Secret_Sun Oluşturma zamanı: Haziran 11, 2009 Paylaş Oluşturma zamanı: Haziran 11, 2009 Tunguska´nın Sırrı Çözülüyor http://childalert.org/images/Tunguska05.jpg 1908 yılında, Sibirya Ormanları´nda yüzlerle dönümlük bir alan gökten geldiği sanılan bir ateş topunun altında ezildi, tüm ağaçlar yandı, geyik sürüleri kül oldu, patlamanın şiddeti binlerce megatondu. Bilim bu güne kadar hala ne olduğunu kesin olarak belirleyemedi ama pes de etmedi. Rus, İtalyan ve Amerikan bilim adamları şimdilerde modern teknolojiyi kullanarak Tunguska gizemine ışık tutuyorlar ve şimdi 89 yıl sonra gerçeği öğrenmek üzereyiz. http://www.crystalinks.com/tunguska707.jpg 30 Haziran 1908´de Sibirya´da patlayan veya düşen ateş topunun gücü, Hiroşima´da patlayan atom bombasından 1.000 kez daha güçlüydü. Ortaya çıkan ısı sonucunda, ren geyiği sürüleri ve yüzlerce ağaç kül oldu, binlerce kilometre karelik bir çevrede patlamanın sesi duyuldu. Patlamanın ışığı binlerce km. öteden görüldü, göğe yayılan portakal renkli ışık Batı Avrupa´dan görüldü, ışık o kadar parlaktı ki, insanlar karanlıkta gazete dahi okuyabiliyorlardı. Patlamanın etkisi veya şekli volkanik bir patlamaya benziyordu ama ortada patlayan bir volkan yoktu. Elle tutulur tek ama olağandışı gösterge, sismograflarda kaydedilen titreşimlerdi. Bir Sibirya kenti olan Irkutsk´da bulunan rasathaneler, sarsıntının merkezinin 18.000 km. kuzeyde bulunduğunu belirlediler; bölgenin adı Tunguska´ydı. İnsanlar yere düştüler; Patlamadan sonraki 19 yıl boyunca, bilim adamları Tunguska´ya gelmediler; yolculuk zordu, bölge uzak ve bataklık bir alandı, böyle zor bir yolculuğa kimse gönüllü olmadı. 19 yıl sonra Tunguska´ya ulaşan ilk ekibin karşılaştığı manzara inanılmazdı; ekip üyeleri sersemlemişlerdi, karşılarında ufuk boyunca sıralanmış kavrulmuş ağaç dizileri vardı. Ekibin ilk işi bir krater aramak oldu ama bulamadılar. Sonra bir meteorun parçalarını aradılar (veya bir asteroidin) ama böyle birşey de yoktu. Sadece yakın köylerde yaşayan tanıklarla konuşabildiler; köylüler gökten iz bırakarak gelen ve büyük bir gürültü çıkaran dev bir ateş topunu görmüşler ve patlamanın şiddetinden yere düşmüşlerdi. Açıkçası, Tunguska´da benzeri olmayan bir olay yaşanmıştı, geriye kalan tek elle tutulur kanıt, kavrulmuş ağaçlardı. 88 yıl boyunca Tunguska gizemi ile ilgili birçok çekici kuram ortaya atıldı, en geçerli kuram bir meteorun düştüğü, en az ilgi gören kuram ise dünyadışı bir uzay aracının patlamasıydı. 1908´de kesin olarak ne olduğu ile ilgili tartışmalar sürüp giderken, geçenlerde ortaya çıkan zorlayıcı bir kanıt birçok soruya cevap getirerek, tartışmaların büyük bir bölümüne noktayı koydu. http://aura.gaia.com/photos/34/338910/large/tunguska-1.jpg Tunguska, geleceğin habercisi mi? Araştırmacılar, Tunguska ağaçlarına gömülmüş zerrecikler (partiküller) buldular ve bu partiküllerin altında dünyadışı bir imza vardı. Bilgisayar animasyonları uygulanarak, bir meteorun atmosferde yanmasından veya bir asteroidin parçalanmasından sonra geriye nelerin kaldığı araştırıldı. Bazı uzmanlar daha fazla tartışma taraflısı değildiler, patlamanın nedeni bir meteordu, asıl sorun meteorun ne tür bir meteor olduğuydu. Tunguska, bilimciler için hala gizemlidir; çözüm sözcüğü heyecan veren bir davete benzer ama bu davetin içeriğinde laboratuarlarda harcanan uzun saatler ve günlerce süren yolculuklar sonucunda eli boş dönmek vardır. Henüz çok pratik bir yöntem bulunmamıştır; kuyruklu yıldızlar veya asteroidler bilinen cisimlerdirler ve Güneş Sistemi´nin tarihinin önemli bir bölümüdürler. Örneğin 1994 yılında Shoemaker-Levy kuyruklu yıldızı, Jüpiter´in "kara göz" üne çarptı. Patlayıcı özelliği olan büyük göktaşlarının en son 65 milyon yıl evvel dünyaya yağarak, dinozorları toptan yok ettiği düşünülmektedir ve bugün de insan uygarlığı aynı bilinmeyen risk ile her an karşı karşıyadır. Aslında Tunguska´da 1908 yılındaki o korkunç gün, bir anlamda da bize gelecekte göklerde nelerin saklı olduğunu işaret etmektedir. Ömrünü Tunguska´ya harcadı ama esir kampında öldü. http://www.wired.com/images/article/magazine/1606/st_tunguska_f.jpg Tunguska´ya giden ilk bilim adamı olan Leonid Kulik, bir Rus jeoloğu idi, uzun yıllar boyunca Sibirya´nın birçok bölgesinde meteor parçacıklarını araştırmıştı. 