sonucunda, Parlamento, 1846′da “Halk Hamamlarını ve Yıkanma Evleri Hareketi”ni onayladı ve Gladstone, 1853′te sabun vergisini kaldırdı. 1860′ta Londra'da sayısı 10 olan halka açık yıkanma evleri, bir milyondan fazla sayıya yükseltildi. Bu hareket Amerika'ya da yayıldı. Amerikan Tıp Topluluğu Dergisi'nin 1892 Ekim sayısında; korunma tedaviden daha olduğu takdirde, halka açık büyük bir hamam kurmanın, hastane inşa etmekten daha ucuza mal olacağını yazmaktaydı. Gerçek anlamda bilimsel sabun yapımı ise, 18. yy'da da Michel Eugene Chevreul'un katkılarıyla, önceden belirlenen kesin amaçların elde edilmesini sağlayan kimyasal formüllerin ortaya konmasıyla başlıyor. Buhar makinesi gibi buluşların gerçekleşmesiyle de, sabun yapımı gerçek bir sanayiye dönüşüyor. Sabunun sert sularda eritildiği zaman yeterince köpürmemesinin yol açtığı sakıncayı giderme çalışmaları, 1930′lu yıllarda ABD'de ilk deterjanların ortaya çıkmasını sağlıyor ve o tarihten bu yana deterjan yapımı da önemli bir sanayi dalına dönüşüyor. Osmanlı İmparatorluğu sabun üretimi açısından çok zengindi. Trablus sabunu, çiçek sabunu, misk sabunu, Hünkari sabun, beyaz ve siyah paşa sabunu, alaca sabun, kara sabun, kokulu sabun, Kandiye sabunu Girit Sabunu, Arap sabunu, leke sabunu ve fes sabunu… Bunlar imparatorlukta üretilen sabun türlerinin sadece birkaçı… Osmanlılarda sabunla ilgili ilk düzenlemeler fatih sultan mehmet, İkinci Beyazıt, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman devri kanunnamelerinde görülür. Fatih dönemine ait Foça sabunhanesi ile ilgili düzenlemede ve Yavuz devrine ait Trablus Sancağı kanunnamesinde sabun konusunda hukuki düzenlemeler bulunur. Sonraki dönemlerde sabunun üretimi, kalitesi, fiyatı, kontrolü, ticareti ve sabuncu esnafı konularında oldukça fazla vesika ve düzenleme bulunması dikkat çekiyor. Sabun temel olarak, zeytinyağı, prina yağı, ay çiçek yağı, yerfıstığı yağı, palmiye özü yağı, iç yağı gibi maddelerden elde edilen yağ asitleri ile sodyum tuzlarının tepkimesinden oluşuyor. Sabun üretimi, yıkama, pişirme, sıvılaştırma ve sabunlaşma olmak üzere dört evreden meydana geliyor. Yoğurma sırasında parfümler katılarak kokulu sabunlar elde ediliyor. Kozmetik sanayinin gelişmesiyle sadece temizlik maddesi olmaktan çıkıp, özel formüller ve kokularla farklı özellikler kazanan sabun, gençlik, güzellik ve pürüzsüz bir cildin en doğal kaynağı haline geldi. Sabun Üretimi Çok çeşitli yöntemler bulunan sabun yapımında, en basit yöntem, soğukta yapımdır. Sodyum ya da potasyum hidroaksit çözeltilerinin gerektiği, “yağ içinde su” tipinde bir emülsiyonun hazırlanmasına dayanır. Sıvı yağ birleşenleri ve dirişik alkali çözeltisinin karışımına dayanan bu yöntem, basit olduğu için küçük tesislerde uygulanır; ürünün iyi kullanılmasını engelleyen sabunlaşmış bölümlerin, sabun kütlesi içinde kalmaları gibi önemli bir sakıncası vardır. “Marsilya”tipi diye adlandırılan klasik yöntemde, sırasıyla hamurlaştırma, tuzlama, pişirme ve arıtma işlemleri uygulanır. Sabun hamuru daha sonra soğumaya bırakılır. 