nevermore Oluşturma zamanı: Haziran 2, 2009 Paylaş Oluşturma zamanı: Haziran 2, 2009 İsa’nın çarmıha gerilmesinde veya tarihteki herhangi bir başka çarmıh olayında kullanılan diğer maddi araçların (mızrak, süngü, kırbaç, çivi, ip vb.) değil de, Haç’ın bir sembol olarak öne çıkmasının mitik ve tarihsel nedenleri ve bunları besleyen süreçler Dinler Tarihi açısından araştırılıp incelenmesi gereken önemli ve ilginç bir konu olarak görünmektedir. Pierre Emanuel; “Bir sembolü entelektüel açıdan incelemek, bir soğanı bulmak için o soğanı soymak gibidir şeklindeki benzetmesiyle sembolleri anlama, anlamlandırma ve yorumlamanın zorluklarına işaret etmekte, Edib Sa’b; semboller kutsal hakkında bildiklerimizi gizlemede değil, gizli olan şeyleri ortaya çıkarmada önemli bir araçtır derken, Müna Talebe de; semboller sonsuzca değişebilme, derin fikirleri aynı anda hem açığa vurma, hem de gizleme gücüne sahip oldukları için sanatta, edebiyatta, mitolojide ve dinde önemli bir yer teşkil eder demektedir. Mitolojik sembolizmde figür veya şekil dilden önce gelirken, edebi sembolizmde öncelik şekilden dile kaymakta, dinsel sembolizmde ise, aynı zamanda hem dil, hem de şekil öne çıkmaktadır.Sonuçta bütün bu görüşlerden dinsel sembol veya sembollerin süreç içerisinde şekil ve anlam değişikliğine uğradıklarını anlamaktayız. Bu çerçevede dinsel sembolün zamanla geçirdiği değişimin, anlam kaymasının ve yaygınlaşarak sofistike bir hale gelmesinin en çarpıcı örneğini “Haç”ta görmek mümkündür. Nitekim başlangıçta köleler için uygulanan bir işkence aleti olan haç, süreç içerisinde artık Hıristiyanlar için, iğrenç bir Roma işkence aletine indirgenmekten çıkmıştır. R. Garaudy’e dayanarak söyleyecek olursak, son dönem Protestan ilahiyatçılarından Rudolf Bultman ise, haça germenin mitolojik boyutuna vurgu yaparak, bir Hıristiyan’ın hayatındaki fonksiyonunu şöyle açıklamaktadır: İnanan, imanından sorumludur ve Tanrı ondan bir karar vermesini ister. Örneğin haç olayında mühim olan, geçmiş bir olgunun, tarihî ve objektif gerçekliği değil, ama sayesinde müminin ta derinliklerinde Tanrı’nın çağrısını duyduğu eylemdir. Bu da Tanrı’nın insan üzerindeki hakimiyeti ve haç üzerinde insana görünerek ona getirmiş olduğu kurtuluş bilincidir. Biz bu çalışmamızda dinsel bir sembol olarak haçın m.ö. 4000’lere kadar uzanan tarihinden başlayarak, geçirdiği safhalar ve günümüz Hıristiyanlık dünyasındaki fonksiyonuna temas etmek ve sembolik anlamı üzerinde durmak istiyoruz. Burada İsa’nın haça gerilip gerilmediği, dirilişi ve göğe yükselişi etrafındaki teolojik ve felsefî tartışmalara dalmak niyetinde değiliz Diğer bir deyişle, dinsel bir sembol olarak haçı Dinler Tarihi açısından ele alıp incelemek düşüncesindeyiz. Bu çerçevede haç figürünün antik dünyadan günümüze kadar kimler tarafından hangi anlamda kullanıldığı irdelenecektir. Dört yüze yakın değişik haç figüründen bahsedilmekle beraber, biz bunların içerisinden en yaygın olarak kullanılanlar üzerinde durduk ve metinle doğrudan bağlantılı olan bazı haç figürlerini ve diğer Hıristiyanlık sembollerini de çalışmamızın sonunda şekiller halinde verdik. Haç’ın Sözlük Anlamı Türkçe’de kullanılan ve Hıristiyanlığın simgesi sayılan haç kelimesinin aslı Ermenice’dir ve birbirini dikey olarak kesen iki çizgiden oluşan şekil; istavroz, salîb anlamına gelmektedir İstavroz sözcüğünün kökeni de Yunanca olup, haç çıkarmak veya istavroz çıkarmak aynı şeyi ifade etmektedir Farsça’dan Türkçe’ye geçen ve dört çivi demek olan çarmıh kelimesi de benzer şekilde haç manasında kullanılmakta, suçluyu haça germek için kurulmuş put şeklindeki darağacına işaret etmektedir.Çarmıh (çehâr mîh), çapraz olarak üst üste konmuş iki tahtadan meydana gelen bir işkence aletidir ki, ölüm cezasına çarptırılanları bu çarmıhın üzerine gerip işkence ile öldürürlerdi. Şu halde Farsça’da, üst üste konulan bu iki parça değil, bunların dört ucu kastedildiği için çarmıh (dört çivi) denmiş olduğu ortaya çıkmaktadır. Haç kelimesinin Arapçası olan salîb, genellikle odun, tahta veya kazık/direk olan ve ölüme mahkum edilen insanın üzerine gerildiği aleti ifade eder. Lisanü’l-Arab’da salîb için; Hıristiyanların kıble edindikleri şey ifadesi geçmekte, çoğulu olarak da sulbân ve sulub gösterilmektedir. Batı dillerinde haç karşılığı olarak Latince crux köküne dayanan cross, croix ve kreuz sözcükleri bulunmaktadır. Haçın önce İranlılar ve daha sonra Romalılar tarafından uygulanan bir işkence aleti olduğu, suçlunun bu alete, bağlanarak veya çivilenerek idam edildiği belirtilmektedir. Diğer yandan, yine Batı dillerinde cross sözcüğüne yakın olan crucifix kavramı da mevcuttur. Bu kavram ahşaptan, metalden vb. maddelerden yapılan, üzerinde haça gerilmiş İsa figürünün bulunduğu haç için kullanılmaktadır. Istılahta ise haç, Hıristiyanlığın sembolü kabul edilen artı şeklindeki işaret olarak bilinmektedir. İsa’nın haç şeklindeki bir şey üzerinde çarmıha gerilerek öldüğüne inanılması ve ölümü sonrası haçın onun mezarına konulduğunun kabul edilmesi nedeniyle haç Hıristiyanlıkta dinsel bir sembol haline gelmiştir. Haç’ın Tarihi Hıristiyanlar 4. yüzyıldan günümüze kadar haça bir sembol olarak saygı göstermektedirler. 4. yüzyıla kadar onu kullanmakta ve taşımakta ihtiyatlı davranmışlardır. Bizans İmparatoru Konstantin’in Hıristiyanlığı kabul etmesinden sonra Hıristiyanlara yapılan zulüm ve işkenceler bitmiş ve haç geniş halk kitleleri arasında da dinsel bir sembol olarak yaygınlık kazanmaya başlamıştır. Ona yükledikleri anlama bakarak birçok dini cemaat ve aynı zamanda diğer Hıristiyan kuruluşlar birbirlerinden ayrılmaktadır. Geçmişte ve günümüzde, dini öğretide derin farklılıklara sahip olmalarına rağmen Hıristiyan krallar, ülkeler, mezhepler ve partiler haçı sancak ve bayraklarına koymakta ittifak etmişlerdir. Fallus kültü olarak adlandırılan ve tarihte verimliliğin, bereketin ve bolluğun sembolü olarak algılanan erkek cinsel organına tazim, eski toplumlarda görülen bir tapınma türüydü. Bunun yanında erkek ve kadın cinsel organlarını yüceltme/tanrılaştırma birçok dinde görülen en eski tapınma şekillerinden birisi olarak ifade edilmektedir. Hatta bu perestij bazılarınca dinlerin temeli olarak da iddia edilmiştir. Buna göre Phallic tapınmanın sembolü