1927´de Tunguska panoramasını yani parçalanmış, yanık ve devrilmiş sayısız ağacı ilk kez gördü. Aklına hemen çok büyük bir yangının tüm bölgeyi etkilediği geldi. Sonraki 14 yıl içinde Kulik, Tunguska´ya dört kez daha gitti. Kulik´in ekibi, ezilmiş, dağılmış ve bataklıklara gömülmüş ağaçların sayısız fotoğrafını çekti, bıkmadan, usanmadan meteor parçacıkları aradılar ama tek bir parçaya dahi raslayamadılar. Çeşitli tanıklarla görüştüler, karşılaştırmalar yaptılar, abartmaları, yalanları belirlediler. Hemen hemen tanıkların yarısı, kuzey göğünden gelen bir ateş topunu görmüşlerdi ama diğerleri kuzeybatı veya batı yönünden söz ediyorlardı. Bütün araştırmaların sonucunda ortaya çıkan tek şey, karışık ve önemsiz bilgilerden başka birşey değildi. Kulik, hala cehenneme neden olan şeyin doğal olarak bir meteor olduğunu düşünüyordu. Kulik, 1942´de bir savaş mahkumu olarak öldü ve ondan sonra ellili yılların sonuna kadar hiçbir bilim ekibi bir daha Tunguska´ya gitmedi. Uzaydan birşey geldi ama neydi? Olayı bir kez daha dürten ilk kişi, bir Sovyet ordu mühendisi olan Albay Alexander Kazantsev´di. 1946´da yazdığı kısa bir makalede, Tunguska felaketine ancak nükleer bir patlamanın neden olabileceğini belirtti ama insanlar 1908 yılında insanlar böyle birşeyi yapamazlardı, yani tek neden bir uzay aracının patlaması olabilirdi. Sonraki yıllarda öykü SSCB´de birçok kez gündeme geldi ve yazılar yayınlandı. Bunların en popüleri ve başarılısı "Guest From Space/Uzaydan Gelen Ziyaretçi" idi. Genç Sibiryalı bilimciler, Kazantsev´in iddialarıyla uğraşıp durdular, onun Tunguska´da hala ölçülebilir bir radyoaktivite düzeyinin bulunduğunu iddia etmesine karşı çıkıyorlardı. Sibirya´daki Tomsk kentinde İyonize radyasyon uzmanı olan Victor Zhuravlyov; "Kitabın gerçek olduğunu kanıtlayan birşey bulmayı çok istedik." diyordu. Eğer böyleyse, bilim adamların gerçekte ne olduğunu anlamaya niyetli oldukları pek söylenemezdi. Aynı kentte bulunan Biyoloji ve Biyofizik Bilimsel Araştırmalar Enstitüsü´nün direktörü olan Gennady Plekhanov ise; "Birkaç yıl boyunca Tunguska sorunun çözülmüş olduğunu düşündük." diyordu. Ama ikisi de hatalıydılar, Plekhanov 1959 ve 60´da iki Tunguska seferini yönetmişti, düşük düzeyde radyasyon izi ve ufalanmış patlayıcı meteor parçacıkları arıyor ve; "Gerçekten çok uzaktık, herşey düşündüğümüzden daha karışıktı." diyordu. 20 megatonluk patlama http://media.skyandtelescope.com/images/Tunguska+art+Davis.jpg 1961 baharında, Plekhanov hayal kırıklığı ile dolu bir rapor yayınladı ve Rusya´nın en önemli bilimsel enstitülerinden birisi olan Moskova´daki Kurchatov Atom Enerjisi Enstitüsü´nde bu doğrultuda bir konuşma yaptı. Gizemle ilgili boş bir tablo çizdi, grubunun çalışma alanında çok dikkatli bir çalışma yaptığını anlattı ve anlattıkları bilim adamlarından sıcak bir ilgi gördü. Rus bilim adamlarının Tunguska´ya gidişinden sonra, hemen her yaz döneminde çeşitli bilgiler derleniyor ve araştırmalar sürüyordu. Bunların en önemlis yanık ağaçların bulunduğu tüm bölgeyi her ayrıntısına kadar gösterin bir haritanın yapılmış olmasıydı. Bu başarının sahibi, Tomsk Üniversitesi matematikçilerinden olan, 60 yaşındaki Wilhelm Fast´dı; Fast, 1960´da Tunguska ekibine katılmıştı ve "Yanık ağaçları ilk kez gördüğümde uyanmıştım." diyordu. Fast ve yardımcıları inatçı ve ısrarlı bir çalışmanın sonunda, yanık ve kırık ağaçların bulunduğu 220.000 hektarlık bir alanın haritasını çıkarmayı başardılar. Bu harita, büyük bir özenle 35 yıl boyunca geliştirildi; başka bilim adamları ağaçların dağılımlarını ve aldıkları şekilleri uzun uzun inceleyerek bir sonuca vardılar; patlamanın rüzgarı 7.5 km uzunluğundaki bir alanda, 10/20 megatonluk bir TNT enerjisi oluşturarak, doğudan batıya doğru yayılmıştı. Sır reçinenin içinde saklı; 30 yıl boyunca Tunguska, sadece Rus bilimcilerinin inceleme konusu olarak