35-40 kg. paralel yüzler haline getirilir ve kalıplar halinde kesilir. Bugün sabunlar, ısıtıcı çift çeperli bir besleme haznesi içinde tutulur ve hücreli pres filtrelere benzeyen bir soğutma presine sürülür. Sürekli çalışan daha modern cihazlar sabunu hem soğutur hem de suyunu alır; böylece toz sabun elde edilir. Geleneksel usullerin yerini alan diğer usuller de vardır. Bunlardan birinde hammaddelerin hidrolizden çıkan ve düşük basınç altında damıtılarak saflaştırılan yağ asitleri kullanılır; bu asitler, alkali oksitler, alkali karbonatlar veya organik bazlarda nötürleştirilir. Bu şekilde elde edilen ürünler genellikle tuvalet sabunu yapımından kullanılır. Gerçek sürekli sabun yapımı 1934′e doğru ortaya atıldı. “Clayton” metodunda yüksek sıcaklık uygulanır ve sonra yeniden hidratlanan susuz bir sabun elde edilir. Gunther Jacobs'un “JPC” yönteminde, yağları eritmek ve sodyum hidroksitle emülsiyon oluşturmak için etkisiz bir eritici kullanılır; elde edilen kütle,atmosfer basıncından daha düşük bir basınç altında, cm'ye 7 g'lık bir gerilimin etkisinde bırakılarak, eriticinin ve glikolin buharlaştırılması sağlanır. “Du pont de Nemours” yönteminde, Marsilya yöntemiyle aynı ilkeler uygulanır ve üretimin her aşamasında merkez kaç işlemi yapılır. “Yağ içinde su” tipinde bir emülsiyonun kullanıldığı “Monsavon” yöntemi, arı sabunda % 61 yağ asidi ve % 0.2 sodyum hidroksit fazlası olacak biçimde, düşük sıcaklıkta deriştirme alkali çözeltisiyle yapılır; sıcak bir çepere temas ederek başlayan tepkime egzotermik olduğu için kendi kendine sürer. Sabun, kule içinde, derişikliği sınır hidroksit çözeltisine eşit olan derişik hidroksit çözeltisiyle yıkanır ve arıtma, bir miktar düz sabunun erilitildiği ve esmer bölümlerin elde edildiği hafifçe alkali bir su katılarak yapılır. Fazlar (yüzde 75 sabun, yüzde 25 esmer faz), çift zarflı kaplarda 12- 24 saat dinlendirilerek ayrılır. Esmer faz böylece, arı sabundan ve sınır hidroksit çözeltisinden, belirli bir miktar sodyum klörür katılarak ayrılır. Tedavide Sabun Önceleri tıpta ‘hariçten tedavi edici' olarak ele alınan sabun, zamanla vücut temizliği için kullanılmaya başlandı. Geçmişten günümüze sabun, bulaşıcı hastalıkların ortaya çıkışında dezenfekte olarak kullanılıyor. Kişisel temizliklerine düşkün olan Mısırlılar, deri hastalıklarından korunmak için, hayvan ve sebze yağları ile alkalinli tuzdan elde edilmiş sabunsu bir maddeyle yıkanıyorlardı. Bu şekilde hem kişisel temizliklerini yerine getiriyor hem de yaralarını tedavi ediyorlardı. M.S. II. yüzyılda yaşamış eski Yunan hekimi Galenos Klaudios, sabunun deri hastalıkları temizliğinde etkili olduğunu belirtiyor, hastalarına sabunu tavsiye ediyordu. Temizliğin öncüsü Musa ise, dini hükümler kadar temizlik kriterlerini de öne sürüyor ve dini arınmışlığın ifadesi olarak İsraillileri elbiselerini temiz tutmaya çağırıyordu. Musa, zarar verici boyutlara ulaşarak kavmini tehdit eden pisliğin farkına varmıştı. Ona göre temizliğin noksanlığı “öldürücü”ydü, hastalık demekti. O zamanlarda cüzam ve pislik eş anlamlı sayılıyordu. Günümüzde de tedavide çeşitli sabunlar kullanılıyor: Bademyağı sabunu: Bademyağı ile sodyum hidroksitten elde edilir ve çeşitli ilaçlarda sıvağ olarak kullanılır. Donyağı sabunu; hayvani yağlarla sodyum hidroksitten elde edilir; alkollü çözeltisi, opedeldok balsamının temel maddesini meydana getiren bir jeldir. Arap sabunu; potas sabunu veya yumuşak sabun, bazen uyuz tedavisinde kullanılır. Potaslı Hindistan cevizi yağı sabunu; suda uygun bir şekilde çözündürülüp sterilize edilerek cerrahi sabun denen sabunu meydana getirir. (ameliyattan önce ellerin ve eldivenlerin yıkanması için kullanılır). Çeşitli ilaçlar (kükürt, ihtiyol, katran, çeşitli antiseptikler) katılmış katı sabunlar tıbbi sabunları meydana getirir ve dermatozlarda kullanılır. Osmanlı'da Sabun Sabun, Osmanlı