olan haç, daha sonra Hıristiyanlığın da sembolü haline gelmiştir. Eski Mısır anıtlarında çok görülen crux ansata, tabiattaki aktif ve pasif enerjiyi sembolize ederdi. Etrüsk mezarlarında penisten haçlar bulunmuştur. Sembolizm konusunda uzman olan Thomas Inman “Ancient Pagan and Modern Christian Symbolism” adlı eserinde antik çağa ait birçok figür ve giysinin kiliseye sızdığını, bunlar arasında daha sonra haç şeklini almış olan phallus ve yoni’nin de (erkek ve kadın cinsel organları) bulunduğunu ileri sürmektedir. Ona göre, crux ansata veya T şekli erkeklik organını, yanlardaki uzantılar ise testisleri göstermekte ve bu T figürü, daha sonra ok şekline dönüşerek Mars’ın sembolü haline de gelmiştir.Mitolojide de Kelt haçı seksüel birliğin sembolü olarak bilinmektedir. Antik pagan kültlerde haç, güneş tanrıları ve göklerle ilgili olarak kullanılmıştır. Örneğin Ankh, erkek ve dişi birlikteliğini gösteren ve Mısır’da hayatın kaynağı olarak inanılan bir haç figürü idi ve Nil’in anahtarı olarak düşünülür, tanrı ile tanrıça arasındaki kutsal evliliğin bir sembolü olarak algılanırdı. Ayrıca, Hıristiyanlık’tan önce Yunan haçı, Tanrıça Hecate’nin sembolü idi. Bazen de haçın dikey kısmı erkeğe, yatay kısmı ise dişiye göndermede bulunurdu. Diğer taraftan bir ağaca asarak idam etme biçimi Kitabı Mukaddes’in Tesniye bölümünde geçmekle birlikte bunun artı işareti şeklinde mi, yoksa yalnızca dikey tek bir direkten mi ibaret olduğu konusunda bir açıklık yoktur. Hıristiyanlığın en önemli sembolü olan haçın Ortadoğu kökenli olduğu ve geçmişinin milattan önce 3000-4000’lere kadar gittiği kaydedilmekte, günümüz tarihçileri, haçın ilk defa İran’da ortaya çıktığını ileri sürmekte, eski İran ve Anadolu kavimlerinde, ölen atalarına tapınmak, bu bölgelerdeki dinlerin önemli törenlerindendi denilmektedir. Ataları simgeleyen, ellerini koruyucu gibi yanlara açan basit insan resmi ve gerdanlıklar, haçın ilk şeklini göstermektedir. Zamanla bu figür daha da basitleşmiş ve haç şekline dönüşmüştür. Haçın bu bölgelerde bereketi ve talihi simgelediği de bilinmektedir. Hititler, Mitaniler ve Urartular’dan kalan heykel ve boyalı çömleklerde, haç işaretine rastlanmaktadır. İlerleyen dönemlerde haç, birçok kültürlerde saygınlık ve kutsallığını muhafaza ederek sürdürmüştür. Öylesine ki, Akamenid/Pers ve Sasani İmparatorlukları döneminden günümüze kadar ulaşan sikkelerdeki haç gerdanlıklar, haçın Arya ırkının simgesi olduğu düşüncesine de yol açmıştır. Antik dünyada haça germenin belli bir coğrafyaya özgü olmayıp Hindistan’da, İskitler’de, Mezopotamya’da, Kuzey Afrika, Yunan, Roma ve kuzey Avrupa kavimlerinden olan Keltler arasında da uygulandığı, Ölü Deniz Yazmaları’nda ondan söz edildiği ifade edilmektedir. Maya geleneğinde de temel noktalar, uçları dört ufka değen bir haçla temsil edilir ve yerleşmeler bu kareye göre yönlendirilirdi. Merkezdeki kutsal ağaçtan dört yöne doğru dört yol çıkar ve bu çıkış noktalarındaki dört sanduka köyün sınırlarının koruyucularına adanırdı. Haç eski Mısır’da hafifçe değişmiş bir formda, ölümsüzlük hiyeroglifi olmuştur. Eski Avrupa’da, Etrüskler şehirlerini ve tapınaklarını dünyaya biçim veren haça uygun düzenlemişlerdir. Bunun yanında, Babilonya’nın gizemli gnostik dinlerinden kaynaklanan görüşlere göre, haçın aslı Babil Tanrısı Tammuz’dur. İnanışa göre Güneş tanrısı Nemrud’un enkarnasyonu olan Tammuz, aynı zamanda bir Mesih’tir. Tammuz’un ilk harfi olan T harfi ise, haç işaretinin ilk kaynağıdır. Bazen bu T harfi Güneş tanrısı Nemrud ile Tammuz’un birliğinin bir sembolü olarak daire içine alınırdı. Alexander Hislop “The Two Babylons” adlı eserinde Babilce’de Tammuz’un ilk harfi olan T’nin haç şeklinde (†) yazıldığını ifade etmektedir. Bazı kayıtlarda, kökeni Babil’e dayanan haça Mısır ve Suriye’de de eski zamanlardan beri tazimde bulunulduğu, hatta Budistler’in haça saygı gösterdikleri ve miladî tarihin başlangıcına doğru putperestlerin bazı ayinlerinde alınlarına haç işareti yaptıkları belirtilerek, aslında haçın Hıristiyanlıkla bir ilgisinin bulunmadığı ve bunun bir putperest adeti olduğu ifade edilmektedir. Bu çerçevede, Hıristiyan kutsal kitabında İsa’nın haç şeklindeki bir figürde değil, bir ağaç (dikey kazık) üzerinde öldüğü bildirilmektedir. İlk olarak Yunanca yazılan Yeni Ahid’in yukarıda belirtilen yerlerinde ağaç anlamındaki Yunanca ksulon kelimesi kullanılmaktadır ki, hem bu kelime hem de bazı çevirilerde geçen stavros kelimesi haça delalet etmemektedir. Nitekim Homeros da stavros kelimesini alelade bir sırık, direk veya odun parçası anlamında kullanmıştır. Ona göre, stavros haç şeklini alan iki ağaç parçasını ifade etmez. Çünkü İsa’nın idamı düz bir direk üzerinde gerçekleşmiştir. Yani, haç başlangıçta bir ağaç gövdesi gibi dikeydi. Aziz Hironimos haç kelimesini Latince’ye crux olarak çevirmiş, aynı zamanda haçı göstermek için stavros kelimesini de kullanmıştır. Bu ise ilk dönemlerde haçın çok yüksek olmadığı anlamına gelmektedir. Ancak toplumda büyük olarak kabul edilen suçları işleyenlerin ibret olsun diye yüksek haçlara asıldığı da bilinmektedir. Haç ve Haça Germe Şekilleri Haçın birçok farklı şekilleri bulunmakta ve yüzyıllardır Hıristiyanlar onu evlerine, kiliselerine ve işyerlerine koymakta, boyunlarına ve elbiselerine takmakta, bazen de değişik şeylere kazımaktadırlar. Dikey ve yatay olmak üzere birbiriyle kesişen iki çizgiden oluşan bu geometrik figür, Hıristiyan dünyasında çok geniş bir tarzda yayılmış, hatta çok farklı manaları içeren bir sembol haline dönüşmüştür. Nitekim bugün 385’ten fazla değişik haç figüründen bahsedilmektedir. Gerçi bunlardan sadece on kadarı yaygınlaşmıştır. Ama yaygın olmasa da birbirinden az ya da çok farklılaşan figürlerin kullanılması bu sembolün kökeni ve gelişim süreci hakkında rahat bir tarzda konuşmayı güçleştirmektedir. Yaygın olarak kullanılan haçlardan en çok dikkat çekenler ise; yatay ve dikey parçanın eşit olduğu Yunan/Ortodoks haçı, dikeyin alt tarafının yataydan daha uzun olduğu Latin haçı, T veya Aziz Anthony haçı, el haçı, çarpı şeklinde olan Aziz Andrew haçı, Gamalı haç, Malta haçı, iki haçın bir arada resmedildiği Lorainne haçı ve Papalık haçıdır. Yunanca’daki T harfine benzeyen ve üç ucu olan (crux commissa) haçlar olduğu