kaldı. Tunguska´ya en yakın olan iki büyük kent olan Tomsk ve Krasnoyarsk, askeri teknoloji merkezleriydiler ve yabancıların girmesi kesinlikle yasaktı. Ancak1989´da Soğuk Savaş´ın bitiminden sonra yabancı araştırmacılar bölgeye gelip araştırmalara başlayabildiler. Aralarında Bologna Üniversitesi´nden İtalyan fizikçi Menotti Galli´de vardı. Galli 40 yıldan beri, kozmik radyasyon üzerinde çalaşıyordu ve özellikle de uzaydan gelen yüksek enerji partiküllerinin, ağaçlardaki selüloz katmanlarında oluşturdukları ağır karbon izotoplarını inceliyordu. Ağaçlardaki bu karbonik birikimin yıllık gelişimi ve miktarı bir kesit alındığı zaman, halkalar halinde görülebiliyor ve izlenebiliyordu. İşte Tunguska gizeminin cevabı burada saklıydı. Galli, Tunguska karanlığına 1990 yılında yapılan araştırma gezisinde daldı ve çeşitli ağaçlardan örnekler aldı; dallardan ve ağaç gövdelerinden 30 cm. çapında, 5-6 cm kalınlığında halka kesitler alıyordu. Geçen yıllar içinde yeniden gelişmeye çalışan ölü dallarda bir enfeksiyon vardı yani deriye batan bir kıymık gibi, halkalarda yoğunlaşan ve biriken kırıklar vardı. Ama Galli, bu durumdan hoşnuttu ve daha iyi olduğunu düşünüyordu. 1908 patlamasından önce ölmüş olan dallar ve ağaçlarda sonradan sızan reçine koruyucu bir doku oluşturmuş ve enfeksiyonu engellemişti. Eğer Tunguska´ya patlayıcı bir meteor patlamışsa ormana yayılan zerrecikler, bu reçine tabakalarının içine hapsolmuşlar ve dokunulmamış olarak kalmışlardı. Meteorların özellikleri http://media.canada.com/f2c776c7-d458-449d-bcf0-aad47cf9b1ec/tunguska534tgf.jpg Galli, patlayıcı meteor düşüncesine, çeşitli yönlerden yakındı ama bu bir kuyruklu yıldızın buzdan oluşmuş parçası da olabilirdi, Güneş Sistemi´nin oluştuğu çok önceki dönemlerde varolan bir kuyruklu yıldız, zaman zaman Pluto´nun ötesindeki evinden gelerek, dünyanın yakınından geçmiş ve geçerken de bir parçası dünyaya düşmüş olabilirdi. Öte yandan çok çeşitli meteor türlerinden birisi de olabilirdi. Meteoritler çoğunlukla serseri yani düzensiz dolaşan eski asteroidlerdirler ve dağılmış veya parçalanmış gezegenlerin enkazıdırlar. Temel olarak düzensiz mineraller içerirler, bazıları zengin organik karbon (carbonaceous chondrites) yüklüdürler. Bazı meteoritler zengin demir içerirler, her meteoritin bir özelliği vardır ve buna göre sınıflandırılır; organik karbon yüklü meteorlar soğuk ve küçük asteroidlerin parçalarıdırlar ve Asteroid Kuşağı´nın dışında bulunurlar. Güneş´e yaklaştıkça, ısı yüzünden artan karbon bileşimleri, asteroidlerin içinde sıkışmaya başlarlar, ayrıca birçok büyük asteroidin çekirdeği demirdir. Sanık; bir kuyruklu yıldız Galli´nin çalışmalarında yanında yardımcısı ve dostu Giuseppe Longo vardı. Longo 36 yıllık bir nükleer fizikçiydi ve nükleer reaktörlerde oluşan atomaltı parçacıklar konusunda uzmandı ve Tunguska´yı görür görmez bölgede bir öğütülmenin veya ufalanmanın oluştuğunu hesapladı. Galli ile Longo, 1970´lerde Amerikalı bilimcilerin geliştirdikleri bir hipotezle ilgili testi uygulamaya karar verdiler. Eğer Tunguska´da bir kuyruklu yıldız patladıysa bu hipotez işe yarayacaktı çünkü kuyruklu yıldızın izleri tanımlanabilirdi. Kuyruklu yıldızın içerdiği hidrojen sıkışmış ve ve atmosfere büyük bir hızla girdiğinde ısınmıştı, bu helyumda fünyenin erimesi gibiydi yani hidrojen bombasını patlatan tetik gibi. İşte patlamanın nedeni bu olabilirdi. Patlamada ortaya çıkan yüklü nötrön parçacıkları, atmosferde nitrojen atomlarıyla birleşirler ve ağır karbon 14 nötrönları oluştururlar. Longo;"Eğer böyle birşey olduysa, ağaçlardan kestiğimiz halkalarda karbon 14 bulacağız." diyordu. Ama olmadı, karbon 14 yoktu, böylece patlama nedenlerinin arasından kuyruklu yıldız çıkarıldı, en azından suçlanma oranı azalmıştı. Bu sonuca rağmen Galli ve Longo çalışmalarına ara vermediler, yeterince veya doğru örnek almadıklarını düşünüyordular ve 1991 yazında Tunguska´ya yapılan yeni bir yolculuğa katılarak, yeni örnekler almaya karar verdiler. Bilim bataklıklarda savaş veriyor Araştırmacılar Vanavara adlı Sibirya kentine uçakla gittikten