Devleti'nde 'sabunhane' denilen ve şahıslara ait olan imalathanelerde geleneksel yöntemlerle üretiliyordu. Sabunun hammaddesi zeytinyağı ve içyağıydı. Ekonomik değeri olan ve tercih edilen sabunlar zeytinyağından imal edilenlerdi. Osmanlı İmparatorluğu'nda sabun üretimi yapılan yerlerin başında zeytin yağının bol olduğu yerler olan Batı Anadolu ve Adalar, Şam, Halep ve Namlus geliyordu. O dönemde en fazla sabun üreten merkezler ise Midilli ve Girit Adaları, Ayvalık, Edremit, Kemer Edremit, İzmir, Kızılcatuzla, Yunda Acası ve Urla'ydı. Buralarda imal edilen sabunun büyük bir bölümü, saray, ordu ve İstanbul halkının ihtiyacını karşılamak üzere ‘Dersaadet tahsisatı' olarak ayrılırdı. Osmanlı Devleti'nde en kaliteli ve en çok aranan sabunlar Girit Adası, özellikle de Kandiye'de yapılanlardı. Kandiye sabunları temizlik ve iyi pişmiş olmaları ile nam salmıştı. Bu özelliklerinden dolayı Midilli ve Edremit sabunlarının üzerine ‘Girit Sabunu' damgası vurularak taklit edilmiş ve bu durum Giritli sabuncuların şikayetine sebep oldu. Hanya, Kandiye, Resmo başta olmak üzere Girit'te elde edilen zeytinyağının önemli miktarı sabun üretiminde kullanılmaktaydı. 18. yüzyılın ilk yıllarında Girit'te sabunhane sayısı birkaç tane iken, yüzyıl ortalarına doğru on misliden fazla arttı ve adadaki sabunhanelerin adedi daha sonra 45′e ulaştı. Lübnan'daki Trablusşam kenti ve çevresi de zeytinyağının bolca bulunduğu ve sabun üretiminin de o nispette fazla olduğu bir bölgeydi. Özellikle Nablus, Kudüs, Rakka ve Şam sabunculuğunun çok geliştiği ve sabun ihraç eden şehirlerdi. Buralarda sabunun geçmişi 14. yüzyılın ortalarına kadar gidiyordu. Anadolu'nun ve Mısır'ın sabun ihtiyacı da büyük ölçüde bu bölgelerden karşılanmaktaydı. Sabunu çok meşhur olan ve sabun ihraç eden Halep'te 19. yüzyıl sonlarında 12 sabunhane mevcuttu. Halep ve civarında imal edilen sabunlar yerel ihtiyacı karşılamaları dışında, Avrupalı ticaret şirketleri ve büyük tüccarlar tarafından Suriye dışına ihraç ediliyordu. Edirne ve Kudüs'te imal edilen ‘misk sabunu' ise Osmanlı sarayına, sultanlara ve devlet ricaline sunulan değerli hediyeler arasındaydı. Meyve Sabunları Parfüm kokulu sabunların yeni yeni hayatımıza girdiği düşünüldüğünde, meyve kokulu sabunların bundan en az üç yüz yıl önce ülkemizde kullanılmaya başlanması sabunlara tarihi bir işlev de yüklüyor. Görenlerin plastik meyvelere benzettiği, ancak bilenlerin fark edebileceği meyve sabunları, tarihte hem temizlik hem de süs eşyası olarak kullanılırdı. Elma, armut, üzüm, şeftali, kiraz, muz, kavun, çilek, kayısı, limon şeklinde üretilen ve her birine has kokusuyla dikkat çeken meyve sabunları, 19. Yüzyılda Edirne'nin en önemli ticaret maddesiydi. Bitki ve otlardan elde edilen yağların burun, ciğer doğrudan ve deri tarafından vücuda alındığını kabul edersek bu sabunların süs olmaktan çıkıp, doğal ilaç işlevi üstlendiğini de görürüz. Meyve esanslı sabunlar, bugünkü limon, şeftali ve elma kokulu sabun ve şampuanlara temel oluşturduğunu da söyleyebiliriz. Eskiden temizlik şimdi ise sadece süs aracı olarak kullanılan meyve sabunları, bildiğimiz yeşil sabunların eritilmesinden elde ediliyor. Sıvı haline getirilen sabun, içine birkaç damla gül yağı konulduktan sonra soğuyana kadar bekletiliyor. Daha sonra sabun hamurunun yoğrulmasına geçiliyor. Hangi meyvenin kokusu verilmişse, hamura onun şekli veriliyor. Son olarak da aslına uygun olarak boyanıp hazır hale geliyor. Üretilen sabunların hepsi piyasada satılmaz, büyük bir kısmı padişahın isteği üzerine İstanbul'a Topkapı Sarayı'na gönderilirdi. Mis kokulu meyve sabunları, aynı zamanda çok değerli bir süs eşyasıydı. Özellikle padişah kızları ve cariyeleri çeyizlerine, odalarına bu sabunları koyarlardı. Ayrıca padişahların yabancı devlet başkanlarına gönderdiği hediyeler arasına meyve sabunları da konulmasına özen gösterilirdi. (alıntı) Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