gibi, dört ucu olan capitata veya immissa diye isimlendirilen ve dikey kısmı yataydan daha uzun olan haçlar da vardır. Kilise geleneğine göre İsa’nın haçı da bu şekildedir. Çünkü inanışa göre askerler haçın dikey kısmının en ucuna İsa’nın ölüm fermanını iliştirmişlerdir. Haçın şeklinin bu çok çeşitliliği yanında, haça germe şekilleri de, sadece bir şehirden diğerine değil, herhangi bir tasnifi imkansız kılacak tarzda, idamdan idama bile farklılık göstermektedir. Bununla beraber tarihçi Herodot ağırlıklı olarak haça germenin iki şekli üzerinde durmaktadır. Birincisi için o, mahkumun canlı olarak haça gerilmesini ifade eden anaskolopizein kelimesini, ikincisi için de cansız bedenin haça asılmasını ifade eden anastauroun kelimesini kullanmıştır. Bununla beraber her iki durum da, kurbanın ağır ihanetlerden birini işlemiş olmasına delalet ederdi. Çarmıha germenin bu türünde, mahkum çivilerle veya iple haça bağlanır, yaşıyorsa yavaş yavaş ölüme terk edilir ölmüşse kuşlara yem olarak sunulurdu. İdamın bu şeklinin korkunçluğundan dolayı bazı yazarlar ondan ayrıntılı olarak bahsetmek istememişlerdir. Herodot, Polycrate de Samos’un ölümünü şu şekilde tasvir etmektedir: “Anlatılması imkansız bir tarzda katledildi ve cesedi bir kazığa bağlandı”. Başka bir yerde Herodot kutsallara saygısızlıkla suçlanarak idama çarptırılan Atina’lı vali Artayctes’in ölümünü anlatırken şöyle demektedir: “Onu çivileyerek kazıklara çaktılar ve çocuğunu da gözlerinin önünde öldürdüler”. Ne var ki, Heredot’tan sonra bu iki kelime eşanlamlı hale gelmiş ve canlı haça germe ile, cesedi kazığa germe arasındaki fark ortadan kalkmış ve Josephus her ikisi için birden sadece anastauroun, Philo ise, anaskolopizein kelimesini kullanmıştır. Yahudi tarihçi Flavius Josephus (öl. 101) 70 yılında kuşatma altındaki Kudüs’ten kaçmaya çalışan Yahudilerin akıbetini ve haça gerilmelerini adeta hatırlamak istememektedir. “Felaket esnasında bir Yahudi yakalandı ve imparator Titus (öl. 81) onu sura yönelterek haça gerdirdi. Çünkü, diğer insanlar manzaradan korkuyorlardı. Yahudiler tam Roma idaresinin eline düşmek üzereyken, kendilerini savunmaya zorlanıyor ve savaştıkları için de, ele geçirildikleri zaman onları affetme şansı kalmıyordu. Yakalandıktan sonra dövülüyorlar ve ölümden sonra işkencenin her türlüsüne boyun eğiyorlar ve yüzleri sura karşı çevrilip haça geriliyorlardı. Şüphesiz onların bu durumu Titus’un vicdanına dokunuyordu, fakat sayıları fazla olduğundan onları serbest bırakmak da, hapse atmak da tehlike arz ediyordu. Bu yüzden Titus istediklerini yapmaları hususunda askerlerini serbest bıraktı. Böylece o, haça gerilenlerin korkunç manzarasından dolayı şehri savunanların daha kolay teslim olacağını umuyordu. Askerler öfke ve kinlerinin şiddetinden esirlere hakaret ediyor ve onlardan her birini değişik tarzda haça geriyorlardı. Sayılarının çokluğundan dolayı ne haçlar için yer, ne de cesetler için haç kalmıştı. Roma Yasalarında Haç Roma’nın dinsel törenleri, haç önündeki şiddet, korku, tiksinti ve eğlenceyle birbirine karışırdı. Roma idarecilerinin insanları amaçsız ve sebepsiz olarak haça germemesine karşın, yine de haça gerilenlerin sayısı çok fazla idi. Halk, öldürmenin bu çirkin şeklini kınamazdı. Çünkü onlar idamın kanuna karşı gelmede bir caydırıcılığı olduğuna inanır ve hatta bazen, bizzat infaza da katılırdı. Yukarıda da değinildiği üzere, Roma yasaları sadece köleler ve yabancıları çarmıha gererek cezalandırıyordu. Roma yurttaşları ise ancak yol kesme, hırsızlık gibi büyük suçlar veya büyük ihanetler gibi istisnai hallerde bu cezaya çarptırılırdı. Bu iki durumda yurttaşlar vatandaşlık haklarını kaybederler ve haça gerilmeyi hak ederlerdi. Kısacası haç kelimesi Romalılar için nefret uyandıran iğrenç bir kelimeydi ve sadece kölelere uygulanırdı. Julius Paulus’un bize verdiği bilgiler Roma’da cezalarla ilgili imparatorluk kanunlarının nasıl geliştiğini göstermektedir. Buna göre, en sert cezaları gerektiren suçların listesi şöyle sıralanmaktadır: Savaşta düşmanın önünden kaçmak, devlet sırlarını ifşa etmek, isyana teşvik etmek, öldürme, sihir ve önemli bir vasiyette sahtecilik gibi suçlar zamanla haça gerilerek cezalandırılmaya başlanmıştır. Yüksek tabaka insanları için daha insancıl bir idam şekli mümkün iken, haça sadece alt tabaka insanları çarptırılırdı. Haç köleler için değişmez bir idam şekli olarak varlığını sürdürmüştür. Hatta bazı önde gelen düşünürler hür bir yurttaş haça gerildiği zaman ondan, “servile supplicium” (köle işkencesi) diye bahsederlerdi. Bu da haçı utanç verici bir işkence aleti yapmaya yetiyordu. Köle, özgürlüğünü kaybetmiş olan bir insan değil, tam tersine o, efendisinin kendisine reva gördüğü şekilde eğlenmesini sağlayan bir araçtı. Haç köleler için günlük bir kâbustu. Çünkü efendiler onları önemsiz bazı şeyler için bile yargılamadan haça gererlerdi. Bundan dolayı bazıları köleleri; haçı kabul edenler anlamına gelen cruciarii diye isimlendirmişlerdi. Üstelik bir efendi öldürülür ve katili bilinmezse, o efendinin bütün köleleri haça gerilirdi. Bazı Filozofların Diyaloglarında Haç Haça gererek idam etme yöntemi filozoflar arasında büyük tartışmalar yaratmıştı. Romalıların düşüncesinde intihar çirkin bir davranıştı. Fakat o, haça gerilmekten kurtulmak için son çare gibiydi. Mécéne bu görüşü kabul etmeyerek kişinin çaresi olmayan işkencelerle karşılaştığı zaman bile özgürlüğünü korumak için intiharı son sığınak olarak görmesini reddetmiş, ancak Seneca da onu eleştirerek şöyle demiştir: “Acaba işkencelerin alçaklığı altında ezilmeyi, organlarının başkalarınca yok edilmesini, hayatının bir anda değil de, yavaş yavaş yok olmasını isteyen bir insan var mıdır? Bu uğursuz darağacına gerilmeyi, şeklinin bozulup iki omuzunun ve göğsünün çirkin iki kambura dönmesini kim ister? Haça gerilmeden önce ölmek için bin sebep olsa da, elemler altında uzayıp gidecek işkencelere vücudunu kim teslim eder?”. Çiçero haça germeyi acı vermede işkencenin en zirve noktası, “Summum Supplicium” olarak nitelendirmiş, Julius Paulus da (m.