sonra, oradan bir helikopterle 64 yıl önce Kulik´in kamp kurduğu yere indiler. Dış dünya ile tek bağlantıları bir radyo-telsizdi, susuzluklarını gidermek için gittikleri gölün suyunda milyonlarca sivrisinek larvası vardı; Galli sonradan "Çok zor on gündü." diyecekti. Ama daha zor olanı doğru ağaçları bulmaktı, patlamadan etkilenmemiş düzinelerce ağaç vardı ama çok az reçine üretmişlerdi yani zengin reçine özüne sahip bir ağaç bulmak kolay değildi, İtalyanlar her gün 8-10 km. yürüyüş yapmak zorundaydılar. Sonuçta altı ağaç bulmayı başardılar ve 13 örnek aldılar, patlama yerinin yakınındaki ağaçların köklerini de inceledikten sonra, yardım çağırarak Tomsk´a doğru yola çıktılar, oradan da hemen Bologna´ya dönerek örneklerin analizi için fizikçi Romano Serra ile beraber çalışmaya başladılar. Elektron mikroskoplarıyla çalışıyorlardı, X ışınları tarayıcısını da kullanarak, parçacıkları aramaya başladılar. Çalışma iki yıl sürdü, sonunda parçacıkların üç ayrı dönem içindeki gelişimini inceleyerek, sınıflandırdılar. Dönemler 1885-1901, 1902-1914 ve 1915-1930 olarak belirlenmişti. 1902-1914 dönemine ait verilerde bir farklılık vardı; parçacıkları yüksek düzeyde bakır, altın ve nikel içeriyorlardı yani bunlar ağır protonlardılar. İtalyan araştırmacıların merak ettikleri şey; parçacıkların kökeniydi. "Bu parçacıkların Tunguska olayı ile nasıl ilişkili olduğunu bulmak en önemli ve en büyük sorudur." Longo böyle diyordu. Sonuç olarak birşey bulunmuştu şimdi sıra bu parçacıkların nasıl olup ta, ağaçlara saplandığını ve neye ait olduklarını bulmaktaydı. Ayrıca parçacıkların çok yüksek bir ısı altında oldukları da belirlenmişti; Longo; "Patlama dalgası parçacıkları yüzeydeyken eritmemiş çünkü yüzeyde iletkenlik azmış yanı erimiş parçacıklar doğrudan kozmik cisimden gelmişler." Peki ama bu cisim nasıl birşeydi? Longo burada susuyordu ama şunları söylemekten de gerik kalmıyordu; "Yıllar boyunca astro fizikçiler kuyruklu yıldızların hidrojen ve helyum gibi hafif elementlerden oluştuğuna inandılar ama şimdi bazılarının çekirdeklerinin ağır elementlerden oluştuğunu düşünüyoruz ve hele bir de konu asteroit ise bulmak istediğiniz şeyi bulursunuz " Yani anlaşılıyordu ki, İtalyanlar Tunguska´ya uzaydan bir damganın vurulduğundan emin gibiydiler. Sıra bilgisayarlarda... İtalyan bu şekilde uğraşırlarken, Amerikalı bir grup araştırmacı Tunguska patlamasını bilgisayarlara programlıyarak, fizik kanunlarını böyle bir patlamada sınadılar. Çalışmanın başında Princeton´dan gezegen bilimcisi Chris Chyba ve NASA´dan Kevin Zahnle bulunuyorlardı. İkisi bir kuyruklu yıldızın atmosfere girmesini bilgisayarda canlandırdılar. Zahnle, cismin yere vurduğu anda atmosferde neler olduğunu merak ediyordu. Bilgisayar sonuçlarına göre, küçük cisimler atmosfere girince yanıyorlar ama büyük olanlar yeryüzüne ulaşıyordu. Fakat orta büyüklükteki gök cisimleri düşerken farklı birşeyler oluyordu. Cisim atmosferde yarılmaya başlıyor, hava basıncı önden çok büyük bir baskı yapınca cisim önden deforme olmaya başlıyor ama arkası aynı kalıyordu. Yani cismin üzerindeki güçlerin arasında büyük farklar oluşunca, yırtılmalar başlıyordu. Parçalarda da benzer güç alanları oluştuğu için patlamalar başlıyor ve kırık parçaların her birisi bir bombaya dönüşüyordu. Chyba ve Zahnle bir dizi olayın sonunda Tunguska´da ne olduğuna karar verdiler; Chyba; "Basit bir model oluşturarak Tunguska´yı çözümledik." diyordu. Ama hala sorun vardı çünkü AMES adlı bilim grubu, bu yaklaşıma karşı çıktı, cismin boyutu bilinmiyordu, hangi tür elementleri içerdiği bilinmiyordu, hızı neydi? Atmosfere giriş eğimi kaç dereceydi? Ağaçların eğimine bakılırsa 30-40 derecelik bir açı olmalıydı. 