monkeybusiness Yanıtlama zamanı: Haziran 2, 2009 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 2, 2009 temizlik imandan gelir Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Secret_Sun Yanıtlama zamanı: Haziran 2, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 2, 2009 Bir alkalanin yağlı bir madde üstüne etkisiyle elde edilen, çamaşır yıkamada ve temizlik işlerininde kullanıla ürün . SABUN SANAYİSİNİN TARİHİ Eski zamanlardan beri sabunlar, aşağıdaki bağantıya göre yağ asidi ve gliserin esterleri olan doğal yağlı maddeler üstüne alkali bir iletkenin etkisiyle üretilmişlerdir. C H - COO - CH - C H - COO - CH - C H - COO - CH + 3NaOH 3C H - COONa + OH - CH - OHCH - OHCH Yağlı madde kaynakları, her zaman bol olmakla birlikte ( bitkisel yada hayvansal sıvı ve katı yağlar ) alkali etkenler, Leblanc suyunun sanayide üretimi ne kadar seyrekti. 1974' edoğru sabuncular yalnızca potasyum karbonat içerenkayı odunu küllerinden yararlanmaktaydılar. 1823'e doğru sabunlaşma adı verilen tepkimenin yapısını inceleyen ve bulan fransız kimyacı Eugene Chevreul' ün ( 1786 - 1889 ) çalışmaları sayesinde sabun sanayisi XIX.yy' da büyük bir gelişme gösterdi. 1920'ye dogru, sabunların evre diyagramlarını belirleyen kimyacı Mac Baın ve arkadaşları düzenli araştırmalara başladılar ve üretim bilimsel temelere dayandırılarak gerçekleştirilmesini sağladılar. Marsilya yönetimi, seri halde ( söz gelimi sharpless, monsavon, laval yönetimlerinde ) ve otomatik olarak ( mazzoni, armour yönetimleri ) gerçekleştirilebilecek bir biçimde yetkinleştirildi. Sabunla ilgili teknikler, sabun ( uzun süre, kullanılan tek temizleme aracı olmuştur. ) yapay deterjanların zorlu rekabetine karşı savaş vermek zorunda kaldığı zaman çok yüksek bir yetkinlik noktasına ulaştılar. A.B.D'nin 1950'de 1.25 milyon sabun ve 0.5 milyon yapay deterjan üretirken, 1967' de 0.5 milyon sabun ve 2.3 milyon yapay deterjan ürettiği göz önüne alırsa bu rekabetle ilgili bir fikir edinilebilir. DEĞİŞİK SABUNLAR SERT SABUN ( SODYUM SABUNU ) Mutfak sabunu ( Marslya ) sabunu ilk başlarda % 62 yağ asidi içermekteydi. Kullanım alanlarında ( ev işleri, tuvalet ) yapay deterjanların kuvvetli rekabetiyle karşılaşınca, üretimi iyileştirildi.Kehribar renginde yada yarı saydam halde olan bu tür sabun yaklaşık % 62 yağ asidi içermekteydi. Buharla ısıtılan kazanlarda yada teknelerde düşük nitelikli sıvı yağların ( zeytin, kolza, yerfıstığı ) sodyum klorürlü ortamdaki alkali çözeltiye etkisiyle hazırlanır . TUVALET SABUNU Hemen hemen içinde hiçsu bulunmayan son derece homojen bir hamur elde edilebilecek biçimdeki enyüksek nitelikli yağlı cisimlerden hareketle hazırlanır. Bu sabuna boyar maddeler, kokular, bakteri öldürücü etkenler ( deodoran sabunlar ) Ve deriyi yumuşatıcı maddeler ( zeytinyağı, süt, lanolin, vb. ) katılır. TRAŞ SABUNU Kalıplaşmış ve sıkıştırılmış sabunlardır . PAYET SABUNLAR ( PULCUKLU ) SABUN YADA TALAŞ SABUNU Öncelikle aynı yapıda olan bu sabun, değişik