ö. 3. yy) haçı işkence listesinin başına koymuş, yakma ve baş kesmeyi daha sonra saymıştır. Bazen bu kesilen baş vahşi hayvanlara atılır, idam olayı bereket bayramlarına rastlarsa, gerekli bütün hazırlıklar yapıldıktan sonra, arenası olan bir şehirde ve genellikle halkın önünde icra edilirdi. Çünkü bu, bütün çirkinliğine rağmen insanları eğlendiren bir görüntüydü. Aynı şekilde imparator Caligula (m.s. 37-41) zamanında birçok tiyatro oyununda idam olayının işlendiği rivayet edilmektedir. İmparator Domitien (m.s. 81-96) devrinde ise, gerçek idam mahkumları kurban rolünü oynarlardı. Örneğin Laureolus, bir çetenin başı olan kaçak köle rolünde ölüm tiyatrosunu oynamış ve sonunda haça gerilmiş ve cesedini bir İskoçya ayısı parçalamıştır. Çiçero haça germeyi bir veba olarak nitelendirerek, iki Roma yurttaşının bu şekilde idam edilmesine karşı çıkmıştı. Ancak o, efendilerine ihanetten suçlanan birçok kölenin Verrés tarafından haçtan kurtarılmalarını da, “bu kölelerin hepsi atalarının geleneğine uygun olarak işkenceye teslim edildiler. Sen onları ölümün pençesinden kurtarıp serbest bırakmaya kalkışıyorsun” diyerek eleştirmiştir. Çiçero haçın Roma vatandaşlarına tatbik edilmesinin şöyle dursun, bu kelimenin onların düşüncelerinden, gözlerinden ve kulaklarından da uzak tutulması gerektiğini, şerefli Roma yurttaşlarına ve özgür insanlara haç korkusunun uygun olmadığını söylüyordu. Bu konuda Seneca’nın tutumu Çiçero’dan daha erdemli değildir. O da, haça germe işkencelerin en kötü şeklidir demekle beraber, suçluların haça gerilmesini normal bir olay olarak görüyor ve Roma devletinin yüceltilmesi söz konusu olduğu zaman, en sert cezaların verilmesinden çekinilmemesi gerektiğini savunuyordu. Seneca Controversiae adlı eserinde şöyle demektedir: Özgür bir efendinin kızı bir köleyle evlenir. Bunun üzerine kız haça mahkum edilir ve babası onu azarlayarak; damadın akrabalarına kavuşmak istiyorsan haça git! der. Juvenal’in 6th Satire’de yazdığına göre, bir kadın, kocasına kölesini haça germesini söyler ve kocası da ona, bu adam ölüm cezasını hak etti mi? diye sorar. Bunun üzerine kadın kocasına: Bir köleye “bu adam” diyecek kadar aptal olma! şeklinde cevap verir. Bu ve benzeri metinler bize açıkça gösteriyor ki, haça gererek öldürme yavaş yavaş gerçekleştiğinden dolayı ölümlerin en ağır ve korkunç bir çeşidi olarak kabul edilmiştir. Kurban, ölmeden önce uzun işkencelere maruz bırakılmakta, bazen de haça asılmadan önce can vermekteydi. İsa’nın Hayatı adlı eserinde Renan çarmıhı şöyle betimlemektedir: “Evvela haçı dikerler, sonra mahkumu çivi ile ellerinden çakarlardı; ayaklar da çoğu zaman çivilenir, bazen sadece iple bağlanırdı. Haçın büyük direğinin ortasına, mahkumun bacakları arasına girerek vücudunun sarkmasına engel olacak şekilde bir ağaç parçası daha çivilerlerdi. Bu olmazsa eller yırtılır, vücut yığılırdı. Bazen de ayakların altına, yine direğe tutturulmuş olan yatay bir dayanak konurdu. İsa bu tiksindirici işkenceleri olanca dehşetiyle, içine sindire sindire tattı... Romalıların âdetince, haçın tepesine üç dille, İbrani, Yunan ve Latin dilleriyle, “Yahudilerin Kralı” yazılarını taşıyan bir levha asılmıştı. Mesih’in Haça Gerilmesi Hıristiyanlık metinlerine göre, Roma valisi Pontius Pilatus, Kudüs’ün kapılarının birinin önünde Celile’nin Nasıra şehrinden ve Davud soyundan gelen İsa’yı bir Cuma günü asmıştır. Şüphesiz ki bu, o günlerde, en ıstıraplı bölgelerden biri olan Yahudiyye’de, Roma yöneticilerinin idama mahkum edip çarmıha gerdikleri ilk kişi değildi. Ancak, bu Nasıralı’nın aksine diğerlerinin hatıraları unutulup gitmişti. Nasıralı İsa, haça gerilen en meşhur kişi olarak tarihe geçmiştir. Çünkü o bir Tanrı elçisiydi ve ölümünü müteakip, havariler onun mesajını dünyanın dört bir yanına müjdelemişler, onu Tanrı’nın Oğlu İsa olarak ilan etmişlerdir. Böylece, onun öğretisini dinleyip uyanlara Hıristiyan adı verilmiş, zamanla sayıları artmış ve bunlar tarihin seyrinde önemli roller oynamışlardır. Başlangıçtan itibaren Hıristiyanlıkla, kurucusunun haça gerilmesi arasında sıkı bir bağlantı kurulmuş ve bu olay Hıristiyanların gözünde odak teşkil etmiştir. Birçok Hıristiyana göre, haç olmadığı zaman İsa’nın hayatı anlamını kaybetmektedir. Bazıları, sadece haça gerilmesi için onun ete kemiğe büründüğünü ileri sürmekte, bazıları da, dünya tarihi boyunca hiçbir insanın, İsa’nın haçta çektiği bedensel acıya benzer bir acı çekmediğini savunmaktadırlar. Bilindiği üzere çarmıha gererek idam etme Yahudilerin takip ettikleri bir yöntem değildi. İsa Mesih zamanında suçlular taşla recm edilir ve insanlara ibret olsun diye bir süre asılı bırakılırdı ancak bu da çok yaygın değildi.Çünkü Eski Ahid’e göre bu, Tanrı’nın lanetine uğramanın bir göstergesiydi. “Eğer bir adam bir günahtan ötürü ölüm cezasına çarptırılıp öldürülür ve ölüsü ağaca asılırsa, ölüyü gece ağaçta asılı bırakmamalısınız. O gün kesinlikle gömmelisiniz. Asılan kişi Tanrı tarafından lanetlenmiştir. Tanrınız Rabbin mülk olarak size vereceği ülkeyi kirletmeyeceksiniz”. Bundan dolayı Yahudiler İsa’yı, Romalılar nezdinde tiksindiriciliğin ve ihanetin sembolü olan, alt tabaka, köleler ve Romalı olmayanlara uygun görülen haça germe şeklinde idam ettirmek için büyük çaba göstermişler ve böylece onun Tanrı’nın Mesihi değil, Tanrı’nın lanetine uğramış birisi olduğunu göstermek istemişlerdir. Yukarıda Yahudi ve putperestlerin haçı ihanetin en büyük cezası olarak görmeleri nedeniyle ona nasıl bir nefret ve korku ile baktıklarını vurgulamıştık. İşte, üstatları haça gerildiğinde öğrencileri bu acı ve nefreti hissetmişler; üzülmüşler, korkmuşlar ve utanarak gizlenmeyi tercih etmişlerdir. Çünkü birkaç gün önce Kudüs’e büyük bir azametle giren Davud’un oğlu, Tanrı’nın Mesihi İsa, şimdi bir köle, bir hain veya bir suçlu gibi herkesin gözü önünde haça gerilmişti. Kendisine gönül verenler, onun İsrail’i kurtarmasını beklerken, Tanrı, kendi Azizi’nin Golgota tepesinde bir kazığa çivilenerek ölmesine müsaade etmişti. Elbette o vakitler kahramanların veya komutanların ölmesi çok garip bir durum değildi, ancak onlardan hiç biri haç zilletine boyun eğerek ölmemişti. Sokrat, Romulus ve daha niceleri ölüm cezasına çarptırılmışlardı. Ne var ki, haça gerilmedikleri için bunların hikayeleri birer kahramanlık destanı gibi rivayet ediliyordu. Ancak, tarih boyunca birçok olayda görüldüğü üzere, zamanla işler ve anlayışlar büyük bir değişikliğe uğramış ve İsa’nın