45.000 derecelik ısı; http://ufocasebook.com/2007/tunguska.jpg Demir çekirdekli meteorlar çok güçlü ve yoğundular ama hızlıydılar yere vurdukları anda, en azından 50 km. çapındaki bir alana dağılmaları gerekirdi, kuyruklu yıldızların ise, yüzeye varmadan önce 25 km. yükseklikte patlamaları gerekiyordu. Bu yükseklik ise, ağaçlardan alınan örneklere uymuyordu zira ağaçlarda karbon parçacıkları vardı ve zengin karbon parçacıkları atmosfere 45 derece eğimle girdiklerinde patlarlar. Kısacası her durumda da atmosferde kalın ve çok geniş bir toz bulutunun oluşması ve çok uzun bir zaman güneş ışınlarını engellemesi gerekiyordu ama Tunguska´da olmayan tek şey de buydu çünkü ağaçlardaki klorofil oranı bunu göstermiyordu. Bu karşılıklı model çalışmasından sonra başka bilgisayar simulasyonları daha yapıldı. Los Alamos Ulusal Laboratuar´ından Jack Hills ve Patrick Goda, Hawaii Üniversitesi´nde yaptıkları çalışmalar sonucunda Chyba´nınkine benzer sonuçlara ulaştılar. Ama cevaplanamayan soru, meteor parçasına ne olduğuydu. Bir kısmı yanmış olabilirdi en azından % 10´u yüzeye yayılmış olmalıydı. Hills; "Bu cevabı bulursak, büyük meteorların neden bulunamadıklarını da anlayacağız." diyordu. İtalyan Longo buna yanıtı ise; "Aradan geçen bu kadar zamandan sonra, parçaları bulamayabiliriz." şeklinde oldu. Fakat en çarpıcı bilgisayar çalışmasını Tennessee Üniversitesi´nden Evans Lyne ve Richard Fought ile Stanford´dan Michael Tauber yaptılar, yola Chyba´nın varsayımından yani düşen bir gök cisminin patlamasından yola çıkmışlardı. Araştırma sonucunda, cismin atmosfere girdikten sonra 45.000 derecelik bir ısı oluşmuştu ve bu ısı cismin tamamını yakmıştı. Yüzeyi veya ağaçları yakan güç, bu dev ısının bir kısmının yüzeye yansımasıydı. Yani patlama yüzeyde değil, gökte olmuştu ve etkileri Tunguska´yı vurmuştu. Küresel bir kıyamet yaşanabilirdi ama... Bazı Rus araştırmacılar, Tunguska ile ilgili Amerikan çabalarını kuşkuyla karşıladılar. 1970´lerde patlamanın nedeni olarak bir asteroid değil, bir kuyruklu yıldız olarak kabul ediliyordu. Ama bunu kanıtlayacak bir kuyruklu yıldızın astronomik kayıtlarına raslanmadı yani bilinen tüm kuyruklu yıldızların hiçbirisinin rotası 1908 yılının Haziran ayında, dünyanın yakınından geçmiyordu. Batılı bilimciler kuyruklu yıldız düşüncesiyle hep alay ettiler çünkü astro-fizik çevrelerinde kuyruklu yıldızların çok hafif oldukları ve atmosferde hemen yanacakları kabul edilmektedir. Bu tür bir patlamanın oluşturacağı toz bulutu en önemli ve en geçerli kanıttır ama yoktur, en azından bir milyon tonluk bir cismin parçalanması sonucunda dev ve çok kalın bir toz bulutu muhakkak oluşacak ve bundan iklimler etkilenecektir. Caltech Jet Propulsion Laboratuarı´ndan Zdenek Sekanina; "Böyle bir olayın dünyadaki yaşam üzerindeki etkileri korkunçtur. Küresel bir kıyamete benzer ve nükleer kışla karşılaştırılabilir. İnsanlık üzerindeki etkileri tartışılamaz dahi, bunu hayal edemeyiz çünkü biz orada değildik." demektedir. Aslında tüm Rus bilimciler, kuyruklu yıldız senaryosuna katılmamaktadırlar. Longo ile aynı fikirde olanlar vardır; Tomsk Astronomi Gözlemevi´nden Gennady Andreev, Tunguska bataklıklarından hala ümitlidir ve o da Longo gibi örnekler almayı sürdürmektedir. Yeni sanık bulunuyor; Deprem! Daha kuşkucu Rus bilim adamları da vardır, yine Tomsk´dan Victor Goldin; "Problemin çözüldüğünü düşünmüyorum. Ancak bir meteorun veya bir cismin parçaları ya da parçası bulunduğunda çözüme ulaşılacaktır." demektedir. Bir diğer garip iddia ise, söz konusu parçaların bulunmuş olduğu ama SSCB döneminde saklandığı ve bir daha bulunmadığı şeklindedir ama bu çok yetersiz ve anlamsız bir iddiadır. Bu iddiaya karşı meteorolog Nina Fast; "Eğer bir meteor bulsaydık onu yakardık çünkü biz gizemlerden, çelişkilerden ve paradokslardan hoşlanıyoruz." diyerek şaka yapmaktadır. Egzotik kuramlar hala sürüyor ve özellikle de Rusya´da çok revaçta; yeni bir iddianın hedefi depremdir. Moskova Radyo Araçları Enstitüsü´nden yazar ve radyofizikçi Andrei Ol´khovatov, depremlerin sarsıntı yapmalarının ötesinde zaman zaman ışık patlamaları, ıslık, vızıltı ve tıslama sesleri oluşturduklarını söylemektedir. Eğer 1908´de Tunguska´da bir deprem olmuşsa, açığa çıkan enerji, sismik dalgaların yanısıra elektrik patlamaları oluşturmuş ve ağaçları yakmıştır. Ol´khovatov´un tezi, bazı tanıkların anlattıkları Tunguska´daki ışık patlamalarına ve seslerine uymaktadır; Ol´khovatov, benzerliklerin