biçimde bulunur ; % 78' i yağ asidinden oluşmuştur ve ılık ya da soğuk suda hemen çözünür : Bu nedenle hassas dokumaların yıkanmasında kullanılır. Talaş sabununda % 73 yağ asidi vardır. Özellikle toz deterjanlarla birlikte çamaşır makinelerinde kullanılır. POTASYUM SABUN ( YUMUŞAK SABUN ) Arap sabunuda denen bu sabun ev işlerinde ya da sanayide kullanılır. Arap sabunu üretiminde kullanılan sıvı yağlar, keten, kenevir, karanfil ve balıktan çıkarılan yağlardır. Bazlı çözelti, bir potas çözeltisidir. Zayıf bir çözelti, sonra da sabunlaşacak sıvı yağ konur ve kütle kaynama noktasına yakın ısıtılır ve karıştırılırEn sonunda kostik çözelti eklenir. Yüzeyde köpük kalmayınca ve kaynama düzenli bir hale gelirce, pişme tamamlanır. Ayrıca, tatlı badem yağından hareketle bademyağı sabunu, sodyum silikat içeren sert bir sabun olan silikatli sabun, % 10 - 15 sert sabun, kum, çakıl taşı ya da toz haldeki sünger taşı karışımı olan mineral sabun gibi başka sabunlarda üretilir . ÇÖZÜCÜ SABUN Bileşimine yağları ve yağlı maddeleri çözebilen aseton, butil alkol, heksalin, izopropil alkol, benzen, kloroform, karbon tetraklorür, klisen, terebentin, toluen, trikoloetilin ve kimi petrol türevlerinin katıldığı sabun ; yağlı ve çok kirli maddelerin yıkanmasında kullanılır, kireçli sulara karşı dayanıklıdır. Cildi uyarmak, yumuşatmak vebeslemek amacıyla kullanılan tuvalet sabunu ( Bu ürünler aşırı yağlı sabunlar, aşırı yağlı madde oranı % 1 - 3 arasında değişir.) Diğer sabun çeşitleri ise şunlardır. METAL SABUN:Genellikle ağır metallerden her hangi birinin çözünen bir tuz ile alkali bir sabunun tepkimesinden oluşan sabun. PUL SABUN:Yağ asitleri ile reçine asitlerinin oranı en az % 78 olan, küçük yada iri parçalı, ince ve düzgün pulcuklardan oluşan sabun. SAYDAM SABUN:Homojenliğini koruması, eloktrelitlere karşı duyarsız hale getirilmesi için, yapısına şeker, gliserin ya da bir alkol katılan sabun. SIVI SABUN:Bilesiminde % 36 oranında hindistan cevizi yağından elde edilmiş potasyum sabunu bulunan sulu çözeltiye denir. TIBBİ SABUN:Badem yada çekirdek yağının sodyum hidroksit çözeltisiyle sabunlaşması sırasında ilk aşamada elde edilen sabun : bu sabunlar kir çıkartmaktan çok dezenfektan olarak kullanırlar. TOZ SABUN:Yağ asitleri ile reçine asitlari oranı en az % 82 olan toz halinde sert sabun ( Toz sabunlar çamaşır için özel hazırlanır. YÜZER SABUN : Yoğunluğunu suyun yoğunluğunun altına düşürmek için karıştırma yoluyla içine hava katılan sabun. YARI PİŞMİŞ SABUN : Kısmi bir tuzlama yapılsın yada yapılmasın sıcakta hamurlaştırma işlemiyle elde edilen sabun. SOĞUK ÜRETİM SABUNU : Sıvı durumda katılın dolgu maddeleriyle alkali kostik çözeltinin ısı veren tepkimesi sonunda elde edilen sabun. PONZA SABUNU : Bu sabunun diğer ismi ise mineral sabundur. Bileşimine ponza taşı katılan bir sabundur . SABUNUN ÜRETİMİ Sabun ilk olarak içyağı, yer fıstığı yağı, palmiye özü yağı, hindistan cevizi yağı, zeytinyağı vb. gibi yağlı maddelerden lede edilen yağ asitleri ile sodyum tuzlarının tepkimesinden oluşur. Yağlı madde karışımının seçimi, yerel ekonomik koşullara ve üründe bulunması istenen ( kir sökme, köpürme ve yüzey ıslatma, yumuşaklık verme vb. ) göre yapılır. Klasik sabun üretimi yada tam deyimle Marsilya yöntemi, şu dört evreden oluşur : sabunlaşma, yıkama, pişim, sıvılaştırma. Sabunlaşma evresi sodyum hidroksitle kimyasal bir tepkimenin gerçekleştrilmesine dayanır ; Yıkama aşamasında sabun üretiminin önemli