ölümüne değişik manalar yüklenmeye başlanmıştır. Rabbin, Oğlunu terk etmediğini, bilakis onu hem Rab hem de Mesih kıldığını herkese ilan eden Pavlus Galatyalılar’da şöyle yazmıştı: “Mesih'le birlikte çarmıha gerildim. Artık ben yaşamıyorum, Mesih bende yaşıyor. Şimdi bedende sürdürdüğüm yaşamı, beni seven ve uğruma kendini feda eden Tanrı Oğluna imanla sürdürüyorum”. Ayrıca Pavlus’un, haç olayının üzüntü duyulacak bir şey değil, tam tersine kurtuluşa vesile olan tarihsel değeri haiz bir sembol olduğuna inandığı ifade edilmekte ve o, İsa Mesih’i kabul edenler arzu ve hevesleriyle birlikte bedenlerini de feda ederken, Yahudi ve putperestlerin bunu bir akılsızlık olarak algıladıklarını söylemiştir. Ona göre haç sonsuz zaferin bir işaretidir: “Yönetimlerin ve hükümranlıkların elindeki silahları alıp onları çarmıhta yenerek açıkça gözler önüne serdi”. Genel olarak Hıristiyanlara göre haçın esas anlamı, “İsa benim yerimi aldı” demektir ve Yeni Ahit bunu şu şekilde açıklamaktadır: “Bizler günah karşısında ölelim ve doğruluk uğruna yaşayalım diye, günahlarımızı çarmıhta kendi bedeninde yüklendi. O’nun yaralarıyla şifa buldunuz”. Hıristiyanlar genellikle; İsa Mesih bizim günahlarımız için bizim yerimize kendisini feda etmiştir. Bu yüzden İncil’in ruhunu ve kalbini açığa vurması açısından haç Hıristiyanlığın evrensel bir sembolü olmuştur. Hıristiyanlara göre haç işareti bir kurtarıcıya olan ihtiyacı gösterir. İsa’yı haçta görüp onun çektiği acı, ıstırap ve işkenceye şahit olduklarında, işlenen günahların Tanrı katında ne kadar çirkin olduğunun idrakine varılır, şeklinde inanmaktadırlar. “Aslında hastalıklarımızı o üstlendi, acılarımızı o yüklendi. Bizse Tanrı tarafından cezalandırıldığını, vurulup ezildiğini sandık. Oysa, bizim isyanlarımız yüzünden onun bedeni deşildi, bizim suçlarımız yüzünden o eziyet çekti. Esenliğimiz için gerekli olan ceza ona verildi. Bizler onun yaralarıyla şifa bulduk” anlamındaki Eski Ahit’te geçen pasajlar bu durumu teyit etmektedir. Kilise Babaları ilk üç asır boyunca hem kendi aralarında hem de Yahudilerle olan tartışmalarında haça germe üzerinde durmuşlardır. Mesela 2. yüzyılda İskenderiye’li Basilides, Mesih’in Tanrı ile eşit olmadığı inancını savunmuş ve İsa’nın, tanrılık ile insanlık alemleri arasındaki orta bir yerden geldiğini ileri sürmüştür. Buna göre İsa, 365 kozmik semadan biri olan Caulacau’dan gelmiş ve bakire Meryem’den doğmuş, vaftizi esnasında ise kendisini kurtuluşa erdiren Müjde’nin nuruna nail olmuş, bu nurun faziletiyle bilgeliğini ilan ederek, yaradılışın başlangıçtaki düzenini tekrar getirdiğini açıklamıştır. Kendini feda etme, ilahi vahyi içsel bir marifetle bilmekle olur ve Basilides’e göre İsa idam için Golgota’ya götürülürken, zahiri bedeninden sıyrılarak, haça gerilmesi için yardım eden Kirene’li Simon’un bedensel şekline bürünmüş ve haça Simon gerilmiş, İsa da bu durumu uzaktan seyrederek onlara gülmüştür. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Haziran 2, 2009 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 2, 2009 (düzenlendi) İmparator Konstantin’den Önce Haç ve Haça Germe Tertullian (m.s. 160-220) haçın her zaman ve mekanda kullanılmasını tavsiye etmiş, bütün günlük işlerimizde, bir yere girer ve çıkarken, giyinirken veya yıkanırken, sofraya otururken, yatarken, kalkarken veya bir lamba yakarken mutlaka istavroz çıkartmalıyız demiştir. Fakat daha önce de ifade ettiğimiz gibi İmparator Konstantin bu dini kabul edinceye kadar Hıristiyanlar haç işaretini kitabelerde, süsleme ve nakışlarda kullanmamışlardır. Bu konuda birçok sebep ileri sürülmektedir, ancak biz burada önemlerine binaen sadece üç tanesine değinmek istiyoruz: Birincisi, m.s. 64 yılında Roma yakıldığında, Hıristiyanlar bu yangını çıkarmakla itham edilmiş ve bunun üzerine yakalanıp tutuklanmışlar ve birçok işkenceyle karşılaşmışlardır. Bu korkuyla, sakınarak ve gizlenerek yaşamaya başlamışlar ve inançlarını gizlice yaşamaya devam etmişlerdir. Dolayısıyla bu gizli hayat tarzı Hıristiyanları kendilerinden başkalarının anlayamayacağı sembol ve işaretler kullanmaya zorlamıştır. Örneğin, bu dönemde balık sembolü yazı ve resimde yaygın bir hale gelmişti. İkincisi, onların haça gerilmiş bir tanrıya inanmaları putperestlerin alay konusu olduğu için, haç Hıristiyanların düşüncesinde uzun süre bir utanç vesilesi olarak kalmıştır. Buna en güzel delil, İtalya’nın Platino sarayında bulunmuş olan ve 3. yüzyıldan kalma merkep başlı haça gerilmiş adam adıyla bilinen bir belgedir. Burada merkep başlı bir insan figürü T şeklindeki bir haça gerilmiş olarak ve ya(kı)nındaki başka bir kişiye bakmakta ve bu şahıs, bir eli yukarıya kalkmış ve dua eder durumda görülmektedir. Resmin altında da,“Alexamenoc Cebe 0eon-Alexamenoc Tanrısına Tapınıyor” ibaresi bulunmaktadır. Aynı yerde keşfedilen başka bir yazıda ise, “Alexamenoc Fidelis” ibaresi bulunmaktadır ki, Fidelis kelimesi sadece Hıristiyanlar için kullanıldığından birinci resmin ne Yahudilere, ne de Roma site şehrinin tanrısına tapınanlara değil, Hıristiyanlara ait olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. Üçüncüsü ise, geometrik haç şeklinin daha önce ifade edildiği gibi, Hıristiyanlıktan önce de bilinmesidir. Bu geometrik şekil küpe, yüzük gibi süs eşyalarında ve hatta hiyeroglif yazısında olduğu gibi, bazı harflerde de görülmekte olup, astrolojik sembollerde ve sihirsel yazılarda da kullanılmıştır. İşte, muhtemelen, önceden beri putperestlerin bu geometrik haç şeklini kullanmaları, imanlarını koruma ve putperestliğe dönme korkusu, Hıristiyanların belli bir süre onu sembol olarak kabul etmesine mani olmuştur. Konstantin Döneminde ve Sonrasında Haç ve Haça Germe Bilindiği üzere, Bizans İmparatorluğunda Hıristiyanlar için barış, İmparator Konstantin (306-337) döneminde başlamıştır. Bu dönemde yaşanan üç önemli olayın haçın Hıristiyanlarca sembol olarak kullanılmasını etkilediğini söyleyebiliriz. 