kendisini şaşırtığını söylemekte ve; "Bana göre en zayıf kuram meteor kuramıdır ve çözümle ilgili değildir. Ayrıca lokal gözlemcilerin anlattıkları tektonik yani tipik bir yer kabuğu hareketini hemen akla getirmektedir, daha da önemlisi patlama merkezinde çok eski bir volkan bulunmaktadır. " demektedir. Bu bir fenomen ama doğanın fenomeni; Ol´khovatov´un iddiaları saygın Rus yayınlarında yer almaktadır ama karşıt görüşler de çok sarsıcıdır. Depremlerde ışık ve ses oluşumları Richter ölçeğine göre 7 şiddetin üzerinde oluşmaktadır; toplanan veriler bunu gösterirler. Oysa Tunguska´da sismografların kaydettiği ölçek 5´dir. Bir diğer bilim adamı ise, yıkılan ve ezilen ağaçların aşağıdan değil, yukardan gelen bir güçten etkilendiklerinin açıkça ortada olduğunu belirtmektedir. Tartışmalar hala sürüyor. Ne olursa olsun, yine de en uç ve en zayıf iddia olan patlayan uzay gemisi kuramı bile şu anlarda ilgi görmektedir fakat bunun da bir kanıtı yoktur. Önemli olan tanımlamaya henüz ulaşılmış değil, diyebiliriz. Chyba; "Gereken bilgilere ulaştık, çok az veya birkaç bilgiye daha ihtiyacımız var çünkü gezegensel bilimde zor elde edilen küçük bir bilgi, çok uzun bir yolun aşılmasına neden olmaktadır." diyor. Tunguska´dan alınacak en önemli ders, çok sağlam bir kanıtın bulunmasanın ne kadar önemli olduğudur. Ama her geçen yıl, bu kanıtın bulunması daha zorlaşmaktadır. Bilim şimdiye kadar olduğundan çok daha büyük bir çabayla Tunguska üzerinde çalışıyor. Şimdilerde Ruslar ve İtalyanlar beraber çalışıyorlar. Kısacası, 89 yıl evvel Sibirya´da ne patlamış olursa olsun, bilim dünyası geniş bir planı zaman içine yayarak, bir dantel gibi işlemektedir. Ama bazen de, bilimin kuşkuculuğu ve rekabet anlayışı ister istemez yakalanan gerçeğin kaybedilmesine ya da fark edilmemesine neden olmaktadır. Özetle ve büyük olasılıkla Tunguska olayının ardında, ender raslanır veya henüz bilinmeyen ya da tek bir kez yaşanan bir doğa olayının olduğudur. Göksel Terör Tablosu Bu tablo, Anglo-Avustralya Gözlemevi´nden Araştırmacı Astronom Duncam Stelli Tarafından hazırlandı. Tabloda dünyaya yakın gök cisimlerinin tehlikeli olma oranları gösteriliyor. Yaklaşık olarak dünyaya yakın olan ve çapı 1 km´yi aşan 2.000 gök cismi bulunmaktadır, bunların herhangi bir tanesi bir kıyamete neden olabilir, sadece bir tanesinin dünyaya çarpması durumunda, insanlığın % 25´inin öleceği tahmin edilmektedir. • Dünyaya yakın yaklaşık 10.000 göktaşının çapı 500 metredir. • Dünyaya yakın yaklaşık 300.000 göktaşının çapı 100 metredir. • Dünyaya yakın yaklaşık 150.000 göktaşının çapı 10 metredir. • Bu potansiyelin % 70´i göktaşı grubundadır, ötekileri birer asteroittir. • Dünyanın yakınından geçen asteroidlerin yaklaşık % 50´si sönük veya uyuyan kuyruklu yıldızlardırlar. • Her 10 dakikada bir bezelye büyüklüğündeki bir meteor dünyaya düşmektedir. • Her 1 saatte bir badem büyüklüğündeki bir meteor dünyaya düşmektedir. • Her 10 saatte bir greyfurt büyüklüğündeki bir meteor dünyaya düşmektedir. • Her bir ayda bir basket topu büyüklüğündeki bir meteor dünyaya düşmektedir. • Her yüzyılda bir 50 m. çapındaki bir meteor dünyaya düşmektedir. • Her 100.000 yılda 1 km çapındaki bir meteor dünyaya düşmektedir. • Her 500.000 yılda 2 km çapındaki bir meteor dünyaya düşmektedir. • Her 100.000 yılda 1 km çapındaki bir meteor dünyaya düşmektedir. • Parabolik yani belli bir yörüngesi olan bir kuyruklu yıldızın, dünyaya yaklaşması 6 ay öncesinde belirlenerek, uyarı verilebilir. (alıntı) http://www.dailygalaxy.com/photos/uncategorized/2007/12/19/asteroids.jpg Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Secret_Sun Yanıtlama zamanı: Haziran 11, 2009 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 11, 2009 evet bu da birçok kişinin inandığı farklı bir senaryo.... (fazla bilgi göz çıkarmaz..) ***************************************** SİBİRYA OLAYI - TUNGUSKA 30 Haziran 1908 de Sibirya’da Yenisey nehri yakınlarında konaklayan Tunguz Kavimleri hayret verici bir olaya tanık oldular: Sabahleyin tan 7.17’de bir ateş küresi gökyüzünü yarıp hızla üzerlerinden