bir yan ürünü olan gliserol ayrılır ve sabun tek başına elde edilir ; Pişim sabunlaşmayı sağlar ; Sıvılaştırmaysa sabunun daha sonra kolayca kullanılabileceği fiziksel bir biçime sokulması işlemidir. Sabuncu ustasının uzun bir çıraklık dönemi boyunca görgü yoluyla öğrenerek uyguladığı bu farklı aşamalardaki kimyasal tepkimeler, yapılan araştırmalarla anlaşılmış, dolayısıyla bunların denetim altına alınması sağlanmıştır. Günümüzde bu sürecin tamamı çok iyi bilinmektedir; bu dört evrenin genellikle otomatik ve en iyi biçimde kesintisiz olarak uygulanması, modern sabunculuğun temelini oluşturur. Bu aşamalardan sonra sıvı sabun, tüketicilerin kullandığı parça sabunları dönüştürülür. Bitirme denen bu son aşama kurutma, yoğurma, kalıplama, kesme, markalama ve nihayet ambalajlama işlemlerini kapsar. yoğurma sırasında sabuna kendi özelliklerini ürüne aktaran dolgu maddeleri, talk pudrası, parfümler, boyar maddeler, alı koyucular, deodoranlar vb. gibi katkı ürünleri ilave edilir.Bumaddelerin türleri ve miktarları, elde edilen ürünün kullanım amacına ( el sabunu, tuvalet sabunu bakteri öldürücü sabun vb. ) göre değişir. Son yıllarda çamaşır makinelerinde kullanılmak üzere özel toz sabunlar geliştirilmişti . Karmaşık formüllü bu tür sabunlar, patent hakları ile koruma altına alınmışlardır. Bu ürünlerin bileşiminde sabunun yanı sıra ayrıca, sudaki kireç taşıyla oluşan kireçli sabunları dağıtan etkenlerle çamaşırın sertleşmesine yol açan bu kireçli sabunların çamaşır üzerine çökmesini önleyen etkenler bulunur.Günümüzde petrol türevleriden elde edilen klasik deterjanlarla bu yeni toz sabunlar arasında yoğun bir rekabet sürmaktedir. Türkiye' de, sabun üretimi oldukça eski tarihlere dayanmakta, resmi kayıtlara göre XIX. yuzyıl başlarında Antakya' da taş kazanlarda sabun yapıldığı bilinmektedir.Günümüzde ise, birkaç büyük tesis dışında sabun üretimi, çok dağanık ve küçük kapasiteli imalathanelerde yapılmaktadır. Öte yandan sabun' un önemli hammaddelerinden sudkostik ve donyağının büyük bir bölümü yurt dışından sağlanmaktadır. 1992 yılında, Türkiye sabun üretimi 160.000 ton, yurtiçi talep 100.000 ton olmuş, sabun dış satımı 60.000 ton, dışalımı ise 2.000 ton olarak gerçekleşmiştir. Sıvı deterjanın üretimi Gerekli maddeler: LABSA (Lineer Alkil Benzen Sülfonit Asit), Lauryl alkol (C12H25-OH),diethanolamin, Triethanol amin, Sodyum sülfat, Su (H2O), Sodyum hipoklorit (%10'luk çözeltisi), Caustic sodyum hidroksit (%45'lik sodyum hidroksit çözeltisi) YapılışıÖnce %83,7 oranındaki suyun içerisinde %10'luk LABSA yavaş yavaş yedirilerek karıştırılır.LABSA 'nın karışımı tamamlanınca %1'lik diethanol amin ve %2'lik triethanol amin ilave edilir. Daha sonra %1,7'lik Lauryl alkol ilave edilir.Viskositesi (akışkanlığı) ayarlanır. Bu işlem bitince %1'lik sodyumsülfat eklenir.En son %0.6 oranında sodyumhipoklorit katılır. Böylece gerekli maddelerin hepsi kazanlara katılmış olur. Karışma işlemi bittikten sonra dolum varillerinden bidonlara aktarılır. Ve sıvı deterjan piyasaya sürülmek için hazır bir duruma getirilir. Üretim Yapan Firmalar: Türkiye'de sıvı deterjan üretimi çeşitli ufak atolyelerde yaygın şekilde yapılmaktadır. Ancak işin biraz daha derinine inersek deterjan üretimi Lever, Benckiser gibi bazı büyük firmalar tarafından ciddi şekilde yapılmaktadır Çamaşır suyunun üretimi Gerekli Maddeler: Sodyumhipoklorit (NaClO)'in %5'lik çözeltisi, Su (H2O) Yapılışı: İlk önce Tarım Koruma'dan %30'luk Konsantre Sodyumhipoklorit(NaClO) çözeltisi alınır. .Sonra imalat yerinde %5'e seyreltirilir.Daha sonra kazanlarda yapılan karıştırma işlemi bitince bidonlaradoldurulur.En sonunda ambalajlanarak piyasaya sevkedilir. Çamaşır suyuna bazen esans katılarak kokulandırılır. (alıntı) 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