1- Eusebius’un (m.s. 260-339) “Vita Constantini” (Konstantin’in Hayatı) adıyla yazdığı kitapta şu rivayete rastlanmaktadır: “312 yılında Konstantin “Milvian Bridge” savaşı için yola çıkar ve Tanrı’dan zafer diler. Akşam üzeri ilk doğan yıldızın üstünde nurdan bir haç ve üzerinde şu yazı görünür: “In Hoc Signo Vinces” (Bu İşaretle Fethedeceksin) (IHSV). Konstantin ve ordusu bunun ne anlama geldiğini anlayamadıkları için ilk önce hayrete düşerler. Aynı gece, bu defa İsa Mesih aynı işaretle Konstantin’in rüyasına girer ve bu işareti askerî bir sembol olarak benimsemesini, onu savaşlarda taşımasını ve onunla korunmasını emreder. Nihayetinde, 27 Ocak 312’de Konstantin düşmanlarını bozguna uğratır ve Roma’ya muzaffer olarak döner. Bunun üzerine Konstantin her yere haçın konmasını emreder ve altına da Romalıların bu işaret sayesinde azgınlıktan kurtulduklarını hatırlatan bir ibare yazdırır”. 2- Bu döneme ait olup, İsa’nın haça gerildiğini gösteren bir başka figür de Kudüs’te bulunmuştur. Bunu, Konstantin’in annesi Helena’nın kutsal toprakları hac için ziyareti esnasında bulduğu söylenmektedir. Bunun bir efsane olup olmadığı tam olarak bilinmemekle birlikte, bundan, o dönemde haça saygının yaygınlaştığını anlamak mümkündür. 3-Haça gererek idam etme Konstantin tarafından yasaklanmış ve ondan sonra herhangi bir imparator da onu geri getirmemiştir. Böylece daha sonra gelen kuşaklar haçın bir zillet ve hakaret işareti olduğu anlayışını unutmuş, neticede kutsal bir renge bürünen bu sembol insanlığın kurtuluşu için ölen Mesih’ten başkasını ifade etmez hale gelmiştir. Yukarıda ifade edildiği üzere Eusebius, Konstantin’in gördüğü rüya üzerine haçın bayrak, sancak ve zırhlara yerleştirilmesini emrettiğini bize haber vermektedir. Arkeolojik çalışmalar da Konstantin’in Mesih kelimesinin Yunanca ilk iki harfini kullandığını göstermektedir. IHSV ibaresi, “In Hoc Signo Vicnes” (Bu İşaretle Fethedeceksin) cümlesinin ilk harflerini göstermektedir. V harfi H harfinin ortasına yerleştirilmiş ve H harfinin üst ortasına da küçük bir haç şekli konmuştur. Buna göre bu şeklin tamamı da haçı sembolize etmektedir. Zamanla insanlar bunun ne anlama geldiğini unutmuşlar ve V harfinin, iki çivinin bir araya getirilmiş şekli olduğunu zannetmişlerdir. Daha sonra bunlara üçüncü bir işaret daha eklenerek, bu üç harfin anlamının “İnsanların Kurtarıcısı Mesih” (Jesus Hominum Salvator) demek olduğuna inanılmıştır. 4. yüzyıldan kalma Roma’daki Pudentiana kilisesinin mozaiklerinde İsa, imparatorluk tahtına oturmuş ve etrafında da Hıristiyanlığı savunan büyüklerin bulunduğu bir figür şeklinde gösterilmekte, levhanın yüksek kısmında uzunluğu Mesih’in boyuna eşit olan bir haç bulunmaktadır. Buradaki Mesih figürü Pontius Pilatus’un önünde vakarla durmakta ve sanki İsa onun hakimi imiş gibi işaret etmekte, Romalı vali ise, alacaklının önünde suçlanan ve başını öne eğen bir kişi pozisyonundadır. Soldaki figürde, İsa’nın haçını taşıyan Kirene’li Simon ve İsa’nın başına dikenden değil, defne ağacından taç koyan bir asker görülmektedir. Ortada ise, haça germe olayı resmedilmekte ve üstünde de, İsa’nın adının kısaltılmış olduğu boş bir haç şekli bulunmakta, bunu da iki imparatorluk kartalının taşıdığı defne halesi çevrelemekte, haçın altında da, biri uyuyan ve diğeri de gördüklerinden dolayı dehşete düşen iki asker göze çarpmaktadır. Görüldüğü gibi 4. ve 5. yüzyıl mezarlarındaki haç nakışlarında elem ve keder izi değil, İsa’nın ölüm ve şerre karşı üstün gelişinin hikayesi anlatılmaktadır. Bu ve benzeri belgelerden Hıristiyanların ilk dönemlerde haça bir zafer işareti olarak baktıkları sonucunu çıkartabiliriz. Bu yüzden de haçı süslü olarak tasvir etmişler, bizzat İsa’nın yerine koymuşlar ve ona azamet ve yücelik atfetmişlerdir. Bu yüzden onu yer yer arşta ve bulutların arasında görmek mümkündür. Bazen ona IXOYC ibaresi veya bazen de, Yeni Ahit’in Vahiy bölümünde geçtiği gibi A W (Alfa ve Omega) harfleri eşlik etmektedir Haçın Etrafında Oluşan Efsaneler İşte bu merkezî konumu ve önemine binaen tarih boyunca haçla ilgili pek çok efsane oluşmuştur. Bunlardan birisine göre, İsa’nın üzerinde gerilip idam edildiği asıl haç İmparator Konstantin’in annesi Helena tarafından 326’da Filistin’e yaptığı hac yolculuğu sırasında keşfedilmiştir. Ortaçağ kökenli “haçın bulunuşu” hikayesine göre, İsa’nın üzerinde çarmıha gerildiği haç, Şit tarafından Eden bahçesinden alınmış ve nesilden nesile aktarılmış, sonunda Helena bu haçı Kudüs’te toprağın altında bulmuş, bu arada haçın yanında İsa’nın başına konulan yazılı levha ile çiviler de ele geçirilmiştir. Helena çivileri oğlu Konstantin’e göndermiş, haç ve yazılı levhayı ise kutsal mekanında bırakmıştır. Hayat ağacı ve Hıristiyan haçı arasında bir etkileşim olduğu üzerinde duran M. Eliade şu bilgileri vermektedir: Hayat ağacı ölüleri dirilten, hastaları iyileştiren ve gençleştiren bütün bitkilerin bir prototipidir. Çinlilerin efsanelerinde, olağanüstü bir adadan söz edilir. Kargalar bu adadan, ölümleri üzerinden üç gün geçmiş savaşçıları bile dirilten bir ot getirirler. Buna benzer inanışlar İran’da da görülmektedir. Ölüyü tekrar dirilten mucizevi ağaç motifi Roma dünyasında da bilinmektedir ve bu hikayenin etkisi bütün Avrupa’da yaygındır. Yine efsaneye göre Kral Süleyman Seba Kraliçesi’nden kendisine ölümsüzlük vermesini isteyince, o da kayalar arasında yetişen bir bitkiden söz eder. Süleyman elinde bir bitkiyle dolaşan ak saçlı bir adamla karşılaştığında, yaşlı adam elindeki bitkiyi sevinerek Süleyman’a vermiş ve onu yanında taşıdığı sürece ölmeyeceğini söylemiştir. İnanışa göre gerçek haçın yapıldığı tahta ölüleri tekrar dirilttiğinden dolayı, İmparator Konstantin’in annesi Helena onu aramaya koyulur. Bu tahtanın kutsal kabul edilmesinin nedeni, Aden Bahçesi’ndeki Hayat Ağacı’ndan yapılmış olmasıdır. Hıristiyan tasvir sanatında haç genellikle hayat ağacı şeklinde betimlenir. Ortaçağ Hıristiyanlığında, haç ağacı ve Şit’in cennette yaptığı yolculukla ilgili çok sayıda efsanenin yaygın olarak dillerde dolaştığı bilinmektedir. İyilik ve kötülük ağacının tahtasından yapılma haç, Kozmik Ağacın yerine geçmiş, İsa’nın kendisi de bir ağaç olarak tasvir edilmiştir. Meşhur bir haç efsanesine göre Adem Hebron vadisinde 932 yıl yaşamış ve ona ölümcül bir hastalık isabet etmişti. Bunun üzerine, oğlu Şit’i inayet zeytinyağını almak üzere cennetin kapısında bekçilik yapan meleğe gönderir. Adem ile Havva’nın ayak izlerini takip ederek hiç ot bitmeyen bir yere geldiğinde Adem’in talebini başmeleğe iletir. Başmelek de Şit’e, cennete