geçti ve kayboldu. Hemen arkasından korkunç patlamalar duyuldu , kavurucu bir sıcak dalgası bütün bozkırları kapladı. Patlama merkezinden 900 kilometre uzaktaki İrkutsk şehrinin sismografya aletleri bir saat boyunca durmadan sallandı ; bozkırdaki göçebe toplulukların , geyik sürülerinin büyük bir kısmı , en küçük bir iz bile bırakmadan , bir anda ortadan kayboldu. Daha sonraki günlerde Sibirya’nın ve Avrupa’nın bazı bölgelerinde esrarengiz bir ışık geceleri aydınlattı: Londra’ da sabaha karşı sokaklarda rahatça gazete okunabildi ; Rusya’da , Batı Avrupa’da ve Kuzey Afrika’da gökyüzü haftalarca garip şekilli , altın renginde bulutlarla kaplandı. Bilim adamları , bütün bu olayların dev bir göktaşının düşmesinden ileri geldiğini açıklayarak , yoruma yer bırakmadılar. Aradan yıllar geçti , olay unutuldu. Yine de bir çok bilim adamı bu göktaşı olayını daha yakından araştırmak gereğini duyuyorlardı. 1927 yılında Leningrad Madencilik Müzesi görevlilerinden Prof. Leonid Kulikin yönetimindeki bir keşif kolu olay bölgesinde ilk araştırmalara başladı. O günden hayatta kalanlar sorguya çekildi ; göktaşının izleri aranıldı, hiçbir şey bulunamadı . İyimser bir yoruma göre , göktaşı bir bataklığa düşüp kaybolmuştu. Bataklık düşüncesi ilkin Kulik’e de olumlu geldiyse de araştırmalar ilerleyince görüşünü değiştirmek zorunda kaldı ; bütün dikkatini ortalığı kasıp kavuran yangının izlerine verdi. Düşüş merkezine yaklaştıkça bitkiler çok belirli bir şekilde azalmaya , kaybolmaya başlıyordu. 10.000 km2‘lik bu bölge bu gün bile tamamen kurak kalmıştır. Araştıra araştıra bataklık bir arazide değişik boyda deliklere rastlanıldı. Toprak tarandı , 35 m. derinliğe kadar inildi , uzun bir incelemeden sonra toprağa karışmış mikroskobik denebilecek demir ve nikel parçaları bulundu. 1927’de başlayan araştırmalar aralıklı olarak son yıllara kadar sürdü ve 1960’ta elde edilen sonuçlar radyoaktivitenin bütün bölgede normalden üç kat daha üstün olduğunu gösterdi. 1950 yıllarında SSCB Bilim Akademisi Fizik ve Kimya Enstitüsünden Mikhail Tsikulin ve Vladimir Rodionov , olayın , çok büyük bir kozmik nesnenin yarattığı balistik tepkiden doğduğunu öne sürdüler . Görüşleri kuramsal hesaplara dayanan ikili, 30 ile 100 m. çapında , saniyede 10 ile 50 kilometre hızla hareket eden bu nesnenin bir atom bombası kadar etkili olabileceğini ileri sürüyordu. Şu var ki bu tür bir patlamanın 200 m. derinlikte , 100 m. çapında bir krater meydana getirmesi gereklidir. Tsikulin ve Rodinov buna da bir karşılık buldular : Krater görüşü kabul edilirse , bu patlama merkezinde değil, daha uzaklarda , kuzeybatı da ve araştırmaların uzanmadığı bir bölgede aranmalıdır. Görüş uzun süre tartışıldı , sonunda göktaşı savını destekleyen Göktaşı Komitesinin bilim sekreteri Evgeni Kynov , kozmik nesnenin atmosferde eriyen kocaman bir buz parçası olduğunu açıklayınca , krater yada iz arama konusu kendiliğinden ortadan kalktı. Aslında bütünüyle kuramlara dayanan bu görüşler yeterli , açıklayıcı olmaktan çok uzaktı ve Sibirya’da ki patlama çözülmemiş bir esrar durumundaydı. 4 mayıs 1959 tarihli London Daily Express gazetesinde çıkan bir haberle dünya yeniden bu konuyla ilgilendi. Gazetede şöyle yazıyordu: “ 51 yıl önce başka bir gezegenden dünyamıza gelen uzay gemisiyle ilgili görüşler Sovyet bilim adamları arasında geniş tartışmalara yol açmıştır. Moskova’da hazırlanan bir keşif kolu hala Sibirya ormanlarında çalışmalarını sürdürmektedir. Sovyet bilim adamlarının üçü , Kukarhin , Krinov ve Fesenkov , göktaşı ihtimali üzerinde durmakla beraber olay kelimesini kullanmayı doğru bulmuşlardır. Prof. Alexei Kazantsev ile Prof. Lapunov ise Merih’ten gelme bir uzay gemisi görüşünü savunmaktalar. Uzay gemisi görüşünü destekleyebilmek için yıllardan beri bilgi toplayan Kazantsev, Çek ve Polonyalı bilim adamlarına bu konuda bir açıklama yapmıştır...” Olayın tarihçesini özetleyen London Daily Express , yazıyı şöyle sürdürüyordu : “ Göktaşı görüşü Hiroşima’da ki atom patlamasına kadar savunuldu. Savaştan sonra Japon şehrindeki tahribatı karşılaştıran Kazantskev kesin bir açıklama yaptı ve Sibirya’da 2500 m. yüksekliğinde bir atom patlamasının yer aldığını açıkladı. Ancak bu düşünceyi kimse ciddiye almadı. 