pureprision Yanıtlama zamanı: Haziran 2, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 2, 2009 Sodyumhipoklorit'in %5'lik çözeltisisini bulabilirsem çamaşır suyu yapıcam evde . Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Secret_Sun Yanıtlama zamanı: Haziran 2, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 2, 2009 şirket kuralım.. foruma maddi destek de çıkarız.. gnoxis çamaşır suları... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
pureprision Yanıtlama zamanı: Haziran 2, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 2, 2009 Oluur şirket kuralım gnoxis üyelerine bir alana 2 bedava falan kampanya başlatırız köşeyi döneriz . Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Secret_Sun Yanıtlama zamanı: Haziran 2, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 2, 2009 bu kampanyayla nasıl köşeyi döneceğiz.. malzemerin oranlarıyla mı oynayacağız??? Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
pureprision Yanıtlama zamanı: Haziran 2, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 2, 2009 Yoo çamaşır suyunun fiyatını 4 tane üzerinden hesaplayıp bir tanenin fiyatı olarak lanse ederiz ve bir alana iki bedava dedikmi bizim ev hanımlarımız koşa koşa gelir bedava ya Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Secret_Sun Yanıtlama zamanı: Haziran 2, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 2, 2009 tamam.. harika bir pazarlama taktiği.. olur bu iş.. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Spr_Mnyk Yanıtlama zamanı: Haziran 2, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 2, 2009 Sabun olmadan önce napılıyordu acep:whistling: Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Secret_Sun Yanıtlama zamanı: Haziran 2, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 2, 2009 birçok kültür temizlik maddesi olarak idrar kullanırmış.. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Spr_Mnyk Yanıtlama zamanı: Haziran 2, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 2, 2009 Yaralarda kullanılıdı o yaa hımmm Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
pureprision Yanıtlama zamanı: Haziran 2, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 2, 2009 Bende kül kullanıyorlar diye biliyordum . Ve bazı çiçeklerin yapraklarını . Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Secret_Sun Yanıtlama zamanı: Haziran 2, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 2, 2009 çişteki mucize diye bir kitap var.. mutlaka okuyun derim... idrarla yıkanan halı vs.. gibi ürünler daha parlak oluyormuş.. hatta purolar idrarda bekletip sarılırmış bir dönem.. peynirin mayalanması için de kullanmışlar.. almanya'a idrarların toplandığı merkezler varmış ve bunlardan bazıları hala ayakta duruyormuş.. şuan müze olarak kullanıliyormuş.. vs..vs... evet kül de kullanılmış.. değişik yağlar.. (zeytinyağı gibi) Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Spr_Mnyk Yanıtlama zamanı: Haziran 2, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 2, 2009 Şok şok şok idrar sabundan daha iyi leke çıkarıyormuş Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.