üç defa bakmasını söyler. Buna göre, birinci bakışında dört nehir ve üzerinde kurumuş bir ağaç, ikincisinde sarmalanmış bir yılan ve üçüncüsünde de tepesi gökleri, kökü de yeri delen bir ağaç görür. Bunun üzerine melek, Şit’in gördüklerini ona açıklayarak ileride bir kurtarıcının geleceğini söyler. Aynı zamanda ona, anne babasının daha önce yedikleri ölüm meyvesinin çekirdeğinden üç adet verir ve bunları üç gün içerisinde ölecek olan Adem’in dilinin üzerine koymasını söyler. Hikayeyi duyan Adem, bundan insanlığın kurtulacağını anladığı için cennetten kovulalı beri ilk defa güler. Daha sonra Adem öldüğü zaman, bu üç çekirdeği Şit onun dilinin üzerine koyar. Bunlar Hebron vadisinde büyüyerek Musa’ya kadar ulaşır. Musa bunların tanrısal kökenini bildiğinden onları dünyanın merkezi olan Horeb’deki Tabor dağına nakleder ve bunlar Davud’a kadar burada kalır. Tanrı’dan aldığı emirle Davut onları yine dünyanın merkezi olarak kabul edilen Kudüs’e taşır. Hikayeye göre bu üç ağaç zamanla tek ağaca dönüşmüştür ve Mesih’in haçının da bundan yapıldığı söylenmektedir. Neticede Mesih, dünyanın tam ortası sayılan, Adem’in yaratılıp gömüldüğü yerde çarmıha gerilmiş ve kanı Adem’in kafatasına dökülmüştür. Bu ise insanlığın babasını vaftiz eden ve onu günahından kurtaran bir kan olarak kabul edilmektedir. Kendisine atfedilen olağanüstü güç ve kutsallık sayesinde haç Hıristiyanlık tarihinde manevi bir kuvvet kaynağı olmuş, ordular ondan aldıkları güçle savaşlar kazanmış, ahitler ve yeminler onun üzerine yapılmıştır. Urfa’lı Mateos’un anlatımına göre, Müslümanlarla Hıristiyanlar arasındaki bir savaşta şu mucizevi olay cereyan etmiştir: “Davit, piskoposlara ve papazlara, silah olarak yalnız Haçı ve İncili kaldırmış oldukları halde düşmana karşı yürümelerini emretti. Bunun üzerine bütün ordu Haç ve İncil kesildi. Müslüman askerleri (yüz elli bin civarında idi) yaklaşınca, ruhanilerin kalabalığı ile karşı karşıya geldiler. Davit de yirmi bin cesur askerle beraber Müslümanların üzerine atıldı. İki taraf birbiriyle çarpıştığı sırada, ruhaniler hep bir ağızdan haykırarak: ‘Allahım bizim yardımımıza gel ve bizi kutsal adın hürmetine kurtar’ diye dua ettiler. Hıristiyan askerleri de denize dalıyorlarmış gibi, Müslüman ordusunun içine atıldılar ve her taraftan ihata edildiler. Bunun üzerine ruhaniler hep birden, haçları kaldırmış oldukları halde düşmana doğru ilerlediler. Müslüman askerleri, onların içinden çıkan şiddetli bir aleve çarpılıp firar ettiler...”. alıntı Şubat 5, 2011 nevermore tarafından düzenlendi Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
thalese Yanıtlama zamanı: Haziran 3, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 3, 2009 ellerine sağlık paylaşım için. ama takıldığım noktalardan 2 sini sizlerle paylaşıcam, bu konuda da nevermore arkadaşım aydınlatırsa sevinirim. ben bulamadım. m.ö.4000 yıllarda belki yahudiler bile yokken haç nerde kimler için kutasldı. bir de ermeni tarihçi urfa'lı mates'un anlattığı savaş hangi savaç çok merak ettim. muhtemelen 1000 li yıllardaki bi savaş. 150.000 kişilik müslüman ordu ve 20.000 cesur asker! (muhtemelen roma) bu biraz frank miller'ın 300 spartalı çizgiromanındaki savaşı anlatı gibi ama o da mübalağa yapılarak anlatılmış bir roman biliyorsunuz. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Harry Yanıtlama zamanı: Haziran 3, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 3, 2009 kimler için kutsaldı çok güzel bir soru, zeitgest filmini izlemeni öneririm Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Haziran 3, 2009 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 3, 2009 Fallus kültü olarak adlandırılan ve tarihte verimliliğin, bereketin ve bolluğun sembolü olarak algılanan erkek cinsel organına tazim, eski toplumlarda görülen bir tapınma türüydü. Bunun yanında erkek ve kadın cinsel organlarını yüceltme/tanrılaştırma birçok dinde görülen en eski tapınma şekillerinden birisi olarak ifade edilmektedir. Hatta bu perestij bazılarınca dinlerin temeli olarak da iddia edilmiştir. Buna göre Phallic tapınmanın sembolü olan haç, daha sonra Hıristiyanlığın da sembolü haline gelmiştir. Eski Mısır anıtlarında çok görülen crux ansata, tabiattaki aktif ve pasif enerjiyi sembolize ederdi... evet yahudiler yoktu ama bilinen ilk din enkiyanlık (sumer dini) oradada erkek cinsel organının sembolüydü... Kelt haçı, Hristiyan haçı'nın kesişim yerine bir halka eklenmesi ile oluşur. Keltik Hristiyanlık'ın karakteristik sembolüdür, ancak kökeni Hristiyanlık öncesine dayanır. Halka ile birleştirilmiş haçların Hristiyanlık öncesinden gelen birçok türü bulunur. Sıklıkla Güneş haçı olarak adlandırılan bu tür haçlara pagan Kuzeybatı Avrupa'da (İskandina mitolojisi'nde tanrı Odin'in sembolüdür.) veya Pireneler ve İber Yarımadası'nda rastlanabilir. Ancak Hristiyan haçı ile ortak bir köken ya da bağlantıya dair bir kanıt yoktur.(kaynak) -------------------- HAÇ (SALİB) Hristiyanlıkta Hz. İsa'nın çarmıha gerilişin ve insanlığı ezelî günâhından kurtarmak için çektiği acıları ve ölümünü hatırlatan en önemli sembol. Haç; hem İsa'nın bir işareti hem de hristiyanların inançlarının ve dinlerine bağlılıklarının bir alâmetidir. Yani duruma göre; hayır duâ, takdis ve bir iman ikrarı hareketidir (Ancyclopedia Britannica, U.S.A. 1970, VI, 811; S.G.F. Brandon, A Dictionary of Comparative Religion, London,1970; s. 217). Haç, Hristiyanlık'tan önce de, dünyanın pekçok yerinde dinî mânâda ve diğer hususlarda sembol olarak kullanılırdı. Ancak dinî inanç, ibâdet ve diğer konularda ne derece kullanıldığı kesin olarak bilinememektedir. (En. Britannica, VI, 812). Haç: hristiyanlara göre, İsâ'nın çarmıha gerilişini tasvir eden dinî bir semboldür (Annemarie Schimmel, Dinler Tarihine Giriş, Ankara 1955, s. 230). Haç ile ilgili olarak işaret edilmesi gereken hususlardan biri de çarmıha germe işidir. Çarmıh, Farsça, dört çivi demektir ve çapraz olarak üst üste konmuş iki tahtadan meydana gelen ve değişik şekilleri olan bir işkence aracıdır. Çok eskiden beri ölüm cezasına çarptırılanlar çarmıhın üzerine gerilerek işkence ile öldürülürdü. Çarmıh ile işkence usûlünü Yunanlılar pek az olarak, özellikle kölelere ve yol kesicilere uygularlardı. Romalılar da çarmıhı köleleri, yabancıları