1951’de bu görüş Prof. Lamunov tarafından benimsendi, iki bilim adamı , yeryüzüne inmek isterken havada patlayan uzay gemisi üzerinde durdular. Olay yerine gönderilen keşif kollarının hiç biri göktaşı izlerine rastlamadığından tartışma hala sürmektedir.” Aynı tarihlerde Avustralya’da yayınlanan Sydney Sun gazetesi , Çekoslovak dergisi Prace’den aktardığı bir haberi veriyordu: “Bir evren konuğu adlı kitabında , Sovyet aerodinamik uzmanı Manotskov Sibirya’da , patlamanın yer aldığı bölgenin yakınlarında konaklayan birçok kimsenin bilinmeyen, aslında radyasyon etkisindeki kişilerinkine benzer, hastalıklardan öldüklerini, patlamanın en büyük gücünün , atom patlamalarında olduğu gibi , merkezden çok uzakta yer aldığını açıklamıştır.” Yeni ve oldukça şaşırtıcı görüşlerin ortaya çıkması olayın incelenmesine yol açtı . Kulik‘in eski raporları bir kez daha gözden geçirildi ve ilginç bir nokta üzerinde duruldu : Olaya tanık olanlardan bazıları mantar şeklinde bir buluttan söz etmişlerdi. 1963’te jeolog ve fizikçi Solotow’un yönettiği bir araştırma komitesi Sibirya’ya gitti ve dönüşünde atom patlaması görüşünü bütünüyle destekledi. Bu arada Priroda dergisi 80 görüşü sıralayan bir liste yayınladı. Geleneksel bilimin hala göktaşı düşmesi adı altında arşivlemek istediği bir olayla ilgili 80 tane görüş ortaya çıkmıştı. Aşırıların çoğu , Rusya’da bile kabul edilmedi. Resmi yorum göktaşını unutarak , dünya ile bir kuyruklu yıldız çarpışması ihtimali üzerinde durdu. Buna karşılık Amerikan bilim adamları patlamanın nedenini bir miktar karşı-maddenin Dünya ile çarpışmasını kabul ederken , Genrich Altow-Walentina Schulawera ikilisi Leningrad’ın Swezda gazetesinde yayınladıkları bir incelemede , patlama nedeni olarak Kuğu takımyıldızlarından gelen büyük güçte bir lazer ışınını göstermişledir. Bu arada şöyle bir görüş de ortaya atılmıştır : “ Her şey olayın başka bir gezegenden gelen , pilot tarafından yönetilen ve patlamadan önce birkaç yüz kilometrelik düğüm yapan bir uzay gemisi tarafından meydana getirildiği görüşünü uyandırmaktadır.” ( SSCB Bilim Akademisi Raporlarından – Cilt 72 , Bölüm 4,5 1967 ) Hürriyet 29.07.2002 30 Haziran 1908’de sabah 07:00 sıralarında Sibirya’daki Tunguska Nehri yakınlarında büyük bir patlama oldu. Bu o kadar büyük bir patlamaydı ki, 400 millik bir alan içinde hissedildi ve hasara neden oldu. Patlamadan yayılan sıcaklık yüzlerce mil öteden bile hissedilebiliyordu. Patlamayı takip eden birkaç gün boyunca Kuzey Avrupa semaları Londra sokaklarını aydınlatmaya yetecek derecede parlamaya devam etti. İlk başta dünyaya oldukça büyük bir meteorun çarptığı sanıldı. Bölgenin yerleşim yerlerinden oldukça uzak olması sebebiyle kaza yerini araştırmak için ancak 1927 yılında bir sefer düzenlenebildi. Yapılan incelemeler sonucu bölgede bir meteora ait hiçbir iz bulunamaması araştırmacıları şok etmişti; çünkü sadece bir meteor bu büyüklükte bir patlamaya neden olabilirdi. Araştırmacıları şaşırtan bir diğer nokta da, çarpışmanın olduğu arazideki ağaçların düşüş tarzıydı; bölgenin merkezindeki ağaçlar kabukları ve dalları hasarlı olmasına rağmen dimdik ayakta dururken, etrafındakiler dışa doğru eğilip devrilmişlerdi. 2. Dünya Savaşı sonrasında, bombalanmış olan Hiroşima ve Nagasaki şehirlerinin resimleri bu bölgeyle karşılaştırıldı: resimler şaşırtıcı bir benzerlik gösteriyordu. Sonuç olarak, bir çok bilim adamı bu bölgede nükleer bir patlama meydana gelmiş olduğunu belirttiler; bu ağaçların durumlarını da açıklamaktaydı. O dönemde hiçbir ulus nükleer silahlara sahip olmadığı için, olayın nükleer güçle çalışan bir uzay aracının patlaması sonucu meydana gelmiş olabileceği sonucuna varıldı. Kazaya tanıklık eden pek çok kişi olay günü gökyüzünde uçan, oval biçimli bir cisim gördüklerini ve cismin oldukça düşük bir hızla yön değiştirdiğini belirtmektedirler. (siriusufo) Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.