ve aşağı tabakadan olan kimseleri cezalandırmak için kullanırlardı (Brandon, a.g.e, s. 217). Çarmıha gererek işkence etme geleneğini doğuya Romalıların getirdiği söylenmektedir. Onların doğuyu ele geçirmesinden önce, Asurlular ve İbrânîler suçluların ölülerini kazığa bağlarlar, böylece suçluları halka gösterirler ve adâletin kuvvetini belirtirlerdi. Hristiyanlara göre çarmıha gerilmiş en ünlü kişi İsa'dır. Roma'lı hâkim Pontius Pilatus, İsa'yı ölüme mahkûm etmiş ve Roma askerlerine öldürtmüştür. Bu yüz den ilk hristiyanlar, İsa'nın çarmıha gerilmiş şeklini tasvir eden haç'ı, dinlerinin sembolü olarak kullanmışlardır. M.S. 312'de hristiyanlığı kabul eden Konstantin, ölüm cezası olarak çarmıha germe geleneğini kaldırdı. Bu tarihten sonra; hristiyanların haç'a bağlılıkları daha da arttı (En. Britannica, VI, 812). İsa'nın haça gerilişi üzerinde ısrarla ve özel bir şekilde duran ilk kişi Pavlus'tur (Brandon, a.g:e, s. 217). Dolayısıyla Pavlus'un teolojisinde haç fikri en mühim yeri işgal etmektedir. Çünkü Pavlus'a göre, Hz. İsa'nın yeryüzünde sürdüğü hayat pek önemli değildir: O yalnız enkarnasyon (ekmek-şarap âyini) sırrına ve haçta ölümüne ehemmiyet vermektedir. İsa'nın haç'a yükseltilmesi, aynı zamanda göklere yükseltilmesinin şartıdır. Haç, inananlar için, "hikmet, adalet ve kurtuluş" demektir. Hz. Âdem'in, cennette yasak meyveden yemek sûretiyle işlediği ve bütün insanlara sirâyet eden ezelî günâhtan kurtuluş ve nihâyet, Hz. İsa'nın şeytanî kuvvetlere karşı kazandığı zafer demektir (Schımmel, a.g.e, s. 127-128). İslâm'a göre Hz. İsa haç'a gerilmemiştir. Onun hayatı gibi, son durumu ile ilgili en doğru ve en güvenilir bilgi Kur'ân-ı Kerîm'de şu şekilde verilmektedir: "Bu, bir de inkârlarından Meryem'e büyük bir iftirada bulunmalarından ve Meryem oğlu İsa Mesih'i -Allah'ın elçisi- öldürdük" demelerinden ötürüdür. Oysa onu öldürmediler ve asmadılar, fakat onlara öyle göründü. Ayrılığa düştükleri şeyde doğrusu şüphededirler. Bu husustaki bilgileri ancak sanıya uymaktan ibarettir. Kesin olarak onu öldürmediler, bilakis Allah onu kendi katına yükseltti..."(en-Nisâ, 4/156-158). Barnaba İncili'nde de konu ile ilgili şu bilgiler verilmektedir: "Askerler Yahuda'yla birlikte İsa'nın bulunduğu yere yaklaştıklarında, İsa çok sayıda kişinin yaklaştıklarını işitip, korkuyla geri eve çekildi. Ve on bir (havârî) uyumakta idiler. O zaman kuluna gelen tehlikeyi gören Allah, elçileri Cebrâil, Mikâil, İsrâfil ve Uriel'e İsa'yı dünyadan almalarını emretti. Kutsal melekler gelip, İsa'yı güneye bakan pencereden çıkardılar. Onu götürüp, üçüncü göğe, daima Allah'ı tesbih ve takdis etmekte olan meleklerin yanına bıraktılar. Yahuda herkesin önünden hızlı hızlı İsa'nın yukarı alındığı odaya daldı. Ve şâkitler uyuyorlardı. Bunun üzerine, mucizeler yaratan Allah yeni bir mucize daha yarattı. öyle ki, Yahuda konuşma ve yüz bakımından İsa'ya o şekilde benzetildi ki, onun İsa olduğuna inandık. Ve o bizi uyandırdı. Muallimin bulunduğu yeri arıyordu. Bunun üzerine biz hayret ettik ve cevap verdik: "sen Rab, bizim muallimimizsin; bizi unuttun mu?" O gülümseyerek dedi: "Şimdi, benim Yahuda İskariyot olduğumu bilmeyecek kadar budalalaştınız!" Ve o bunu derken askerler girdiler, ellerini Yahuda'nın üzerine koydular; çünkü o, her bakımdan İsa'ya benziyordu..."(Barnaba İncili, 215-216 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
GunduzGezen Yanıtlama zamanı: Haziran 3, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 3, 2009 bu arada nevermore gerçek barnabas incili yok bulunamamıştır. bu verdiğin kaynak büyük ihtimalle yanlıştır. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
thalese Yanıtlama zamanı: Haziran 3, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 3, 2009 bu arada nevermore gerçek barnabas incili yok bulunamamıştır. bu verdiğin kaynak büyük ihtimalle yanlıştır. hayır kardeşim, barnaba incili diye bir incil bulunmuştur ama onu kilise kabul etmiyor, çünkü içindeki ayetler ile ve iznik konsülünde kabul edilen teslis inancını kabul etmemesi ile diğer kabul görülen incillere uymuyor. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
GunduzGezen Yanıtlama zamanı: Haziran 3, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 3, 2009 onun bende farkındayım ama gerçeği değildir o. ilk elden çıkanı değil. ben bunu belirtmeye çalıştım. yoksa tabii ki bulabilirsin barnabas incilini. kaldı ki orjinalinin içersinde Hz. Muhammed'in geleceği de müjdelenmiştir ve Hz. Muhammed'e inanılması istenmiştir. bugün gerçek barnabas incili karanlık ellerdedir. hatta bu konuyla ilgili ülke tv de ki sıradışı programı ard arda bir çok yayın yaptı. nasıl çalındı, kime çevriltildi diye. barnabas incilini türkçeye çevirmesi için verilen profesör çıktı konuştu. sonra nedense bir anda barnabas incilini işlemeyi kestiler, programın formatı dışında konuları ele almaya başladılar. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Haziran 3, 2009 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 3, 2009 konumuz barnabas incili thomas incili degil... gercekligi de tartısılır ... tum din kitapları gibi.. ama sadece bilgilendirme amaclı acılmıs bir konuyu altında kaynak da varken bana neden mal ediyorsun?? ve her konuyu niçin islamiyetle özlestiriyorsun ?? http://www.barnabas-incili.com/ buyrun barnabas incili denen kitabın tam metni yasal sitesi.... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
GunduzGezen Yanıtlama zamanı: Haziran 3, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 3, 2009 ben sana mal etmiyorum. yok öyle birşey. bilgi = farkındalıktır evrensel yasasını biliyorsundur heralde. bu yüzden ne biliyorsam paylaşırım. neyin yanlış olduğunu ve/veya olabileceğini görürsem size doğrusu olabilecek olan fikri sunarım. sizde ister kabul edersiniz ister etmezsiniz ama size farkındalık kazandırmış olurum. işte bu yüzden ne bilirsem insanlarla paylaşırım. yoksa kasti olarak islamiyetle bağdaştırdığımdan değil. belki metafizik konuları çok fazla düşündüğümden olsa gerek aklımın islamiyete gitmesi. bu bir anlamaya çalışma ve anlamlandırılanları paylaşma çabasıdır. yani kötü bir niyetim yok amaç paylaşım. yeni düşüncelere her zaman ihtiyaç vardır.. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.